Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POL T K B L M Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Müfit Akyos ülkemizde üniversitesanayi işbirliğinin gelişmesi için uğraşan ‘misyonerlerden’... Bugün köşemi, konuyla ilgili notlarım üzerine ilettiği görüşlerine bırakıyorum... Köpekler konusunda bilmediklerimiz k gilizcede kullanılan “köpek günleri” deyiminin kökenleri bu mevsimin en sıcak günlerinin Köpek Yıldızı olarak da bilinen Sirius, ya da Akyıldız’ın güneşle birlikte doğduğu döneme denk geldiğini fark eden eski çağların gökbilimcilerine uzanıyor. Gökbilim açısından kötü bir saptama: Sirius gökyüzündeki en parlak yıldız olmakla birlikte, güneşin parlaklığının yalnızca 10 milyarda birine eşit bir parlaklığa sahiptir ve dünyanın iklimi üzerinde pek bir etkisi yoktur. • Yazın en kavurucu günlerini tanımlamak için n CBT 1270/ 6 22 Temmuz 2011 “İş dünyasının ve toplumun gereksinimlerinin karşılanmasında ‘bilgi’nin temel girdi olarak artan payı üniversitelerden beklenti düzeyini arttırmaktadır. Değer zincirini yaratan, öğretim ve bilgi üretimi işlevleriyle üniversite ve araştırma kurumlarıdır ve bir de şirketlerin üretimleriyle [sahip oldukları] teknolojileridir. Üniversiteler, sanayi ve üretimle hiçbir bağı olmayan ‘bilginin biriktiği yerlerden (birinci kuşak üniversiteler 1.KÜ)’, ‘bilgi fabrikalarına (2.KÜ)’ evrilmiş ve [etkinlik] sınırlarını toplumsal kalkınma yönünde genişletmişlerdir. Bu evrilmede, sanayideki kitlesel üretim ve kamunun üniversitelere ayırdığı ARGE kaynaklarının artması önemli rol oynamıştır. Günümüzde ‘bilgi bölgeleri (3.KÜ)’ olarak tanımlanabilecek üniversitelerin [etkinlik] sınırları bilim, teknoloji ve iş çevrelerinin ve kamu siyasalarının oluşturduğu kurum ve platformlardaki rolleriyle birlikte sürekli genişlemektedir. Bu genişlemede bilim adamlarının, sanayinin üst düzey yöneticileri ve ilgili kamu kurumları yöneticilerinin talep ve önderlikleri etkin olmaktadır. “Yenilikçi fikirlerin değer zinciri sürecini izleyerek pazara ürün olarak çıkmasını ‘yönetebilmek’ firmaların sahip olmaları gereken temel yetkinliktir. Bu süreci tek başlarına geçmelerinin güçlüğü nedeniyle firmalar, dışa açılmaya yönelmektedirler. Bu dışa açılmanın yeni biçimlerini oluşturan işbirliklerinde, firmaların ‘en son bilgiye’ ve geniş bir ‘[bilimsel] disiplin’ alanına erişmelerine olanak vermesi nedeniyle, üniversiteler uygun ortaklar olarak öne çıkmaktadırlar. Söz konusu ortaklıkların belirgin özelliği, üniversite ve sanayinin birbirleriyle ‘ilgili kurumlar’ olmaktan biri diğerinin ‘tamamlayıcısı’ olma yolunda, ‘birlikte evrilmelerini’ zorunlu kılmalarıdır. T “Türkiye için kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse; ülkemizde sanayinin bilim ve araştırma kültürünün yetersizliği, üniversite (Ü) ve sanayi (S) işbirliğinin geliştirileceği zeminin (iklimin) oluşturulmasında en önemli engeldir. Bu kültürün yetersizliği nedeniyledir ki, sanayide yenilik, yeni ürün geliştirme (YÜG) ve ARGE ‘yöntemyapılanmayönetme’ yetkinliği de gelişememektedir. Konuya özgü kavramların bilinmemesi / özümsenmemesi, neyin (yenilik, YÜG, ARGE) nasıl (firma içi ve firma dışı bilgi, işgücü, teknoloji edinimi ve transferi gibi) yapılacağı konularında sanayinin üniversitelerden beklentilerini ve taleplerini tanımlayabilmesini güçleştirmektedir. Bu tanımsızlıkta sanayinin talebinin çoğunlukla ‘hemen işine yarayacak bitmiş ürün’ veya ‘anlık sorununa anlık yanıt’ biçiminde şekillenmesi ÜS işbirliğini çıkmaza sürüklemektedir. “Sanayinin, genel olarak üretim yetkinliğine sahip olduğu söylenebilirse de, bugünkü yapısı, anlayışı, hedefleri ve rekabet anlayışı ile ulusal sanayi ve ekonomi siyasaları ve uluslararası ortam, firmaları, üniversitelerin geliştirdiği bilgi ve teknolojiyi yenilik, YÜG ve ARGE için kullanabilme becerisinden uzak tutmaktadır. Akademi dünyasının, özellikle 1990 sonrasında uygulanan ÜS işbirliği ve ARGE teşvik araçlarının sonuçları konularında özgün akademik araştırmalar yapmadaki yetersizliği, ‘ölçmedeğerlendirmedüzeltmeuygulama’ döngüsünün işletilmemesi ve konunun kuramsal çalışmalara dönüştürülememesi özgün teşvik modellerinin geliştirilememesinin önemli bir nedeni olmuştur. 1980’lerde dünyadaki kalite hareketini (Toplam Kalite Yönetimi vb.) yakalayıp, uygulama ve içselleştirme becerisini gösteren sanayimizin aynı başarıyı yenilik, YÜG, ARGE konularında gösterme yolunda olduğunu söylemek çok güçtür. Çünkü bu alandaki süreçler birikimli öğrenmeyi ve çok farklı beceriler edinmeyi gerektiren zorluklar içermektedir. “Sonuç olarak; sanayi devriminden bu yana oluşan [bunca] bilgi birikimi ve deneyime, ölçme ve değerlendirmelere, kuramsal çalışmalar sonucu oluşan modellere karşın hâlâ ÜS işbirliği üzerinde çalışan ‘Batı’dan ve kendi özgün kalkınma modellerinin yanı sıra özgün ÜS işbirliği araçlarını geliştirmekte olan ‘Doğu’dan, üniversitesanayi işbirliği geçmişi on yıllarla sınırlı ülkemizin, yalnızca formatlar ve hazır araçlar alma kolaycılığı yolunu seçerek ÜS işbirliğini oluşturmaya çalışmasına bir de her alandaki kavram kargaşası eklendiğinde, ...[bu iş olmaz] demeye dilim varmıyor ama [zor]...” “Üniversite ve Sanayi Birbirinden Öğreniyor (mu?)” • laşmasında asıl önemli olan unsur köpek sahibinin köpeğiyle oynaştıktan sonra ellerini yıkayıp yıkamadığıyla ilgili olabilir. akşamdan kalanların mahmurluktan kurtulmak için sabah bir tek daha atmalarını belirtmek için kullanılan “ısıran köpeğin tüyünü içmek” deyimi gerçekten de ısıran köpeğin tüyünü yutmanın insanı mikroplardan koruyabileceği yönündeki çok eskilere uzanan bir inanıştan kaynaklanmış olabilir. 2006 yılında yapılan bir araştırma, en az düzeyde eğitim gören evcil köpeklerin koku alma duyularıyla akciğer ve meme kanserinin erken ve de geç evrelerini algılayabildiklerini ortaya koydu. sveçli onkoloji uzmanları köpeklerin yumurtalık kanserinin farklı türlerini ayırt edebildiklerini de gözler önüne serdiler. • ngilizcede •Viyana Üniversitesi araştırmacıları Bobi’nin bir bilgisayar ekranında bir köpek imgesi gördüğünde burnunu ekrana dokundurduğuna, ancak ekranda manzara görüntüsü olduğunda aynı tepkiyi vermediğine tanık oldular. •Avusturyalı araştırmacılar başka bir köpeğin ken • •Bir köpeğin burnunda yaklaşık 220 milyon koku alıcısı vardır. Bu sayı insanlardakinden 40 kat fazladır. •Pennsylvania Eyalet Üniversitesi mühendisleri ködisinden daha iyi biçimde ödüllendirilmesi durumunda köpeklerin “haksızlığa karşıt” bir tavır sergilediklerini de ortaya koydular. peğin burnundaki sıvı düzeneklerini ve koku maddesi aktarımını temel alarak yapay bir koklayıcı tasarlamaya çalışıyorlar. kızıl bir ışık saçan ve flüorışıl protein üreten bir gen ile “beagle” cinsi dört köpek yavrusunu klonladılar. Köpek yavrularının karın ve tırnaklarının normal ışıkta kırmızı renkte olduğu belirtiliyor. •Köpekler ekan arı 45,000 •Güney Koreli bilim insanları mor ötesi ışın altında tebilirler. Bufrdeğerslinsanların hertze varan sesleri işiişitebildikleri frekans yüksekliğinin yaklaşık iki katına eşittir. Yine de bu açıdan şampiyonluğu elinde tutan 150,000 Hz ile kaplumbağalardır. Kaliforniya’daki BioArts şirketi köpek klonlama işine bir süre önce son verdi. Şirketin köpek klonlama işine son vermesinin tek nedeni pazarın çok küçük olmasıydı. • •Belki de onlara DayGlo seçeneği önerilmeliydi. bir UCLAüdirimbilimleuzmanlarının öncülüğündeki ekip, k çük köpek rin 12,000 yıl önce Orta Doğu’da yaşayan gri kurtlardan türedikleri sonucuna ulaştı. Bu bağlantı daha iri boyutlu köpeklerde görülmeyen bir büyüme faktörü genindeki değişinimden yola çıkılmak suretiyle ortaya çıkarıldı. uzanan çok daha eski köpek kalıntıları bulundu. •BioArts şirketine göre bir başka sorun da “bek •Almanya, Rusya ve Belçika’da 31.000 yıl öncesine lenmeyen sonuçlar” idi. Bir kezinde siyahbeyaz bir köpeğin klonlanması sonucunda yeşile çalan sarı renkte bir köpek elde edilmişti. •Dünya üzerinde yaşayan köpeklerin toplam sayısının yaklaşık 400 milyon kadar olduğu belirtiliyor. Bu sayı kabaca ABD ve Meksika’daki toplam insan nüfusuna eşit. Köpekler gerçekten de sahiplerini andırıyorlar. Britanya’daki Bath Spa Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, verilen üç farklı seçenek arasından köpeğin türü ile sahibini eşleştirmeye çalışan deneklerin yarısından çoğunun doğru kestirimlerde bulunduklarına tanık olundu. Köpek sahiplerinin yarısı köpeklerinin yüzlerini yalamalarına izin veriyorlar, ama bunların yalnızca %10 kadarı köpekleriyle aynı E. coli türlerini paylaşıyorlar. Mikropların bu •Köpek DNA’sı ile ilgili araştırmalarda genetik ben zerlik düzeyi en yüksek olan “boxer” türü köpekler temel alınıyor. labıyıkyan adıyla tanınan Max Groucho’yu andırması bundan olsa gerek. Ulusal Genom Araştırma Enstitüsü araştırmacılarına göre, RSPO2 adı verilen gendeki bir değişiklik köpeklerin kaş ve bıyıklarının fırça gibi olmasına neden oluyor. FGF5 adlı başka bir genin farklı bir türü uzun ipeksi tüyler üretirken, kıvırcık tüyler KRT71 adlı genin değişiminden kaynaklanıyor. Her üç genin farklı biçimleri Portekiz su köpeğininkine benzer tüylerin üretilmesinde etkili oluyor. Rita Urgan, Kaynak: Discover •“Schnauzer” türü köpeklerin ülkemizde Arşak Pa • • •