27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ortaçağ’da Çin Teknolojisinin Batı’ya Geçişi Yunan bilimsel metinlerinden önemli olanlarının hepsi, daha az önemli olanlarının da büyük çoğunluğu 7. ve 11. yüzyıllar arasında arapçaya çevrilmişti. Daha sonra bu metinler latinceye çevrildi. Yunancadan doğrudan çeviri 12. yüzyıldan önce başlamadı. Doğrudan çevirileri ilk yapanlar, Venedikli James (1128’de kırklı yaşlarında), Suffolk’lu Robert Grosseteste (d.1175) ve Flaman William Moerbeke (d:1215) gibi bilimcilerdi. Osman Bahadır mucitlerin bir listesini de vermektedir. Bundan başka, Schefer ve Kahle, Ali Ekber’in erken 16. yüzyıl türkçe eseri olan Kataynamah (Çin’in tarifi)’ı tanıtmışlardı. Tıpkı 200 yıl önceki İbn Batuta gibi Ali Ekber de, Çinli kadınlara hayran kalmıştı ve porselen, müzik vb.hakkında ve askeri konular üzerine birçok şey söylüyordu. yönde, kağıdı, matbaacılığı ve magnetik pusulayı ilettiler. Burada bunların karşılığında doğuluların ne almayı umabildikleri sorulabilir. 15. yüzyıla kadar Batı Avrupa teknolojisi, eski dünya bölgelerindeki teknolojiden daha geri durumdaydı. Aristocu mantığın aşırı katılığı, Asyalıların düşünme biçimine uygun düşmemişti ve gerçekten modern bilim, doğabilmek için bu kabuğu kırmak zorundaydı. Yunan ve Helen bilimsel klasikleri gerçekten, sadık Budistlerin Hindistan’a aramaya gittikleri sutralardan (Budizmin öğretileri) bile daha büyük bir hazine olabilecekti, fakat 13. yüzyıla kadar bunların hiçbiri elde edilemedi ve yine bunlardan hiçbiri, Rönesans’tan ve Vesalius ile Galileo döneminden önce Avrupalılar tarafından tam olarak özümsenmedi. Bu klasikler elbette arapça versiyonlarından elde edilmişti. Çinlilerin bu eserleri elde etmedeki başarısızlıklarının nedeni olarak büyük olasılıkla, Avrupa’nın teknolojik eksikliğini tamamlayan Çinli bilimcilerin teoriye olan ilgilerindeki bir eksiklik gösterilebilir. Her şey hesaba katılarak, Çin ve Batı arasındaki düşünce transferi için ilk bakışta görülenden daha büyük fırsatların çıkmış olmasına rağmen, bu düşüncelerin anlaşılmasının daha az gerçekleşmiş olduğu söylenebilir. İlk Hıristiyan ortaçağının çok başlangıçlarında, yunanca konuşan bir İskit, Karadeniz’in Yunan şehirlerinden ve buralarda okunan kitaplardan söz edebiliyordu. Ya da yunanca konuşan bir Alan, çince konuşan bir Hun ile Asya steplerinin ara dillerinden birinde iletişim kurabiliyordu. Ve bir RomanoSuriyeli tüccar, Canton limanında fikir alış verişine yetecek düzeyde çince öğrenebiliyordu. Fakat bir bütün olarak Çin ve Batı bilimi, birbirlerini o kadar az etkilemiş görünmektedir ki, bu tür verimli konuşmaların varlığı çok zayıf olmalıdır. Ancak teknoloji için durum farklıdır. Kaynak: Joseph Needham, Science and Civilisation in China, with the research assistance of Wang Ling, Volume I, Introductory Orientations, Cambridge at the university press, 1961. H er şeye rağmen Doğu Asya bilimi, latince çalışan bilim topluluğuyla birleşmemişti. Çinlilerin ve Hintlilerin insanlığın bilimsel hazinesine yaptıkları katkılar Avrupa’ya intikal etmedi. Bazı nedenlerle en büyük Yunanlı ve Romalı yazarların isimlerinin hemen hemen folklorik bir karakter kazanmış olması yüzünden, arapçadan latinceye çeviri yapıldığında daima Akdeniz eskiçağının en ünlü yazarları seçildi. İslam bilginlerinin Hint ya da Çin bilimiyle ilgili kitapları hiçbir zaman latinceye çevrilmedi. Arap ve Pers bilim adamlarının 16 önemli kitabından sadece biri 1700’den önce bir Avrupa diline çevrilmişti (Chester’li Robert tarafından çevrilen Harezmi’nin bir eseri) ve sadece biri daha 1800’den önce çevrildi (1718’de Renaudot tarafından Süleyman elTacir’in eseri). Bu eserlerden altısı, arapça ve farsça bilmeyenler için hala tamamen erişilemez durumdadır. Diğerleri 1800’den beri çevrilmektedir. İslam bilginlerinin Doğu Asya hakkında, Batı Avrupa’dakilerden daha iyi bilgi edinmeyi sürdürdükleri açıktır. Kahle, Ebu Bekir İbn Behram elDimaşki’nin türkçe bir eserine dikkat çekmektedir. Bu eser, ilk bakışta Blaeuw’un 1662’de yazdığı World Atlas’ın bir çevirisi gibi görünüyorsa da, gerçekte çok miktarda orijinal bilgi içeriyordu. Ayrıca elMagribi’nin 13. yüzyıl eserinden, 14. yüzyılın bazı eserlerinden ve 15. yüzyıla ait Uluğ beyin astronomi cetvellerinden alınmış materyalleri kapsıyordu. İbn Behram elDimaşki, eserinde ETKİLEŞİM OLMADI Modern Avrupa biliminin, bütün oluşum dönemi boyunca, Çint ve Hint katkılarından yararlanma durumu olmadı. Bu gerçek, Cizvitlerin, Çin bilim ve teknolojisini Batı’nın dikkatine sunmak için gösterdikleri büyük gayretlerin değerini azaltmaz. Çünkü bu çalışmaların hepsi, 1600’den ve daha çok da 1650’den sonra yapıldı. Hitti, “İslamın coğrafya yazını, Avrupa düşüncesi üzerinde doğrudan bir etki yaratmadı” derken, bu gerçeği kısmen dile getiriyordu. Müslüman coğrafyacıların eserleri, latinceye çevrilmek için çevirmen bulamazken, katkılarının çoğu da böylece Batı’ya geçiş olanağından mahrum kalmış oluyordu. Uzak Batı, ne Uzak Doğu’nun deskriptif coğrafyasına ve özenli haritacılığına, ne de Çinlilerin ve Hintlilerin eczacılığına ve tıbbına ilgi gösterdi. Doğu Asya biliminin, Avrupalılara ve Latinlere intikal etmemesine karşın, Doğu Asya teknolojisi için durum oldukça farklıydı. Engel ya da süzgeç etkisi sadece daha soyut bilimler için söz konusuydu. Teknolojik buluşlar, bilimsel düşüncelerin akıbetine zıt biçimde, doğudan batıya Hıristiyan çağının ilk 14 yüzyılı boyunca yavaş fakat büyük bir akış gösterdi. Örneğin, Moğollar ve diğer Orta Asya halkları, çok büyük bir verim sağlayan hayvan koşum takımlarını ve barut bilgisini Avrupa’ya taşıdılar. Araplar da aynı Yüksek öğrenimdeki sorunların kaynağı Sayın Celal Şengör’ün Zümrütten Akisler köşesinde “Rektör Olarak Bir Unamuno Olabilmek” [1] başlıklı yazısında “Geçenlerde HasanAli Yücel’den sonra Türk yüksek öğretim tarihinin en büyük yöneticisi olduğu kanısında olduğum dostum Kemal Gürüz’le ….” tümcesini okuduğumda “pes artık” demekten kendimi alamadım. B CBT 1114 / 22 25 Temmuz 2008 u şekilde bir sıralama gerçekten değerli bir eğitimci olan HasanAli Yücel’e de bence büyük haksızlık olur. Sayın Şengör acaba neden sayın İhsan Doğramacı’yı atlayarak sayın Kemal Gürüz’ü ikinciliğe uygun (layık) görmüştü. Öyle ya, rektörlere ve sonraki YÖK başkanlarına ortalığı temizleyerek! bırakan kahraman kurtarıcılarımızca destekli sayın Doğramacı değil miydi? Sayın Celal Şengör’ün çok iyi işler yaptıklarını söylediği rektör ve YÖK başkanları sayın İhsan Doğramacı’nın hazırladığı altyapı üzerine oturmadılar mı? Sayın Şengör bu sözünü ettiğimiz yazısı ile Sayın Orhan Bursalı’nın kendisi hakkında yaptığı şu saptamayı bir kere daha doğ rulamıştır: “Celal Şengör kendi alanında bilimsel olarak uluslararası düzeyde bile ne kadar yetkinbaşarılı ise, toplumsal (sosyal) alandaolaylarda o denli zayıftır.” Bir kişiyi Türk eğitim dizgesinin temellerini sağlam bir biçimde oluşturarak her türlü saldırıya karşın bugüne kadar gelmesini sağlayan kişikişiler düzeyinde gösterecek biçimde övebilmek için, o kişinin tüm yaşamı üzerine, yada en azından etkin olarak görev yaptığı dönemler üzerine biraz araştırma yapmak gerekmez mi? Ve bu araştırmayı yapmakta o kadar zor değil. En basitinden BilimTeknoloji dergisinin aynı sayısında [1] sayın Bursalı’nın Gündem köşesini okumak ve orada sözü edilen (sözde) anlı şanlı milliyetçi YÖK başkanlarından kimlerin kast edildiğini araştırmak yukarıda sözünü ettiğimiz de ğerlendirmeleri yeniden gözden geçirmeye sevk etmek bakımından yeterli olur sanıyorum. Ben burada kısaca sayın Kemal Gürüz’ün KTÜ (Karadeniz Teknik Üniversitesi) de 1985 lerde rektörlüğü sırasındaki uygulamalarını anımsatabilirim. O dönemde bildiğim kadarıyla yurt dışına doktora için en çok öğrenci gönderen üniversitelerden bir tanesi KTÜ idi. Hatta başka üniversiteler adına dahi doktora için KTÜ den öğrenciler gönderilmişti. Doktora için yurtdışına gönderilmek üzere seçilen öğrencilerin büyük çoğunluğu (neredeyse tamamı) Türkİslam sentezi görüşünde olan öğrencilerdi. O zamanki öngörü istek, bu görüş doğrultusunda seçilen kişilerin yurt dışında doktoralarını tamamlayıp yurda döndüklerinde gönderildikleri üniversitelerde temel yapıyı anlayışı değiştirmelerinin sağlanmasıydı. (zamanın ünlü deyişiyle) Netekim bir çok üniversitede bu başarıldı da. TarikatCemaat ilişkilerinin yoğun olarak yaşandığı üniversiteler nasıl ortaya çıktı acaba? Elbette o zaman bunların denetim (kontrol) altında tutulabilecekleri sanılıyordu. Ama bu kadrolaşmanın boyutları o kadar arttı ki sayın Kemal Gürüz’ün kendisinin bile müdahale etmesini gerektirecek durumlar ortaya çıktı. Bugün ulusalcı çizgide ülke çıkarlarını savunan, Mustafa Kemal’in ilkelerini yaşatmayasürdürmeye çalışan kişilerin çoğu o dönemlerde çeşitli karalamalarla dışlandılar, ezildiler. Şimdi, yangını başlatıp, sonra kendi evimize de sıçradığında söndürmeye çalışarak ne kadar kahraman olabiliriz? “Sayın Celal Şengör gibi hemen her konuda bilgisi olan uluslararası düzeyde kendisini kanıtlamış değerli bilim insanları, bu ülke ve insanlık için her zaman övünç kaynağıdır”, diyerek, umarım sayın Şengör’ün yaptığı yanlış değerlendirmeyi yapmıyorumdur! Kaynaklar: [1] Bilim Teknoloji, 11 Temmuz 2008, Yıl: 22 sayı: 1112. Yrd. Doç. Dr. Aytekin Aydemir, aaydemir@mersin.edu.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle