Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EĞ T M: Temel sorunlar Eğitim sorunları ülkemizde, ne yazık ki ancak LYS, SBS, ALES, KPSS’de ya da öteki sınavlarda bir sorun olduğu zaman gündeme geliyor; oysa çağdaş toplumun olmazsa olmazı eğitimdir ve hep gündemde olması gerekir. Ahmet Kocaman, Ufuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Üniversitelerde sendikalaşma çalışmaları üzerine Kamu çalışanları içinde sendikalaşma çalışmalarını sürdürürken değişik sorularla karşılaşırsınız. Bunlardan en çok karşılaştığınız soruda ”Sendikalar ne işe yarar?” İrfan O. Hatipoğlu, Mustafa Kemal Üniversitesi (iohatip@hotmail.com) E CBT 1266/ 18 24 Haziran 2011 ğitim elbette çok bileşenli bir konudur: öğrenme, öğretim, dil, öğrenci, öğretmen, okul düzeyleri, amaç,izlence, kuram, uygulama gibi birçok boyutu var. Eğitim fakültelerimizde bunların birçoğu bir ölçüde tartışılıyor; konu ile ilgili OECD göstergeleri ele alınıyor ancak nedense istediğimiz sonuçlara bir türlü ulaşamıyoruz; bunun nedenlerini sorgulamak zorundayız. Bize göre en temel sorun geleceğe yönelik planlama ve uzgörü (vizyon) eksikliğidir. Planlama bir yandan hangi düzeyde, hangi alanda ne kadar okul, eğitim kurumu açılacağını belirlemek, bunun için gerekli kaynakları sağlamak, ayrıca eksikleri belirleyerek, eğitimin niteliğinin arttırılması için ne türden önlemler alınması gerektiği konusunda düşünce üretmektir. Bunları başarmak için asıl yapılması gereken ise ülkemizde öncelikle meslek ve akademik eğitim konusundaki önceliklerin saptanmasıdır. Birçok Avrupa ve Batı ülkesinde orta/yükseköğretimde eğitim %65 meslek ve %35 akademik nitelikli olarak planlandığı halde, ülkemizde bu oranlar tersine işlemektedir. Bunun sonucu eğitimin işlevsellikten uzaklaşması ve diplomalı işsizlerin sayısının artmasıdır. (OECD ülkelerindeki durum için bkz Education at a Glance 2009.) Bunun gibi gerçekçi planlama yapılmadan her ile bir üniversite açılması ve vakıf üniversitelerinin sayılarının arttırılması da eğitimdeki planlama yanlışlarındandır. Her ile bir üniversite açılması kuramsal düzlemde elbette tümüyle yanlış olmayabilir ancak öncelik ilk ve ortaöğretimde niteliğin arttırılmasıdır. lk basamaktaki sorunları çözmeden ikinci basamağa geçiş yine üniversite mezunlarının düş kırıklıklarına yol açmaktadır; sözgelimi, iki yüz bini aşkın öğretmen adayına görev verilememesi, ülkemiz açısından büyük bir savurganlık olmanın ötesinde, insana ve eğitime verdiğimiz değerin yüz kızartıcı bir göstergesidir ve bunun da temel nedeni plansızlıktır. Planlamanın bir yönü de eğitim fakültelerinin belli alanlarda uzmanlaşmalarının sağlanmasıdır. (1960 öncesi yabancı dil öğretmenlerinin yalnızca üç eğitim enstitüsünde yetiştirildiğini anımsamalıyız.) Eğitimin başarısı için planlamadan da önemli konu, öğretmenin niteliği konusudur, çünkü eğitimin en başat öğesi öğretmendir. Aslında Cumhuriyetin kurulmasıyla nitelikli öğretmen yetiştirme konusu önemsenmiş ve bu yolda bilindiği gibi öğretmen okulları, köy enstitüleri, eğitim enstitüleri deneyimleri yaşanmış, daha sonraki yıllarda öğretmenlik büyük ölçüde üniversite düzeyinde ele alınmaya başlamıştır; ancak gerçekleri görmek durumundayız: özellikle köy enstitüleri ve öğ Education at a glance 2009, OECD Indicators, OECD 2009. Öğretmen Yeterlikleri TED, Ankara, 2009 retmen okulları deneyiminden sonra başarılı sonuçlar alındığı söylenemez. Açıkça söylemek gerekirse, başarısızlığımızın en önemli nedenlerinden birisi öğrenci seçimindeki yetersizliktir. Birçok konuda olduğu gibi öğretmen adaylarının seçiminde de en büyük yanlışımız salt test sınavıyla öğrenci yönlendirmektir. Bunun ötesinde, öğretmen okullarında sanat, yazın ve kültür derslerinin ayrıcalıklı bir yeri olması gerekir. (Köy enstitülerinde sanat ve kültür derslerinin izlencenin en az yüzde otuzunu oluşturduğunu, okulların en gelişmiş biriminin kitaplıklar olduğunu, bir müzik aleti çalmadan müzik dersinde başarılı olunamayacağını anımsayalım.) Bu çerçevede son dönemlerde en çok tartışılmaya başlayan konulardan birisi öğretmen yeterlikleridir. (bkz. TED, Ankara, 2009) Gerçekten de öğretmen/öğretici sorunu çözümlenmeden eğitimde başarılı olma olanağı yoktur. Nitelikli öğretici yetiştirme konusu ise mesleğe nitelikli, istekli öğrenci yönlendirilmesi ile başlar.; Yatılılık, burs, iş güvencesi ile bu hiç de başarılamayacak bir şey değildir. Hizmet içi eğitimdeki süreklilik ve işlevsellikle öğretmen niteliği korunabilir ve geliştirilebilir. Anlamlı, iyi planlanmış hizmet içi eğitim öğreticilerin öz değerlendirmeleri için de yararlı olacaktır. Öte yandan, öğreticilerin, hizmet içi eğitim yoluyla eğitim süreçlerine doğrudan katılmaları da önemlidir. Bu yolla öğretmen yaptıklarına eleştirel bir gözle bakmayı öğrenebileceği gibi geleceğe yönelik düşüncelerini de dile getirme olanağı bulacaktır. Asıl önemli konulardan birisi de öğretmen eğitimi ile ilgili eğiticilerin durumudur. Eğitim enstitüleri döneminde en başta ilköğretim müfettişleri için özenle uygulanan (Müfettiş adayları için 35 yıl meslekte çalışmış olma koşulu aranıyordu.) uygulama kuram birlikteliği konusu, günümüzde Avrupa öğretmen yeterlikleri sisteminin geliştirilmesini önemseyen birçok ülkede de benimsenmiştir. Sözgelimi, Almanya ve Birleşik Krallık’ta öğretmen eğitiminde görev alan öğretim elemanlarının her beş yılda bir ya da zaman zaman okullarda çalışarak’ uygulama ile doğrudan ilişki kurmaları sağlanmaya çalışılmaktadır. (Bkz TED 2009, 4446) Özetle, eğitimin öncelikle akıllı derslik ve ekitap sorunu olmadığını, teknolojiyle birlikte, ama ondan önce kültürlü, yurdunu seven, öğretmekten önce öğrenmeyi önemseyen, insan sevgisi ile dolu öğretici yetiştirme sorunu olduğunu ve ancak çağdaş, bilimi önceleyen, planlı bir siyasa ile başarıya ulaşılacağını anımsamamız eğitimde başarı için birincil önemdedir. S endikaların ne işe yaradığı konusunda tüm kamu çalışanları sendikaları, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, bilim insanları değişik yayınlar hazırlıyor ve hemen her platformda sendikanın ve örgütlenmenin önemini anlatıyor olmalarına karşın, çalışanların bu soruya sormaları düşündürücüdür. Bu soru aynı zamanda, öğrenme isteği eksikliği dışında, sendikalaşma ve örgütleneme kültürünün gelişmediğini göstermektedir. Kamu çalışanlarının (memurlar) sendikalaşma uğraşları yakın zamanda yasal güvenceye kavuştu. Bu nedenle kamu çalışanları arasında sendikalaşma kültürü ve örgütlenme bilinci gelişmediğinden sendika üyelik oranı düşüktür. Tüm çabalara karşın toplam çalışanların yarısının (yüzde 57) sendikalara üye olduğunu görüyoruz. Üyelik oranları işkolunun özelliğine göre de değişiyor. Kamu işkollarında en çok üye sayısı eğitim, öğretim ve bilim hizmetleri iş kolundadır. Bu işkolundaki üye oranlarına yakından bakarsak üyelerin yüzde 51’ini de Milli Eğitim Bakanlığı çalışanları, yüzde 36’sı YURTKUR çalışanları ve yüzde 15’nide üniversite çalışanları oluşturmaktadır. Üyelik dağılımına baktığımızda Milli Eğitim Bakanlığı’nın çalışanlarının ağırlıklı olduğunu görülüyor. Bunun en önemli nedeni bakanlık çalışanlarının uzun bir sendikalaşma/dernekleşme çalışmaları içinden gelmeleridir. Örgütlenmenin yararlarını yaşayarak öğrenmiş olmalarıdır. Üniversite çalışanları arasında sendikalaşma oranının düşük olmasında birçok etken vardır. Bunlardan iki neden ağırlıklıdır. Birincisi, üniversite çalışanları arasında örgütlenme kültürünün gelişmemiş olması. kincisi de üniversite çalışanlarının akademik ve idari personel olarak iki farklı gruptan oluşmasıdır. Akademik kadro olarak tanımladığımız öğretim elemanları 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’na göre çalışır ve özlük hakları yönünden Yüksek Öğretim Kurulu’na bağlıdır. dari personel ise 657 Sayılı Devlet Memurları Kanuna göre çalışır ve özlük hakları bakımından 657 sayılı Devlet Memurları Kanuna bağlıdır. K NEDEN Üniversitelerde iki farklı yasaya bağlı çalışılması, iki farklı çalışan grubu yarattı. Bu farklılık üniversite çalışanları üzerinde olumsuz etki yapıyor. Özellikle akademik çalışanların idari çalışanlardan kendilerine soyutlamasına, birlikte çalışma kültürünün gelişmesine engel oluyor. Farklılık, çalışma barışını bozuyor, verimli çalışmayı ve çalışanlar arasında iletişim kopukluğuna neden oluyor. Sendikal çalışma sanki idari personelin işiymiş gibi algılanıyor ve akademik çalışanlar sendika üyeliğinden uzak duruyor. Aslına bakarsanız üniversitelerde sendika en çok akademik çalışanlara gereklidir. Bu grup çalışanların büyük bölümü (yrd. Doçent, araştırma görevlisi, uzman, öğretim görevlisi, çevrici, okutman) sözleşmeli olarak çalışmaktalar. Kadrolara atanmaları, çalışmalarının sürekliliği üniversite üst yönetiminin inisiyatifine bağlıdır. Bunların dışında birçok özlük hakları yönünden üniversite yönetiminin keyfi/ politik/ cezalandırıcı uygulamaları ile karşı karşıyalar. Öğretim üyelerinin (Profesör, Doçent) yükselmeleri, akademik çalışmaları, yurtiçi/yurtdışı kongrelere katılmaları, diğer üniversitenin olanaklarından yararlanmaları, üniversite üst yönetimi tarafından keyfi olarak engellenebiliyor. Bu keyfi uygulamalara karşı, 2547 sayılı yasada akademisyenlere koruyucu/savunucu bir mekanizma geliştirilmedi. Bu nedenle üniversite üst yönetiminin keyfi/politik/cezalandırıcı uygulamalarına ancak güçlü sendikalarla karşı çıkılabilir. Diğer yandan akademik kadroların sendika üyeliğinden uzak kalması, üniversite üst yönetimini cesaretlendirmesinin yanında, idari personelin verdiği sendikal mücadeleyi zayıflatmakta. Üniversitelerde sendikal mücadelenin güç kazanması için iki farklı çalışma grubunun ortadan kaldırılması gereklidir. Bunun için akademik ve idari çalışanları ortak kapsayan yeni bir personel kanunu çıkartılmalı. Sendikalar ise akademik personel arasında sendikalaşmanın/ örgütlenmenin önemine anlatacak çalışmalar yapmalı. Bu tür çalışmalarla üniversitelerde örgütlenme kültürünün yerleşmesi ve birlikte olmanın güç anlamına geldiği bilincin oluşturulabilir. Bu yapılmadığı sürece üniversite çalışanları arasında yaşanan sendikal örgütlenmedeki sıkıntıların aşılması zor olacaktır.