28 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

On parmak Eğitimi yeniden düşünürken daktilo, onparmakİ ta marifet Dr. Yelda Özsunar Dayanır, Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi Radyoloji, Aydın, [email protected] A CBT 1112 /22 11 Temmuz 2008 talarımızın methede methede bitiremediği, on parmağında on marifeti olan kadınlarımız veya erkeklerimiz, tahminim en çok da 60’lı, 70’li yıllarda, parmaklarına bir marifet daha ekleyip on parmak daktilo öğrendiler. Bu marifetle, sözü simültane yazıya çevirip bakanlara parmak ısırttılar. Bu gözdelikleri, daktilolar antikacı dükkânlarına girene kadar devam etti. Bilgisayarlar ortalıkta yaygınlaştıkça, on parmak yazabilen insanlar seyreldi. Ben seyrelmenin farkına bir casus gibi her şeyi incelediğim ABD’nin Boston şehrinde vardım. Etrafıma baktığım küçük büyük herkes, bilgisayar kullanırken on parmağını kullanıyor, bastığı harflere klavyede bakma gereği duymadan, sadece ekrana bakarak dilediğince ve çarçabuk yazabiliyordu. Bu mahir parmakların yanında kendi parmaklarımı topal karıncalara benzetiyordum. Neden bu insanlar gibi on parmağım tuşların üzerinde dans etmeyi bilmiyordu? Bilgisayara ve tuşlarına bu kadar bağımlı olduğumuz bir çağda benim gibi insanlar ne kadar çok zamanı boşa harcıyorlardı? Bu marifeti nasıl kazanmışlardı? Küçük bir sorgulama gösterdi ki, lise çağında, benim geometri veya aruz vezni öğrendiğim yıllarda, Boston’daki yaşıtlarıma on parmak daktilo dersleri veriliyor ve nesiller bugünlere hazırlanıyordu. Ülkeme döndüğümde on parmak daktilo kursu arayıp durdum. Kurs açılırsa hemen haber verin diye tembihledikçe tembihledim. Bu güne kadar ne bir haber veren oldu, ne de bu konuya bir parmak basan. Üniversitelerimiz veya liselerimiz, on parmakla yazabilen insanların yazdıkları bilimi ezberletmeye devam ettiler; sekiz parmağımız işsizliğe, gençlere öğretme planlayanlar da derin uykularına… Neyse ki akıllı insanlar boş durmadı. İnternet denen koca kazana, hem de ana dilimizde, on parmak daktilo yazmayı birkaç haftada öğreten leziz programlar hazırlayıp attılar. Hem de bedava! Üstelik de şöyle dediler (1): “Uzun süre bilgisayar kullanan bazı kişiler; “Ben on parmak bilmiyorum ama; ikiüç parmağımla çok hızlı yazabiliyorum veya rahatlıkla işlerimi halledebiliyorum, bu yüzden onparmak öğrenmeme gerek yok” diye düşünebilirler. İki veya üç parmağınızla istediğiniz kadar hızlı yazın, orta düzey bir on parmak kullanıcısının hızına hiçbir zaman yetişemezsiniz. Çünkü, siz iki parmağınızla yazmaya çalışırken, onparmak kullanan kişi sizden 8 sayı önde başlamış olacak. Ayrıca, siz iki parmak yazarken, önce yazacağınız metne, sonra ellerinize ve daha sonra da ekrana bakma ihtiyacı hissedeceksiniz. Bu üçlü döngü sürekli devam ederken, gözünüz ve beyniniz gereğinden çok fazla efor sarf edecek. Bu da yazma hızınızı oldukça düşüreceği gibi, dikkatiniz dağıldığı için de hata yapma olasılığınız oldukça fazla olacaktır. Özellikle yabancı dildeki yazıları yazarken, çok daha fazla zorlanacaksınız. Oysa on parmak yazımında, ekrana ve ellere bakma ihtiyacı duyulmadığı için, göz sadece yazıyı takip edecek ve beyniniz siz farkında olmadan çoktan ellerinize yazıyı yazdırmış olacak. Böylece çok daha hızlı, hem de aynı oranda daha az yorularak daha fazla yazı üretebileceksiniz.” Arayıp bulanlara, öğrenmeyi sevenlere… Kaynak: 1. http://www.adlikatiplik.tr.gg/ Ahmet Kocaman, Ufuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi lköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimde en az 15 milyon öğrenciyi ve ailelerini ilgilendiren eğitim sorunu ne yazık ki çoğu zaman yalnızca sınav dönemlerinde tartışılıyor ve okulların açılmasıyla birlikte kendi haline bırakılıyor. Yüksek oranlara ulaşan başarısızlıklar nedeniyle son yıllarda daha çok gündeme gelse de eğitim konusunda somut çözümler üretmekten yine de çok uzaklardayız; oysa sorun çok önemli ve ülkemizin geleceğiyle yakından ilgili. En önemli eksiğimiz, özellikle MEB düzeyinde hiç değilse 2030 yılı kapsayacak bir uzgörüden yoksun olmamız. Son 50 yıldan beri bilimin önceliğini benimseme istencini bile gösteremedik; bilim temel alınmayınca nereye varılacak? Batı’nın, Avrupa’nın 17. yüzyıldan bu yana ilerlemesini bilime borçlu olduğunu, bunun için büyük özveri ve savaşımları göze aldığını niye görmezden geliyoruz? Geçmişte bilimi öne çıkardığımız 2030 yıllık dönemde (192345) eğitimdeki başarılarımızı görmezden gelmemiz de ikinci aymazlığımız. Eksikleri olsa da köy enstitüleri, öğretmen okulları, eğitim enstitüleri geleneğinin kazanımları nasıl göz ardı edilebilir? Hangi teknolojik araçlar kullanılırsa kullanılsın eğitimin belkemiğini öğretmen oluşturur. İnsan sevgisi, meslek sevgisi, kendisini sürekli yenileme kaygısı taşıyan, yurt sevgisini, hizmet aşkını her şeyin üzerinde gören öğretmen yetiştiremediğimiz sürece eğitimde ne yapılsa boşunadır. Bu nedenle MEB’in birincil görevi öğretmen eğitimini önemsemek, YÖK’ün ana hedeflerinden birisi de eğitim fakültelerine üniversite içinde gerekli saygınlığı kazandırmak olmalıdır. Bu çerçevede, eğitim fakültelerinin bir özdeğerlendirme yapma gereği de gözardı edilemez. Bu amaçla, a) Eğitim fakültelerinin ülke çapında belirli alanlar açısından uzmanlaşması ( örn. yalnızca belirli fakültelerde sınıf öğretmenliği ya da Türkçe/İngilizce öğretmenliği bölümlerinin açılması) b) Yüksek lisans ve özellikle doktora programlarının, nitelikli öğretim kadrosu tamamlanıncaya değin, ancak belirli fakültelerle sınırlandırılması. c) Eğitim fakültelerinde görev alacak öğretim elemanlarının uygulama deneyimlerinin olması(sözgelimi, araştırma görevlisi seçiminde ölçütlerden birisi bu olabilir) d) Bu sonuncu konuyla bağıntılı olarak üniversiteokul işbirliğinin arttırılması, biçimcilikten arındırılması ve hizmet içi eğitimde fakültelerin etkinliğinin arttırılması İlkortayüksek öğretimi bir bütün olarak görülememesi de eğitimdeki başarısızlıklarımızın başında gelmektedir. Bu bütünlük ve düzeyler arasındaki ilişkiler iyi anlaşıldığında akademik ve meslek eğitimi ayrımı da daha akılcı biçimde yapılabilir; çünkü bu rehberlik hizmetlerinin geliştirilmesini,meslek eğitiminin işlevselliğinin ve saygınlığının arttırılmasını da gerektirecektir. Bu gereklilik ayrıca ilgilileri MEB, üniversite ve toplum işbirliğini daha gerçekçi biçimde ele almaya yönlendirecektir. Bu yaklaşım üretken, yaşama dönük, toplum için eğitim anlayışını da güçlendirecektir. Eğitimde bu büyük ölçekli amaçları gerçekleştirmenin yöntemi ise biçimsel, teste dayalı sınav sistemi yerine, test sınavını da içeren ama düşünmeyi ve yaratıcılığı özendiren okuma, yazma ağırlıklı, bireyin özel yeteneklerini de kapsayacak biçimde çoklu bir sınama düzeninin egemen kılınmasıdır. Bütün bunların başarılabilmesi için tek seçenek ise MEB’in kesinlikle siyasal etkilerden arındırılması ve eğitim işlerinin bir bilim kurulunca düzenlenmesidir; ancak eğitimin planlanması yalnızca eğitim bilimleriyle sınırlandırılamaz; ilgili bilim dallarının işbirliği önemli bir bileşendir. Eğitimin bilimce yönlendirilmesi en az Adalet Bakanlığı’nın siyasal etkilerden uzak tutulması kadar gereklidir. TAEK ve DSİ arasında bir iş sözleşmesi yapılmalı ve ivedilikle uygulamaya konulmalı 3. Özellikle toplam alfa ve beta üst sınır değerlerinin aşıldığı içme sularından günde içilen ortalama su miktarına göre vücudun alabileceği ‘radyasyon dozları’ küçük çocuklardan başlanarak, çeşitli yaş grupları ve yetişkinler için hesaplanıp sonuçlar internet sayfalarında halka açıklanmalı (Bkz. /1/ Çizelge 2). Yukarda önerilen kapsamlı araştırma ve geliştirme çalışmaları gerçekleştiğinde Türkiye genelinde kentlerden köylere kadar, radyoaktif maddelerin içme sularında ne miktar bulunduğu ve bunlardan insan vücudunda oluşabilecek radyasyon dozlarının büyüklüğü, doğal radyasyon dozlarıyla karşılaştırmalı olarak ortaya konabilecek, halk doğru olarak bilgilendirilecektir. Almanya’daki 650 çeşit şişe suyu için bu yapılmakta ve içme sularındaki sadece radyoaktivitenin açıklanması değil, bu suları içen küçük çocuklardan yetişkinlere kadar vücutta oluşabilecek radyasyon dozları da ayrı ayrı hesaplanıp, sonuçlar internet sayfalarında halka sergilenmekte. Benzer kapsamlı çalışma ve açıklamaların AB yolundaki ülkemizde de yapılmasının, durumun ‘olduğu gibi’ ortaya konulması açısından yararlı olacağı ve içme sularının çoğunda zaten çok düşük olacağı beklenen radyoaktivitenin bu konudaki spekülasyonları ya da abartmaları önleyeceği de açıktır. /1/ İçme Sularındaki Radyoaktivite ve Sağlığımız, Y.Atakan,Tübitak Bilim Teknik, Nisan 2008 /2/ Şekil 2’de: Radyoaktivite birimi: 1 Bq: Saniyede 1 bozunmaya uğrayan radyoaktif madde.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle