17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yabancı dilde eğitime hayır! Bazı üniversitelerimizde yabancı dille eğitim yapılması gerekliliğinden sıkça söz edilir oldu. Yabancı dille yapılacak eğitimin, bilimde ilerlemenin ve evrenselliği yakalamanın bu şekilde gerçekleşeceği öne sürülüyor. Mümtaz Başkaya [email protected] leri sürülen varsayımlara göre; yabancı dilde eğitim alanlar gelişmiş ve güncel olan dillerdeki kaynakları daha iyi okuyup anlayabilir, dünya ile daha iyi uyum içinde olunabilirmiş. Ayrıca yabancılarla oluşan ilişkilerde bilimsel kavramların yerine oturmuş olmasını ve aynı zeminde tanınmasını da getirecekmiş. Yabancı dille eğitim gerçekleştiği için, bu sayede bilimsel terimleri geniş kitlelere duyurabilme olanağı yaratılmış olacakmış. Kimilerine göre de, Türkçe bilim üretmede yetersiz bir dilmiş. Bunun için dünyada kabul gören ve bilim dili olan ngilizceye itibar edilmeli ve bu şekilde dünya biliminde yerimizi almalıymışız. Yabancı dilli eğitimi haklı göstermeye çalışılan bu ve benzerigörüşler hayli çok. Ancak ben hayli öne çıkanları gündeme getirmeye çalıştım. leri sürülen bu görüşlerin farklı boyutlarını ele almadan önce, her birinin asıl gerçekleri hedef almadığını ve konuyu tam olarak yansıtmadığını bilmekte yarar var. Ayrıca kazanç gibi gösterilmeye çalışılan bu ileri sürülen varsayımların götüreceği, getireceğinden çok fazla olduğunu da. Ülkemizdeki çoğu üniversitede benzer konular çeşitli bilim insanlarınca tartışılıyor. Ancak daha çok bazı özel üniversite ve vakıf üniversitelerinin yabancı dille eğitimi savunmada önde oluşu, aslında iyi değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu paralı üniversitelerin birçoğu yabancı dille eğitimi, diğer devlet üniversitelerine göre niçin daha çok savunur haldeler? Ülkemizdeki okulların ve özellikle üniversitelerin dünyaya açılması, uyum içinde olması elbette ki istenen ve özlenen bir durum. Ülkedeki tüm üniversitelerimizin de dünya bilimine katkısı hep olmalı. Bunu sağlamak için bilim insanlarımızın bir ya da birden çok yabancı dil bilmesinin elbette yararı var. Ancak bunu sağlayabilmek için yabancı dil öğretimi gerekiyor ama yabancı dille eğitimi gerektirmiyor. Eğer dünya bilimine gerektiği biçimde bir katkı sağlanamıyorsa, bunun gerçek nedenleri aranmalıdır. Öne sürüldüğü gibi ülkemizin tüm eğitim kurumlarında yabancı dille eğitime geçilse, dünya bilimine katkı sağlama hemen hızlanacak mı? Yani tek sorun, uyum sorunu mu? Yabancı dille eğitimi istemek yerine öncelikle üzerinde durulması gereken konu, üniversite eğitiminin o ülkenin insanlarını hedef alması gerekliliğidir. Asıl ihtiyaç, o ülke insanlarının ihtiyaçlarıdır. Üniversitelerde ve okullarda eğitim öğretim yabancı dille yapılırsa, üretilen bilim ülke insanlarına nasıl aktarılacak? “Onlar da eğer bilimi tanıyacaklarsa bizim konuştuğumuz yabancı dilleri yani, ngilizceyi veya Fransızcayı, Almancayı öğrenmeleri gerekir” mi denilecek? Tüm dünya bilgi toplumu olma yolunda hızla ilerlerken, bizim toplumumuz nasıl ulaşacak? Akılcı düşünce eylemine ne zaman kavuşacak? Zaten üniversite dışına pek çıkamayan bilgi, halkın anadilinden ayrı bir biçimde, yabancı dille yapılır ise halktan iyice uzaklaşılmış olmayacak mı? Böyle bir yabancı dille eğitim uygulamasının birçok zararı var. Yapılan bu eğitim, halkın kendisi için değil yabancılar için olacaktır. Bir önemli konu da, yabancı dille eğitim yapıldığında, o dile tam yatkın olmayan öğrencilerin yeterli öğrenme düzeyine erişemeyeceğidir. Bu durum da, özellikle üniversitelerde üretilecek olan bilimde geriliğe neden olacak. Sorun sadece bununla sınırlı değil, eğitimde fırsat eşitliği çok daha derin olan yerlerden güç bela gelebilen ve gelir durumu zayıf öğrenciler, ikinci bir dili yeterince bilemedikleri için başarılı olamayacak. Bu da, üniversite eğitiminin seçkinci bir zümreye açılması ve diğerlerine kapanması uygulamasını daha da derinleştirecek. Özel ve vakıf üniversiteleri yoksul halk çocuklarına zaten kapalı olduğuna göre, yabancı dille eğitim yapan devlet üniversiteleri de yüzlerine iyice kapanmış olacaktır. Ayrıca yabancı dille eğitimin siyasi boyutunu da iyi görmek gerekir. Emperyalist ülkeler bir yeri işgal etmek istediklerinde, orayı gizli ve açık sömürge ülkesi haline getirmek için ilk iş olarak kendi dillerini kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bir önemli konu da, yabancı dille gerçekleşecek eğitimin öncelikle dil birliğini bozacağı ve ulusal devlet anlayışının yara alacağıdır. Unutulmamalıdır ki bir dil kültür ürünüdür. Bir ülkenin dili zayıfladığında kültürü de zayıflar. Yani, kısır bir döngü içine girilmiş olur. Bu nedenle, anadilin bu yapısı hep korunmalı ve eğitim dilimiz de kendi anadilimiz olmalı. Evrensel bilime katkının yolu hiçbir zaman teslimiyetçilik değildir. Bu ve benzer yanlışlıkları ulus olarak hep beraber görmemiz gerekiyor. Her türlü geriliğe, bilimsizliğe ve teslimiyete karşı durmamız şart. Atatürk’ün bize gösterdiği aydınlık yolda hızla ilerleyebilmek için bizlere düşen görev teslimiyet değil, bu olmalıdır. Ayrıca bizi bu yolda alıkoymaya ve çelme takmaya çalışanları da artık çok iyi tanımalı ve ona göre davranmalıyız. ngiltere, kraliyet ve arkasındakiler Yazılarını büyük zevkle okuduğumuz ve kendisinden çok şeyler öğrendiğimiz Sayın Celal Şengör’ün 22 Nisan’daki [“RULE BRITTANIA!” için bir açıklama] başlıklı yazısı ile 6 Mayıs’taki Kraliyet düğünü ile ilgili yazılarında İngilizleri övüyor, kraliyet ailesinin asaletine hayranlığını belirtiyordu. Süleyman Çelik ([email protected]) Ö CBT 1267/ 18 1 Temmuz 2011 ncelikle şunu belirtmek isterim ki hiçbir ulus diğerlerinden üstün değildir. Bunun aksini savunmak ırkçılıktır. ngilizler de diğer uluslar gibi geçmişte savaşmışlar, yenmişler, yenilmişler, yabancılar tarafından istila edilmiş ve boyunduruk altında yaşamışlar, zalim tiranlar ve krallar tarafından ezilmişler, bunlara karşı Robin Hood gibi halk kahramanları çıkarmışlar vs. ngiliz halkı Avrupa’nın en demokrat, en hoşgörülü halkları arasındadır. ngiltere’de Avrupa’da ırkçılığın en az olduğu ve yabancı olarak, rahatsız edilmeden, en rahat yaşanabilinecek ülkelerden biridir. Fakat sayfanın bir de öteki yüzü var. Bu yüzden baktığımızda, Sayın Şengör’ün “hükmet” olarak çevirdiği “rule” sözcüğüne, bana göre “sömür” karşılığı daha çok yakışmaktadır. ngiliz (halkı değil) kapitalistleri ve onlarla işbirliği içinde olan, kral/kraliçe dahil yöneticileri, Sanayi Devrimi’nden sonra dünyanın en acımasız sömürgecileri olmuşlar, kendi halklarını dahi acımasızca sömürmüştür... Maden fakültelerine ngiltere’de kız öğrenci alınmamaktadır. Bunu ilk öğrendiğimde kadın haklarına aykırı bir ayrımcılık olarak yorumladım. Fakat ngiliz arkadaşlar, bunun pozitif ayrımcılık olduğunu anlattı. Şöyle ki, geçmişte kömür madenlerinde, yeraltında kadınlar ve çocuklar, çok düşük ücretle 1618 saat kadar çalıştırılıyormuş. Uzun yıllar süren ve büyük bedeller ödenen sendikal mücadeleler sonunda, hem yeraltında çalışma süresi kısaltılmış hem de kadın ve çocukların madenlerde çalıştırılmaları yasaklanmış. Sayın Şengör’ün, “…çekildiği müstemlekelerinde harabe değil, düzgün çalışan toplum kurumları bırakmış bir devlet..” görüşüne katılmamız olanaksız. Büyük Britanya’nın sömürgeciliği, insanlık tarihinin büyük acılar, kan, gözyaşı, işkence, ölüm, fitne, fesat, ihanet, kalleşlik ve soygunlarla dolu sayfalarıdır. Öyle ki, çekildikten yıllar sonra bile oralarda acılar hâlâ devam etmekte. Şengör’ün belirttiği gibi ngilizler büyük keşifler yaptı. “Böl ve yönet” politikasını keşfederek insanları birbirine düşman da etti. Şengör, geçenlerde bir yazısında, “Hinuistan’dan ayrıldığı için” Pakistan’ı eleştirmekteydi. Gerçekte ise ngilizler, Müslümanlarla Hinduları birbirine düşman etmiş, onlar birbirleriyle vuruşurken hakem rolüne soyunup sömürüyü sürdürmüştür. ngilizler çekildiklerinde onların ayrılmaktan başka seçenekleri kalmamıştı. Aynı durum Kıbrıs’ta Türklerle Rumlar için de söz konusu. Bugün buralarda, “düzgün çalışan toplum kurumları” değil de acılar sürüyorsa baş sorumlu ngiltere’dir. ngiltere Arap dünyasında, Körfez’deki petrol kuyularının çevresinde küçücük emirlikler oluşturdu. Bu şekilde petrolden elde edilen gelirin fazla nüfusa dağıtılması söz konusu olmayacağı için kendisine düşen payı arttırdı. Geri kalan bölgede cetvelle sınırlar çizerek devletçikler kurdu ve başlarına birer kukla kral oturttu. Böylece sömürüye karşı Arapların ulusal birlik oluşturmalarını engelledi. Sonra srail’in kurulmasını da sağlayarak Ortadoğu’yu, sürekli infilak eden bir yanardağ duru muna getirdi. “ ngiliz’de oyun çoktur.” 2003’den bu yana Irak’ta yaşanan acılardan, bir milyon insanın ölümünden, ABD kadar ngiltere de sorumludur. ngiltere, Hindistan’ı sömürgeleştirdiğinde, verimli tarlalara pamuk ektirerek tekstil endüstrisini geliştirdive ünlü ngiliz kumaşını dünyaya pazarladı. Fakat pamuktan başka bitkiler de ektirdi. Örneğin, haşhaş! Haşhaştan elde ettiği afyonla Çin ve Güneydoğu Asya halklarını afyon bağımlısı yaptı ve orada başka bir pazar oluşturdu. Çin mparatoru Tao Kuang, bakmış ki herkes afyon çekip, sızarak yatıyor, kimse çalışmıyor. Afyon kullanmayı yasakladı. Vay sen misin, böyle bir karar alan! Majestelerinin hükümeti, hemen Çin’e savaş ilan etti (1839). Şanghay ve diğer kentler günlerce bombalandı. Sonuçta Çin mparatoru pes etti, afyon satışını ve kullanılmasını serbest bıraktı, savaş sona erdi. ngiltere dünyanın en büyük tarihi eser soyguncusudur. Sömürgelerindeki tüm tarihi eserleri toplayıp ülkesine götürdü. Ünlü British Museum, çoğu Osmanlı topraklarından kaçırılanlar olmak üzere, yağmalanmış eserlerden oluşturulmuştur. Kurtuluş Savaşımız boyunca çıkan isyanların hepsinin arkasında ngiltere vardır. Kurtuluştan sonra da genç devletimizi batırmak için elinden geleni yapmış, isyanları desteklemiş, elçiliğini Ankara’ya taşımamış. Fakat tüm uğraşıları başarısızlıkla sonuçlanınca, bükemediği bileği öpmek zorunda kalmış ve kralını Atatürk’ün ayağına göndermiştir.. Sayın Şengör’ün öne sürdüğü gibi, Atatürk hiçbir zaman ngiltere ile dostluğu tavsiye etmedi. Atatürk, George Washington’un “emperyalist büyük devletlerle dostluk kuran küçük devletlerin, eninde sonunda onun güdümüne gireceğini” bildirdiği vasiyetini iyi biliyordu. Kraliyet düğününden söz etmek bile istemiyorum. Şengör’ün yazdığı gibi, damat güya Cambridge Dükü! Dedesi Edinburgh Dükü (!) Babası Galler Prensi (!) Aslında yok böyle bir şey. Dedesinin Edinburgh ve babasının Galler ile ilgisi olmadığı gibi damadın da Cambridge ile ilgisi yok. Bu sanlar, tiyatroda rol dağıtır gibi verilmiş, uyduruk sanlar. Gerçekten de ortada milletin, hatta dünyanın gözünü boyamak amacıyla oynanan bir tiyatro var. Kraliyet düğünleri de, oyunun devam ettiğine insanları inandırmak için, arada bir sahneye konan “dünya prömiyeri”. Düğün faytonunun geçeceği caddelerin etrafına üşüşenler, hatta yer kapmak için orada sabahlayanlar ve televizyon alıcılarının başından törenin sonuna kadar kalkmayan milyarlarca insan oyunun tuttuğunu gösteriyor. Bu yüzyılda, çağdışı bir kurumun ve asalak bir sınıfın hâlâ kutsanması, yurdumuzun yüz akı felsefecilerinden Sayın onna Kuçuradi’nin belirttiği gibi, “tüm dünyada yeni bir Aydınlanmaya gereksinim olduğunu” gösteriyor. Sayın Şengör, “Rule, Britania”nın ruhunu anlamak için, “Elizabeth” veya “Einstein ve Eddington” filmlerinin izlenmesini öneriyor. Kutsanan Britania aristokrasisinin ruhunu anlamak için de sanırım, “The Other Boleyn Girl” filmini izlemek gerek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle