Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
olabilir. Araştırmacılar her bir deneği gelişigüzel olarak bu stratejilerden birine atadı. Ayrıca tümüne birbirlerinden öğrenme yeteneğini verdi. Öyle ki, başarılı olan strateji benimsenecek ve giderek yayılacaktı. ETNİK MERKEZLİLİK Hammond ile Axelrod oluşturdukları modelde farklı renklerden etnik odaklı grupların, ötekilerin yok olması pahasına, giderek çoğaldıklarına tanık oldu. Takımcı stratejiye uymayanlar acı çekme eğilimindeydiler. Rengi ciddiye almayan biri bilebaşta renk bireyin davranışıyla ilgili herhangi bir gösterge niteliği taşımadığı halde silinip yok olmaya mahkumdu. Dahası, grup içi kayırmanın olduğu bu dünyada işbirliği düzeyinin bireyleri renksiz bir dünyadakine kıyasla çok daha yüksek olduğu görüldü. Hammond,”Etnosantrizm, gerçekte işbirliğini yaratan ve bilişsel herhangi bir yeteneği pek gerektirmeyen bir düzenek,” diyor. Axelrod ile Hammond oluşturdukları örneğin gerçek dünyamızda yaşanan ırkçılığın karmaşıklıklarını yansıtmanın çok uzağında olduğunun bilincindeler. Yine de, renklerle ilgili önyargının rengin hiç bir içsel önem taşımadığı durumlarda bile ortaya çıkması son derece ilginç. Çağdaş genbilim, ırksal farklılıkların gerçek biyolojik farklılıkları yansıttığı yönündeki safça düşünceyi yerle bir etti. Belli bir ırk ya da soydan gelen bir grubun bireyleri arasındaki genetik farklılıkların genelde bu tür gruplar arasındaki ortalama farklılıktan çok daha büyük olduğunu biliyoruz. Ne var ki, farklı ırkların yaşadığı Los Angeles’taki Siyahlar ile Latin kökenlilere aralarındaki farklılıkların yalnızca “yapay” kültürel yapılar olduğunu söyleyerek bir yere varamazsınız. Harvard Üniversitesi tarihçilerinden Niall Ferguson, ”Irk, gerçek olduğu için değil, insanlar onu bir gerçekmiş gibi algıladıklarından önem taşıyor,” diyor. la karşılaşmamış olmaları, komşu etnik grupların da çok benzer özellikler taşıyor olmaları gerekir. O halde insanları renklerine göre sınıflandırma eğilimi sonradan edindiğimiz ve çok küçük yaşlarda beynimize kazınıp yaşamımız boyunca beslenen kötü bir alışkanlık olmalı. Gelgelelim, ırkçılığa karşı tavırlarımızı göz önünde tuttuğumuzda, bu durum pek de akla yatkınmış gibi görünmüyor. Orta Asya’da yaşayan komşu etnik gruplar olan Turgut Moğolları ile Kazaklar arasında yaptığı bir alan çalışmasında GilWhite, insanlarda etnik kimlik kavramının doğuştan mı (belli bir grupta yetiştirilen çocuk), yoksa sonradan mı (biyolojik anababaların etnik kökenleri) edinildiğini araştırdı. Sonuçta, her iki grubun da büyük bir çoğunluğunun etnik kökeni gizli, ama güçlü bir biyolojik unsur olarak algıladığı ve birinin bir başka gruba sonradan uyum sağlamasının bu durumu etkilemediği görüldü. GilWhite bu kişilerin etnik kökeni özlerinde taşıdıkları ve onları içlerinde yaşadıkları gruba uygun bir biçimde davranmaya iten bir tür madde gibi algıladıklarına dikkat çekiyor. olmadan onları ihanet eden, törel açıdan yoz ve kötü kişiler olarak algılarlar. Etnosantrizm toplumsal ilişkileri kolaylaştırmak üzere evrilmiş bir davranışsa, pek de incelikli olduğu söylenemez. Anlamsız göstergelere bel bağlamak yerine, bireyin kişilik ve karakterini tanımak kimlere güvenip güvenmeyeceğimize karar vermenin daha iyi bir yolu olabilir. Günümüzde çoğumuz bunu yapıyoruz. Ancak insanlarla ilgili bir yargıda bulunmanın çok güç olduğu durumlarda daha ilkel yöntemlere başvurmaktan kendimizi alamıyoruz. Bu durum genellikle çok zorlu toplumsal ve ekonomik koşullarda yaşanıyor. Özellikle kriz dönemlerinde insanlar kendilerine en çok benzeyenlere sığınıyor. ÖNYARGILAR KIRILABİLİR Bu gerçeğin ışığında, kötü eğilimlerimizin üstesinden gelmenin de bir yolunu bulabiliriz belki de. EVRİLMİŞ EĞİLİM Birçok araştırmacı artık insanlarda dünyayı etnik çizgilere göre bölen bir eğilimin evrilmiş olduğuna inanıyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Rob Boyd, insan yaşamının zengin toplumsal içeriğine bakıldığında, atalarımızın bireylerin ait oldukları önemli grupların ayırdına varmalarını sağlayacak becerilere sahip olmaları gerektiğini öne sürüyor. Etnik farklılıklara uyumlu olmak, bireylerin aynı toplumsal normları paylaşan öteki insanları ayırt etmelerini sağlamış olmalı. Bir grubu bir başka gruptan ayıran giyinme, taranma ya da selamlama biçimleri gibi kültürel farklılıklara tanık olmak işe yaramış olmalı. Günümüzde insanlar deri renginin bu tür bir gösterge olduğu gibi basit bir yanılgıya düşüyorlar. Bu durum dünyayı neden gruplara ayırmak gibi bir eğilim içinde olduğumuzu ve bunu yaparken neden etnik farklılıkları ve deri rengini ölçüt olarak aldığımızı açıklayabilir. Dahası, grupiçi kayırmaya bile haklı bir gerekçe kazandırabilir. Peki, ya grupdışı düşmanlıklara ne demeli? Önyargı, bu evrim paketinin bir parçası mı? GilWhite öyle olduğuna inanıyor ve ortak toplumsal normları paylaşan herhangi bir grup içinde yer alan bir bireyin bu normları çiğnemesi durumunda tüm şimşekleri üzerine çekeceğini öne sürüyor. Ona göre, kuralları çiğnemek ve grubu harcamak pahasına yarar sağlamak “kötü” bir davranıştır. Bu tepki daha sonra kolayca başka etnik gruplardan insanlara aktarılır. GilWhite kendi yerel normlarına uyanlara bizim yerel normları çiğneyen kişiler olarak davranma ve onlara saldırma eğiliminde olduğumuza parmak basıyor. Sonuçta, insanlar başka etnik gruplardan olanları farklı görmekten çok, farkında DERİ RENGİ Daha da önemlisi, bu yanlış düşünce ruhumuzun derinliklerinde yer etmiş gibi görünüyor. Örneğin, Hirschfeld çocukların büyük bir bölümünün 3 yaşına geldiklerinde deri rengine belli bir anlam yüklediklerine tanık oldu. Hirschfeld bir kişinin nasıl biri olduğu konusunda, görünüşe bakılırsa, çocuklarda ırk kavramının öteki fiziksel özelliklerden daha ağır bastığına dikkat çekiyor. Daha yakın bir geçmişte yapılan beyin tarama araştırmaları ırkçı olmadıklarını öne süren erişkinlerin bile deri rengini kendiliğinden ve farkında olmadan kayda geçirdiklerini ortaya koyuyor. 2000 yılında, Massachusetts Amherst College ruhbilimcilerinden Allen Hart başkanlığındaki bir ekip siyah ve beyaz deneklerin öteki ırktan yüzlerle karşılaştıklarında beyinlerindeki amigdala bölgesindeki etkinliğin arttığına tanık oldu. Ancak, bu kişilere sorulduğunda farklı renklerde yüzler görmenin kendilerinde farklı duygular uyandırmadığını öne sürdüler. Aynı yıl New York Üniversitesi’nden Elizabeth Phelps ve arkadaşları amigdala bölgelerinde daha fazla bir aydınlanma meydana gelen deneklerin ırksal önyargılarla ilgili bir sınavda da en yüksek puanları topladıklarını ortaya koydu. DÜNYA SİYAH BEYAZ MI? Bu durum insanoğlunun dünyayı siyah ve beyaz olarak görmek üzere evrildiği anlamına mı geliyor? Hayır, öyle olması gerekmiyor. Atalarımızın normal koşullarda, derileri kendilerinkinden farklı insanlar Gerçekten de deneyler önyargının çok az bir çabayla kırılabileceğini gösteriyor. Princeton Üniversitesi ruhbilimcilerinden Susan Fiske ve arkadaşları öğrencilerine farklı toplumsal gruplardan bireylerin resimlerini gösterirlerken, bir yandan da işlevsel MRI aracılığıyla beynin toplumsal uyarılara karşı tepkilerden sorumlu medyal prefrontal korteks (mPFC) bölgesinde olup bitenleri izledi. Araştırmacılar uyuşturucu bağımlıları gibi “aşırı” dışgrup mensubu bireylere ait görüntülerin bu bölgede hiçbir etki yaratmadığını görünce şaşırdı. Bu durum izleyicilerin söz konusu kişileri insandan bile saymadıklarını gösteriyordu. Ancak, insanların sokaktaki dilenciler ve evsizler karşısında da benzer bir durum sergilediklerine dikkat çeken Finke, daha sonraki deneylerde bu tepkiyi tersine çevirmeyi başardı. Daha önceki sonuçlardan yola çıkan araştırmacılar bu kez deneklere resimlerdeki kişilerle ilgili, söz gelimi, “Bu dilenci sizce hangi sebzeden hoşlanır?” türünde sorular yöneltti. Bu türde tek bir soru bile mPFC bölgesini devinime geçirmeye yeterliydi. Üstelik bu tür bir soru kişinin daha insancıl bir tavır takınmasında etkili olmuş ve önyargılı yanıt çok daha ılımlı bir boyut kazanmıştı. O halde, insanların başkalarını birey olarak görme eğilimlerinin bir hayli güçlü olduğu anlaşılıyor. Etnosantrizmin her zaman şiddete yol açmaması belki de bu yüzden. Bu durum her kitlesel etnik şiddet dalgasında kitlelerin belli bir şiddet düzeyine neden ancak kapÖnyargı, devraldığımız evrimsel mirasın bir samlı bir propaganda uygulamasıyla parçası mı? Grup dışı düşmanlıklar da bu ulaştıklarına da açıklık kazandırabilir. mirasın parçası mı? Kaynak: New Scientist, 17 Mart Rita Urgan CBT 1049/9 27 Nisan 2007 İNSANBİLİMPSİKOLOJİ