23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

"Topkaprdan tam on yıl sonra, Arthur AbdelSimpson'un daha ağırbaşlı ve dürüst olmakla birlikte, gene de özyapısına oldukça yakın bir "kardeşi" doğar: Latakia'da ticaret ile uğraşan Michael Howell, taşidığı Anglosakson adına karşın, Kıbrısfı annesi ve LübnanlıErmeni ataları dolayısıyla, kendini Ingilizden çok, bir "Doğu Akdenizli" veya "Levanten" olarak tanımlamakta. 1972'de yayımlanan ve Ambler'ın yapıtlan arasında yeni ve son kilometre taşını oluşturacak bu nefis siyasi gerilim romanı, aynı adı taşımaktadır: "The Levanter". Benzer türde daha önce vermiş olduğu yapıtlarından alışık olduğumuz gibi, bu romamn ilk bölümlerinde Ambler gene belgesel bir incelikle konuya girer: Israil'in kurulmasının ardından oluşan Filistinli gerilla örgütlcri ve aralarındaki fikir/yöntem ayrılıklan, Arap ülkeleri ile aralanndaki ilişkiler vb. Okur, ancak bu ustalıklı girişten sonra gelişen öykü ve Howell'in (ki, o da bir "suçsuz tanık"ur!), terörist Salah GhaJed ile ilişkilerine tanık olacaktır. Ve hiç kuşku yoktur ki, gene Ambler'ın sevgisinden nasibini almış Howell'in, "Levantenliği" sayesinde nasıl kurtulup büyük birlcıyımı önleyebildiğini görecektir... 19741981 yılları arasında yazdığı son üç gerilim romanında Ambler, daha karmaşık öykülere el atar. "Dt Frigo", adı anılmayan bir Orta Amerika ülkesindeki bağımsızlık hareketini, "Send No More Roses" (Artık Gül Göndermeyin) uluslararası çapta hayali ticaret yapan bir çete reisinin devinmelerini ve son romanı olan "The Care Of Time" (Zamanın Endişesi) gene Ortadoğu terorizmi konularını içerir. Ancak Ambler tutkunları ve eleştirmenleri, yazann gerek savaş öncesi, gerek altmıslı yıllarda geliştirmiş olduğu Daşarılı mekân/öykü eşlendirmelerini bu son yapıtlarında bulamazlar. Olasıdır ki, bugünkü iletişim çağında görsel medyalann evlerimize taşıdığı uzak ve gizemli ülkeler ile ilgili heyecan yitirilmiş bulunmaktadır. Konuların karmaşıklığı artık sınır tanımıyor. Bu ülkelere nas değişik özyanılar ise, izlediğimiz filmlerde her gün karşımızdadır. Buna karşın, romanlannın hemen hiçbirinde şiddet, işkence ve seks öğelerine ağırlık vermemiş olan Ambler, daha sonra beyazperdeye aktanlan çoğu romanlarının işleniş biçimlerini pek onaylamayacaktı. lşte tüm bu nedenlerle, Eric Ambler'ın kendine özgü "mekân ve karakter etiitleri", yüzyılımızın son çeyreğinde belki de çağdaş olmaktan çıkmıştır. "Süper ajan" veya olağanüstü zeki "hafiye"lerden özellikle uzak durmasını bilmis bu kendine has yazann gazetecileri, mühendisleri veya işadamlan, sadece istemeyerek kanştıklan karanlık olaylar veya düzmecelerden kurtulma arzusundadırlar daha fazlasını başarmak, hele dünyayı kurtarmak pek umurlarında değil! Ne var ki Ambler'ın kendisi, roman yazmaya başladığı dönemdeki casusluk öykülerini tekdüzeyliliklerinden kurtarmasını başarmış, bu özgün türü ise dünya yazmına yerleştirmesini bilmiştir. Onu izleyen yazarlar arasında olan Helen Macinnes, Robert Ludlum, Colin Forbes ve daha niceleri, her fırsatta bu üstatlarını övgü ile anmayı bilmişlerdir. Orneğin, John le Carre'nin bu sözü, Ambler romanlarının yüksek düzeyini belki de en öz biçimiyle tanımlıyor: "Eric Ambler'tn yapttlart, her birimizin yararlandığı ana kaynakttr!" Gönül ister ki, daha önceleri ancak biriki romanını geçmeyen ve gelişigüzel biçimde Türkçeye çevrilmiş bulunan bu alçakgönüllü yazann belli başlı yapıtlan en kısa sürede dilimize kazandınlarak, meraklılan için kapsamlı bir "Eric Ambler külliyatı" gelişebilsin. • Korkuya Yolculuk / Eric Ambler/ Çeviren. Dilek Şendıl/ Can Yayınlart / 246 s. SAYFA 10 AkdsnfeOrtadoğuveötesl Eksilmedi Bendeki Umutsuz Umut Demirtaş Ceyhun'un, onu pek çok sanatçıdan ve edebiyatçıdan ayıran yanı; edebiyata başından itibaren iki yandan, bilinçli olarak hem akıl ve mantıkla hem de duygu, düşlem ve sezinlemeyle sarılmasıdır. Bir yandan öykü ve romanla, bir yandan da araştırma, inceleme ve denemeyle, bir yandan yazınsal türlerdeki imgeleme uygulamasıyla, bir yandan da işe toplum ve siyaset bilimi, kültür bilimi katarak kuramsal düşünceyle. YUKSEL PAZARKAYA ancak öteki somut hakların kazanılmasıyla yeniden sağlanacağı görüşünde. "Edebiyatın Mızrakçılığı" başlıklı deneme de, yazara saygının, Orhan Kemal örneğindeki gibi, yıllanmış şarap misali belki yaşlanınca bir ölçüde oluştuğunu saptıyor. Tabii o da her yazara nasip olmuyor, ola ki, Orhan Kemal'siniz. Aynı konuya bir başka açıdan bakıyor "Biraz da Bize Deli Desinler!... N'olur?" başlıklı deneme. Ceyhun, burada Kazancakis'in "Ispanya Yaşasın Olüm" yapıtında anlattığı Sevillalı keşiş çağnştırmasıyla, bizde bir kişinin çıkıp da çocuğumu edebiyatçı yapacağım, demediğini ve demeyeceğini anımsatıyor. O keşiş gibi şöyle diyor sonuçta: " Allah aşkına, biz de artık edebiyatımıza biraz bilgelik katalım, artık biz de öyle büyük tapınaklar yapalım ki, biraz da bize deli desinler! Ne olur!..." Demirtaş Ceyhun'un yazarlanndan biri, en baştakilerden biri Sait Faik. Yazar bütün güçlükler karşısmda "Yaşasın edebiyat! .." dıye coşkulanabildiği için. Oysa, Ceyhun'a daha genç yaşlannda yazarlık keyfini doyasıya tattıran bir Oğuz Akkan vardı. pıklaştıran sonuçları, daha sonraki yıllarda "Karabıyıklılar" ile "Göçebeler" de iki önemli kitap doğuracaktır. Osmanh'nın özenle aynı zamanda kültür payitahtı olarak korumaya çalıstığı îstanbul'un ve onunla birlikte batıdaki diğerkentlerimizin milyonlarca Anadolu göçebesi tarafından işgali ve buna koşut olarak kültürün lümpenleşmesi ve arabeskleşmesi; elbette Türkçe de bu süreçten bolca nasibini aldı ve alıyor. Lümpenleşmeye ve arabeskleşmeye koşut sansürün yeni yeni boyutlar kazanması, en başta içimizdeki sansürün büyümesi. Bu süreci Demirtaş Ceyhun yazılarında çeyrek vüzyıl önceden haber veriyor. Sanatçı aldı, sezgisi ve öngörüsüyle bugün varılan noktayı bütün sonuçlanyla o zamandan bize gösteriyor. Yazann, sanatcının yannci işlevini yerine gedriyor. Dana 1978 yılında yazıp yayımladığı ve şimdi kitabına aldıgı "Yirminci Yüzyıl ve Edebiyat" başlıklı kapsamlı denemesinde bakışını ülke sınırının ötesine çeviriyor. Yüzmızı hem kapitalist, hem başta Sovyetde olmak üzere, sosyalist dunyadaki edebiyat açısından irdeliyor. Bu yazıda Ceyhun'un ilkelerinden ödün vermeyen sahih sosyalist tavn, Sovyet edebiyatında saptadığı çarpıklığı da dile getiriyor. Edebiyattakı Stalinciıiğe ta o zaman dikkat çekmesi yazara saygımızı arttırıyor. Zira, Sovyetler çöktükten sonra bunu yapmak bir marifet değil, giderek belki ölü soyuculuğu. iki kampta da dünya savaşlarının sanat, edebiyat ve yaşam çevresi üzerindeki sonuçlan, Ceyhun'un çeyrek yüzyıl önce yarınımıza açtığı yeni, değişik bir ufuk. Umutsuz da olsa, Ceyhun bu kitabında da insana umut vermeye, daha güzel bir yann tasanmlamaya devam ediyor. Sanatın ve edebiyatın başat işlevlerinden biri de bu değil mi? • Ceyhun, 'Ben Edebiyatçıyım 'da edebiyatın dünden gelen sürecini irdeliyor Sansürün yert boyutlan S anat, yaratıcı cüretten doğar. Bu cürete kalkışanlar, belki bir çılgınlık yapıyorlar. Sanatçı dünya, toplum ve insan gerçekliğinden yola çıkarak (ki bu tarihsel bir gerçekliktir), insan ve toplum için yatının dünyasını tasanmlayan kişidir. Bu tasarımlamanın, örneğin edebiyatta, bir mimarın ya da bir münendisin yaptığı somutlukta olması gerekmez, giderek somut tasarımlar, yaratıcı cüreti ve atılımı, düş ve düşlem gücünü, kısaca sanatın başat niteliği olan diü ve dünyayı imgelemeyi kısıtlayabilir. Belki bu yüzden, Demirtaş Ceyhun, akademi öğrenimini, dolayısıyla somut aşamayı tamamlayıp bitirdikten sonra, mimarlığı askıya alarak, aslında imgelemenin pek de (yoksa hiç de mi) para etmediği toplumumuzda bütün varlığıyla edebiyata yöneldi. Demirtaş Ceyhun'un, onu pek çok sanatçıdan ve edebiyatçıdan ayıran yanı; edebiyata başından itibaren iki yandan, bilinçli olarak hem akıl ve mantıkla, hem de duygu, düşlem ve sezinlemeyle sarılmasıdır. Bir yandan öykü ve romanla, bir yandan da arastırma, inceleme ve denemeyle, bir yandan yazınsal türlerdeki imgeleme uygulamasıyla, bir yandan da işe toplum ve siyaset bilimi, kültür bilimi katarak kuramsal düşünceyle. Öykü ve romandaki yaratıcı süreci, neredeyse yanm yüzyıla yaklaşan bir sü:ğenlik içinde, akıl, mantık ve bilinç düreı zeyinde yansıtmacılığın eşliğinde geliştiriyor. Cumhuriyet Kitaplan arasında çıkan "Eksilmedi Bendeki Umutsuz Umut Çünkü Ben Edebiyatçıyım" adını verdiği denemeler kitabı buna son örnek. Ceyhun, son yirmiyirmi beş yılda yayımladığı denemeleri yenileriyle birlikte bu kitapta derliyor. Kitabın ilk denemeleri, yazma edimi ve keyfi üzerine. Yazarlık, mimarlık gibi önceden seçilerek olunan bir şey değil. Ceyhun'a göre, "farkına bile vanlmadan" olunur. Yazarlıkla bilgi ilişkisine değinirken, "neden sonuç bütünlüğünü" belırtiyor. Ancak ümmi yazarların varlığı, neden sonuç ilişkisinin ortaya çıkan yapıtlarda da görünebileceğini düşündürüyor. Bilgi elbette öncelikle okumayı çağrıştınyor. lyi okur da, kendince yaratıcıdır. lyi bir okur olmadan iyi bir yazar olmaksa, ne mümkün! Ancak, yurdumuzda "okuryazarlık" denince, bunun okumakla da, yazmakla da pek bir ilişkisinin olmadığını belirten Demirtaş Ceyhun, okumanın güç bir iş olduğunu irdeliyor. Bu elbette yazan, "yazmanın o doyum olmaz keyfine" kapılmaktan alıkoymuyor. Ama meslek olarak yazarlığa saygı gösteriliyor mu bizde? Ceyhun, bu saygının S S Yazarlıkla ve okurlukla ilgili denemelerin oluşturduğu ilk bölümden sonra sıra edebiyatın kendisine geliyor. Sait Faik, Kuzeyli Sait Faik dediği Par Radström ve Hemingway denemelerinin ardından edebiyatımızdaki öykü patlamasına geliyor sıra. Ellili yıllardakı bu patlamadan yola çıkarak Ceyhun, şiirin belirlediği saray yönetimine karşı cumhuriyetle amaçlanan halk yönetimini öykünün, anlatının "Eksilmedi Bendeki Umutsuz Umut" belirlediğini ifade ediyor. Aslında Batı'da da şiirde bile anlatma ve öyküleme yirÇünkü Ben Edebiyatçıyım..7 Demirtaş minci yüzyılın kısaca modernin bdirgin Ceybun/ Cumhuriyet Kitaplan / 144 s. bir özelliğı. Acaba demokratikleşmenin ve özgürleşme çabalannın da edebiyat alanındaki türü mü anlatı? Belki de bu yüzden, şöyle diyor ellili yılların gencecik yazan Demirtaş Ceyhun: "Her ne var öykü idi âlemde... Bizler için o zaman..." Çağdaş topluma ve yanna bir edebiyatçı sorumluluğu ile yaklaşmamn türleri öykü ve roman Ceyhun için. Elbette Ceyhun'un on yıllardır kafasını patlattığı göçebe toplumun türleri değil bunlar. Göçebeliğini ruhundan nenüz atamamış bir toplum içinde edebiyatı olmak, yazar olmak da o yüzden enüz gereken saygıyı görmüyor. Ülkenin yargıcı gibi okumuş biri de du rusmada bugün hâlâ sanığı, "edebiyat yapma", dıye azarlayabiliyor. Çalkalanan, oturmamış bir toplumda her şey çalkalanıyor. Köy köy olamamış, kent de kent olamamış. Ve geliyoruz Demirtaş Ceyhun'un demirbaşkonulanna. Göçebelik ruhunun toplumu Umutsuz da olsa, Ceyhun bu kitabında da insana umut vermeye, daha güher alanda çar zel bir yarın tasanmlamaya devam ediyor CUMHURİYET KİTAP SAYI öylrii padaması 517
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle