Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İnsanlık suçları Baki Nedim Baltacı D avutpaşa maytap fabrikası faciası, demiryolu kazası, karda donarak ölenler, zehirlenerek hayatını kaybedenler... içinde yaşadığımız durumun vehametini bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Genellikle hayatın kenarında yaşayan insanlarımızdan oluşan bir haftalık ölüm tablosu, yani yitirdiğimiz yüzlerce yurttaşımız bir müddet sonra sadece istatistik değerler açısından arşivdeki yerini alacak. Çok sayıda yoksulun bir dilim ekmek parası için bilerek canlarını riske soktuğu bu ölümcül mekanların failleri her zaman olduğu gibi rutin bir soruşturmadan sonra unutulacaktır. Bütün kötülüklerin arka planında menfaatlere, çıkara dayalı, denetlenemeyen bir gücün varlığını çoğumuz bilmekteyiz. Mekanik ömrü biten makinelerle işlenen cinayetlerin iş kazası diye sunulan kültür, kurbanlarının üzerinden beslenmektedir. Metal ömrü bitmiş raylarla yapılan tren taşımacılığından, Hititler döneminden kalan yollarda soğuktan ölen köylümüze, çatapat gibi patlayan kimyasallı facialara kadar birçok mekanda azrail sörf yapıyor. İçeceğimiz sudan, alacağımız havaya kadar her türlü yaşamsal değerin, siyaset sınıfının tercihi ile ne duruma getirildiğini gösteren bir istatistik yoktur. Fakat rantiyerlerin yok ettiği yeşillerin kümülatif toplamını hesaplayınca, insanlarımızın, çocuklarımızın geleceğinden nelerin çalındığını, eksildiğini, alındığını anlayabilmekteyiz. İstinye parkı diye anılan bölgenin üç emsalle inşaate açılması, yani onbinlerce metre yeşilin betona dönüştürülmesi her ne kadar iktidar partisinin tasarrufu gözükse de, muhalefetin oyları ile de desteklenmesi hegemonyal gücün geldiği noktayı göstermektedir.Aynı şekilde Kadıköy'ün içinde şehrin akciğeri sayılan arazilerden biri sayılan Tepe Nautilus Alışveriş Merkezi için verilen ruhsat, tarihi Caddebostan plajına verilen konut izni ve de 50 bin m2’lik 100 yıllık Göztepe Meteoroloji arazisi betonlaşırken, Kadıköy imar komisyonundan da oybirliği ile geçmektedir. İnşaat sektörünün taleplerine sıkışmış yerel yönetim anlayışlarına birçok örneği, yukarıda sıraladığımız olumsuzluklara rahatlıkla eklemleyebiliriz. Herhalükarda m2 ye düşen oksijen miktarını azaltan betonlaşma, insanlara hayatını daraltmaktadır. Sürü psikolojisi ile itilip kakılan toplum ortadayken, bu coğrafyanın binlerce yaşamsal sorunu tazeliğini korurken, temerkuz kampı gibi çalıştırılan milyonlarca kölenin yaşamı üzerinden uçarak, gündemi türbana, yani başka bir yüzyılın bakiyesine sıkıştırmak doğrusu maharet işi. Gerici kuşatmanın metazori bir dayatması olan bu gündem sonradan olacakların da jeneriğini göstermesi açısından önem arzetmektedir. Bunu talep eden ittifakın eski aktörlerinin özgürlükler skalasındaki geçmişlerine bakınca, telle talebe boğmaktan, insan yakmaya kadar uzanan bir listeyle karşılaşırız. Sonuçta kendine yer açmak için ötekini yani gurbetçilerimizi dışlayan, aşağılayan, öldüren Alman ırkçılarla Sivas'ta aydınları yakan gericilerin ortak dürtüsü hep aynı. Kendileri için diğerine çürümüş bir yaşam sunmak... tıpkı iş cinayetlerinde olduğu gibi tıpkı şehrin yeşilinin, oksijeninin rantiyerlerce yağmalandığı gibi. Avrupa'nın öncü genetikçileri istanbul'da A vrupa Moleküler Biyoloji Organizasyonu (EMBO), genç ve öncü genetikçileri İstanbul'da buluşturuyor. 2022 Şubat tarihleri arasında Boğaziçi Üniversitesi ile Sabancı Üniversitesi'nin ev sahipliğinde yapılacak toplantılarda Avrupa'lı EMBO ödüllü araştırmacılar TÜBA Üstün Başarılı Genç Bilim İnsanı Ödülü sahibi araştırmacılarla bir araya gelerek, bilgi ve deneyim paylaşımında bulunacaklar. Moleküler Biyoloji ve Genetik alanında yürütülen birçok yeni çalışmayı sunacak olan araştırmacılar, özellikle tıp alanında uygulamaya girmesiyle insan hayatını doğrudan etkileyecek araştırmalarını anlatacaklar. Bağışıklık sistemi, genom bütünlüğü, gelişim biyolojisi, üzerine yapılan oturumlarda kanserden Alzheimer hastalığına, Behçet hastalığından hücre yaşlanmasına kadar etkili olacak araştırma konularını tartışarak fikir alışverişinde bulunacaklar. EMBO'nun genç araştırmacılara yönelik programı akademik dünyadaki piramit sistemini aşarak, yeni araştırmacıların kendi laboratuarlarını oluşturmalarını, moleküler biyoloji ve genetik alanında bilgi üretiminin Batı Avrupa dışında çevre ülkelerde de gelişmesini, ABD kaynaklı çalışmalara alternatif olarak AB'nin bilimsel alanda gelişmesini amaçlıyor. Açılışını EMBO Başkanı Prof. Hermann Bujard'ın yapacağı ve 400'e yakın araştırmacının katılacağı konferans ayrıca Türkiye'de yaşam bilimleri ve genetik alanında araştırma yapmayı ve akademik kariyeri hedefleyen yüksek lisans ve lisans öğrencilerini teşvik etmeyi de hedefliyor. Bu çerçevede konferansta 80 poster sunumu yapılırken, İstanbul dışından gelecek 70 lisans ve yüksek lisans öğrencisine burs sağlanıyor. Bilindiği gibi Güneydoğu'nun başta petrol yatakları olmak üzere yeraltı zenginlikleri üzerine pek çok spekülasyonlar yapılagelmiştir. Bunlardan birincisi, güney sınırlarımızın İngiliz jeologların araştırmaları doğrultusunda, petrol başta olmak üzere doğal zenginliklerin ülkemiz dışında bırakılarak oluşturulduğudur. İkincisi, bu bölgede yer alan petrolün yabancı yerli güçler tarafından bir şekilde çıkarılmasına müsaade edilmediğidir. Üçüncüsü ise daha genel olup, ülkemizi kısa sürede zengin edecek yeraltı zenginliğinin (bor, altın, toryum vb yatakların) özellikle çıkartılmadığı meselesidir. ŞAŞIRTAN GÖRÜNTÜ Tüm Toros Dağları boyunca çinko kurşun, demir, boksit yatakları başta olmak üzere 15 yıldır araştırmalar yapan bir ekip olarak, Hakkâri'den çinko cevheri üretimi haberi üzerine, bölgeye hareket ettik. Aslında, Toros kuşağı boyunca yaptığımız çalışmalarda ve aynı kuşakta İran'da keşfedilen büyük çinko yataklarından da, burada jeolojik olarak bir cevherleşmeyi bekliyorduk. Hakkâri'den Zapsu boyunca Çukurca istikametine yaklaşık 30 km. ilerleyip Meskan Tepe'ye çıktığımızda ve üretilen cevher gövdesinin büyüklüğünü gördüğümüzde şaşa kalmıştık. Zira bırakın böylesi bir büyük yatağı, hiçbir devlet kurumunun envanterlerinde bölgede en ufak bir cevherleşme emaresinden bahsedilmemekteydi. Ertesi gün cevher zonu üzerinde yaklaşık 3 km yürüyünce şaşkınlığımız daha da arttı. Maden jeologlarının da bildiği gibi, çinko yağmur vb. yüzey sularıyla çok kolay çözülen bir element olduğundan yüzeyden derine doğru süzülür ve bu nedenle de çinko cevheri özellikle erimeli kayaçların olduğu alanlarda yüzeyde gözlenmez. Esas olarak çinko karbonat (simitsonit) cevheri şeklinde birkaç on, hatta yüz metre derinde bulunur. Bu SPEKÜLASYONLARA GELİNCE Gelelim yukarıda söz edilen spekülasyonlardan birincisine; İngiliz jeologlarından gelen bilgiler dahilinde sınırın petrol ve diğer yeraltı zenginliği temelinde oluşturulduğu meselesine. Görülüyor ki bu doğru değildir. Neden çinko kurşun cevherlerini bıraksınlar. Dahası Hakkâri'nin güneyinde Türkiye Irak sınırının her iki CBT1092/21 22 Şubat 2008 durum Hakkâri'ye benzer oluşuma sahip Kayseri (Yahyalı Develi) bölgesi yataklarında böyledir. Hakkâri bölgesinde ise çinko karbonat cevheri ortalama 5 m kalınlığında ve çoğunlukla katman yapılı olarak yüzeydeydi. Böylesi kalın bir cevherde ise üretim yeraltı şeklinde değil açık ocak işletmesi şeklinde yapılıyordu. İzleyen dönemde benzer yatakları, biraz daha değişik oluşumlu olarak Irak sınırına yakın hatlarda Çukurca bölgesinde de gördük ve burada da üretime geçildi. Daha sonra ise Uludere Şırnak bölgesinden cevher örnekleri gelmeye başladı. Sanki sihirli bir değnek değmiş ve her yerden maden fışkırmaya başlamıştı. Bu yatakları tek tek incelemeye başladık. Araştırmalarımız Hakkâri'den güneye, Çukurca'ya doğru yatak özelliklerinin değiştiğini göstermekteydi. Bulgularımıza göre Hakkâri bölgesi Türkiye'nin en büyük çinko potansiyeline sahipti ve dünyanın en önemli çinko maden bölgesi olmaya adaydı. Bunları düzenlediğimiz sempozyumda tartıştık ve Hakkâri bölgesi yataklarını Yerbilimcilere ilk kez tanıttık ve çalışmamızı sempozyum kitabında yayınladık. Sonuçta, Hakkâri bölgesinde dört şirket tarafından cevher üretimine başlandı. Yaklaşık üç yıl içinde 150 bin ton ortalama %28 çinko tenörlü cevher üretildi. Cevher Mersin'e taşındı ve 1 cm’ye kırılarak yurtdışına ihraç edildi. Bölgede yeni bir ekonomi ve iş kolu oluştu. Yakın gelecekte ise buraya teknik destek şart görülmektedir. yakasının jeolojik yapısı hiç yoktan birkaç 50 km için neredeyse aynı. İkinci soru ise bu bölgede var olan petrolümüzün özellikle çıkarılmadığıyla ilgiliydi. Şimdi düşünelim. En büyük çinko cevheri yatakları Hakkâri' de yüzeyde duruyor da biz bunu yüz yıldır bilmiyor ve işletmiyorsak, aynı durum neden petrol için söz konusu olmasın. Demek ki ülkemizi yeterince araştırmamışız. Burada suçlanacak birisi varsa o da dış güçler değil, kendimiz olmalı. Gelelim üçüncü sorumuz olan ülkemizdeki madenciliğin daraltıldığı konusuna. Ülkemizin yeraltı zenginliklerini günümüzde olduğu gibi, taş toprak şeklinde yurtdışına satmakla zenginleşemeyiz. Olsa olsa fakirleşiriz. Bor, krom, çinko, boksit vb. madenleri metalürjik işleme sokmadan yurtdışına ham madde olarak göndermemiz olsa olsa yabancı endüstrinin işine yarar. Bize değil. Hedefimiz altınımızı da, kromumuzu da çinkomuzu da, nikelimizi de üretmek, ancak belli ölçüde yurt içinde işlemek olmalıdır. Türkiye’de çok tartışılan altın madenlerinin Türkiye'de işlenip metale dönüştürüldüğünü de hatırlatalım. Artık ülkeyi yönetenlere ciddi bir iş düşüyor. Bu da; istihdam yaratma, katma değer elde etme, sanayimizi geliştirme adına yeterli rezervi olan madenlerimizin yurtiçinde işlenmesini sağlamak olmalıdır. TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP