Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
BİLİM TARİHİ Kent Kültürü Batı'nın bilimini ve sanatını niçin alamadık? Osman Bahadır Batı'nın bilimini ve sanatını alamayışımızın nedenleri şunlardır: 1 Batı'nın bilimine ve sanatına dair bilgiler ve deneyimler ülkemiz insanlarına doğrudan nazil olamayacağına göre Batı dillerini bilmek gerekiyordu. Fakat Osmanlı Devleti'nde Batı dillerini bilmek, en hafif deyimle uygun bir davranış olarak görülmüyordu. Sözgelimi birinin evinde yapılan bir aramada Batı dillerinde yazılmış bir kitap bulunduğunda, tutulan zapta “kâfir hattıyla yazılmış bir kitap” diye geçiriliyordu. Osmanlı tarihçisi ve Mecelle'nin yaratıcısı Cevdet Paşa, kendisi de medreseden yetiştiği halde, medrese hocalarının kötülüğünden korktuğu için Fransızca'yı gizlice öğrenmişti. Cevdet Paşa'nın kızı ilk kadın romancımız Fatma Aliye Hanım da babasından gizli olarak Fransızca öğreniyordu. Çünkü özellikle kadınların yabancı bir dili öğrenmeleri kınanmayı gerektiren bir davranıştı. 2 Osmanlılarda 19. yüzyılın son çeyreğine kadar resim ve heykel yapmak yasaktı. Hatta şekil ve şema içeriyor diye harita çizmeyi ve bulundurmayı yasaklayan Osmanlı yöneticileri bile görüldü. 3 Osmanlılarda otopsi yapma yasağı ancak 1841 yılında kaldırılabildi. Çiçek aşısının dine aykırı olmadığına dair fetva 1845 yılında verildi. Ancak diş dolgusu yaptırmanın dine aykırı olmadığına dair fetva Osmanlı Devleti döneminde alınamadı. Bu fetvanın verilmesi, 1924'te Cumhuriyet Hükümeti Şer'iye Vekili Musa Kazım efendiye kaldı. 4 Evrim kuramı, meşrutiyetten sonra yayınlanan bir zooloji kitabına bile ancak kötülenerek girebildi. 1913'te Kastamonu Lisesi tabiat bilgisi öğretmeni, öğrencilerine evrim teorisini anlattığı için aynı okulun Arapça öğretmeninin (O zamanlar liselerde Arapça dersi de okutuluyordu) ihbarı üzerine tutuklandı. Küreselleşme teknolojiyle birlikte olur ya da göstermeliktir Teknoloji kullanımına esir düşmemenin yeni bir insan ve yeni bir uygarlık parametresi olması gerektiğini düşünenler artıyor. Bunu gerçekleştirebilmek için yaşama ilişkin bütün tanımların insandan başlaması, çağdaş yaşam ve tüketime yönelmiş para kokulu bir kapitalizmin yıkadığı beyinlerin, başka perspektiflere yöneltilmesi gerek. Geleceğin gerçek sorunu bu! Doğan Kuban E Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı kanunu ve Atatürk "Türkiye Büyük Millet Meclisi 5 Aralık 1934'te Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkını vermiştir. Bu karar hakkında Atatürk kendi el yazısı ile şöyle demektedir: Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde; peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını evdeki medeni mevkiini salâhiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatta belediye seçimlerinde tecrübesini yapan Türk kadını, bu sefer de mebus seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salâhiyet ve liyakatle kullanacaktır." http://ataturk.yargitay.gov.tr/hukuk/trkadin.html (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, C. XX, Sayı : 80, 1956, s. 741) ğer herhangi bir kurum ya da kişi, sermaye ve para sözcükleri de ağzından düşmüyorsa, küreselleşmeyi ve Avrupa Birliği'ne girmeyi vazgeçilmez amaçlar olarak gösteriyorsa, bu olgularla bütünleşmiş ve bugünün yaşamının bunlardan ayrılmaz gerçeğini de dile getirmelidir: Küreselleşmenin temel öğesi kapitalist teknoloji toplumudur. Eğer siz teknoloji toplumu olmanın eğitsel ve sosyal gelişme yollarını tıkıyorsanız, söylediğiniz ve yaptığınız tutarsızdır. Düşünceniz anlamsızdır ya da bir sahtekâr olmak zorundasınız. Türkiye'nin bugünkü yönetiminin kafasıyla teknoloji toplumu olunup olunamayacağını kendilerine aydın diyenlerin düşünmeleri gerek. Teknolojinin egemenliği ve hayatı yönlendirdiği en az yarım yüzyıldır söyleniyor. Fransız Sosyoloğu Jacques Ellul'un “La Technique et L'enjeu du Siècle” (Teknik ve Yüzyılın Kaderi) adlı kitabı bu konunun en iyi yorumlarından biri olarak önemini koruyor. Bugün en basit insan toplumları bile uçak, araba, telefon, elektrik, bilgisayar ve silahın egemen olduğu teknolojik yaşam boyutunun esirleridir. 1948'de yayınlanan 'Mechanisation Takes Command' adlı kitabı ile Siegfried Gideion da bu gerçeği haber vermişti. Osmanlı ordularının iki ayda gittikleri Saraybosna'ya uçakla bir saatte gidiliyor. İnternette para transferi yarım dakika sürüyor. Teknoloji dünyasının egemenliğini sürdürmesi, yaşamın her alanında etkin teknikler yaratmasını ve kullanmasını zorunlu kılıyor. Ve temelde teknolojinin egemenliği bu tekniklerin yaşamımızı kesin olarak kontrol etmesinden kaynaklanıyor. Ellul, bunların politikada, reklamda, medyada, eğitimde, ulaşımda, üretimde kullanılan saptayıcı, yönlendirici programlar olduğunu söylüyordu. Hayatımızı düzenleyen bu teknikler ötesinde, teknolojinin onu neredeyse bilimle özdeşleştiren bir başka özelliği de, kendisini birkaç yılda bir yenilemesi. Bu değişme ivmesinde kapitalizmin de itici bir gücü kuşkusuz var. Bunu en iyi izlediğimiz alanların başında bilgisayar teknolojisi geliyor. Neredeyse birkaç yılda bir bilgisayarlar değişiyor, programlar yeniden yazılıyor. Bu hızlı gelişmenin savaş sanayisinde de var olduğunu Amerikan savaş makinesi her fırsatta kanıtlıyor. Enerji alternatifleri üzerindeki sürekli çalışmalar da bilimsel düşünceyi teknoloji üretiminin neredeyse içine yerleştiriyor. CBT 1092/7 22 Şubat 2008 Birazcık düşünen insan bütün bu gelişmeleri bir yandan merak, öte yandan korkuyla izleyebilir. Çünkü teknolojiye esir olmanın sonucu, insanın robotlaşmasıdır. Bu robot türban da taksa yine bir robot kalmak zorundadır. Çağdaş gelişmelerin, azgınlaşan para oligarşisinin insana yüklediği yeni sorumluluk da bundan kaynaklanıyor. Çünkü tüketim, insanları tenolojiye daha bağımlı olmaya zorluyor. İnsanların duyarlı olanları buna karşı çıkıyorlar. Bu nedenle bilime karşı çıkılıyor. Bu nedenle 'sezgi'ye dayalı bilgilenme süreçleri, bu nedenle dini içerikli yeni arayışlar ortaya çıkıyor. İlginç olan bu yeni davranışların peşinde olanların silahtan, otomobilden, cep telefonundan ya da bilgisayardan vazgeçmemeleridir. Teknoloji kullanımına esir düşmemenin yeni bir insan ve yeni bir uygarlık parametresi olması gerektiğini düşünenler de artıyor. Bunu gerçekleştirebilmek için yaşama ilişkin bütün tanımların insandan başlaması, çağdaş yaşam ve tüketime yönelmiş para kokulu bir kapitalizmin yıkadığı beyinlerin, başka perspektiflere yöneltilmesi gerek. Geleceğin gerçek sorunu bu! Biz bir yandan sürekli öğrenme, öte yandan tekniklerin insanı köleleştiren mekanizmalarını nötralize ederek, insan kimliğini korumak zorundayız. Neredeyse hepimiz teknolojinin sunduğu, tüketime sunulan her yeniliği bir gereklilik olarak görmeye koşullandık. 'Yeni' hiç sorgulanmıyor. 'Daha çok, daha çeşitli, daha hızlı' sorgulanmıyor. İnsanın özümseyebileceği şeylerin sınırı sorgulanmıyor. Boğulana kadar tüketim propagandası altındayız. Kuşkusuz bilginin artması insan aklının kaderidir. Bilgi ile birlikte araçlar da artar. Tüketilecek şey de artar. Bu süreç hızlandıkça öğretim de ömür boyu bir uğraşa dönüşür. Yaşam zorlaşıyor. Özgür kalma, insanlar arasındaki dayanışmaya ve tekniğin değişmesini insana yönelmiş bir duyarlıkla izlemeye ve yönlendirmeye bağlıdır. Öğretim kurumlarının ve üniversitelerin gelecekteki rolleri de bu sürekliliği ve dayanışmayı sağlayacak kurumlara dönüşmelerine bağlıdır. Bu öğretim, eğitim, araştırma ve insan merkezli felsefeler toplum yaşamına egemen olmaz da, Ortaçağı hedefleyen umutsuz ve garip ideolojiler teknoloji kullanımını dışarıya bağımlılığa ve sömürge olmaya yöneltirse, geleceğin toplumsal mezarlığını şimdiden projelendirmeye başlayabiliriz.