Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
donyalı arasındaki farkı anladım. Bu adam (Anadolulu) sakin, içinden alaycı.becerikligörünüyordu. OneEnver Paşa'nın lngilizlerlc kavgasına, ne Mustafa Kcmal 'Paşa'nın Yunanlıları Atina'ya süreceğine inanıyordu. Padişahın hıyanetini hissetmekle bcrabcr, ona sövmüyordu. Kendisi için bi/.im başarımız şüpheli görünmekle beraber, gene de sadakatle hizmet ediyordu." lki insan tipi... Oüşünen, tartışan, eylcmci Batılı ve sezen ama susan üoğulu... I lalide Edip'in yazar sezgiziyle saptadığı durumu, sosyalbilimci Yıldız Sertel, bilimsel verilerle açıklar (2). Rumclili Türk 20. yüzyılın başında, modern Batılı bireyin başat kişilik özelliklerini göstcrir: Aklını ve iradesini yazgısına sahip çıkmak üzere seferberetmek... Rumolililere ne oldu? Çoğu savaşlarda kıyıma uğradı; ama büyük çoğunluğu Anadolu'ya göç etti ve "mütevekkil" soydaşlarıyla etkileşime girdi.. Belki de "modernlik" bize o kadar da yabancı değil, ne dersiniz? Nilüfer Göle, kültüriimüzdeki bu ikileşmeden ve onun etkilerinden sanırım habersiz... Nilüfer Göle, kitabının "sunuş"unda, her fırsatta yinelediği gibi, yalnızca bir sosyolog olduğunu, îslamcı (şeriatçı) kadınları incelerken, politık arenada herhangi bir konum almak istemediğini belirtiyor. Belki de bu nedenle, basbayağı politik bir sorunsal olan konusunu irdelerken, Türkiye'deki Islamcı hareketin dü•şünsel, örgütsel ve parasal olarak dünyadaki Islamcı hareketlerlebağlantılarını, basın yayın organları kanıtlarla duyursada, Nilüfer Cıöle.yapıtının bilimsel değerini zedelemek pahasına, işin bu yönüne hiç değinmiyor. O kadar değinmiyor ki, tarihte yükselen her politik devingenliğe veya çatışmaya Paris Komünü'nden, Kurtuluş Savaşımıza; Sandinist gerillalarından Iran lslam devrimine kadar kadın gizilgücününgönüllüveetkinkatılımını kaydetmeyi unutuyor. Evet, yapıtın bilimselliği zayıflıyor, çünkü gerçekliğin bir bölümü görmezden gelinerek bilimsel araştırmayapılamaz!.. Gerçi yazar, gene "Sunuş"ta "pozitivist bilime" itibar etmediğini bildirip, "elmas yontmaya" benzettiği çalışmasının, temelde bir yorum olduğunu, zarif bir metaforla bize bildirmekte. Benim gibi pozitif bilim eğitimi görmüş ama asıl kişiliğini edebiyatta bulmuş bir yazar için bu kitabı ilginç kılan da tam bu özelliği: Yorum olması!.. Yani "taraf"!.. Taraf olmadan yorum yapılamaz! Ve nerede taraflarvarsa,orada"dram"vardır... Nilüfer Göle, gerçekten de politik bir taraftırvedikkatliokuyucudan poCUMHURİYET KİTAP SAYI 249 litik tercihini saklamamaktadır. Kendini bu ele veriş, kaynakçada Islamcı akımları destekleyen onca yerli ve yabancı yazara karşın; lslamiyet kadın; şeriatkadın ilişkilerine eleştirel bakabilmiş yazarlardan yalnızca Ilhan Arsel'etekbirgöndermeyapılmasından; diğerlerinin ve özellikle, bizim kültürümüzün yetiştirdiği, inançlı bir Müslüman olmasına karşın, şeriatçı akımlar karşı durmuş bir kadın din bilgininın, Bahrıye Üçok'un unutulmasııı dan öte, satır aralarında belirmektedir: Nilüfer Göle yalnızca "sosyolog" değildir: a) "Kemalist hareket demokrasiden ödün verme pahasına, (halk egemenliği dini değerlerin egemenliği olabiieceği için) laikliğe sahiplenmişti r."(s.56). Demokrasi nin yaşaytp gelişmesiiçin, asgari koşulun laik toplum düzeniningerçekleşmesi olduğu bilincinin bir "sosyolog"da bulunmaması hayret vericidir. b) "Türk milliyetçiliği, milli kültürel eserlerin özgünlüğiinden çok halkçılık söylemi ile beslenmekte dir." (s. 54) "MiUi kültürel eserler", "özgün kültür" (s. 55, s. 130, deyimlerini kullanırken, Nilüfer Göle, bir halkm tüm geçmişiyle, tarihsel bir dönemi birbirine karıştırmaktadır. Tüm tarihimizle Osmanlılığı bir tutmaktadır!.. Yoksa, Cumhuriyet'in "özgün kültür"ü keşfetmek, korumak ve yaratmak için gösterdiği çabayı anımsardı! Selçuk kervansaraylarından Osmanlı çinilerine, lyon amfiteatrlarına kadar geçmişimizi kim kazıdı? Acaba Ferit AJnar'ın "Kanun Konçertosu" mu daha özgün ve ulusaldır, Baki'nin "methiye"leri mi?.. Acaba Dede Iifendi, Itri gibi yüce besteciler, Osmanlı döneminde kitlelerce özümsenmiş miydi? Yoksa canım ezgileri, bir "seçkinler" grubunun dar çevresinde boğulup kalmış mıydı? Yüzyıl başında Anadolu'nun herhangi bir kasabasındaki hallaç, F'uzuli'yi tanıyor muydu? Bakırcılar Çarşısı esnafı, Nefi'y' duymuş muydu? Kitleleri, Osmanlı döne mi de dahil, tüm tarihimizle kim tanıştırdı? "Sosyolog" olmak kişiye, yurdunun ve toplumunun tarihine ve kültürüne değgin asaJ gerçekleri saptırma hakkınıveriyormu?!.. Ulusal kültürü ve ulusal geçmişi, bir "sınıfın" (buterim "Osmanlı seçkinlerini" ifade etmeye uygun mu, bilemiyorum; isterseniz "grup" diyelim) geçmişiyle karıştırmak, yapıtın çeşitli yerlerinde karşımıza çıkıyor: Ahmet Hamdi lanpınar'dan bir alıntı (s. 49) "Tanzimat'tan itibaren mazi ile ilişkinin devamlılık zincirinin koptuğunu, mazinin içimizde yaşayan yarı ölü hayat şekillerine" döndüğünü ifade ederken Tanpınar, sanatçı duyarlığının keskinleştirdigi bir "nostalji" içindedir. Sınıfının (grubunun) eski günlerini özleme, "modernleşmeni n" kesin bir kopuş biçiminde yaşanmadığı ülkelerinedebiyatında da önemliyertutar. "Kaybolan geçmişe" hüzün dolu özlem (Marcel Proust'un yapıtları), öfkeli özlem (D.H. Lawrence'ın yapıtları) dünya edebiyatının kimi başyapıtlarını doğurmuştur. (**) Nilüfer Göle, nostaljiden sıyrdıp günümüze döndüğünde, "derinlemesine mülakat" diye isimlendirdiği, muhatabını gözlemleme, inceleme, onunla diyaJog kurma ve tartışma, onu yorumlamaya dayalı bir yöntemle yürüttüğü araştırmasında (yazar kendisini, araştırma sırasında, "büyüteç" kullanan birisine benzetmektedir s. 83), önemli bir bulguyu açığa çıkartmaktadır: Tesettürlü genç kadınlar, kamuoyundaki basmakalıp kanının tersine, özgür iradeleriyle, bazen aile baskısına karşı koyarak îslamcı yolu seçmektedirler. Toplumumuzdaki genelgeçer dinsel inanışları ve ibadeti Islamın özüne uygun bulmayan bu genç bayanlar, bir yandan üniversiteae pozitif bilim eğitimi görürken, öbür yandan özlü din bilgilerine kavuşmaktadırlar. Bubilgilerinkaynağı belirtilmemiştir. Kuran'ın kendisi mi; öyleyse hangi çevirisi; Kuran'ı iyi bildiklerini savlayanlar mı bilgilendir mektedir genç kadınları? Çok önemli bir nokta; Göle'nin yapıtında atlanmış. Çoğu, göreli tutucu toplumsal kesimlerden gelen genç bayanlar, ancak örtünerek mi, hayata katılmayı çevrelerine kabul ettirebilmektedirler? Hayır: "Kızlartn okuması, üniversite imtihanlarında başarılı olarak, diploma yolunda bir adım daha atmaları, aileleri tarafından çok olumlıı karşılanmaktadır. Umutlarını çoğunlukla çocuklarının tahsiline bağlamış, bu yolda her türlü fedakarlıkta bulunmuş bu aileler için kızlarınm üniversiteye gitmesi bir övünçkaynağıdır. Örtünerek öğrenimlerini tehlikeye atmalarını, beklentilerini boşa çıkarmalarını kabullenememektedirler." (s. 93) Görüldüğü gibi, söz konusu genç kadınlar, yaşamla açık başla yüzleşebilmek üzere, aile desteğinesahiptir. Peki, uyum sağlayamadıkları "modern yaşama" tepki niyetine mi, gele'neğe sıfimmaktadırlar? Ancak, bugünkü Islamcı akımların uyguladığı dinci yaşam, Türk ve/veya Anadolu geleneğinde yoktur ki! Bu, gerçekten yepyeni bir deneyimdir. Neredeyse "modern"dir; ama "mahrem"dir. Böylece, yapıtın adına geliriz, "Modern Mahrem"... Ancak, bu genç kadınların ruhlannda kopan, onları, "modern zamanların ötesinde", şeriat havarileri gibi yaşamaya iten hangi fırtınadır? "Meçhul"... Kitabı okuyup bitirdiğimizde, vanıt "Meçhul"dür!.. Ortülügençkadınlar.gerçekduygularını, sosyoloğun "mercekJi" derinlemesine mülakat sondajından daha derinlere, mahremiyetlerine gizlemişlerdir. Geriye, NiJüfer Göle'nin, "Türk modernizmi"ne yönelttiği a) eleştiriler ve b) kişisel yorumu kalır: a) "Türk modernizmi"ne eleştiriler: a) 1 "Devlet dışında bireye, stvil topluma, piyasaya özerk alan tanınmaması"(s. 130) Bireye özerk alan tanımama eleştirisine katılmamak mümkün değil; ancak "sivil toplum"un oluşması, kentleşmeye koşut bir tarihsel süreç değil midir? Modern (!) şeriatçıların yanında bir hoşgörü anıtı gibi kalsa da Osmanlı tmparatorluğu, nüfusunun çoğu köylü, teokratik bir devletti. Din baskısından kurtulmadan, "sivil toplum" güçlenebilir mi? 1933 'te Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfusu 15 milyondur ve bunun % 9O'ı köylüdür; unutmayalım. a)2 "Müslüman kimliği belleklerdensilmek"(s.l30) Bu ülkede Müslümanlık ve "Müslüman kimliği" ne unutturulmaya çalışıldınedeunutuldu!.. NeKemalizmin böyle bir amacı vardı, ne halkın böyle bir eğilimü. Geleneğimizde, hayatın her alanını şeriata göre belirleyen bir • S AY F A