Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Konstantin Simonov'un Lublin toplama kampı izlenimleri Ölüm Fabrikası Ölüm Fabrikası / Konstantin Simonov / Çeviren: Özalp Güneralp / A Yayınlan / 85 s. / 7500 TL. / CKK Kod No: 025.004 MELİH CEVDET AMMY "Fabrika", mal imal edilen yerdir (başlangıçta "kumaş"); bundan ötürü, bu sözcüğün "ölüm imalathanesi" anlamında kullanılması insanı durduruyor, çiinkü ölüm imal edilmez, başa gelir. Neylersiniz ki, ölüm eski zamanlarda "başa gelir"di, çağımız onu fabrikalaştırdı. Sanırım Konstantin Simonov da böyle düşünerek kitabına bu adı vermiş: Bir Alman toplama kampını anlatıyor (Polonya'nın Lublin kentinde). Kitap, tat alınan bir şey olarak bilinir; oysa acı veren, tiksinme uyandıran kitaplar da vardır, acı duyarak, tiksine tiksine okursunuz onları. Öyleyse elinizden atıverin gitsin! Hayır, atamazsınız; insanoğlunun bunca canavarlasması karşısında büyülenmişsinizdir sanki... Bu büyü bize işkenceciden geçmiştir, çünkü o da işkence ederken büyülenmiştir. Bundan yeni bir işkence tanımına da gidebiliriz: "Insan, işkence yapan hayvandır." J.P. Sartre'ın sevdiğim bir sözü vardır; Fransızların Cezayirlilere uyguladıkları işkenceleri anlatırken, "Siz işkence makinesini kurun, işkenceciyi nasıl olsa bulursunuz" der. Bu sözü sevdiğimi neden söyledim? Çünkü işkence konusu açıldığında insanın kafasını yoran ilk soru, "Işkenceci nerden çıktı?" sorusudur. Bu Amerikalı fotofirafçı Margaret Bourke White Nazılerin toplama kamplarındaki dehşeti bütün boyutlarıyla görüntülemeyi başarmıştı. Bourke White'ın fotoğrafları, 1985'te Yıldız Üniversitesi'nde sergılenmişti. nun yanitını veriyor Sartre, "Sen fabrikayı kur, işkenceci gelir" diyerek. Ama bu görüş, işkenceyi, az da olsa temize çıkarmıyor mu? Böylece suç, dönüp dolaşıp "ölüm fabrikası"nı kuranın başında kalıyor. Hitler çetesi Lublin kampını kurmasaydı, nice suçsuz insan, işkenceci olmaktan kurtulacaktı. Sartre'a uyarak bunu onaylayabiliriz; ama sorun böylece bitmez, bitemez; işkencecilerin nasıl ortaya çıktıkları sorusu kafamıza takılı kalır, inanamayız. İyi ki inanamıyoruz, böylece insanoğlunun tümden tiksinç olmadığını, onda temiz bir yan bulunduğunu göstermiş oluyoruz. Rus ozanı Konstantin Simonov, büyük savaşta gazeteci idi. Bu görevinden ötürü cepheyi gördü, savaşı gördü ve anlattı. Lublin toplama kampını görmesi de bu döneme düşer. Ünlü ozan, önsözünde şöyle diyor: "Şimdi yazmak istediklerim öylesine müthiş ve korkunç ki, onları tümü ile kavramak olanaksız. Hukukçular, hekimler, tarihciler ve siyaset adamları bu dehşetli suçların araştırmasıyla daha uzun bir süre meşgul olacaklardı. Ve bu araştırmalar Almanların insanlığa karşı işlemiş oldukları cinayetlerin boyutunu tüm aynntıları ile günyüzüne cıkartacaklardır. Gerçeklerin tümü ve sayılar tarafımdan henüz bilinmiyor. Belki de ben tanıkların yüzde biriyle konuştum, belki de mevcut cinayetlerin izlerinin onda birini gördüm. Ama bunları gören bir insan susamaz ve bekleyemezdi. Ve ben şimdi bugün ilk ortaya çıkarılan cinayet izlerinden ki ben bunları o günlerde duydum, kendi gözlerimle gördüm söz etmek istiyorum." Acımasızlıkla, alçaklıkla, inanılmaz bir soğukkanhlıkla işlenen bu cinayetlere ilişkin kısa röportaj çünkü uzun olamazdı sona ermek üzere iken küçük, kansız, hatta masumane işlenmiş diyebileceğim bir suç tüylerimi diken diken etti. Kanlı sahneler dizisi içinde bu tür suçların insan üzerinde daha büyük bir etki yarattığını bilmez değilim. Öldürücülük, kan dökücülük inanılmaz düzeye çıktığında, bu tür eylemler şimdi göreceksiniz henüz insan kalabildiğimiz için olacak, bizi çok yakından korkutuyor başka bir deyişle, suçun sıradanlığı akla durgunluk veren bir güç kazanıyor. Konstantin Simaıiov'u dinleyelim: "Şimdi de Alman kadınına gelelim... Adı Edith Schostek, 21 yaşında ve Orta Almanyalı. 19 yaşına basan tüm Alman genç kızlarımn devlet için çalışmaları zorunluluğu ile ilgili yasa uyarınca iki yıl önce Lublin'e gelmiş. Ya da bir yıl için gelmiş, iki yıl kalmış. Kimseyi öldürmedi o ve kadınların göğüslerini kırbaçlamadı. Lublin'deki elektrik santralının Alman müdürünün yanında stenodaktilograftı ve elleri kanla lekelenmedi. Ama kendisini inceden inceye sorguya çektiğimizde, küçük bir ayrıntı ortaya çıkıyor... "İdam edilenlerin bıraktıkları eşyaların toplandığı bölümden, o ve Lublin'de çalışan kızkardeşi, ek bir ödenek olarak giysiler alıyorlardı. O depodan dantelalar ve ayakkabılar almışlardı. Belki başkaları da çamaşır ve elbise almışlardı. Yine çocuğu olan kimileri, öldürülen çocukların gömlekleriyle papuçlarını almışlardı." Sartre'ın görüşü iflas etti mi, bilmem! Simonov, şöyle bağlıyor sözünü: "Tüm Almanyayı içine alan zincir bu şekilde kapanıyor. Zincirin bir ucunda, insanların altın dişlerini söken, onları gaz odasına iten cellat Theodor Schollen, öteki ucunda ise sadece yaptığı i; için öldürülenlerin giysilerini alan Edith Schostek duruyor. Onlar zincirin değişik uçlarındaysa da zincir aynı zincir. Az veya çok hepsi hesap vermek zorunda." Ölen, öldürülen bir kez ölür, ama öldüren, gaz odasına atılıp öldürülen çocuğun patikleri, çorapları, gömlekleri bir yıl giyilir. Edith Schostek bu işkenceye nasıl katlandı? D S A Y F A 17 K İ T A P T A N B İ R B Ö L Ü M Gaz odaları İnsanlar çıplaktı ve az yer kaplamaJarı için sıkıştırıhyordu. Taban alanı 40 metre kare kadar olan bu odaya 250'den fazla insan tıkıştırılıyordu. Iceriye itiliyorlar, çelik kapı, dışarıdan sürgülenip daha iyi yalıtım amacıyla macunlanıyor ve gaz maskeli özel bir komando, silindir şeklindeki "siklon" bidonlarını borulara boşaltıyordu. Bidonlarda mavi renkli, zararsız görünümlü küçük kristaller vardı. Bu kristaller hava ile karşılaştığında zehirli madde haline dönüşerek hemen insan vücudunun tüm'hücrelerini etkiliyordu. Siklon borulardan akıtılıyor, boğma işlemini yöneten SS görevlisi şalteri çevirdiğinde oda iyice aydınlanıyordu. SS görevlisi bulundujju komuta noktası gözetleme deliğinden boğulma sürecini ızliyordu. Bu süreç, değişik anlatımlara göre 2 ila 10 dakika kadar sürüyordu. SS' görevlisi, sakin sekilde, gözetleme deliğinden hem ölmekte olan insanların çarpılmış yüzlerini, hem de gazın ilerleyen etkisini izleyebiliyordu. Gözetleme deliği göz hizası yüksekliğindeydi. SS görevlisinin insanlar ölürken aşağıya doğru bakması gerekmezdi. Çünkü ölenler yere düşmüyorlardı. Oda ağzına kadar doldurulduğundan, ölüler ayakta dikili kalıyordu. Aslında "siklon" gerçek bir dezenfeksiyon maddesidir. Onunla yan odada giysiler dezenfekte ediliyor. Her şey kusursuz, düzenli ve gerçeğe uygun. Sorun, odaya dökülen "silılon" miktarı ile ilgilidır. CUMHURİYET KİTAP SAYI 31