24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TIPTEKNOLOJİ POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org; hagoker@ttmail.com Sadece ulusal savunmamızla ilgiliymiş gibi gözüken kararların pek çoğu aslında savunma sanayiimizi; ondan öte, doğrudan sanayimizi ve onun geleceğini yakından ilgilendirebilir. Savunma Sanayiimiz İçin Kritik Bir Karar Şubatın başında savunma sanayiimiz ile ilgili kritik bir karar verildi. Basınımızda da yer alan bu karara ilişkin habere, o günlerde bütün dikkatimiz İslamî hareketin bu aşamada 'türban'da simgeleşen siyasi hamlesine kilitlendiği için, gereken önemi verebildiğimizi sanmıyorum. Aslında konuyu, bu karar verilmeden önce, 17.01.2008 tarihli Radikal gazetesinde Murat Yetkin etraflıca ele almıştı; ondan da yararlanarak, karara ilişkin haberi tekrar dikkatlerinize sunayım: “Başbakan, ABD'den alınacak yeni 30 adet F16 savaş uçağına takılacak elektronik harp cihazları konusunda yaşanan, 'yerli mi olsun, yabancı mı?' tartışmasına son noktayı koydu. Erdoğan, F16'lara ABD'nin ITT firması tarafından üretilen elektronik harp cihazlarının takılmasına onay verdi. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, F16'ların üzerine ABD'nin önerdiği gibi ITT marka cihazların alımını isterken, Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM), ASELSAN tarafından üretilen yerli cihazların takılmasını savunuyordu. ITT firmasının tercih edilmesinde, daha önce Türkiye'de üretilen sistemlerde gecikme yaşanması ve envanterdeki uçakların 20102011 yıllarında TUSAŞ'ta modernizasyona girmesinin planlanması nedeniyle hava savunma sisteminde uçak açığının ortaya çıkacak olmasının etkili olduğu öğrenildi.” Aynı habere göre, uçaklara 'milli yazılıma' sahip sistemlerin takılmasını savunanlarsa, şu görüşü dile getiriyorlarmış: "Daha önceki gecikme 2001 ekonomik krizinde ihalenin sonuçlanması için gerekli kararın gecikmesinden kaynaklandı. Şimdi üretim ASELSAN dolayısıyla devlet kontrolünde. Üretim ve teslimatın zamanında yapılacağı konusunda yazılı garantiler verilmiş durumda. Ayrıca, örneğin Boeing'in AWACS teslimatında da gecikme var, ama o konuşulmuyor. Hem TSK yönetimi, hem de hükümet nezdinde de yerli savunma sanayiinin geliştirilmesi iradesi varken 20 yıllık emek boşa gitmemeli." Haberde bu 'milli yazılım' meselesi de açıklanıyor: “ABD'nin Lockheed şirketi tarafından tasarlanan F16'ların Türkiye'de TUSAŞ tarafından lisans altında imali Turgut Özal zamanında gündeme geldiğinde, uçakların elektronik harp sistemleri tartışma konusu olmuştu. F16'nın havadayken gizli haberleşmesinden silah sistemlerine, dost uçağı düşmandan ayırmasından düşman haberleşmesini köreltmeye dek pek çok işlevini yerine getiren elektronik harp aygıtı NATO yazılımına sahipti. Bu durum, örneğin Ege uçuşlarında Türk uçaklarının Yunanistan uçaklarını fark edememesi anlamına geliyordu. Bu sorunu aşmak için uzun müzakerelerden sonra, ABD'nin bir tek İsrail'e tanımış olduğu ayrıcalık Türkiye'ye de tanınmış, elektronik harp cihazı üretmek amacıyla Ankara yakınlarında MİKES şirketi kurulmuştu. 2001 krizi sonrası çoğunluk hisseleri ASELSAN tarafından satın alınan (%72) MİKES'in ürettiği ALQ 178V serisi cihaz Türk jetlerinde, en son Irak operasyonunda da görüldüğü gibi, kış ve gece koşullarında da başarıyla kullanılıyor.” Bunları okuyunca, Mahmut Kiper'in, genç Cumhuriyetin kendi uçak sanayiimizi kurma konusundaki cesur atılımını anlattığı, 14 Ocak 2008 tarihli Cumhuriyet Strateji ekinde yayımlanan yazısı aklıma geldi. Kiper, bu yazısında, uçak sanayiimizin 1925 yılı gibi erken bir tarihte Tayyare, Otomobil ve Motor T.A.Ş.'nin (TOMTAŞ) kurulmasıyla başlayıp 1950'li yıllarda noktalanan hazin öyküsünü anlatıyor. Genç Cumhuriyet parasal, teknolojik bin bir güçlüğü yenerek uçak sanayiini kurmuş; hatta daha o tarihlerde özel sektöre bunun yolunu açmıştır. Türkiye yaptığı uçakları ihraç edebilecek kadar da başarılı olmuştur. Ama, 1950'lere gelindiğinde uçak yapmaktan vazgeçilmiştir. Çünkü Türkiye savunma ihtiyaçlarını kendi fabrikaları yerine, Marshall Yardımı çerçevesinde, Amerika'dan karşılama tercihinde bulunmuştur. Tercih bu olmasaydı, bizim de çok daha farklı bir havacılık sanayii öykümüz olabilirdi; tıpkı Brezilya gibi... Bir dosttan aldığım mektupta hatırlatılan, Brezilya'nın uçak sanayii öyküsünü gelecek hafta aktardıktan sonra başta sözünü ettiğim karara döneceğim. İstanbul Tıp Fakültesi'nde meme kanseri için yeni bir umut İstanbullular meme kanserinde 'doğru teşhis' için kullanılan FISH cihazına kavuştu K CBT 1092/6 22 Şubat 2008 adınlar arasında en sık rastlanan kanser türü olan meme kanserinde, 'doğru teşhis' ve 'doğru tedavi' için çok önemli adımlar atılıyor. İstanbullular meme kanseri hastalarına en doğru teşhisi koyabilecek, FISH isimli cihaza kavuştu. İstanbul Tıp Fakültesi'nin ardından Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim/Araştırma Hastanesi ve Dr. Abdurrahman Yurtarslan Ankara Onkoloji Eğitim/Araştırma Hastanesi ile farklı illerdeki bazı merkezlere aynı cihaz kurulacak. Toplam 6 merkeze verilecek FISH cihazları sayesinde, meme kanseri hastaları için yeni bir teşhis ve tedavi dönemi başlayacak. İstanbul Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Ord. Prof. Sadi Irmak Temel Tıp Bilimleri Bölümü Binası'na bağışlanan cihaz sayesinde, meme kanseri hastalarının yüzde 25'inde görülen ve hastalığın çok hızlı ilerlemesine neden olan HER2 reseptörünün pozitif olup olmadığı, kesin bir doğrulukla saptanabilecek. Böylece meme kanseri hastalarına, HER2 reseptörlerine karşı geliştirilmiş, ciddi klinik yararlar sağlayan antikor tedavisi uygulanabilecek. Doğru hasta grubunda uygulanan antikor tedavisi, tek başına veya standart kemoterapilerle kombine olarak kullanıldığında meme kanseri hastalarının hayat kalite standardını yükseltecek ve sağ kalım sürelerini belirgin şekilde uzatacak. Günümüzde, patoloji laboratuvarlarında incelenen kanserli hücrelerin yüzeyinde bazı maddelerin saptanması, ek tedavi seçenekleri sunuyor. Bunlara HER2, östrojen veya progesteron reseptörleri örnek verilebilir. Antikor tedavisine yanıt verecek hasta grubunun doğru olarak belirlenebilmesi için, HER2pozitifliğinin meme kanseri dokusundan alınan örnekle immünohistokimya (IHK) metodu ile belirlenmesi gerekiyor. IHK sonucu şüpheli olan grupta, FISH testi ile sonuç kesinleştirilerek doğru ve gerekli hasta grubunun tedavi alması sağlanıyor. FISH cihazının hastaneye kurulmasının ardından düzenlenen açılış toplantısında bir konuşma yapan Patoloji Dernekleri Federasyonu Başkanı Prof. Dr. Sıtkı Tuzlalı, meme kanserinin kadınlar arasında en sık rastlanan kanser türü olduğunu dile getirirken, Türkiye'de şu anda yaklaşık 25 bin civarında meme kanseri hastası olduğunu ifade etti. Bu sayıya her yıl yaklaşık 8 bin yeni meme kanseri hastası eklendiğini, her 11 dakikada 1 kadının meme kanseri nedeniyle hayatını kaybettiğini, her 3 dakikada ise 1 kadına meme kanseri tanısı konulduğunu ifade eden Prof. Tuzlalı, “Son yıllarda meme kanseri tedavisinde oldukça önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu tedaviler önemli ölçüde hastalığın saptandığı aşamaya göre değişiyor. Hastalığın hangi karakterde olduğu doğru olarak saptanırsa, tedavi edilme olasılığı da yükseliyor. Doğru teşhis ile hastaların yaşam süresi ve kalitesi önemli ölçüde artıyor, hatta kanserden kurtulmak bile mümkün hale gelebiliyor” diye konuştu. Patoloji Bölümü'ne kurulan FISH cihazı sayesinde, erken ve doğru tanı olanaklarının arttığını, artık hastalara daha doğru tedavi yöntemleri önerebileceklerine dikkat çeken Prof. Tuzlalı, HER2 varlığı belirlenemeyen bir hastanın, yanlış teşhis nedeniyle yeni tedavi yöntemlerinden faydalanamamasının kötü sonuçlar doğurabildiğini dile getirerek, “tüm hastalarımız doğru teşhis ve doğru tedaviyi hak etmektedir. Bu yüzden FISH cihazının bölümümüze kurulmasını çok önemli görüyorum. Artık HER2pozitif hasta grubunun, hassas yöntemlerle ve doğru olarak saptanabilecek olması kritik önem taşıyor” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle