Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam 2) Öğrenme evleri düşüncesinin temelini insanların körelmiş ama yok olmamış öğrenme yeteneklerini tekrar harekete geçirmek, olarak tanımlıyorsunuz... Doğrudur. İnsanın kalıtsal mirası ve milyonlarca yıldır çeşitli sorunları aşarak bugünlere gelebilmesinin sırrı, olağanüstü öğrenebilme yeteneğidir. Bu o denli güçlüdür ki, hiçbir statüye bağlı olmaksızın tüm canlılarda (yalnızca insanlarda değil) neredeyse eşit olarak dağıtılmıştır. Çünkü varlığını ancak o şekilde sürdürebilmektedir. Öğretmebenimsetme ise politik bir süreçtir. İnsanoğlunun kolay yönetebilmesi için icat edilmiş en “melun” silahlardan birisidir ve temelinde yine bu “kolay öğrenebilirlik” yatmaktadır. Yeterli güven oluştuğunda insan kendisine öğretilenleri, yaşam sürdürme sürecine katkısı olacağı inancıyla süratle öğrenebilmekte, halbuki öğretenbenimsetenler onu eviripçevirmek ve kolay yönetebilmek, çoğu zaman da kendi arzularının yardımcısı yapabilmek için “öğretmekte”dirler. Böylece yüksek öğrenme yeteneği zamanla körelmekte ve öğretmebenimsetme süreçlerinin verimini arttırabilmek için yapayverimsizgayrı tabii yöntemler (ezberletme, cezalandırma, sosyal kodlar icat etme gibi) uygulamaktadırlar. Halbuki, bütün bunların dışında insanlar, ihtiyaçları olan bilgibeceritutumdavranışları olağanüstü bir kolaylıkla öğrenebilmektedirler. Aynen diğer doğal ihtiyaçlarında (beslenme, üremeçoğalma, boşalma gibi) olduğu gibi “zekle” yapabilmektedirler. Öğrenme ne kadar doğalsa, öğretmebenimsetmekoşullandırma da o denli yapay ve verimsizdir. Öğretme temelli eğitimin olağanüstü başarısızlığının ve öğrenme temelli eğitimin yüksek başarısının altında bu ilke yatmaktadır. Ne yazık ki, moda haline gelen “öğrenci odaklı eğitim” de yine öğretme yoluyla yapıldığı için bir verim yüksekliği gözlenemiyor. Yaklaşık 3000 yıllık geçmişi bulunan öğretmebenimsetmekoşullandırma yöntemine ki ben zihinsel soykırım diyorum rağmen, doğal öğrenme yeteneği yok olmamış, sadece donmuştur. İşte BNGV'nin 14 yıllık çalışması boyunca öğrendiği budur. Bu doğal yetenek tekrar uyandırılabilmektedir. 2003 yılında başlatılan KiGeP (Kişisel Gelişim Platformu) (http://www.kigep.org.tr/) bugüne kadar bunu defalarca denemiş ve yaklaşık 1000 katılımcı bu seminerlere katılmıştır. Felsefeyle uğraşmak, “öğrenci” olmayı bilmek demektir. Öğrenci olamazsak, felsefeye olan ilgi dışardan bir ilgi olarak kalacaktır. Her zaman dışarlıklı bir felsefe uğraşıcısı oluruz. Felsefe Öğrenciliği İçten bir şekilde felsefeyle ilişkiye girmek ise öğrenci olmayı bilmekle olanaklı; çünkü, sonsuz bir öğrenme çabası var öğrencilikte, bu çaba da biter gibi de görünmüyor. Daha önce yaşamış olanlardan, düşünülmüş olanlardan bir şeyler öğreniriz. Aynı zamanda kendimizin onlarla olan ilişkisinden de bir şeyler öğreniriz. Bir üçüncü öğrenme daha var ki, bu kendi yaşamımızdan, başımızdan geçmiş olanlardan öğrendiklerimizdir. Çünkü felsefe kendi kişiliğimizi katmadan ilişkiye geçebileceğimiz, tarafsız bir tutumla veya soğukkanlı, yansız bir bakışla ilişkiye girebileceğimiz bir alan değildir. Görüşlerine kişilk katmak, bizde genellikle öznellik olarak görülür; öznellik de olumsuz bir kavram olarak yorumlanır. Öznelliği bir tür laubalilik, karşındaki nesneyle ilgilenmek yerine kendi özel çağrışım dünyana girip bir sürü laf söylemek olarak anlıyorlar. Benim burada sözünü ettiğim sorun, kendini düşüncene katma sorunudur. Dışımızdaki problemlere, herkes için ortak olan problemlere, herkesin, görebileceği, ele alabileceği problemlere, kendi bakış açımızdan, kendi duruşumuzdan, kendi deneyimimizden yola çıkarak, öznelliğimizden ziyade kendi özgüllüğümüzden, bize özgü olandan yola çıkarak bakabilme işidir ki, bu, sanıyorum, zaten bütün bilimcilerin, bütün düşünen insanların da yapageldiği bir şeydir.. Dolayısıyla, kendi özgüllüğünü yakalayabilmiş bir öğrenciliğin felsefe için gerekli çok olduğunu, ama bunun aynı zamanda çok zor başarılacağını düşünüyorum. Bunun çok büyük tehlikeleri de var. Bunun patolojik hali, kötü bir megalomani ve gaflettir; kendini bir matah sanmaktır ve her söylediğinin de özgün bir şeyler olduğunu düşünmektir. Bu, akademik hayatta gençken çok izin verilmeyen bir şeydir; çünkü gençken kendinize özgü laflar zaten ettirmiyorlar. Ama bir biçimde denetim mekanizmalarından kurtulup, deyim yerindeyse palazlandığınızda ve bir takım rütbeler alıp ağzınıza gelen her şeyi söylediğinizde, sizi denetleyecek bir güç olmadığı için kendinizi çok büyük bir insan sanmaya başlıyorsunuz. Şakşakçılar da olduğu sürece “Bastır hoca”, “Helal olsun hoca”, “Ne güzel söyledin hoca” dedikçe, üfürüğün bir fırtınaya dönüştüğünü görebilirsiniz. Bu durum çok tehlikeli. Çünkü felsefede öğrenci olabilmek, kesinlikle bir özeleştiriyle yürüyen bir şeydir. Bu, öylesine zalimane bir özeleştiri olmalıdır ki kendini yerin dibine sokup o soktuğun yerin üzerinde tepinmen gerekebilir. Ama bunun hastalıklı hali de “ben akılsızım”, “ben aptalım”, “dur bakalım” falan deyip hiçbir şey söylemeden, sonunda söylediklerini totolojik hale getirip sağlamlaştırmaya çalışmaktır. Felsefede çok güvenceli bir yol ararsan, söylediklerini öyle teknik ve analitik bir biçimde söyleyeceksin ki söylediklerinde herkes bir şeyler var sanacak. Tabii, örtük totolojiler olur bunlar da. Birçok akademik makalenin de böyle olduğunu düşünüyorum. Akademik rütbelerin koşullandırmaları da eklendiğinde insanlar, o bir takım dergilerde makaleler yazmak için böylesine hiçbir anlamı olmayan bir sürü laf söyleyebiliyorlar ve yazdıklarını galiba bir kendileri bir de hakemler okuyor. Onun dışında, bu yazılara, arada bir göndermeler, anlaşmalı ya da şaşkınlıkla yapılan göndermeler de olabilir. Çağımızdaki felsefe öğrenciliğinin zorluğu, felsefenin günümüzde geldiği yerle ilgili. Felsefe bir meslek haline geldiği için, akademik bir birimin içinde çalışan ve sırf maaş aldığı için onla uğraşan insanlar var; içinden geldiği için, başka bir şey yapamayacağı için değil. Hasbelkader bir felsefe bölümüne kapağı atmış ve oradan da ekmek parası kazanabilmek için terfi etmek zorunda olan insanlar var. Bu insanların da belli bir üretimde bulunmaları gerekiyor. Bu üretimin de ortalama, sıradan ve çok saçma laflar etmeyen bir üretim olması lazım. İyi bir felsefe öğrencisi olmak demek, felsefe yolculuğunun doğuracağı sıkıntılara katlanabilmek, o cesareti bulmak, hatta dalga geçilmeye, eğlenilmeye, dışlanılmaya katlanabilmek demektir. Felsefeciler çevresinden sürülebilirsin de, alay edilebilirsin, dalga geçebilirler, insan yerine konmayabilirsin; ama benim olduğum gibi popüler de olabilirsin. Bunlar çok tehlikeli şeyler ve hakiki bir öğrenmenin ve iyi bir öğrenci olmanın göstergeleri değiller. İyi bir öğrenci olmanın göstergesi, kendi yaşamıyla felsefe problemlerinin iç içe oluşundan bir şeyler öğrenebilmektir. Öğrenci, bu öğrenme sürecinde kendi sorunlarıyla felsefe problemlerini elbette karıştırmayacak. Ama onun yaşam sorunlarıyla felsefe problemlerinin koşut olduklarını görebilen biri olması gerekir. 3) Bu tezinizin pratikte bireysel deneyimlerin dışında, daha geniş çevrelerde doğru olduğu konusunda eldeki veriler nedir? Öğrenme evi tecrübesi bu konuda bir fikir veriyor mu? 2003 yılından bu yana yapılan çalışmaların bilimsel açıdan değerlendirilmesi için, ODTÜ Eğitim Bilimleri Fakültesi’ne bir değerlendirme çalışması yaptırılmış olup (http://www.ftp.beyaznokta.org.tr/SON%20RAPORNisan2005/) adresinden ayrıntılarına bakılabilir. Bu yaklaşımın, toplumun tüm kesitlerinde uygulanabileceğine ilişkin yalnız bizlerde değil tüm katılımcılarda bir kanı oluşmuştur. Bir örnek için (http://www.ihdk.ogrev.org.tr/Common.aspx?Page=basari) adresine bakınız. Moda haline gelen “öğrenci odaklı eğitim” de yine öğretme yoluyla yapıldığı için bir verim yüksekliği gözlenemiyor. 4) Öğrenme evleri örgün eğitim sistemine aktarılması mümkün olabilir mi, bunun yolu nedir? ÖğrEv içindeki Öğrenme Ürünleri mükemmelen örgün ve de yaygın eğitimde kullanılabilir. Nitekim, öğrenme ürünlerinden bir tanesi (Toplu Öğrenme Modeli http://www.ftp.beyaznokta.org.tr/topluogrenmemodeli.PDF) , İzmirde bir kolejdeki uygulama sonunda ortaya çıkmıştır. 5) Dünyada benzeri örnekleri var mı? Öğrenme Evi® özgün bir BNGV yaklaşımıdır. Tam olarak aynıbulunmasa da yaklaşık 20 yıldan bu yana özellikle gelişmiş ülkelerde öğretme'den öğrenme'ye doğru bir güçlü akım vardır. Geleneksel (öğretmen) sözcüğü yavaş yavaş yerini (öğrenme yoldaşılearning partner) deyimine bırakmaktadır. Öğrenme Ürünleri ise çeşitli biçimlerde uygulanagelen sorun çözme araçlarıdır. Biresle ve öğretme temmelli araçlara alıştırılmış bulunan Türkiye için yeni olan sadece bu ürünlerin yardımlaşmalıöğrenme türü özellikleridir. Eğer Türkiye, çağdaş dünya ile arasındaki farkı kapatacaksa, bu tür alanlarda inovasyon yapabilmeli ve toplum da bunu özendirip kabullenebilmelidir. Aksi halde daima başkalarının yaptıklarını gecikme ile kopyalayarak ancak onların izin verdiği yerlere gidilebilir. “Bir çivi bir nal, bir nal bir at kurtarır.Bir at bir yiğit, bir yiğit de yurt kurtarır”(anonim) CBT 1092 / 11 22 Şubat 2008