Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A.M. Celal Şengör den mikrometeoritlerle koparılan parçacıklarla Merkür'ün üzerine dağılmakta. Güneşin ışın basıncı savrulan parçacıkları tıpkı kuyrukluyıldızda olduğu gibi hızla Merkür'den uzaklaştırıyor. Gerçi sodyum Merkür'ün yüzeyindeki minerallerin ana içeriği değil ama hareketli durumda turuncu ışık yaydığından diğer elementlere göre daha iyi gözlemlenebilmekte. Bununla birlikte kuyrukluyıldızlardan farklı olarak kuyruğun ışığı çıplak gözle görülmeyecek kadar zayıftır. Daha önceki ölçümlerle kuyruğun sadece 40.000 kilometre olduğu tahmin edilmişti, fakat Baumgardner ve çalışma arkadaşları Merkür'ü çok sayıda hassas teleskoplarla gözlemleyince, parçacıkların özellikle de gezegenin yüksek enlemlerine ait olduğunu saptadılar. Dünyadan alınan ölçümler Messenger sondasının yörünge uçuşlarıyla elde edilen ölçümleri tamamlamakta. Uzay sondası Merkür'e otuz üç yıl aradan sonra 14 Ocak 2008'de ulaştı. Bundan sonraki uçuşun 6 Ekimde gerçekleşmesi beklenmekte. ALZHEİMER SANILANDAN ÇOK DAHA HIZLI GELİŞEBİLİYOR Farelerle yapılan deneylerde, Alzheimer için tipik olan protein plaklarının bir gecede geliştiği görüldü. Sonuç, fare beynindeki süreçleri doğrudan doğruya izlemeye izin veren yeni geliştirilmiş mikroskobik yöntemle inceleyen Harvard Tıp Okulu bilim insanlarına ait. Yöntem öte yandan ilk kez plakların oluşumundan sonra beyin hücrelerindeki ilk değişimleri göstermesi açısından da önem taşımakta. Buna göre protein topaklanmaları gerçekten de sinir hücrelerinin ölümüne yol açıyor ve daha önceleri bazı araştırmacılar tarafından tahmin edildiği gibi var olan bir bozukluğun sonucu meydana gelmiyorlar. Başlıca “Abeta” olarak adlandırılan bir protein parçasından oluşan protein birikimleri, Alzheimer hastası insanların beyinlerinde görülen en belirgin değişimlerdir. Bugüne kadarki bilgilere göre bu plaklar on yıllar içinde birikmeye başlayarak yavaş yavaş beyin hücrelerine zarar veriyorlar ve en sonunda da hücrelerin ölmesine neden oluyordu. Ancak son zamanlarda bazı araştırma grupları bu birikimlerin hücre ölümlerinden sorumlu olmayacağını öne sürmeye başladılar. Hücre ölümleri henüz tam olarak açıklanamayan bir sürecin yan etkileri olabilirdi. Bu belirsizlikler özellikle de değişimlerin ne kadar zamanda meydana geldiğinin bilinmemesi nedeniyle aydınlatılamıyordu. Melanie MeyerLuehmann ve ekibi şimdi Alzheimer deneylerinde kullanılmak üzere genetik değişimden geçirilen farelerin beyin süreçlerini kesin bir şekilde inceleyebildiler. Buna göre protein plakları sadece 24 saat içinde bile gelişebilmekte. Bu süreden sonraysa büyümüyorlar. Anlaşıldığı üzere belli başlı yardımcı hücreler daha fazla büyümeyi önlüyorlar. Beyin hücreleri üzerindeki etki bundan sonraki 24 saat içinde görülmeye başlıyor. Nöronların uzantıları küçülmeye başlıyor ve beş gün içinde önemli ölçüde zarar görüyorlar. Sonuçların insanlar için de geçerli olabileceğini düşünen araştırmacılar yeni bilgiler sayesinde protein topaklarının oluşumunu engelleyen çözümler üretebilmeyi umuyorlar. Nilgün Özbaşaran Dede ”Türkiye'de standart yoktur; onun için herkes her mevkiye gelebilir veya her istediğini yapabilir ve bu kimseyi gocundurmaz...” Zorla Güzellik.... Geçenlerde kıymetli bir Rus meslekdaşım eşiyle birlikte bizi ziyarete gelmişti. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nda arkadaşları varmış. Konu ister istemez Türkiye'nin Rusya'dan nasıl göründüğüne geldi. Meslekdaşım, Rus sanatçı arkadaşlarının Atatürk Kültür Merkezi'nin yıkılarak yerine önce bir cami yapılmasının plânlandığını, daha sonra cami yerine bir alışveriş merkezinin düşünüldüğünü, ancak her halükârda Atatürk Külter Merkezi’nin ve orada çalışan sanaçıların durumlarının tehlikede olduğunu kendilerine anlattıklarını söyledi. Muhterem uygar dostum bunu bir türlü anlayamamıştı. Hani bu La Scala'nın yıkılıp yerine bir kilise veya bir pasaj açılması gibi gelmişti ona. «Aynen öyle» dedim. Bu durumun yanında İstanbul Belediyesi’nin ihale yoluyla sanatçı tedarikine gitmeye karar verdiğini, sonra da tüm sanatçıları vasıfsız işçi statüsüne indirmeyi uygun bulduğunu izah ettim. Sevgili meslekdaşım ve eşi şaka yaptığımı sanarak gülmeye başlayınca Oya kendilerine durumun tamamen ciddi olduğunu söyledi. Bunun üzerine Rus meslekdaşım «Peki, halk ayaklanmıyor mu? Entelektüelleriniz isyan etmiyor mu?» diye sorunca bizim Mehmet Sakınç'ın, kendisine İstanbul'daki amatör fosil koleksiyoncularının ne yaptığını soran Robin Cocks'un karşısında düştüğü duruma düştüm. Ama gerçeği saklamanın ne yararı var? «Sevgili arkadaşım» dedim, «şimdi size Rusya'da düşünmenizin bile mümkün olamayacağı bir durumu anlatayım: öncelikle olanlar halkımızın umurunda bile değil, çünkü halkın ezici çoğunluğu zaten senfoni orkestrasının, operanın vs. müşterisi değil. Bizi yönetenler arasında ellisinden sonra ilk kez operaya gidebilmiş olanlar var. İkincisi, bahsettiğiniz entelektüeller Türkiye'de etkili bir sınıf değildir, çünkü sayıları sizlerin tahayyül bile edemeyeceğiniz kadar azdır. Özetle, arkadaşınızın size naklettiği durum muhakkak bizi yönetenlerin yarattığı bir felakettir. Ama bizi yönetenlerin oy oranlarının halk içinde yüzde ellinin üstüne çıktığı rivayet olunmaktadır. Kimi kime şikâyet edeceksiniz? Halkın istemediği yerde ne opera olur, ne senfoni veya ne de tiyatro”. Rus dostum dehşete düştü. Suratındaki ifade, sanki kendisine başka bir gezegendeki bir cehennemden bahsediliyormuş gibi korku ve inkâr hislerinin içine yuvarlandığını gösteriyordu. Sonunda başını sallayarak «Peki» dedi, «bize okullarımızda okutulan Atatürk Türkiye'si ne oldu? O onbeş yılda binbeşyüz yıl ileri sıçramış olan Türkiye?» «Hiç» diye cevap verdim. «O sıçramayı bir avuç insan yapabilmişti. Onlar öldü. Sıçramayı yapamayanlar şimdi Türkiye'yi tekrar binbeşyüz yıl öncesine çekiyorlar. Sıçramayı yapanların çocukları da şimdilik ya geri gidişe uymak ya da başka yerlere göçmek tercihi ile karşı karşıyalar.» Rus dostum eserlerini yakından tanıdığı büyük sanatçımız Fazıl Say'ın dediklerini hatırladı. Sonra konuşmamız artan hidrokarbür fiyatlarına ve Rusya'nın hızla düzelmekte olan ekonomisine doğru yön değiştirdi. Kendilerini uğurladıktan sonra uzandığım yatağımda, Rus meslekdaşımın sorusu beni bütün gece uyutmadı: «Entelektüelleriniz isyan etmiyor mu?» Ona doğru olduğuna inandığım şu cevabı verebilmeyi çok isterdim: «Olmayan şey nasıl isyan etsin?» Entelektüellik bir gelenek ürünüdür. Gelenek normlar ve standartlar yaratır. Yücel Yılmaz'ın bana otuz sene evvel dediği gibi «Türkiye'de standart yoktur; onun için herkes her mevkiye gelebilir veya her istediğini yapabilir ve bu kimseyi gocundurmaz. Onun için böyle bir toplumda yaşamaya hazırsan Türkiye'de dönebilirsin.» Sanırım bu sözlerin edildiği 1978 senesinin Lâleli'deki apartman dairesinde hazır bulunanların hiçbirisi Yücel'in sözlerinin ne korkunç bir gerçeğin ifadesi olduğunun farkında değildi. Çok hızlı ve radikal müdahaleler yapılamaz ve çok uzun soluklu eğitim programları hayata geçirilemezse, Türkiye Müslüman dünyası içerisinde dahi çok gerilerde kalan bir zavallılar topluluğu olmaya namzettir. Bu korkunç akıbetin bir habercisi sanatçılarımızın başına gelenlerdir. Onlara da bize de çok yazık. Demokrasi, insan hakları, konuşma özgürlüğü derken bunları bir bir kendi oylarımızla kaybederek tarih sahnesinden çekilmeye hazırlanıyormuşuz gibi geliyor bana. 1919'da başlayan o muhteşem toplumsal deneye insanlık adına çok yazık olacak .... veya belki de oldu bile. YÜRÜYEREK CEP TELEFONU ŞARJ EDİLEBİLECEK Kanadalı bilim insanları yürürken oluşan sarkaç hareketiyle enerji üreten bir alet geliştirdiler SimonFraser Üniversitesi'nden CBT 1092/5 22 Şubat 2008 Max Donelan yönetiminde çalışan araştırmacıların geliştirdikleri alet dize takılarak yüründüğünde enerji üretiyor. Gelecekte bu şekilde taşınabilir GPS aletleri, cep telefonları ve tıbbi implantlar şarj edilebilecek. Alet lokomotiflerdeki etkili fren gibi işlemekte. Frenleme sırasında normalde açığa çıkan enerji elektrik hattında depolanır. Dizimiz, örneğin atılan adım sırasında bacağımızı öne doğru kaldırdığımızda (ayağımız yere basmadan önce) frenlemekte. Yeni geliştirilen alet tamamlanmayan sarkaç hareketindeki enerjiden elektrik enerjisi topluyor. Bilim insanlarının açıklamasına göre prototip gayet iyi işlemekte ancak biçimi nedeniyle henüz pek kullanışlı değil fakat bu sorun giderilebildiği takdirde aletle her türlü taşınabilir alet, protez , kalp pili vb. aletler şarj edilebilecek.