23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Muzaffer llhan Erdost ve Mehmet H. Doğan'm anılannın ça^nştırdıkları Kaç tüplü girilir anılardan iceri Özellikle son yıllarda, anı kitaplarının sayısında hızlı bir artış. gözleniyor. Kimi hüzünlü, kimi keyifli ama hep umut dolu bu annarı okumak insanı keyiflendiriyor. Bu anı kitaplarından ikisinin çağrışımlarını aktarıyor Metin Fındılcçı. METİN FINDIKÇI 1 977 yılının kasım ayının bir günü. Ankara'da hava serin, akşamüstü. Ağzım, Zafer Çarşısı'nda ayaküstü arkadaşlarla içtiğim birçok çaydan kurumuş, diıim kalbimin suretinden buruk, buruşuk sığınacak bir mağara arar gibi ağzımda. Birkaç basamaktan sonra yeraltından caddeye çıktığımda gene bıldik manzara ile yüz yüze geliyorum. Saat erken olmasına karşın, Sıhhiye'den Bakanlıklar'a uzanan o geniş caddede insandan çok polis var. Yerlere saçılmış bildiriler. Elimdeki poşette yeni aldığım birkaç kitap ve o kitaplardan birisi de Edip Cansever'in o yılçıkmış Sevda ile Sevgi kitabı da var. Ayaküstü şöyle bir karıştınp arkadaşlara kitaptaki şiirlerden dizeler okuduğum... O kalabalık poüslerin arasından geçerken; bir saat önce okuduğum ve aklımda kalan bu dört dizeyi mırıldanıyorum: "Bu kentin her yanını unuttuk / Kimbilir nerde bir postacı daha ölürken" "Ey bir yolcu listesinde bir ölüyü arayan / Ârtık kimse gözlerini bilmiyor". Bir elimde kitap poşeti, bir elim montun cebinde; birkaç dakıka önce Ayhan arkadaşımın tespihi sevmediğimi bile bile bana verdiği ve benden bir anı olsun dediği tespinle oyalanarak, tanelerini bir bir, bir daha bir daha terlemiş avucumla sayarak yürüyorum. Akşam kendini ele verdikçe, adımlarım daha bir sıklaşıyordu. Kendimi bir makasın ağzında unutmuş gibiydim; bir an önce eve kendimi atmasam sanki makas kapanacak ve ikiye bölecek beni. Ellerim bir tarafta ayaldarım bir tarafta kalacak, şiir bir tarafta duygularım bir tarafta; paramparça olacağım duygusu, polislerin ayakları arasında yaprak yapras bildiriler gibi uçuşacağım. Kimse tanımayacak beni. Yüzüm, beyaz bir kâğıdın üzerine yazılmış yazı gibi değecek suyla mürekkebi çözülecek dağılacak, duyularım birbirine karışacak: Kendimi otobüse atıyorum. Sevda ile Sevgi kitabını açıyorum: "Biz bu şafak vaktinin neresindeyiz / Oyle umut gibi gelip geçecek / Yalnızım, yalnızsın, bize kim gülümseyecek... /... / Bir yanda yokluk içinde, bir yanda / Ey sonbahar, ey o en büyük çiçek." Bize kim gülümseyecek. Yine kalbimizin bir köşesinde, bu genç yaşımızda tozlanmış aşk gülümseyecek diye düşünüyorum, hareket eden otobüsün camından kaldırımdaki yoksul, soğuk sessizliğe bakarak. Son durakta otobüsten iniyorum, evin sokağına sapıyorum. Karşımda Aysel o güzel yüzüyle dalgınlığıma gülüyor. Babası ve abisi 'komünistlerle konuşma' dedikleri ve bir türlü söz geçiremedikleri Aysel. Aysel'le aynı okuldaydık, abisi de bir devre önümüzde. Sürekli ağabeyisinin gözlemi altındaydı okulda. Adına aşk denirse, biz de birbirimize âşıktık o dönemlerde. Hem siyasi görüş ay Mehmet H. Doğan rüığı hem de aşk yüzünden sürekli abisiyle itiş kakış halindeydik. Ağabeyi yol kesmelere kadar vardırmıştı işi. Aysel de, suçu bana yık diyordu. Zamanın var mı sana bir dörtlük okuyacağım diyorum: gülümsüyor. Elimdeki poşetten kitabı çıkarıyorum. Seni Günlere Böldüm şiirini buluyorum. "Şiirler söylenir, şiirler biter / Biz bu sevdayı neresine sakladıktı sen ona bak da / Kahverengi avuçlarına mı gözlerinin / Tam oradan mı kahverengi yağan bir aydınhğa." Edip Cansever'in diyorum. Gülümsüyor. Ayrıjıyoruz. Ertesi gün okula gittiğimde, okulu polisler çevirmişti. Kimlık kontrolünden sonra okula giriyorum. Arkadaşları bahçede toplanmış halde buldum, hepsinin betibenzi atmış, kimisi gözyaşlannı tutamamış ağlıyor. Sormadan söylüyorlar: 'Ayhan öldürüldü. Ayhan'ı faşistler öldürdü.' Bağrışmalar, bir bulut gibi sağa sola savrulan insanlar... Elimi cebime sokuyorum tespihü! Çıkarıp bakıyorum, Ayhan'ın gözleri gibi simsiyah parhyor. Ayhan ailesinin tek çocuğuydu, siyasetten çok şiirle ilgileniyordu. Neden diye sordum Kendime... O gün bulut kadar kalabalıktı ve kabarıktı. Ayhan'ın mezarı başında insanlar, bizler, arkadaşları. "Dün akşama doğru turuncu bir bulut geçti / Sonra butün bulutlar hep birden geçti / Anılar, anılar, belki hepsi bir kelime." Ayhan'ın çok sevdiği "Ben Ruhi Bey Nasılım" kitabını, hepsini o son dizesine kadar; herkes dağıldıktan sonra mezarı başında bir kez daha okumayı isterdim Ayhan'a. Ayhan'ı bırakıp döndükten sonra, mezarın girişinde bir ağacın altında çöktüm. Herhalde Aysel de aynı şeyleri duyumsuyordu ki, yanıma çöker çökmez: "Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı / Vaktinde anlamanın sevinci mi / Ya da bıraz geç kalmanın / O gereksiz, tedirginliği mi /1 Iangisi" diye fısıldıyor. "Ama belli ki sonundayız, Arkadaf m öhımii her şeyin / En sonunda." Diyorum. "Dışımdaki ölüler, içimdeki ölüler / Bir alaşım halinde, donuk güneşin altında / Akıp gidecek bütün kötülukler / Ölümün armaları gibi / Akıp gidecekler en sonunda.' Diyor, gözyaşlannı tutamayıp. "Niye ölmemeli öyleyse / Yaşamak mutlu bir devinimse." Diyorum. Sesim gözyaşlarına karışıyor Aysel'in. Birbirimize sarılıyoruz ve ikimiz birden: "Olümü gömdüm, geliyorum / Bir sonbahar günüydü, geliyorum / Güneşler buz gibiydi, geliyorum/ Ve bütün kötülukler / Ölümün armaları gibiydi / Size anlatmm, geliyorum" kalkıp uzaklaşıyoruz. Ayhan'dan çok çok uzaklara. Bu günlere. Acı hiç eksik olmadı kalbimden. Kabuk bağlar solar kurur ama hiç yok olmadı. Hele bir acıya yeni yeniden acı eklenirse dalları yeni yeni filizler verirse, bedenimin içine çöker, buruklaşır kalbim. Kalplerimiz. En önemlisi yaşanan acıyı unutmamak gerek, sulamak, bugün yaşanmış gibi diri tutmak. Ki geçmişten yaşanan acıdan ders alıp, yasadığımız tarihi bilerek, duyumsayarak "kurtarıcılanmızdan" gelecek acıyı, tanıyarak göğüsleyebilelim. Kin demiyorum.. Acıya karşı acı vermek demiyorum. Doğadan aldığım bu canın özgürlüğü için "en azından" düşündüğüm inandığım bir felsefeyi, düşünceyi ruhumu beslediğim şeyi sesli söyleyebilme özgürlüğü için; engellerle işkencelerle ölümlerle, karşılaşmamak. Insan; aşkı, kadını, dostunu, bir çiçeği, bir kediyi nasıl seviyorsa; sosyalizmi de sevebilir. Tek tip elbise altında, tek tip düşünce tarzı hiçbir tarihte hiçbir mekânda rastlanmadığı gibi, bugün de ya~ rın da rastlanması mümkün değildir. Unutmamaü, sormah her zaman, neyin adına bu acı? 12 Eylül sabahı caddeye çıktığımda, caddenin tek tip elbiseli insanlarla dolup taştığını görünce: 'sonunda oldu' dedim. O insanlar, eve dönmemi istedi. Döndüm. Dışardaki sessizlikten ürpererek: "Ve öyle çok sesten katı bir sessizliğe geçerlerki / Bulanık, kirli" Ve böyle başladı ölüm üstüne ölüm, kayıp üstüne kayıp... "Baylar!/ Bin dokuz yüz seksen birdeyiz / Karşınızda eyülülün sesi / Ağustos çekildi, eylülün sesi / Birazdan konuşacak" 12 Eylül'den ikı ay sonra 7 Kasım 1980'de llhan Erdost'u da işkencede ağabeyi Muzaffer (llhan) Erdost'un gözleri önünde öldürdüler. "Giderek siz oluyorsa bütün bir kalabalık / Yüzünüz yüzlerine benziyorsa, giysiniz giysilerine / Ansızın bir nastanın kendini iyi sanmasi gibi / Gücünüz yetse de azıcık bağırsanız / Bir yankı: durmadan yalnızsınız"... Yalnızlığın rahmindeydim. Acı; bol ve çirkin bir giysi gibi üstündeydi, acının o asırlık gövdesi kalbimde kök salıyordu. "Onu Anlat tşte" (1) kitabında Muzaffer llhan Erdost: "12 Eylül'den sonra, 177 kişi işkencede öldürüldü, 50 kişi idam edildi. Eğer işkencede öldürülenleri de, faşist Tiderlerin anlatımıyla, bu direklerde 'sallandırsalardı' Meclis'in önündeki Akay kavşağına kadar, ancak 204 kişi asabilirlerdi, 26 kişi için Meclise uzanan direklere de asmak durumunda kalırlardı. Eğer işkencede öldürülenler açıkta öldürulselerdi ve eğer, kendi anlatımlarıyla, daha önceden planladıkları gibi" paket paket bu işi yapmasalardı, acımasızlığın ilkelliğin, iğrençliğin yüzünü halk ve tüm insanlık bir görüşte kavrayabilir Tarlhlnhurdalığınaaülanlar 12 Eylül'ün lideri, 17 yaşındaki delikanlıyı astıklannda, tüm ulusa, 'korkmadık işte, astık' diye hitap edebilmişti. Gücü eline geçirdim mi asarsın, tarin böyle nice asıcıîarı tanıyor. îsa Mesihi çarmıha gerenleri tanıyor, ama Hıristiyanhk bir dünya dini olacaktır. Spartaküs'ü asanlan tanıyor. Ama kölecilik tarihin hurdalığına atdacaktır. (...) Örneğin Deniz'leri astırmakla övünen Ali Elverdi, 22 Şubat'ta, Talat Aydemir'e bir kafa tutup bir yalvaran Ali Elverdi, Deniz'ler asılırken sigarasını tüttürüp gülüşen Ali Elverdi, asılan kendisi olsaydı korkmayacak mıydı? Korkusunu, yıllar sonra açığa vuran felciyle yarım yamalak kalan Elverdi, ipin altında duruyor olsaydı korkmayacak mıydı! Ama, bir gerçek var, Deniz'ler korkmazdı. Hiçbiri korkmazdı, bir tek 'pişman' olduğunu söyleyen çıkmazdı. Hepsi, gülerken cansız durdu, asanların içini kemiren de bu oldu" diye yazıyor. (2) "Ölümle yalnızlık arası / O bilinmez ülkeyi şehvetle tüketenler" 1981 82 yıllarında, akşam üstü iş çıkışında haftada bir veya iki gün Konur Sokaktaki îlhan îlhan KitaDevi'ne uğrarım. Genelde Muzaffer llhan Erdost'u gözlüklerini takmış okuyup yazarken buıurdum. Yanı başında kocaman bir fotoğrafı asılıydı îlhan'ın. Her gittiğimde ne zaman o fotoğrafa baktıvsam sanki îlhan'ın kolundaki saat çalışıyormuş gibi geliyordu bana, hâlâ da öyle düşlerim. Nedense biraz çekingen davranırdım Muzaffer Erdost'un yanında, bir türlü nedenini çözemediğim bir çekingenlikti bu. Genelde kitaplar üzerinde kısacık sohbetlerimiz olurdu. Sessiz sedasız dükkândan çıkar sokağın boşluğuna bırakırdım ayaklanmı. Mırıldana mırıldana sevdiğim dizeleri. bana acı anıları anımsatan dizeleri. "Ölümün bir acıyla durdurulduğu yüzümle / Geri çekilmiş yüzümle^, geri çekilmişliğe dargın yüzümle / Öyle bir çelişkı gibi ölümsüz / Yaşamakta olurum." Ikiüç yıl sora, kitap deposu olarak kullandığı dükkân kundaklandı bir kamyon dolusu kitap yakıldı. Olayın failleri her zamanki gibi meçhul kaldı, failleri yakalanmadı. O günden sonra, yani 12 Eylül 1980 yılından sonra, faili meçhul cinayetler ve yargısız infazlar çoğaldıkça çoğaldı. îçtiğimiz suya karşıtı öldüriilen insanların kanı, gecemize doldu çığlıkları, dağımıza taşımıza yankıdı sesleri, rüyalarımıza girdi annelerin ağıtları. Biz burda mıyız? Sizburda mısınız? Nerede sesimiz? Yalnızlık: yanan kitaplardan arta kalan birkaç sözcüktü bende. "Demin yanımdan / Ufacık bir kertenkele geçti / Ve yine birdenbire / Gözlerimdekı / Kırmızı taşlar arasında." Konur Sokak'tan, bulvara doğru yürüdüm, bulvarda insanlar üstüme üstüme gelir gibiydi, o akşam gözlerimdeki kırmızı taşlar arasında yitip gidiyorlardı. Ben ve herkes. Öylece... Istanbul'a ilk gelişim 1986 yılındaydı. En çok sevdiğim şairin ölümünden birkaç ay sonra. "Kapamam gözlerimi, kapamam / Korkarım kapayınca bir başka şehirde uyursam." İlk îstanbul'a gelişimde, şimdi hâlâ anımsıyorum. Biricaç gün kaldığım arkadaşların evinde doğru dü ' CUMHURİYET KlTA^ SAYI $17 isKoncoıta oNıın SAYFA 16
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle