25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP CBT1052/22 18 Mayıs 2007 sözleriyle vurgulamıştı: “KE sistemi ile 1520 köyü kapsayan bölgede meslek edindiren yatılı veya yatısız bölge okulları açılacak, çevresinde fidanlık, deneme tarla ve bahçesi, revir, dispanser, kooperatif, işlik, sinema, kitaplık, tiyatro, spor ve oyun alanı gibi tesisler kurarak bir kültür merkezi yaratılacaktı. Tonguç “1520 köyden oluşacak bölgeleri ve birikibin köyü içine alan kesimleri daha yüksek seviyeli okullar vasıtasıyla kültür merkezlerine kavuşturmak lazımdır.” (5). b. Bugün, “çağdaş öğretim yöntemleri” ülkemizde uygulanmaya çalışılmaktadır. Günümüzde kapitalist üretim ilişkilerinin dayattığı, çocuğu doğaya ve topluma yabancılaştıran eğitimin, insanın üretkenliğini düşürdüğü farkedilmiş ve çözüm olarak “çağdaş öğretim yöntemleri” gündeme getirilmişti. Fakat, sonuçlar beklentiyi karşılamamaktadır. Buna karşın 1940’lı yıllarda bugün ileri sürülen çağdaş yöntemleri Tonguç, başarıyla uygulamıştır. Köklerini “natüralist eğitim” ve “iş okulu” yaklaşımından aldığı anlaşılan Tonguç’un eğitim felsefesi ise, hem kendi çağı ve hem de günümüz için öncü nitelikte bir yaklaşımdır. O n u n yaklaşımında klasik okul a n l a y ı ş ı bütünüyle terkedildi, “iş vasıtası ile, iş içinde eğitim” ilkesiyle “iş ve hayat okulları” kuruldu. Eğitim, doğada ve toplumsal yaşam içinde yapılmaktadır ve iş kavramı yaratıcı, özgürleştirici ve üretken bir iştir. Ders notlarında, bu etiğin dayandığı temel şöyle açıklanır: “Bireyin iş içinde eğitilmesi gerekir... Öte yandan iş, en önemli eğitim aracıdır. Kitap ve kitap yoluyla öğretilmek istenen bilgi, asla onun yerini dolduramaz. İş insanda bulunan enerjiyi fışkırtmak, yeteneklerinin gelişmesini sağlamak için eşi bulunmaz bir eğitim aracıdır. Eğitimin kendisi iş demektir.” “insana yaradılışıyla getirdiği yeteneklere göre alabileceği şekli vermek demektir.” (7) 2. Ekonomistlerin gündemindedir, çünkü KE sistemi toprak reformu ile birlikte planlanmış, fakat çiftçiyi topraklandırma yasası 1935 yılından 1945’e kadar bekletilmiş, 1945’te çıkarılmasına rağmen uygulamaya sokulmamıştır (8). 3. Politikanın da gündemindedir. KE’deki genç nüfus, Cumhuriyetin temel ilkelerini halkımıza taşıyacak, kendi öz kaynaklarımızın bilimsel yöntemlerle işlenmesinde rehber olacaktı. Böylelikle üretim artacak, Türkiye, bu şekilde Atatürk’ün açtığı yolda tam bağımsız ve kendine yetebilen bir devlet olacaktı. Ülkemiz Avrupa ve Amerika’nın çok uluslu şirketlerine IMF’ye, Dünya Bankası’na ve kapitalist kültüre teslim olunca, konu politikanın da gündeminden düşmemiştir. 4. Sosyologların ilgi alanına girmesinin nedenleri ise şöyle sıralanabilir: a. Köy Enstitülerinden çıkan yazar, şair, ressam, araştırmacı, bilim insanı, politikacı belki de hiçbir okul mezununda olmayacak kadar çok sayıdadır. Hiçbir okul, mezunlarına bu denli bir toplumsal özveri ile heyacan ve coşku içinde çalışma bilinci vermemiştir. b. KE’lerinin “iş ve yaşam” alanları olması etiğini de birlikte oluşturdu. Bu etiğin en temel öğesi demokrasi eğitimidir. Öğrenci özgür bir ortamda kendini yöneticiler ve öğretmenleriyle eşit algılar ve onları eleştirebilir. Tonguç’un “eğitim yolu ile köyü canlandırmak” fikrinin temelinde işte bu demokrasi eğitimi yatıyor. Tonguç bu konuda “Demokrasinin gelişip tutunabilmesi her şeyden önce eşit haklara sahip ve çağımız medeniyetlerinin icaplarına göre çalışabilen, görevi her şeyin üstünde tutan toleranslı yurttaşlara bağlıdır.” (2) fikrini savundu ve bunun gereğini de hakkıyla yaptı. c. Cumhuriyet tarihinde geleceğe dair somut projeler üretilebileceğine dair umut veren böylesine bir kurum olmadı. O dönemin genç, enerjik köylü nüfusunun önüne ülkesinin kaderini değiştirmek hedefi konmuştu. Kurumda çalışanların tümü ayni ülkü etrafında sıkıca birbirine bağlıdır. Enstitüde aldığı eğitimle hayatı gerçekten değiştirip dönüştürebileceğini öğrenmiştir. Sonraki yıllarda öğrendiği ve umut ettiği gibi yaşaması tamamen engellendi, buna karşın o, yine bildiği ve inandığı gibi yaşamış ve bunun bedeli yoğun acılar oldu. Bu acı ve öğreti ise kuşaktan kuşağa taşındı. Şimdi, bu kuşaklar, KE’lülerin öğrencileri ve bu sistemin getirdiği değerleri doğru bulan eğitim bilimciler, bu öğretiyi yaşama geçirmenin yollarını arıyor. “İŞ VE YAŞAM OKULLARI” ADIYLA Bu bilgiler ışığında KE sisteminden bugün nasıl yararlanılabilir? Günümüz eğitim dizgesi, resmi ve özel ilköğretim, orta öğretim okulları, meslek liseleri, resmi ve özel üniversitelerin fakülteleri ve yüksek okulları ve bunların uygulama okullarıdır. Bunlar kendi aralarında da program farklılıklarına sahiptirler. Ortak ve en acil sorun, tümünün iş ve yaşamla bağlarının kopuk olmasıdır. •KE’leri etiği ile kurulmuş tümüyle yeni “iş ve yaşam” alanlarına ve buralarda yetişecek yeni bir kuşağa gereksinim vardır. Bu kuşak kesinlikle Tonguç’un deyimiyle eski okuldan çıkmayacaktır. O halde yeni iş ve yaşam alanları yaratmak gerekir. Nereden başlanmalı? •Üniversitelerde eğitim fakültelerinde eğiti min planlanması konusunda çalışan birimler kurulmalı ve bunlar kendi aralarında ve Milli Eğitim Bakanlığı ile koordine bir şekilde çalışmalı. •Meslek okulları öncelikli olmalı, gereksinim olan meslek alanları belirlenip sayıları artırılmalı, imam hatip liselerinin sayısı din adamı gereksinimine göre belirlenip, fazla olanlar kapatılmalı. •Tüm eğitim kurumlarında geçerli olacak “iş ve yaşam okulu” etiği ile ilgili bir yasa taslağı hazırlanmalı. •Halen aynı mesleği yetiştiren meslek lisesi ve yüksekokullar mümkün olduğunca aynı yerleşke içinde toplanmalıdır. Yerleşkelere ekilecek ve hayvan beslenecek alan verilmesi yasa ve/veya yönetmeliklerle düzenlenmeli. *Meslek liselerinden sadece aynı konulu meslek yüksek okuluna veya ilgili fakültelere geçiş için özel bir sınav konulmalı. Programlarının iş ve yaşam ilkelerine göre yeniden düzenlenmesi yasa ve/veya yönetmeliklerle sağlanmalı. •Üniversitelerde “Köy Enstitüleri ve İsmail Hakkı Tonguç Araştırma Merkezleri” açılmalı bünyelerinde kurulacak uygulama birimleri (işlik, laboratuvar, halk eğimi yapan ve hizmet içi eğitim veren kurslar, okullar gibi) iş ve yaşam okulu ilkeleriyle çalışmalıdır. Oluşturulacak çalışma grupları ile fakültelerdeki öğretimin “iş ve yaşam” ve günümüzün “çağdaş eğitim yöntemlerine” göre yeniden düzenlenmesi için dekanlıklarla işbirliği içinde çalışılmalıdır. Bu çalışmalarda eğitim fakültelerine ve özellikle sınıf öğretmenliği bölümlerine öncelik verilmeli. •KE mezunu emekli öğretmenlerden ilköğretim ve orta öğretim okullarında danışman olarak yararlanılması için yasal bir düzenleme yapılmalıdır. Kaynaklar: 2. Köy Enstitüleri Sisteminin Düşünsel Temelleri, Dr. Niyazi Altunya, Ankara, 2002. Uygun Basım Lmt. Ş. 3. O Yıllar Dile Gelse...Köylerden Köy Enstitülerine, Güldikeni Yayınları, Ankara, 1997. 4. Devrimci Eğitim Köy Enstitüleri, Mehmet Başaran, Papirus Yay., İstanbul, 1999. 5. Eğitim Yoluyla Canlandırılacak Köy, İ. Hakkı Tonguç, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı Yay., Ankara, 1998. 6. Türkiye’de Köy Enstitüleri, F. Kirby, Yayına Hazırlayan: Engin Tonguç, Güldikeni Yay., Ankara, 2000. 7. Bir Eğitim Devrimcisi: İsmail Hakkı Tonguç, Engin Tonguç, İkinci kitap, Güldikeni Yay., Ankara, Eylül, 1997. 8. Karşıdevrim 19451950, Prof. Dr. Çetin Yetkin, Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Yay.,Ant., 2006. Yanlışlık nerede? Sayın Tınaz Titiz’in CBT 1049/7, 27 Nisan 2007 tarihli AÇIK KÖŞE deki “Liebig’in Minumum Yasası (1)” başlıklı yazısı ile ilgili görüşlerimi aktarmak istiyorum. Aslında yazı bütünlüğü içinde (Sayın Tınaz Titiz’in daha önceki yazılarında da olduğu gibi) vermek istediğini çok güzel veriyor. Benim tartışmak istediğim yazının bütününden çok, iki öğreti ile ilgili. Sayın Titiz 1. Öğreti olarak: “Doğrular tek ve mutlaktırlar, yere ve zamana göre değişmezler” 2. Öğreti olarak da: ”Tek ve mutlak doğrular yoktur, yere ve zaman göre değişebilirler” anlatısını (ifade) veriyor. Ve bugün yaşadığımız sorunların (çeşitli illerde gerçekleştirilen öldürmevahşet olayları) kaynağının eğitimin temelinde 1. öğretinin alınmasında olduğunu söylüyor. Ancak bence sorun 1. öğretinin yanlış olmasında değil, doğru olarak aktarılanların ne olduğundadır. Yani biz örneğin eğer: “Hiçbir koşulda, hiçbir yer ve hiçbir zamanda insan öldürmek doğru değildir” gibi bir öğreti uygulasak doğru olmaz mı? “Yani ne savaşta, ne kıtlık zamanlarında (doğal afetlerde)”, ya da örneğin “ne kutuplarda, ne ekvatorda insan öldürmek doğrudur” desek yanlış mı olur. Bu Öğreti her zaman ve her yerde geçerli olmaz mı? Ama biz genellikle ilerde belki bizim işimize yarar düşüncesi ile hep bir açık kapı bırakmak isteriz. Bizim düşüncemize katkı sağlıyorsa yeri geldiğinde yanlış davranışları, hatta öldürmeyi bile doğru, haklı görebilir, gösterebiliriz. Onun için birtakım öğretilerle toplumu eğitmek istiyorsak, ilk düşüncemiz gerçekten doğruyu aramak olmalı, yoksa önceliği çıkarlarımıza (bu kişisel çıkar da olabilir, belirli bir topluluğun çıkarı da olabilir) vererek doğruları belirlemeye kalkarsak açık bıraktığımız kapılardan başkaları çok farklı amaçlar için yararlanmaya kalkarlar. Yani aynı davranışı “Ali yaparsa yanlış Veli yaparsa doğru” dememeliyiz. Zaten aslında 2. öğretiyi doğru olarak alsak, Sayın Titiz’in vermek istediğinin tam tersine bundan da “yere ve zaman göre insan öldürülebilir” gibi bir sonuç da çıkarılabilir. Kısacası gerçekte “her zaman ve her yerde geçerli doğrular vardır”. Önemli olan bu doğruların iyi saptanıp, eğitimin ona göre yapılandırılmasıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle