28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

neli birkaç ay olmuştu) yanımda, güçlü transistörlü bir radyo vardı. Bir karakış boyu, tüm haber kaynağım bu radyoydu. Yörenin en yüksek köyünde olduğum için, dünyanın dört bir yanındakı istasyonları rahatlıkla dinleyebiliyordum. Böylece, yalnız haber değil, müzik gereksinimimi de karşılıyordu radyom. Yalnız benim değil, bizim ve çevre köylerin haber kaynağı da oydu. Bir radyo nun, Istanbul, Ankara ya da Paris'teki bir insanın yaşamı içindeki yeriyle, Hakkâri'nin bir dağ köyündeki insanın yaşamı içindeki yerini, özellikle o yıllarda, gözünüzün önüne getirebilir misiniz? Edison'u, sanırım, hiç kimse, benim kadar kutsamamıştır. Telefonu ve televizyonu değil, yolu ve elektriği bile olmayan köyüme daha sonraki yıllarda, yol, elektrik hatta telefon gitmiş. Bugün ise hiçbiri yok. Çünkü köy haritadan silinmiş. Işte, yeni yüzydda karşımızda duran Doğu'dan bir kiiçük fotoğraf. O/Hâkkarı'de Btr Mevsım'de vali araaltğıyla tuhaf, ka/kaesk birdevletidare erki tablosu çizdiniz. Güçlü, ama gülünç bir devlet lablosu bu. Yine de tanımlanmıs yönetım biçimlerinin olmadığt bir zaman ve durum söz konusu. "Olağanüstü bir hal" değil örneğin. Bugünkü Doğu'nun hayattnda, devlet nasıl duruyor sizce? Hâlâ dağlar arasına stkısmıs küçük bir toprak parçası üzerinde, Nuh 'un Gemisi'nde gibi yaşayan bir grup insan var mıdtr? Hâkkari'de Bir Mevsim'in filminde yer almayan iki sekansa çok yanarım. Birincisi, sözünü ettiğiniz vali, ikincisi de Süryanî kitapçı. Vali sekansını, filmi sansürden kurtarmak için koymamıştık. Ama gene de sansürden paçamızı kurtaramamıştık. Vali, bu devletin memuru, kendini devletin bizzat kendisi sayıyordu. Hâlâ da öyle savarlar. Yalnız valiler mi, kaymakamlar, komiserler, polisler, hatta bekçiler. Bu açıdan baktığınızda, biz her zaman "olağanüstü hal"i yaşadık, yaşıyoruz. Bugün, Doğu'nun iıayatında Devlet tek erktir. Halk ise kul. Türk Devleti hiçbir zaman bir hukuk devleti olmamıştır. Doğu'da da Batı'da da Kuzey'de de Güney'de de. Benim Hakkâri'de yaşadığım dönemde, zaten Nuh'un Gemisi'nde yaşar gibi yaşıyordu insanlar. Ellerinden geldığince, devletle bir iliskilerinin olmamasına çalışıyorlardı. Ne tüm evlilikler, ne tüm doğumlar, ne tüm ölümler kayıtlara geçiyordu. Halk, birçok konuyu, aşiret düzeni içinde, kendi aralannda törelerine, geleneklerine göre çözümlüyordu. Sanırım, Nuh'un Gemisi'nde daha çok adalet, daha çok özgürlük, daha çok güven vardı. • Birdevtettablosu Edgü'nün kısa övküleri PROF. DR. GÜRSEL AYTAÇ F erit Edgü, çağdaş edebiyatımızın az ve öz üreten ama ve biraz da bu nedenle "kalıcı" nitelikte bir yazarı. "Hakkâri'de Bir Mevsim", kısa sayılacak bir roman ve Ferit Edgü'nün romanları sayıca üçü geçmez. Oykülerine gelince yeni yayımlanan kitabı "Işte Deniz, Maria", 70 sayfa içinde 35 öyküyü topluyor. Ferit Edgü, kitabını üç bölüme ayırmış. Önsözde belirttiği gibi birinci bölümde öyküler, "Perisiz Ev" başlığı altında beş adet. Bunlar sırasıyla 8, 7, 5, 4, 3 sayfalık kısa öyküler. "Şaşılacak Bir Şey", yazarın "çokkısaöyküler" olarak nitelediği ve tümü 25 sayfa tutan 25 anlatı. Üçüncü bölüm "îşte Deniz Maria" da tümü 7 sayfa tutan beş anlatısıyla yine çok kısa öykü sınıfına girebilir, ama ikinci bölümdeki çok kısa öyküler kadar "minicik" değil. Ferit Edgü, kitabına adını veren "Işte Deniz, Maria" başjıklı bölümde yer alan beş kısa öyküsünde belki öykülerin kısalık derecesiyle bildik "short story"ye (küçük öykü) benzer görünse de o türün önemli ayırt edici özelliği olan sıradan, günlük olayları anlatarak hayattan bir kesit vermeyi amaçlamıyor, tam tersine bütün bir ömrü bile bir sayfaya sığdırdığı oluyor: Bunlar küçük değil kısa öykü. (Amerikan edebiyatından gelme bir anlatı türü olduğu için başka edebiyatlarda, mesela Alman edebiyatında da "short story" terimi kullanılabiliyor, ama her kısa öykünün bu türe girmediğini göstermek için Almanlar "Kurzgescnichte" ile "kurze Geschichte" terimlerini kullanıyorlar. Ben Türkçede o farkı "küçük öykü" ve "kısa öykü" terimleriy Kısa öykü le belirtmekten yanayım: Edebiyatı zevk almak amacıyla okuyanlar icin bu bir ayrıntı gibi gelebilir, ama eaebiyat bilimcisi için terimler önemlidir!) Kitabın, sözünü ettiğim o üçüncü bölümünde yer alan "Adsız" başlıklı kısa öykü (bir buçuk sayfa), "Günlerden sabydı. Yoksa pazartesi miydi?" cümlesiyle başlarken sıradan bir unutkanlık halini anlatacağı izlenimi bırakıyor, ama satırlar ilerledikçe "vahim" bir unutkanlığın söz konusu olduğu, hafıza kaybını yaşayan kişinin ağzından, benanlatıyla verilen bir iç monologla yansıtıLyor. İkinci paragraf, çaycı çocuğun konuşmasıyla, ihtiyarın düşlerden ayrdışı tablosunu çizerken anlatı biçimi oanlatıya dönüşüyor. Son paragrafta ihtiyarın benanlatısı, iç monoloğu ile başlıyor ve hafıza kaybının o sarsıcuığını ,ürlcütücülüğünü ama sonunda insanın tevekkülle Kabullenirliğini sezdiren sözlerle bitiyor: "Çayıttıı yudumlarken btr çıkmazda olduğumu anladım. Adımı bile unutturmuşlardt bana. Çaytn buruk tadt damağımda. • Yalnız bunu ansıyacağım, dedim. Bundan böyle, yalnız bunu, Adıma, nasıl olsa, ıhtıyacım almayacak." (s. 70) Anlatım biçimlerindeki farklılaşmayla anlatı konumundaki olimpikten mesafeliye ve tekrar olimpiğe geçişteki kıvraklık, son derece sınırlı bir söz varlığıyla büyük bir insanlık dramını dile getirmeye yetiyor. "Işte Deniz Maria" bölümüne ve öykü kitabının tümüne adını veren başlık öykü, Ferit Edgü'nün kısa öykücülüğündeki temel öğeyi en belirgin biçimde ortaya koyuyor. "Bu öğe bence şiirsel imgedir. Tek sayfa uzunluğundaki bu öykü, hayattan küçük bir kesit sunar ken bir yandan küçük öykünün form özelliğini gösteriyor, öte yandan da yoğun anlatımı ve yakaladığı tabloyu kalıcı kılışıyfer şiirsel imge yaratıyor: "bir örnek siyah giysiler içinde, birbirinin eşi, ikiyaşlı kadın gördüm. Çokyaşlı ve çok ktsa boylu ikiz ktz kardeşler. Biri, öbürüne, Ecco il mare, Maria' dedi." Öykünün odak imgesi bu manzara. Ve öyküyü şöyle bitiriyor Ferit Edgü. "Ama havadakı o üç sözcük ve ayağınt suya değdıren yaslt, küçük kadın imgesi, orda, havada asılı duruyordu. Ecco il mare, Maria!" (s. 76) "Çok kısa öyküler" bölümünde, açılsa bir roman malzemesi olabilecek konıılar, yalın anlatımla, sınırlı sözcük dağarcığıyk, son derece damıtılarak sunuluyor. Örnek olarak, "Eşik" başlıklı, sekiz satırlık öyküyü ele alalım. Tümü alıntılanabilecek kısalıkta, diyalog biçiminde kurgulanmış: " Ölümün eşiğinden döndüğünü söylemisttn bana Evet. • Nasıl bir ölümdü bu ? Geleceğt olmayan. Doğrusunu istersen geçmiside olmayan. llle de öğrenmek istiyorsan şimdisi de pek yoktu. Yalnız o vardı, ölüm. Bir de ben. Aramızda da bir esik. • Sonra n'oldu? Kapıyt yüzüne çarptım. Sırası değil, dedim ona." (s. 60) " Zaman"la ölüm ilişkisi, ölümün olduğu yerde zaman kategorilerinin yok olduğu ve insanın ölümü kabullenmeye hazır olmayışı, sıradan bir diyalog yalınlığında ama felsefi yorumlamalara zemin hazırlayan bir ustalıkla, "az ve öz" ilkesiyle anlatılmış. Ferit Edgü, "öykülerden önce", kendi minimalıst tarzı üzerine açıklamalar yaparken, kısa anlatı türlerinaeki özgun çizgisini şöyle belirtiyor: "Ben, minimal bykülerimde herşeyden önce 'olay'ı önemsıyorum. Ama benim 'olay'lanm gözümüzün gördüğü olaylar değil. Çünkü, ben kendimı bir tanık yazar görenlerden deplim. Olayları, gö'zlerimi kapadığtmda daha iyigörüyorum (...) düs ile gerçek kosut gidıyor yazdıklartmda." Önsözde yer alan bu açıklamayı "Şaşılacak Şey" başlıklı öykü somut olarak kanıtlıyor. On satırlık bu çok kısa öykünün ilk cümlesi şöyle: "Şaşılacak bir sey; gözleri (sanırım) görmüyordu; kulaklart (santrtm) duymuyordu; yayınevtne önerdiği romanın adı ise YEMYEŞlL SESLER idı."(s.50) Bu alıntıyı aynı zamanda Ferit Edgü üslubunun göze hitap eden özelliğine (Photostilistik) de değinmek için değerlendirebiliriz. Metin içinde farklı yazı karakterleriyle vurgulamalar yapmak, şiir dizelerini andırır düz yazı satırları oluşturmak, metin içi boşluklar... bu üslubun belirtileri. Photostilistik, edebiyatın somut olarak göze de hitap etmesi ilkesinden yola çıkarak anlam vermede kelimelerin manalarının yanı sıra, metnin yazılışdiziliş etkisinden de yararlanmadır ki genellikle görsel sanatlarla bağıntısı olan yazarlarca önemsenir. Yabancüardan Max Frisch (ilk mesleği mimarlık) buna önem veriyordu. Ferit Edgü'nün de resim sanatına yakınlığını biliyoruz. Çok kısa öykülerinin temel ilkesini açıklarken kendisi de görsel sanatlardan heykelcilikle öyküculüğün ortak yanına işaret ediyor. "Yontuç, mermerin içinde saklı btçıme (yoksa cevhere mi demeliydim?) ulaşmaya çalıstyor, bense dil'in içindeki cevhere." (s.S) O cevhere "hiç bir zaman varmayacağımı bile bile" dıyor, Ferit Edgü, bense bunu Thomas Mann'ca söylersek "gurulu bir Tevazu" sayıyorum. • CUMHURİYET KİTAP SAYI 516 SAYFA 6
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle