17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POL T K B L M Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Eskilerin deyimiyle, seçim sathı mailinden çıktık. Biz yine kürkçü dükkânımıza dönelim... Bakalım devran ne gösterir... ÜSİMP 4. Ulusal Kongresi’nden Notlar Ege Üniversitesi, bu üniversitenin BilimTeknoloji Merkezi (EBİLTEM) ve Ege Bölgesi Sanayi Odası’nın ev sahipliğinde yapılan Üniversite Sanayi İşbirliği Merkezleri Platformu (ÜSİMP) 4. Ulusal Kongresi (23 Haziran) verimli tartışmalara, ilgi çekici sunuşlara sahne oldu. Bu kongre vesilesiyle, 3 Haziran’daki yazımda, yıllardır bu ülkede üniversitesanayi işbirliğini teşvik etmek, üniversite ile sanayi arasındaki etkileşimi arttırmak için çeşitli kararlar alınıp uygulamaya konduğuna işaret etmiştim. Ancak, hiç de azımsanmayacak bunca çabaya, doğrudan ya da dolaylı olarak sağlanan bunca imkâna rağmen, üniversitesanayi işbirliğinin dikkati çekecek bir düzeye ulaşmadığını da belirterek, “Niçin ulaşmadı?” sorusunu yöneltmiş; “Ümidim o ki, Kongre’de bu soruya da net bir yanıt bulunacaktır” demiştim. Kanımca, bulundu da... Özellikle, Kongre öncesinde, Platform üyelerinin, bu oluşumun bugünkü durumu ve geleceği konusunda yaptıkları iç değerlendirme ve danışma toplantısı, konuya belli bir açıklık getirdi. Söylenenleri burada olduğu gibi aktarmak yerine, bunlardan çıkardığım sonucu özetlemek istiyorum. Yanlış anladığım bir nokta olmuşsa, nasıl olsa, USİMP yetkilileri gerekli düzeltmeyi bu köşeden yapabilirler. Hem üniversitesanayi işbirliği pratiğinden gelenlerin hem de bu pratiği belli bir kuramsal çerçeve içinde değerlendirebilenlerin görüş birliği içinde olduğu ilk nokta şu: Üniversitesanayi işbirlikleri hemen her ülkede çok zor kurulabilmektedir. Çünkü bu iki kurumun, üniversite ve sanayinin, tarihsel olarak ortaya çıkış nedenleri, gelişim çizgileri, amaçları ve ana uğraş alanları, yönelimleri birbirinden çok farklıdır. Kısacası bu iki kurum, farklı kültür dünyalarının temsilcileridirler; farklı dilden konuşurlar; yerleşik davranış normları, ‘zamanlama’ anlayışları farklıdır. Ne var ki, 19’uncu yüzyıldan bu yana, bütün üretim yöntemleri ve bütün ürünlerde giderek hızlanan bir teknik değişim söz konusudur. Ortaya çıkan yeni tekniklerin teknoloji muhtevalarının sürekli artması teknoloji hâkimiyetini üretim sürecinde belirleyici hale getirmiştir. Çağımız teknolojisiyse ampirik bilgiye değil doğrudan bilimsel bilgiye dayanmaktadır. Kısacası, yeni üretim teknikleri, yeni ürün ve yeni sistemler geliştirebilmenin yolu sadece teknolojiye değil bilime de hâkim olabilmekten geçmektedir. Bir başka deyişle, bilim ve teknolojide yetkinlik, firmaların, yeni ürünler, yeni üretim yöntemleri geliştirerek dünya pazarlarında rekabet üstünlüğü elde edebilmelerinin olmazsa olmaz koşulu olmuştur. Firma bilim ve teknolojiye nasıl hâkim olacaktır? İzleyip öğrenerek... Ama öğrenmenin en mükemmel yolu firmanın da araştırma yaparak; öğrendiğini bir üst düzeyde yeniden geliştirmeye çalışarak öğrenmesidir. Hele de önde koşmak istiyorsa buna mecburdur. Aksi takdirde, pazara rakiplerinden önce yeni ya da daha gelişkin ürünler çıkaramaz; onlardan daha üretken hale gelemez. İngiliz Sanayi Devrimi’nin ürünü olan modern sanayi kapitalizminin gelişme sürecinde görülmüştür ki, firmalar, bilim ve teknolojide gereksinim duydukları yetkinliğe, sadece kendi güçlerine dayanarak ulaşamıyorlar. Bunun için gerekli olan ARGE faaliyetine maddi güçleri yetmiyor. O nedenle, bilim ve teknolojideki açıklarını, bu bilgi kümelerini üretebilme, yani araştırma yapma imkân ve yeteneğine sahip bir kurumla işbirliği yaparak kapatmak zorunluluğunu duyuyorlar. O kurum üniversitedir. Hemen ekleyelim; ilkin, 19’uncu yüzyılda, Alman kimya sanayiinin, kamu otoritelerinin katalizörlüğünde, üniversiteyle araştırma işbirliği yapmasından başlayarak, sanayide iddiası olan bütün ülkelerde, bıkmadan usanmadan, bu ilişkiyi mümkün kılacak ortam ve araçların yaratılmasına çalışılmıştır. Ama, her iki kurumun doğalarındaki yukarıda işaret edilen derin farklardan dolayı işbirliği her yerde çok güç olmuştur; hâlâ da böyledir. Ama Türkiye’de karşılaşılan güçlük, gelişmiş sanayi ülkelerinde bugün karşılaşılmakta olan güçlüklerden katbekat daha fazladır. Gelecek hafta bunun nedenleri üzerinde duracağız. Ülkemizde yeni bir hastalık ve geninin keşif öyküsü CBT Yeni bir hastalık tanımlamışsınız, o hastalıktan sorumlu geni de bulmuşsunuz. Önce bize çalışmanızı tanıtır mısınız? AT Ekibimin araştırma alanı yeni hastalık genleri tanımlamak. Böylece belli genlerin işlevi de açığa çıkmış oluyor. Moleküler genetik araştırmaları temel bilimler kapsamında olsa da, hekimlerle sıkı bir işbirliği içerisindeyiz. Çünkü hastalarda klinik değerlendirmeleri onlar yapıyor. Bu nedenle, hastalıklarla ilişkili tüm çalışmalar bizim gibi ‘gen avcıları’ ile hekimlerin ortak çalışmalarıdır. Çalışmaya lisansüstü tez çalışmalarını yapan iki öğrencimin yanı sıra, iki tıp fakültesinden üç farklı ekip katıldı. Bu ekiplerde stanbul Üniversitesi stanbul Tıp Fakültesi’nden iki nörolog ve bir histolog ile Kocaeli Tıp Fakültesi’nden bir nörolog var. Hasta ailesini televizyonda görmüştüm. Doğu illerimizden birinin valisi, hastalığın tanısı konulamayan bu ailelere yardım edilmesini istiyordu. Valiyi telefonla aradım, bir hastayı anne ve babasıyla birlikte stanbul’a gönderdi. Tetkikler sonucunda hastalığın bilinen bir hastalık olmadığı anlaşıldı. Bunun üzerine, doktora öğrencim Sibel Uğur şeri ve yeni nöroloji uzmanlığını almış Dr. Elif Kocasoy Orhan ile birlikte o ile gittik. Köyde hastaların muayeneleri yapıldı, kan örnekleri toplandı. Sonra da hastalığın tanımlanması, hastalıktan sorumlu genin bulunmasına yönelik uzun bir süreç başladı. z Hastalığın adını “zihinsel özür, motor işlevsizliği ve çoklu eklem katılığı” koyduk. ngilizcesi “intellectual disability, motor dysfunction and multiple joint contractures (IDMDC)”. Tıpta motor sözcüğü hareket sistemi anlamına kullanılıyor. Hastalar hiç yürümemişler. Konuşamıyorlar. Bazıları bir şekilde ihtiyaçlarını anlatabiliyor. Eklemlerin çoğu kasılmış ve yardımla bile açılamıyorlar. Hastalar genellikle otuz yaşından önce yaşamını yitiriyor. CBT Hasta ailelerini görmeye nasıl gittiniz? ATAileler bir dağ köyünde oturduğundan, baharı bekledik. Daha doğrusu, tüm köy tek aile. Yıllar önce beş kardeş göçmen olarak gelip bu köyü kurmuş. Eşleriyle de aralarında kan bağı varmış. Böylece şimdi yüz haneyi aşmış köyde, gelmişgeçmiş toplam 27 hasta olduğu söylendi, hepsi çalıştığımız hastalıktan muzdarip. AKRABA EVL L Ğ HASTALIKLARI Prof. Dr. Aslı Tolun ile Human Molecular Genetics dergisinde bu ay yayımlanan makalesindeki çalışmalar üzerine konuştuk (*). l sağlık müdürü bizimle çok ilgilendi. Zaten olağanüstü sorumluluk sahibi bir kişi. Bir ekiple birlikte ilin tüm köylerini tek tek dolaşmış ve özürlüleri kayda geçmiş. Bize her türlü desteği verdi. CBT Hastalığı nasıl tanımladınız? AT Dr. Elif Kocasoy Orhan köydeki tüm hastaları görmüştü. Sonra bir aileden iki hasta kardeşi Prof. Piraye Oflazer ile birlikte stanbul Tıp Fakültesinde ayrıntılı olarak inceledi. Nörologlar beyin radyografisi (MRI ve tomogrofi), kas iletisi, sinirsel testler gibi tüm gerekli tetkikleri yaptılar. Prof. Oflazer kasları da ayrıntılı olarak inceledi, onlarda bir bozukluk olmadığını belirledi. Doç. Bülent Kara başka bir aileden iki hasta kardeşin tetkiklerini Kocaeli Tıp Fakültesi’nde yaptı. Hastalığın ilerlemiş olması nedeniyle, bu çalışmalar hiç de kolay olmadı. Hatta istenen tetkiklerin tümü yapılamadı. Histolog Prof. Seyhun Solakoğlu ise elektron mikroskopunda kas ve kan hücrelerini inceledi. Kan hücrelerinde, içerisinde birikinti olan tuhaf vakuoller (zarla çevrili depolanmış madde) buldu. CBT Genetik araştırmaları nasıl yaptınız? AT Hastalık geni aramaya yönelik araştırmalarda önce hastalıktan sorumlu genin yeri, yani kromozom adresi aranır. Adresi bulmak kolay olmadı. Çünkü annebabaların akrabalıkları uzaktı. Bu durumlarda gen bölgesi çok küçük olur. Ama gen bölgesinin küçük olması başka bir açıdan çok iyidir, çünkü küçük bir bölgede az sayıda gen olur. Bulduğumuz bölgede on üç gen vardı. Bunların birinde mutasyon (gen kusuru) olmalı ve ailenin hasta bireylerinde genin iki kopyası da kusurlu olmalıydı ki, bu kişiler hasta olsun. Bölgedeki on üç genin her biri hastalıktan sorumlu olmaya adaysa da, hastalığın niteliği nedeniyle, aradığımız genin beyinle ilgili olduğunu var saydık. Veri tabanlarını inceledik ve beyin dokularında proteini sentezlenen genleri en güçlü aday saydık. Genetik incelemeleri yapan yüksek lisans tez öğrencim Yeşerin Yıldırım ilk olarak, en kuvvetli aday olduğunu düşündüğü dört geni birden incelemek istedi. Hastalarda bu genlerde mutasyon aradı. Ve sonunda birinde buldu. CBT Nasıl bir gen bu? AT Erlin2 isimli bir gen. Kardeşi Erlin1 gi CBT 1266/ 6 24 Haziran 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle