24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Bilimin Sonu Var mı? “Bilim bir gün sona erebilir mi?” sorusuna cevap verebilmek için, öncelikle, bilimin gelişmesini sağlayan yöntemlerin ve araçların tarihteki rollerine bakmak gerekir. Osman Bahadır, bahadirosman@hotmail.com Türkiye internet alanında büyümeye devam ediyor. Ancak oranlar hâlâ AB standardından çok uzakta. ePosta ve sosyal medya erişimi hâlâ en yaygın kullanım amacı. Özetle, geçen sene internet cephesinde değişen bir şey yok! 2011 Bilgi Toplumu İstatistikleri DPT’ye bağlı Bilgi Toplumu Dairesi’nin her yıl düzenli olarak yayınladığı Bilgi Toplumu İstatistikleri Haziran ayı içinde yayımlandı. 2010 yılına ait verileri içeren rapora göre Türkiye internet alanında büyümeye devam ediyor. Son üç ay içinde internet kullanım oranları 2004 yılında %13,3 iken bu figür 2010 yılında %37,6’ya yükselmiş durumda. Öte yandan AB standardına göre düzenli internet kullanımı tanımı olan “her gün ya da haftada en az bir gün internet kullanım” oranlarına bakıldığında ise geçen yıla göre hafif bir artış gözlenmekte. 2009’da %30 olan figür 2010’da %33.3’e yükselmiş durumda. Kıyaslama yapmak açısından bunun AB muadilleri ise şöyle: AB15 ülkelerinde %69, AB25 ülkelerinde ise %67. Ülke bazında kimi figürler ise şöyle: İzlanda %92, İngiltere %80, Yunanistan %41. Internet kullanımında kent – kırsal kesim arasındaki uçurum da kapanmış değil. Fark (az da olsa) açılmaya devam ediyor. 2009’da %40,9 % 17,6 olan kentkırsal kesim internet erişim oranları 2010’da %44,7 %20,7 şeklinde tespit edilmiştir. Demografik açıdan bakıldığında internet kullanımının en çok 1624 yaş arasındaki vatandaşlar arasında yaygın olduğu görülüyor. Bu oran %62,9. Keza erkeklerin internet kullanımı kadınlara göre (her yaş grubunda) daha yüksek. Eğitim durumu açısından yüksek okul mezunlarının, iş gücü açısından ise öğrencilerin en çok internet kullanan grubu oluşturduğunu belirtmek gerekir. Öte yandan gerek bilgisayar, gerekse de internet kullanım lokasyonlarına bakıldığında en çok evden, sonra iş yerlerinden daha sonra da internet cafelerden internete girildiği tespit edilmiş. Internet kullanım amacında da herhangi bir değişiklik yok. Yine en çok eposta için daha sonra da sosyal medya için internete erişilmekte. Oranlar eposta için %72,8, sosyal medya için %64,2. Bunları gazete, dergi okumak ile satın alma yapmadan ürün ya da hizmet hakkında bilgi edinme amaçlı internet erişimleri izliyor. Görünen o ki tablet cihazlarının internet erişim etkisi henüz kendisini hissettirmeye başlamamış durumda. Burada ilgi çeken aktivitelerden birisi de sağlık ile ilgili bilgi edinme. %47,3 oranıyla listede altıncı sırada yer almakta. Bu da vatandaşların herhangi bir sağlık kurumuna ya da uzmana başvurmadan önce kendi girişimleriyle derdine çare aramakta olduğunun bir göstergesi. Önceki kuşaklarda yer alan kocakarı ilaçlarına bel bağlama eğilimi dijital kültürde de kendisini bu şekilde hissettiriyor olabilir. Ancak bir şeyi tespit etmek gerekir ki sağlık ile ilgili sitelerin pek çoğu doktorların oluşturduğu içerikleri barındırmakta. Yani bu açıdan değerlendirildiğinde kocakarı ilaçlarına bel bağlamaya göre daha sağlıklı bir yöntem söz konusu. Sağlık dünyasının bu eğilimi dikkate alarak web sitelerinin içeriğini güvenilir ve tatminkar bilgilerle bezemesi sundukları ücretli hizmete “müşteri” çekme açısından da önemli bir unsur olarak değerlendirilebilir. Göze çarpan bir başka kullanım amacı da internet üzerinden görüntülü ya da görüntüsüz telefon görüşmesi yapmak. Dijital imkânların gelişmesiyle özellikle şehirlerarası ya da ülkeler arası telefon trafiğinin önemli bir kısmı web üzerinden ücretsiz yapılır hale gelmektedir. Gündemde olan erişime filtre uygulamaları devreye girdiği taktirde gelecek yıl bu istatistiklerin ne şekilde değişme göstereceği de şimdiden merak konusu olmuş durumda. B ilimsel faaliyet yürüten tek canlı türü olarak insanın bilim yapmaya devam edebilmesi için her şeyden önce yaşama koşullarını sürdürebilme yeteneğini göstermesi gerekir (bu da gene onun bilimin verilerine ve öngörülerine ne kadar bağlı ve uyumlu kalacağıyla ilgilidir). 2600 yıldır bilim yapan insanlık, bu sürenin %85’inde bilimsel keşiflerini sadece çıplak gözle gerçekleştirdi. Teleskop ve mikroskop, bunların her ikisi de, 17. yüzyılın başında icat edildi. Makro ve mikro evrenlere açılmamızı sağlayarak bilim tarihinde yeni bir çığır açan bu icatlardan önce astronomi devrimi büyük ölçüde gerçekleşmişti. (Tam olarak değil, çünkü Galileo teleskopunu kullanarak Jüpiter’in dört uydusunu saptadı, Ay’ın ve Güneş’in yüzeyini inceledi ve Venüs’ün evrelerini keşfederek güneş sistemiyle ilgili önemli keşiflerde bulundu). Mikroskobun ise öncelikle, kılcal damarların incelenerek kan dolaşımının daha iyi kavranmasında, hücrenin ve yapısının anlaşılmasında belirleyici rolü oldu. Mikroskobun teknolojik gücünün gelişimine de bağlı olarak, özellikle biyolojide ve kimyada önemli bilimsel adımlar atıldı. Evrim kuramını da, genetik kuramını da, mikroskoba, elektron mikroskobuna ve spektrum analizine borçlu olduğumuzu söyleyebiliriz. Işık hızı da ilk kez 17. yüzyılda ölçülebildi. (Romer, Jüpiter’in uydularının tutulması olgusundan yararlanarak 1676 yılında ışık hızının yaklaşık 200.000 km/sn. olduğunu saptamıştı). Işık hızının daha sonra daha kesin olarak saptanması ve ışığın analiz edilebilmesi, gerek makro, gerekse mikro evrende bilime yeni ufuklar açtı. Bilim tarihini, ışıktan yararlanma öncesi ve sonrası diye çok bariz bir biçimde ikiye ayırabiliriz. Işık analizi bilgisinden önce astronomideki büyük uzaklıkları ölçebilmenin tek aracı geometriydi ve özellikle de açı ölçümleriydi. Ama bu metotla hiçbir zaman kesin sonuçlar elde edilemiyordu. Mikro boyutları ölçmenin ise hiçbir yolu yoktu. Bugün ışık analizlerinden yararlanarak gök cisimlerinin sadece kesin uzaklıklarını hesaplamakla kalmıyoruz, onların hangi elementlerden oluşmuş olduk larını da saptayabiliyoruz. 17. yüzyıldan sonraki bilimsel teorilerin gelişmesinin tarihi, ölçme araçlarının gelişmesinin tarihinden ayrılamaz. Günümüzün dev radyoteleskopları, en uzak evreni gözleyebiliyor ve onlar aracılığıyla elde edilen veriler, geçerli bir evren tasarımı yapabilmemize imkan sağlıyor. Gittikçe çeşitlenen ve hassaslaşan ölçme araçları ve deney sistemleri teknolojisi, özellikle son asırdaki bilimsel çalışmaların başarılarında belirleyici önemde olmuştur. Ancak nasıl çıplak gözle yapılabilecek keşiflerin bir sınırı varsa, günümüzdeki ileri gözlem, deney ve ölçme araçlarının da yeterlilik sınırları var. Üstelik büyük hadron çarpıştırıcısının inşasında görüldüğü gibi, bazı deneylerin gerçekleştirilebilmesi, yeni bilimsel test düzenekleri kurma bilgi ve yeteneğinin ötesinde, uluslararası büyük bütçe imkanlarının yaratılmasını da zorunlu kılıyor. Bu koşullarda yeni ve önemli bilgiler nasıl üretilebilecek? Yeni bilimsel ve teorik gelişmeler yaratmanın, eskisine göre daha zor olduğuna hiç kuşku yok. Ama bilime uluslararası düzeyde daha fazla önem vererek ve dayanışma sağlayarak elde edilecek önemli yeni bilimsel bilgilerin ve teorik gelişmelerin kapsayıcılığının ve açıklayıcılık yeteneğinin de eskilerinkinden daha fazla ve önemli olabileceğini de düşünmemiz gerekir. 1990’lı yıllarda Scientific American dergisinde redaktörlük yapmış olan John Horgan, “Niçin günümüzde Einstein gibi devlerin ortaya çıkmadığı” sorusuna, “çünkü günümüzde Einstein seviyesinde o kadar çok dahi bilim adamı vardır ki, herhangi bir bireyin öne çıkıp sivrilmesi çok zordur. Ayrıca çağımızdaki bu dahilerin Einstein’den çok daha az keşfedecek şeyleri var” demişti. Horgan, zaten birbirini çürüten bu iki düşüncesinde de yanılıyordu. Öncelikle, Einstein döneminde de birçok dahi bilim insanı bulunuyordu. Ayrıca Einstein’in sivrilmesinin nedeni, çözümü zeki bakış gerektiren büyük bilimsel problemlerin varlığıyla da ilgiliydi. Günümüzde karanlık madde ve karanlık enerji kavramlarıyla ifade edilen kozmolojik sorunun gerçek mahiyeti hakkında teorik açıklama getirecek bilim insanı, 21. yüzyılın Einstein’ı olarak anılmayı hak etmiş olmayacak mıdır? D Ü NY A G Ö S T E R G E L E R İ Zengin ülkeleri etkisi altına alan mali kriz, ekonomik göstergeleri tersyüz etmiş durumda. Bu karamsar tabloda en fazla kaygı uyandıran gösterge gençlerde işsizliğin hızla yükseliyor olması. Bu sorunun en fazla hissedildiği ülke İspanya. Krize yüksek işsizlik oranı ile giren İspanya gibi zengin ülkeler, sorunun giderek daha da kötüye gitmesinden kaygı duyuyor. Bu ülkelerde işgücü piyasaları, işten çıkartılma riski taşımayan işlerde çalışan imtiyazlı çalışanlar ve sistemin dışına itilmiş “indignadosöfkeliler” grubundan oluşuyor. Öfkeliler içeri girme umuduyla kapıları, camları yumrukluyorlar ama onları içeri alacak koşullar ne yazık ki olgunlaşmış değil. Bu arada İrlanda gibi daha liberal işgücü piyasalarına sahip olan ülkelerin de durumu iç açıcı değil. Buralarda yaşayanlar daha esnek istihdam politikalarının devreye girmesiyle işsizliğin sona ereceğini umut ediyorlar. Gençlerde İşsizlik CBT 1270/ 12 22 Temmuz 2011 Bu hükümetler için işsizliği düşürmek, sendelemekte olan bankaları kurtarmak ve bütçe açıklarını kapatmak kadar öncelikli.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle