29 Eylül 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam FEZA GÜRSEY 1985 Yılı Nobel Fizik Ödülü için Feza Gürsey’i önermiştir. Cengiz Yalçın’ın “Nomination for the Award of the 1985 Nobel Prize for Physics” başlıklı adaylık başvuru formunda verdiği bilgiler, Feza Gürsey’in bilimsel başarıları hakkında yeterince aydınlatıcı görünmektedir. Aday gösterme formunun “the Nomination concerns the discovery (invention) of” başlıklı bölümü için Yalçın şunları yazmıştır: Aday gösterilmesine ilişkin buluşları (keşifleri): “Fizikteki temel simetriler, temel parçacık fiziğinde ve genel görelilikte en çok dikkat çeken konulardır. Bunlar arasında en önde gelenleri Fizik Nobel ise SUL(2) x SUR(2) chiral simetri gruplarının keşfedilmesi ve bunların linear olmayan gerçekleşmeleri, hadKomitesi’nce ronların benzer SU(6) simetrisi ve yüksek enerji fiziaday önerme ğindeki kuaterniyonik (quaternionic) ve oktoniyonik (ocgörevi verilen tonionic) yapıyla birlikte istisna gruplarının ortaya çıProf. Cengiz karılmasıdır. Bu son katkının öneminin belirtileri şimYalçın 1985’te diden, on bir boyutlu süpergravitenin çözümleri arasındaki oktoniyonik kürenin açığa çıkmasıyla ve coloNobel Fizik urflavour dinamikleri, büyük birleşme ve global süÖdülü’ne pergravite simetrileri bağlamında ortaya çıkan E2=SU(2) Feza Gürsey’i x SU(2), E3=SU(3) x SU(2), E4=SU(5), E5=SU(10), E6, E7 ve E8 istisna grup dizileriyle elde edilmiştir.” önerdi. Yalçın’ın bu açıklamaları, Gürsey’in XX. yüzyılın başlarında Max Planck (18581947) tarafından biçimlendirilen Kuantum Kuramı’nın ve Albert Einstein’ın (18791955) yaklaşık aynı tarihlerde geliştirdiği Görelilik Kuramı’nın problem alanlarında yüksek düzeyli matematiksel ve kuramsal araştırmalarda ve katkılarda bulunduğunu göstermektedir. Gürsey’in bu başarılarını daha iyi kavramak için Cengiz Yalçın tarafından yine aynı formun “Grounds for nomination (Detailed specification of grounds, bibliography, curriculum vitae and other relevant documents may be appended.)” başlıklı bölümünde verdiği bilgilere ve değerlendirmelere bakmakta yarar vardır. Adaylık Gerekçeleri: “Feza Gürsey, yüksek enerji, genel görelilik, katı hal, nükleer fizik ve istatistiksel sistemler gibi fizik konularında parlak katkıları bulunan çok yönlü kuramsal bir fizikçidir. Her ne kadar ilgi alanının sınırları çok geniş olsa da, bilimsel araştırmaları, doğadaki yapıları ve simetrileri olağanüstü bir yetenek ile ayırt etmek ve eşit derecede bir beceri ile bunları matematiksel olarak ifade etmek için birleştirmiştir. Aşağıdaki sınıflama onun başarısını değerlendirmekte yardımcı olabilir: (i) SUL(2) x SUR(2) chiral simetrinin keşfi ve matematiksel fizikte linear olmayan chiral modellerin ortaya çıkarılması; (ii) Benzer SU(6) hadron simetrilerinin keşfi (Radicati ile); Feza Gürsey ve ünlü fizikçi C. N. Yang. (iii) Quaterniyonik ve oktoniyonik yapıların ve yüksek enerji içerisindeki istisna gruplarının açığa çıkarılması; (iv) Conformal invariance ve Mach’ın Genel Görelilik İlkesi üzerine yaptığı çalışması (v) Parçacık fiziğine, istatistiksel mekaniğe ve grup kuramının nükleer ve katı hal fiziğine uygulanmasına yaptığı diğer katkıları;” Bu katkıları göz önüne alındığında Feza Gürsey’in, bilim tarihinde zaman zaman rastlanılan devrimci dönüşüm dönemlerinin karakteristik davranış modeli olan ve yerleşik kuramlara karşı korkusuzca almaşıklar önermek şeklinde betimleyebileceğimiz, düşünsel kavrayışı yüksek bir bilim adamı olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Yalçın’ın yaptığı sınıflama temel parçacıklar fiziğinin matematikselleştirilmesinde Feza Gürsey’in çok yüksek bir düzeye ulaşmayı başardığını göstermektedir. Kuramsal veya parçacıklar fiziğindeki bu yüksek düzeyli gelişmenin tarihsel soy kütüğüne göz atıldığında, XVII. yüzyılın sonlarına doğru başlayan ve doğayı matematikle tanımla geleneğinin zirvesine ulaşılmasında Feza Gürsey’in de büyük rol oynadığı açıkça görülmektedir. ‘ Kayıtlardan Cengiz Yalçın’ın 1992 yılı Nobel Fizik Ödülü için aday önermediği anlaşılmaktadır. [email protected] İnsan kendisini araştırmaya yönlendiren kaygılarını kaybetmiştir, bu yüzden insana yalnızca kontrol etme, denetleme tutkusu kalmıştır. Teknoloji Bilim Bağı Üstüne? Teknoloji tarihine bakıldığı zaman teknoloji ve bilimin büyük ölçüde birbirlerinden bağımsız geliştiklerini görüyoruz. Tarih boyunca zenaat yapan ustalar, zanaatkârlar bilim yapanlardan ayrı düşmüş. Gerçi, bilim adamları gerektiğinde, teknik bilgi ve beceri gerektiren işlerini kendi başlarına da gerçekleştirdikleri olmuş. Diyelim ki rasathanede birtakım teknik aletler kullanacaksa onları ustalara yaptırıyor. Ya da kendisi zaman zaman iş başa düştüğünde kendi aygıtını üretebiliyor. Örneğin simyacıların bir bölümü kendi küplerini kendileri yapıyorlardı. Yine de genelleyerek konuştuğumuzda, baştan beri bilim ve teknoloji uzun süre ayrı ayrı çalışmışlardır. Köprü yapan ustayla köprünün teorisini yaptığını söylediğimiz bilim adamı farklı alanların insanları olarak kalmışlardır. Batı kültürünün köklerine inmeye çalıştığımızda bilim ve teknolojinin köklerinin ayrı olduğunu görürüz. Aristotelesgil bakışta birisi poiêsis’tir öbürü theoria’dır. İki ayrı bilme biçimidirler; gerçekliğe iki ayrı bakış biçiminden ortaya çıkmışlardır. Oysa şimdilerde bilim, bilme eylemi, üretme eylemiyle ve pazarlama eylemiyle birleştiği için, theoria ile üretme işi (energia) çok yakınlaşmıştır. O anlamda Aristotelian bir theoria elimizden kaçmıştır. Teori yapmak için teori yapan insanlar sayıca epeyce azalmıştır. Demek ki Batı düşüncesinin, Batı kültürünün gelişimi içerisinde poiêsis ile theoria kucaklaşmasını sıkı biçimde görüyoruz. Bunlar iç içe girmiştir artık.. Elbette, praksis’in de, Eski Yunanca’daki yaygın anlamıyla, politik eylemin, bu eylem bilgisinin de Batı kültüründe yeri olmuş, iktidarı arzulama anlamında Hobbes’dan bu yana Batılının hayata bakışını etkilemiş, siyasi, ekonomik, askeri alanlarda yaşam savaşında Avrupalı zihniyetin çekirdeğini oluşturmuştur. Bilgi, bu üç temel kavram, theoria, poiêsis, praksis, odağında giderek bir üretim, bir poiêsis haline gelmiştir. Bilgi bir üretilecek ürün, bilgi üretimi bir mühendislik alanı içine girmiştir. Bilgi mühendisliği diye bir çalışma, araştırma, üretim alanı ortaya çıkmıştır. Bilginin teknoloji ile bu kadar sıkı etkileşimi ne anlama gelebilir? İkisi arasındaki yoğun etkileşim, ikisinin de çok hızlı bir biçimde, tüketime hazır bir duruma gelerek, değişimine, dönüşümüne yol açıyor. Belki de Heidegger yanılıyordu, Dasein’ı çok ayrı bir yerde görürken.. Örneğin, Heidegger Descartes’ı eleştirirken Descartes’ın dünyaya bilen (res cogitans) ve bilinen (res extans) olarak baktığını söyler.. Heidegger düşünme serüveninin bir aşamasında, şöyle bir savın ardına düşer: Diğer varlıklarla (Seiende) bir arada, ortaklaşa yaşadığımız bu dünyada, insan (Dasein) çok ayrıcalıklı bir konumdadır. Dünyadaki nesneler ontik nesnelerdir, ama insanın kendisi ontik değildir, ontolojiktir. Dolayısıyla nesnelere belki bir şekilde bakabilir ama kendine nesne gibi bakamaz. Çünkü, bu dünyanın içinde farklı konumda olan bir varlıktır o... Korkarım bu özellik artık insanın elinden gitti. Hayatla bilgi arasında Heidegger çok büyük bir farklılık görüyordu. Dasein yaşar ama bilmez. Bilgi sözcüğü Heidegger’de can alıcı bir önem taşıyacak biçimde geçmez. Yaşamak bilmektir zaten. Yaşıyorsan bir biçimde hayatın sürüyorsa, anlıyorsan, yorumluyorsan her şeyi kavrıyorsun demektir. Dasein’ın yaşayışı böyledir. Ayrıca bilgi diye bir şeyi ortaya koymanın anlamı yoktur. Oysa şimdi bunların hepsi birbirine karıştı. Eskiden bilimin konusu olduğunu söylediğimiz şeyler teknoloji ile birleşti. Dolayısıyla insanın artık dünyada ayrıcalıklı bir yeri görünmüyor. Gen mühendisliği ortaya çıktı, kendi genine müdahale edebiliyor, vücut organlarını değiştirebiliyor. Bilgisini devamlı olarak dünyayı değiştirmek, dünyayı denetlemek, dünyaya müdahale etmek için kullanıyor. Teknoloji o anlamda her şeye karışıyor. Dolayısıyla İnsan kendini ve dünyayı karıştırmakla meşguldür. Bu iki anlamda anlaşılabilir: hem karmakarışık ediyor anlamında hem de karıştırmak (confusion) anlamında anlaşılabilir. Böylece her şeyi daha karmaşık hâle getiriyor. İnsanı şaşkın(perplexed) bir duruma sokuyor. Doğrusu, Aristoteles’in anladığı anlamda insan şaşırmadığı için şaşkın oluyor. Çünkü şaşırsaydı felsefe yapardı. İnsan kendisini araştırmaya yönlendiren kaygılarını kaybetmiştir, bu yüzden insanda yalnızca kontrol etme, denetleme tutkusu kalmıştır. CBT 1114/ 11 25 Temmuz 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle