25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Bilim ve sanat: Sevgiyle aşk arasında On yıldır bu konuyla uğraşıp duruyordum. Sonunda bir aşk romanı çıktı ortaya. Roman yayınlandıktan sonra, okuduğum kitaplara, makalelere, tuttuğum notlara dönüp baktım. Çalışma odam, oyulup bitirilmiş heykelden arta kalan mermer parçaları ve toz yığınları içindeki bir atölyeye benziyordu. Onları derleyip topladım, masanın üzerine istifledim, şu anda okumakta olduğunuz yazıyı yazmaya başladım. Levent Mete, leventmete@yahoo.com sı benzeri bir anlam taşıyorsa, onun da karşısındaki erkeğin gerçek kimliğini sildiği söylenebilir. Böylece, iki taraf da kendi fantezilerini buldukları ve yarattıkları oranda, karşılarındaki kişinin asıl kimliğinde bir silinmeye yol açarlar. Bu bağlamda, uzun süreli sevgi ilişkisi, gerçeğe, yani kadının ve erkeğin gerçek kimliklerine geri dönüş olanağı olarak da görülebilir. AŞKIN GEÇTİ Mİ? masıyla, aynı zamanda, kendisini, tıpkı dinsel yaşantılarda olduğu gibi, ölümsüz bir varlıkla da bütünleşmiş gibi hissediyor. ‘Yalnızlık Çağında Aşk’ adlı kitabın yazarı Paul Verheaghe, bugün aşığın yerini giderek ‘partner’in aldığını ileri sürüyor. İlişkilerin yirmi yıl önceye göre çok daha kolay kurulabildiği doğru. Sanal ortamın da yardımıyla, hiç tanımadıkları kişilere hızla ulaşabiliyor insanlar. Ailenin ve yakın çevrenin birey üzerindeki kontrolü her gün biraz daha azalırken, dolaşım olanakları, ‘köksüzleşme’ adı verilebilecek bir serbestliğe ve yalnızlığa zemin hazırlıyor. Kavuşamama tehdidi altında biçimlenen romantik yakınlaşmalar en azından metropollerde tarihe karışmak üzere. Ancak, yazar yine de aşka duyduğumuz gereksinimin geçmediğini söyleyerek bağlıyor sözü. Aşk her zaman var oldu ve eldeki verilere göre, her zaman var olmaya devam edecek gibi görünüyor. Uzun süreli, yumuşak sevgi ilişkisiyse, süreklilik içinde düşünüldüğünde, aşkın olgun ve dolayısıyla gevşeyip yavaşlamış, sakin, dengeli hali olarak görülebilir. AMFETAMİN VE ENDORFİN Konunun organik temeliyle ilgili olarak, en çok bu iki maddeden söz ediliyor. Amfetamin güçlü bir uyarıcı. Alındığında insanı cin gibi yapıyor. Kan basıncı yükseliyor, kalp atımı hızlanıyor, göz bebekleri kocaman açılıyor, coşkulu bir mutlulukla, gergin, şüpheci bir ruh hali arasında gidip geliyorsunuz. Bazı bilim insanlarına göre, aşık olduğumuzda, beynimizin duygu merkezlerinden geçen bir amfetamin ırmağına düşmüş gibi oluyoruz. Ancak bir süre sonra, beyin dokusu, bu maddeye karşı duyarsızlaşmaya başlıyor. Yavaşlıyor, yatışıyor, gündelik yaşamın ılımlı ritmine geri dönüyoruz. Bu arada, aşıklar arasında yumuşak bir ilişkinin temelleri oluşmuşsa, birlikte yaşamanın, evliliğin, çoluk çocuğa karışmanın söz konusu olduğu farklı bir dönem başlıyor. Oluşmamışsa, her şey başladığı gibi hızla silinip kayboluyor, geriye yalnızca anılar kalıyor. İleri beyin görüntüleme teknikleriyle yapılan çalışmalar olaya bir boyut daha ekliyor. Aşık üniversite öğrencilerinin beyinlerinden elde edilen görüntüler, sıradan cinsel uyarılma sırasında görülenden farklı bulunmuş. Antropolog Helen Fisher, “Burada gördüğümüz şey, eşleşmek için başkalarını değil de belirli bir kişiyi seçmemizi yönlendiren biyolojik dürtüdür” diyor. “Bir ortama girdiğinizde bir çok çekici kadınla ya da erkekle karşılaşırsınız. Beyniniz bunları kaydeder, derken içlerinden biriyle konuşurken diğerlerinden farklı bir şey hissedersiniz.” Yumuşak ve uzun süreli sevgi ilişkisine eşlik eden maddeyse endorfin. Beynin ürettiği bir yatıştırıcı, bir çeşit morfin. Salgılandığında ağrı kesici etki yapıyor, huzur ve rahatlık veriyor. Amfetaminde olduğu gibi, endorfinde de, beyin bir süre sonra maddeye duyarsızlaşmaya başlıyor. O zaman kişi yeni bir tutku için hazır hale geliyor, başkalarına yöneliyor, uygun birisiyle karşılaşırsa yeniden aşık oluyor. RUHBİLİM NASIL BAKIYOR? Psikanalist Otto Kernberg’in gözüyle bakarsanız, aşkta, erken çocukluk döneminde anne babayla yaşanan duygusal yakınlaşmanın bir tekrarını görürsünüz. Erkekler aşık oldukları kadında annelerini, kadınlar tutuldukları erkekte babalarını bulurlar. Bu nedenle, çocuksu duygularla ve erişkinden çok çocuğunkine yakın bir akılla yaşanır aşk. İlişkinin yumuşak ve uzun süreli sevgiye dönüşmesi, geçmişten şimdiki zamana, çocukluktan erişkinliğe doğru yapılan bir ruhsal yolculuktur. Aşkın bilinçdışına, uzun süreli yumuşak sevginin bilince yakın olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda, aşk duyguya, sevgiyse akla daha yakındır. Freud’un duygusal gelişim kuramını aklın dönüşümlerine uygulayan Silvano Arieti’nin yaklaşımıyla, aşık olan kişinin farklı biçimde akıl yürütmeye başladığını düşünebiliriz. Önyargılarla hareket eden, aşırı genellemeler yapan, büyüsel düşünceye yakın bir akıldır bu. Aşkın dışında bir de düşlerde ve kişinin gerçekle bağlarının zayıfladığı ruhsal bunalım anlarında egemen olur. Psikanalizin bir diğer önemli ismi Lacan, aşkın kadınının yok olması anlamına geldiğini söylerken, erkeğin onda kendi Ödipal aşkını, yani annesini aradığını ve oluşturmaya çalıştığını, böylece karşısındaki kadının gerçek kimliğinin silinmesine yol açtığını ileri sürüyordu. Öte yandan, eğer kadın için de baba SANATIN GÖZÜYLE Buraya kadar aşka ve sevgiye bilimin nasıl baktığından söz ettim. Ancak devreyi kapatmak, kavramları içsel yaşantılara dönüştürerek algılamak için elbette sanatın yardımına gereksinim var. Böyle bir işe girişmek isteyenlere, Nagisa Oshima’nın Duygu İmparatorluğu, Bernardo Bertolucci’nin Paris’te Son Tango ve Claude Lelouch’un Bir Kadın Bir Erkek isimli filmleriyle, Marguerite Duras’nın Moderato Cantabile, D.H. Lawrence’ın Lady Chatterley’in Aşığı ve D. M. Thomas’ın Beyaz Otel isimli romanlarını önerebilirim. Bilgisayar mühendisliği öğrencileri toplantısı Bilgisayar Mühendisliği bölümü öğrencileri üçüncü Bilgisayar Mühendisliği Öğrencileri Kongresi kapsamında 1215 Nisan 2007 tarihlerinde Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde bir araya geldi. 40 üniversiteden gelen 180 bilgisayar mühendisliği öğrencisini Eskişehir'de buluşturan etkinlik üç gün boyunca yoğun bir içerik ve gündem ile devam etti. Açılış konuşmalarını ev sahibi kulüp Bilgisayar ve Bilişim Teknolojileri Kulübü başkanı Özer Çelik, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölüm Başkanı Yrd.Doç.Dr. Nihat Adar, Mühendislik Mimarlık Fakültesi dekanı Prof. Dr. Adnan Konuk ve Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı Kelam Ulusaler'in yaptığı kongrede; Eskişehir Osmangazi, Başkent, Gazi ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitelerinin bilgisayar mühendisliği bölüm başkanlarının katılımıyla Türkiye'de ve yurtdışında bilgisayar mühendisliği eğitimi ve müfredatı üzerinde duruldu, Türkiye'nin bilişimle kalkınması için yapılması gerekenler tartışıldı. Bilişim alanındaki örgütlenme eksikliğinin bir sonucu olarak, Türkiye'nin en genç ve katma değeri en yüksek sektörü olan bilişim sektöründe taşların henüz yerine oturmadığının vurgulandığı oturumlarda, bilgisayar mühendisliği eğitim sürecinde sanayi ile mutlaka ortak çalışmalar yapılması gerektiği konusunda hemfikir olan öğrenciler, Türk iş adamları ve sanayisini, üniversitelere davet ettiler. Elektrik Mühendisleri Odası, Türkiye Bilişim Derneği ve Linux Kullanıcıları derneği'nin katıldığı oturumlarla sektörün yapısı ve bilgisayar mühendislerinden beklentileri ele alınırken; Microsoft, Intel, Savronik oturumlarında şirketlerin öğenciler ile ilişkileri, yeni teknolojiler ve trendler üzerinde duruldu. Oturumların yanı sıra, Türkiye'nin ilk önkuluçka merkezi Eskişehir Yazılım Üssü Genç Girişimci Eğitim Merkezi'ne düzenlenen gezide Türkiye'de girişimciliğin, milli yazılımın ve inovasyonun kalkınma için önemi değerlendirildi. BİLMÖK'ün bilişim alanında büyük bir açığı kapattığını ve ileride büyüyerek Türkiye'nin bilgi toplumuna dönüşüm sürecinde önemli rol alacağına inançlarını belirten, öğrenciler sıkı dostluklar kurarak bugünden geleceğe uzanan köprülerin temellerini attılar. BİLMÖK'ün devamlılığını sağlamak ve organizasyonu denetlemekle yükümlü Yürütme Kurulu üyeleri de bu sene tekrar seçildi. Başkan: Özer Çelik (Eskişehir Osmangazi Üniversitesi) 2. Başkan: Halim Yıldız (Yıldız Teknik Üniversitesi) Üye: Ali Servet Eyüboğlu (Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Üye: Mücahit Yılmaz (TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi) Üye: Ayşenur Aydın (Ankara Üniversitesi) ÖLÜMLÜLÜK VE ÖLÜMSÜZLÜK Organik yaklaşımın amfetamin ve endorfin gördüğü yere, felsefeci Georges Bataille ölümsüzlük ve ölümlülük kavramlarını yerleştiriyor. Sakin, ılımlı yaşamın içinde akıp giden insan, bu durumu, doğum ve ölüm anları arasında yol alan, başkalarından farklı, onlardan bedenin fizik sınırlarıyla olduğu kadar ruhsal varoluşun sınırlarıyla da ayrılan bireyin, ölümlü bir varlık olduğu bilinciyle kabulleniyor. Aşk, ani bir patlamayla bozuyor düzeni. Kişiyi, aklın düzenli kabullenmelerinden bağımsızlaştırdığı oranda, ölümsüzlük duygusuna yaklaştırıyor. Toplumsal kimliğin ve yükümlülüklerin dışına taşan benliği, bilinen zamandan bağımsız hale getiriyor, sonsuzlukla birleştiği inancıyla dolduruyor. Aşık olan kişi, sevdiğiyle ruhsal ve bedensel olarak birleştiği, birbirlerinin içinde eriyip kayboldukları yanılsa CBT1047/22 13 Nisan 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle