Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nepotizm nedir? Yar d. D oç. D r . H acer G ül ş en (İstanbul Kültür Üniversitesi) “KEL MELER’e ne oluyor? KUVVET M ? GÜÇ MÜ? Fizik Profesörü Ömür Akyüz evirimler kendi kendilerini yer” ya da “devirilenlerin lâneti devirenlerin üstünden kalkmazmış” derler. Yukarıda “devirim” yazmamın sebebi bunun “devrim”den farklılığını belirtmekti; ancak benzeri durumun “dil devrimi” için de geçerli olduğu söylenebilir. Osmanlı Türkçesinin karmaşıklığını ve ağdalılığını gidermeye ve “okumuşlar”ın diliyle halkın dilini yakınlaştırmaya giden yolda, kervana sonradan katılan “yeni din sahipleri” aşırılıklarıyla dili yemeye başladılar. 1960’lara dek iyi çalışan temizleme sırasında dilin pek kavram ve ayırtı (nüans) yitirmediği söylenebilir. Derken iş çığırından çıktı: Kimileri tuhaf politik kaygılarla, kimileri ise bilgisiz ve kültürsüz olduğu halde heveskârlıktan, “kaş yaparken göz çıkartma” sürecini başlattı ve de sürdürmekte. Bunda Ecevit’in, ilk başbakanlığındaki “Biz tatile dinlence diyoruz” örneği söylemleriyle aşırı yüreklendirmesi ve TekTV TRT’nin “kraldan fazla kral yanlılığı” da önemli rol oynadı. (Yeni TV’lerin hepsi ise yalnız kelimeleri değil, bunların söylenişlerini, vurgularını da beter etmekte!) Bu süreçte karşılaşılan en önemli sorun ise ayırtı ve dolayısıyla kavram yitimi. şin en acı yanı ise bunun neredeyse hiç farkına varılmadan benimsenmesi. Bunda da baş sorumlular, eksikli ama hevesli gazete yazarları [yeni not: Radikal okumaya başlamadan yazılmıştı] ve öğretmenler ile bunları düşük ücretle tutan işverenleri ile hem parasal hem de siyasal kaygılarla nitelik yerine bendeliği kayıran MEB yetkilileri olmakta. Bu dergi dil tartışması için doğru bir ortam değil. Dolayısıyla genel anlam taşıyan kelimelerdeki beni çok rahatsız eden durumlara değinmeyeceğim. Ancak, bu haftadan başlayarak düzenli olarak bu sürecin bilim diline ilişkin örnekleri üzerinde duracağım. Kimi zaman kötü, kimi zaman yanlış kimi zaman da yersiz kullanılan terim ve kelimeleri irdeleyeceğim. Tepkileriniz beni sevindirecek ... lk örneğim kuvvet kelimesinin artık giderek yerini güç kelimesine bırakmakta olmasıdır. Bu iki kelime her bağlamda farklıdır. Ancak, yukarıda değindiğim gerekçelerle, bu derginin ve TV’lerin yazarlarıyla çevirmenleri dahil çoğu kişi artık kuvveti unuttu! Yüzyıllarca önce bilimin Avrupa’da gelişmesi sırasında diller artık gerekmeye başlayan ayırtılara sahip değilken pek çok bilimsel kavram tek bir kelimeyle ifade ediliyordu. Ancak, “ârif olanlar” anlıyorlardı. Zaman içinde bilim kişileri sezgileri ve uslarıyla bunlara ya yeni sıfatlar ya da yeni kelimeler bulmaya başladılar. Ana konuya girmeden önce iki örnek vereyim: 17. yüzyılda cin üretimi sırasında yakıt tüketimini ve ürün niteliğini kıyaslayan Joseph Black, “ısı” ile anlatılan her türlü kullanıma ısı miktarı ve ısı şiddeti olarak bir ayrım getirdi. Bunlara bugün sırasıyla ısı ve sıcaklık diyoruz (yıllar CBT 1273 / 14 12 Ağustos 2011 epotizm (népotisme), adam kayırıcılık anlamına gelen, dilimize Fransızcadan girmiş bir kelime. Maalesef pek çok ülkede bu durum var: “Kartta adı bulunan kişi yakınım olur” türünden ibareler. Sonra bu durumu takip eden “sen benim kimlerden olduğumu biliyor musun?” tarzında konuşmalar. Bunlar hep var. Belki hep olacak. Bazen düşünüyorum, ilk insanın böyle bir derdi var mıydı? Hiç zannetmiyorum. Bu durum medeniyet dediğimiz “tek dişi kalmış canavar”ın icadı olsa gerek. Çalışanla yönetici arasında olması gereken karşılıklı güven ve memnuniyet ne yazık ki, pek çok yerde yok. Bununla ilgili Memduh Şevket Esendal’ın “Uğursuzluk” adlı bir hikâyesi aklıma geliyor. Hikâye kahramanı Hayri Bey, terbiyeli ve çekingen bir memurdur. Yaptığı bir hata yüzünden günlerce sıkıntı içinde yaşar. Kendini tam olarak ifade edemez. Başına gelenleri, yatağın sağ tarafından kalkmamış olmaya, hatta yatağının yerini değiştirmiş olmasına bağlar. Aslında yaşadığı durum işverenle, çalışan arasındaki iletişim kopukluğuna güzel bir örnektir. Dünyanın her yerinde, en çok da gelişmekte olan ülkelerde, evine üç kuruş götürememek endişesini taşıyan ve çoğu zaman işsiz kalmaktan korkan pek çok çalışan var. Bir de daha genç ve çoğu zaman yakın olanlar karşısında güçsüz durumda olan emir kulları. Ne zordur bir lokma ekmek için boyun bükmek. Ne zordur o ekmeği kazanmak. Arkası olmayanın, kendini ifade edemeyen çalışanların böyle birçok sıkıntısı vardır her ülkede. Birilerinin tanıdığı, birilerinin akrabası, birilerinin kankası olacaksın. O zaman “yüksel arkadaşım! Senin için yükselmenin hududu yoktur!” Nepotizm, diyetsiz olmaz aslında. Kayrılanlar bir gün gelip diyetlerini ödemek durumundadırlar. Kendi ayakları üzerinde durup, az ama azimle hiç durmadan çalışanlar ise belki yavaş ama sağlam ilerlerler. Onların vicdanı gece en rahat yastıklarıdır. Çünkü kimseye bir borçları yoktur. Kimsenin himmetiyle bir yere gelmemişlerdir, kimseye bir diyet ödemek zorunda da değillerdir. Kısa yoldan bir yere gelenler, nokta kadar bir yer için virgül misali eğilenler, bu yolda taviz verenler, yüksek yerlere gelen yılan ve kartalı iyi yorumlamalıdır. Çünkü biri sürünerek, diğeri kendi kanatlarıyla uçarak gelmiştir. Onları değerli kılan zirveye geliş biçimleridir. Unutmayalım ki, bu dünyada herkes, ancak kendi çalışma ve gayretiyle bir yere gelirse değerli bir insan olabilir. Yakın olanlar, kendilerini birilerinin yakını görenlerse bir gün, aslında kimsenin kendilerine yakın olmadıklarını anlayabilirler. N “D önce CBT ve Milliyet Çocuk’ta yazmıştım). Bu gibi kelimelerin başında ise kuvvet geliyordu. Örneğin Avrupa’da vis ile kuvvet, enerji, güç, vb. her şey kastediliyordu. Zaman içinde bunun en az dört fizik kavramını adlandırdığı farkedildiğinden ayrımı sağlayacak adlar gelişti. Bunlar ya dildeki sıradan kelimelerden devşirildi ya da yaratıldı ama gene de ayırtıların artık kendi adları vardı: kuvvet, enerji (kinetik ve potansiyel), moment, güç/takat. Üçüncüsü günlük dilde pek kullanımı olmadığından, ikincisi ise zaman zaman gizem düşkünü parabilimcilerin “büyük” söylemlerine bile katılarak pek sıkıntı doğurmamakta. Ancak, dilimizde eskiden beri bulunan “güçlükuvvetli” deyişinin de yanıltmasıyla kuvvet kelimesi artık yokoluş sürecine girmiş bulunuyor. Herkes ya da her şey ya güç, ya da güçlü. Tabii bu durumun bir türevi de güç kelimesinin zor yerine de kullanımının artması! Kuvvet ile güç birbirleriyle fizikteki ilişkileri bakımından yakın kavramlar. Fakat kuvvet sağlamlık, dayanıklılık, etki yapıcılık, itme, çekme vb. olguları doğuran bir nicelik iken; güç ise tüm bu etkilerin yaptırılabilirliğini belirlerken, kuvvetin bunları yaparken çabukluğunu ve sürdürülebilirliğini ölçer. Örneğin, ayakta dururken bacaklarınız sizi ayakta tutabilecek kadar kuvveti uygulayabiliyor, ama bir merdiveni ne denli çabuk çıkacağınızı bacaklarınızın gücü belirler. Bir başka deyişle kuvvetli bir insan bir yükü sadece kaldırır ve taşır, güçlü bir insan ise bunu çabuk kaldırır ve götürür. Eskiden “güç”ün bu kullanımı yerine terim olarak “takat” denilirdi. (Bir diğer kullanımı ise kudret yerine! Böylece kuvvet ile kudret de karıştırılıyor; çoğu kez soruyorum “güçlü” diyenlere “kuvvetli mi yoksa kudretli mi demek istiyorsun?”). Bu sorunun böylesine doğmasında “eski” TDK (yenisinin bunları bile yapabileceğini sanmıyorum) en başta belirttiğim durumu doğrudan özendirir/desteklerken, dolaylı olarak da “erk/erke” kelimesini yapısal olarak Türkçeye daha uzak olan kuvvet için olmak yerine, yakın olan enerji için önererek etkili oldu; bu ise hiç tutmadı (neydi o devri dâim makinası kılıklı, “erke ...” dışında). Hoş, siyaset bilimi açısından “kuvvetler ayrımı” deyimi güzel bir şekilde “erklerin ayrımı” olarak da kullanılıyor ama gene de kuvvet yerine güç diyenler gittikçe çoğalmakta. Durumu, ngilizce terimleri “hakem” olarak kullanarak özetliyorum: FORCE: KUVVET, KES NL KLE “GÜÇ” DEĞ L! STRONG: KUVVETL , DAYANIKLI (yerine göre Ş DDETL ya da YEĞ N), KES NL KLE “GÜÇLÜ” DEĞ L! STRENGTH: DAYANIKLILIK (yerine göre YEĞ NL K, Ş DDET, KUVVET), POWER: GÜÇ, POWERFUL: GÜÇLÜ. Umarım okurlarımız bunları günlük konuşma dilinde de aynen uygularlar.