Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bir Top Sarı Tşık, Eray Karınca'nın yerinde saymayan bir yazar olduğunu gösteren öyküler toplamı. • • r, ' FAHRETTİN KOYUNCU ir Top Sarı Işık, Eray Karınca'nın ikinci öykü kitabı, Karınca'ınn ikinci öykü kitabı da ödüllü bir kitap: Halkevleri 66. Yı] Öykü üdülü Üçüncüsü. Bir cevap aynasından yansıvan "Bir Top Sarı IşiKİa Osmanlı'daki ilk ve tek "recm"e götürüyor bizi Eray Karınca, "Bir Top Sarı Işık" adlı oyküde. Öyküyü okumayı bitirdiğimde, Eray Karınca'nın bu öyküyü kıırarken ne kadar ritizlcndiğini düşündüm ve bu titiz kurguya bir kez daha tanık olmak için öyküyü ikinci kcz okudum. Öykünün ilk paragrafında Karınca, Yako'nun, Zehra'nın penceresine yansıttığı sarı ışığı, Zehra'yaşöyleyorumla(tı)r. "Bu ne küstahlık"tı!.. Bu yorum, Müslüman bir kadınla üstelik evli bir kadınla Yahııdi bir gencin yasak aşkının başlangıcına toplum adına bir bakıştır. Öyleyse Yako'nun yaptığı "küstahlık"tır. Eray Karınca, öykünün "kahramam" Zchra'yı anlatırken şu cümlcyi okutur bize: "Küçük bir kızkcn çocukların taşladığı hasta bir köpeğe Yako'nun su içirmeye çahşmasını ilgiyle izlcmişti bir keresinde . Öykünün sonunda, bu cümlenin boşuna kurulmadığını anlarız. "Taşlama sahnesi" burada da karşımıza çıkar. "Klasik öykü" kalıbıyla kurgulanan "Bir Top Sarı ışık", bir top san ışığın duvarda gezinip durmasıyla gelişir, yasak aşk mecrasında akıp gider:' Zehra'nın perdeyi oynattığını gördüğü an, içinde günlerdir kıpırdayıp ona ezinç vcren çatal dilli yılan başını kaldırdı. Sinmiş bekleyen eşkin at şaha kalktı. Bentler parçalandı. Zincirler koptu. Ya daöyle geldi. Yako'ya. "Kişinin ruh halini yansıtan bu şiirsel cümleler, öykünün durgun görünen gidişatını bir anda canlandırıyor." Yasak"ın önlcncmez çekiciliğini böyle aktarıyor Karınca. Lray Karınca, bir yandan Zehra'ya Yako'yu evine aldırtır, öte yandan da Hacı Molla'ya "...o tazecik bedenin (parayla alacağı genç kızın), clinin altında yaprak gibi titrcycceğini" düşletirken, öykünün düğümünü çöz(dür)mck, büyük patlamanın fıtilini tutuşturmak üzercdir. Beklencn son gelip dayanır: "Hacı, kara sakalı ve kara kaşlarıyla göründüğündc karardı kaldı her yan. Sarı ışık yoktu. Hiç olmamıştı belki dc." Düşle gerçegi birbirinc geçirerek öykünün başına, "Sarı tenekeden, yuvarlak, üstü resimli ayna"dan yansıyan bir top sarı ışığa götürür bizi Eray Karınca. Bir top sarı ışık bitince yasak aşîc da biter, bu aşkın kahramanlarının hayatları da: "Osmanlıda ilk ve tek 'recm' IV. Mehmet döneminde Sultanahmet'te uygulandı." Kitapla aynı adı tasıyan ve klasik öykü formunu zorlamayanbu öyküde Eray Karınca, "bir top sarı ışık" motifini çok iyi kullanmış ve öyküyü bu motif üzerine sapasağlam oturtmuştur. "Bir Top Sarı lşık"tan başka on öykü var Bir Top Sarı Tşık'ta. "Kaybolan Saat" ve "Bebek Ağlıyordu" adlı öykülerdc "düş" motifinden yararlanıyor Karınca. "Bebek Ağlıyordu" da bir düşün kanatlarında gczcirerek günümüz gcrçekleriyle yüz yüze getiriyorbizi. Kötiılük yitiyor öykünün sonunda. Kazanan, iyiligin temsılcisi insan oluyor: "îlk anda Şeytanı'ı içine çeken kara taş, o, karanlık kütleye ulaştığında şimşekfer çakarak parçalandı. Mavi bir ışık selinin içindeki bebek gülücükler saçıyordu." Eray Karınca'run ilk kitabı Çözelek'de olduğu gibi Bir Top Sarı Işık'ta da "kahramanı" nayvan(lar) olan öyküler var. "Sürübaşı", hayvankahramanlı öykülerden biri. Bu öykünün kahramam bir teke: Sürübaşı. Onderlik görevini tam olarak ye Eray Kannca'nın yeni öyküleri Bir TOD San Isık rinc getirmeyen Süriihaşı, süriısünü avcılardan kurtarama yıp yitirir ve kendi dc soğuk namluyla karşı lcarşiya kalır. Artık onu bir nıuci ze kıırtaracaktır vc sonunda o mucize gcrçekleşir: "Doruğa yumak yumak ağan bulut biçim defiiştirdi. 'Gel!' diyordıı babası. Hiç duraksamaksızın boşluğa atladı." tçeriğe uygun biçim kullanarak öyküsünü kurguluyor Karınca. Söz gelimi, "Süriiba5i"nda yoğun hareketliliğe uygun olarak kısa eylem cümleleri kuruyor:" Yetiş mek üzereydi arkasındakiler. Geriye döndü Avcılarkarşısuıdaydı. Duraklaclı. Döntip ycniden uçuruma yöncldi." On bir öyküdcki birkaç dil pürüzü ("Üşenmcvip kalkın ve clime alıyorum.", "Nasılbukadarönlcmsizdavranmıştı?..) hoş görülüıse ki görülmelidir Eray Karınca okunmayı hak ediyor. Bir Top Sarı Işık, Eray Karınca'nın yc rinde saymayan bir yazar olduğunu gösteren öyküler toplamı. "Oyküye benzer yazılar" okuduğum günlerde Bir Top Sarı Işık'la karşılaşmak sevindirdi gerçekten. • Bir Top San Isık Öyküler/ Eray Karın Bir Top Sarı Işık. Eray Karınca'nın yerinde saymayan bir ca/ Halkevleri Yayınları, Ankara, /Kasım toplamı. yazar olduğunu gösteren öyküler 1998. 88 s. 1.031.824 Ermeni vc 190.983 Yahudi yaşıyor. Osmanlı çok kültürlü ve çok uluslu bir yapı. Bugünün ulusdevletçi gözüylc bakan insanlar bu çok kültürlü yapıyı anlayamıyor. Mintzuri işte bu tabloyu anlatıyor bize. Mintzuri etnik kimliöiyle yazıyor ama kesinlikle azınlık edebiyatı yapmıyor. Onun etnik kimliğinden çok Anaaolu kimliği önde. "Bizler" demekle sadece Ermenileri kastetmiyor çünkü Ermeni olmak tek başına birşey ifade etmiyor. Mintzuri için. Ermenilerin arasında sarrafı var, ekmekçisi var, köylüsü var veya amira (1) sınıfından olanlar var; o "bizler" derken büyük şehirlerde olsun, taşrada olun Anadolu'nun yoksul ve sıradan insanlarını kastediyor. Onun dünyasında saraylılar, kuyumcular, amiralar yok. Anlatılanlar hangi etnik kökenden olursa olsun Anadolu'nun halkıdır, yani "ikinci sınıf kompartımanlarda yolculuk eden insanlar". Kendi deyişiyle eğer üçüncü sınıfı olsaydı orada yolculuk edecek insanlar. Onun dili kuyumcu Sarkis'den çok Kahveci Musa Çavuşa, Ciğerci Arnavuta veya Süpürgeci Yusuf'a daha yakın. Anlatılan dönemdc önemli gelişmeler yaşanmış ama bu uğursuz günleri anmak istemezcesine karanlığı olduğu gibi bırakmış. Askerde orduya hizmet ederken yakınlarının tehcir haberini alıyor. Bu yılları sadece "zor yıllar" diye niteleycrek geçiyor. Agop Mintzuri aydın ve gurbetçi bir Ermenidir. O Urfa türküsü duyar heyecanlanır, "bunlar bizim oraların şarküarı" diye düşünür. O bir Anadoluludur. Agop Mintzuri anılarıyla Anadolu'nun bu çok kültürlü mozaiğine tanıklık ediyor. Resmi tarihe de damgasını vuran resrni görüşün özeti sayılabilecek "Ne mozayiği ulan?" sorusunu yıllar önce kendine özgü üslubuyla Alparslan Türkeş dile getirmişti. Yüzyıl sonra sorulmuş bu soruya o yıllann tanıklığıyla cevap veriyor Agop Mintzuri; işte "Ânadolu mozayiği* Anadolu'nun sönmeye yüz tutan renklerinden birini canlı tutmaya ve saray tarihçiliğinin boş bıraktığı yerleri doldurmaya yararlı olacak bir kitap. Sonradan ilavc edilen, kişilere, kurumlara ve olaylara ilişkin dipnotlarla da tarihe ilişkin bir belgc olnla özelliği pekişmiş. Îstanbul Anıları basit bir belgesel anlatı değil, edebiyat tadında yazılmış. Ve belli ki Mintzuri edebiyat gücünü Anadolu'nun insanlannı iyi tanımasında buluyor. • (V Osmanlı Devleti'nde önemli görevler üstlenen Ermeni yönetici stnıft. Îstanbul Anıları 18971940/ Hagop Mintzuri / Tarih Vakfı Yurt Yayınları / 149 s. SAYFA 11 B Fotofiraflarla İstanhul Agop Mintzuri'nin "htanbul Anıları" Agop Mintzuri'nin "îstanbul Anıları" iki tür kırılmayı da içermeyen, kitapta yer alan Abdullah Biratferler ve Sebah ve Joaillier'in arşivlerindcn alınmış o eşsiz fotoğraflar gibi bizi alıp o günlerin ortamına götüren gerçck bir tarih esintisi. BULENT TOPBAS S O smanlı tarihi bulanıktır. Bu bulanıklıgın nedeni olarak da Osmanlı tarih yazımında varolan iki temel kırılmadan sözedebiliriz. Birinci kırılma imparatorluk tarihinin sarayın tarihiyle eşdeğcr tutulmasından kaynaklı. Yaygın Osmanlı tarihi aşağı yukarı padişanlann ardı ardına sıralanmasıdır diyebiliriz Naima, Koçibey, Kınalızade gibi saray tarihçilerinin bıraktığı yazılı ve çoğıı rcsmi belgclerden oluşan arşivlere dayanarak yapılan tarih bize Osmanlı'nın toplumsal yapısı veya gündejik yaşamı haklunda yeterli bilgi vermez. Üstüne üstlük devlet perspektifli yaklaşımıyla gerçefiin kırılmasına yolaçar. Kırdmanın bir başka nedeni de tarinsellik yoksunluğudur. Çok yaygın bir hatayla tarihtc bugünün gözleriyle bakarız. Orneğin böylelbir yaklaşım Ahmet Altan'ın Kılıç Yarası Gibi romanında mevcuttu. Altan o döneme ilişkin araştırma yapmış olsa da o dönemin ruhuna ulaşamamıs. Geçmişi, çok ayrıbir toplumtarih ortamında yeşermiş bugünün değer, kurum ve kavram anlamlarıyla kavramış. Mintzuri'nin "îstanbul Anıları" iki tür kınlmayı da içermeyen, kitapta yer alan Abdullah Biraderler ve Sebah ve Joaillier'in arşivlerinden alınmış o eşsiz fotoğraflar gibi bizi alıp o günlerin ortamına götüren gerçek bir tarin esintisi. Fotoğrafsözcüğü galiba Mintzuri'nin yazma yöntemini de anlaüyor bize. Anlatıları sıcak, hikâyemsi, konuşma dilli ve sohbet edcr gibi. Yaşadığı toplumsal çevreyi bir Ermeni sarrarın inceliği ve maharetiyle aktanyor. Eserlerininbüyük çoğunluğunu gözlem yaparak ve işten arta kalan zamanlarda bunları kâıtlara dökerek yapmış. Anlattıklan günelik yaşamdan belgesel anılar niteÜğinde. O, Osmanlı tarih yazımında pek rastlayamadığımız bir şcyi, insanuı tarihini anlatıyor. Paşalar, padişahlar, sadrazamlar yani "büyük adamlann" yerine fırıncılan, ciğercileri, kahveciyi veya süpürgeciyi anlatıyor. Anlatılan şaşaalı törenlerin, entrikaların, görkemli sarayların Istanbul'u değil fakir semtlerin, uar ve yoksul sokakların lstanbul'u. ZoryıHar Anılar 1897'debaşlıyor. Bugünün tarih gözüyle o günleri tanmin etmekte zorlanabiüriz ama ŞÖyle bir rakam vermekte yarar var; Pror. Dr. Kemal Karpat'ın aktardığı verilere göre 1897'de tstanbul'da toplam 1.097.000 kişi yaşıyor. Bunun 597.000'ini Türkler, 236.000'ini Rumlar, 162.000'ini Ermeniler,47.000'ini Yahııdiler oluşturuyor. Yine Karpat'tan öğrendiğimize göre 1895 gencl nüfus sayımında imparatorluk dahüinde 2.377.343 Rum, Çok küftüriü yapı C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 47 6