24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP geçiş hızlandı. Tıp fakültelerinde daha sık olarak uygulanan yarı zamanlı çalışma son yıllarda daha çok ağırlık kazanmaktadır. Türk Tabipleri Birliği’nce 1997’den beri hazırlanan Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi Raporu incelendiğinde yarı zamanlı çalışmanın giderek arttığı görülmektedir. 1997’de profesörler için tam zamanlı çalışma oranı yüzde 81’den 2006 yılı başında yüzde 74.2’ye düşmüştür. Temel tıp bilimlerdeki profesörlerin yarı zamanlı çalışma olanağı sınırlı olduğu düşünülürse, tıp fakültelerinde klinik dallarda bu oran daha da düşük bir düzeye gelmektedir. Yarı zamanlı çalışmanın giderek artması ve döner sermaye uygulamalarıyla hizmetin öncelenmesi doğal olarak eğitime ayrılan süreyi ve öğrencinin gelişimiyle ilgili öğretim üyesinin görevlerini olumsuz etkiliyor. Oysa üniversitelerde, özellikle tıp fakültelerinde tam zamanlı çalışma öğretim üyeliğinin temel gereğidir. Modern tıp fakültelerinin biçimlenmesini sağlayan 1910 yılında yayınlanmış ünlü Flexner raporunda tıp fakültelerinde öğretim elemanlarının tam gün çalışmasının zorunlu olması gerektiği belirtilmiş ve bu öneri o yıllardan itibaren dünyadaki pek çok tıp fakültesinde yaygın olarak kabul görmüştür (2). Yükseköğretimde mezuniyet öncesi ve sonrası eğitim programlarının başarısı evrensel ölçütlerde bilimsel kaliteden ödün vermeden ideal olarak tam gün çalışma ilkesi ile önemli boyutta etkilenebilir. Bu bakış açısıyla (anlayışla) çok uzun ve özveri isteyen bir eğitim ve hizmet dönemi sonrası öğretim üyesi olarak çalışan akademisyenleri, yarı zamanlı çalışmaya zorlayan gelecek kaygılarını ortadan kaldıracak önlemler tam zamanlı çalışma için teşvik edici bir unsur olarak kullanılmalıdır. Yükseköğretimde zorunlu dersler verimli mi? Yükseköğretim Kanunu’nun 5/i. maddesinde "Yükseköğretim kurumlarında, Atatürk ilkeleri ve inkılap Tarihi, Türk dili, yabancı dil zorunlu derslerdendir" denir. Bu kısa yazıda söz konusu derslerin amacına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmıyorsa nedenleri üzerinde durulacak. Prof. Dr. Tahir Balcı, tbalci@cu.edu.tr Y aptığımız bir söyleşide öğrencilerimizin Türk dili dersiyle ilgili görüşlerini almak üzere şu sorular yöneltildi: Derse severek katıldınız mı, dersi ciddiye alnınız mı, yoksa yük olarak mı gördünüz? Ders verimli oldu mu? Ders kaldırılsın mı? Ağırlıklı görüşler şöyle: Derse severek katılım söz konusu değil. Bu durum dersin gereksiz bir yük olarak görülmesine neden olmaktadır. Ancak dersi yük olarak görmek ciddiye alınmayacağı anlamına gelmemektedir. Ne var ki öğrenciler dersi geçmek zorunda oldukları için ciddiye almaktadır. Dersin verimli olduğunu söyleyen neredeyse yok. Dersin kaldırılmasını/kalmasını isteyenler eşit ağırlıkta; fakat kalmasını isteyenler yararını gördükleri için değil, not ortalamalarını yükseltmeye yaradığı için bunu istediklerini belirtmişlerdir. üzere MEB’e bağlı okullardan öğretmen görevlendirilmesine yol açmıştı. Yani dilbilim uzmanı öğretim üyesinin Türk Dili dersini veremeyeceği savunulurken, ortaöğretimden öğretmen görevlendirilmekte! Bu yanlış da "YÖK’ün böyle istemesi"yle savunulmakta. Buna benzer biçimde Türkiye Cumhuriyeti Tarihi doçentinin bile "Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi" dersini vermesi engellenmektedir. Bu dersi de sadece ilgili okutmanın verebileceği savlanıyor ki, bunun bilimsel hiçbir açıklaması yoktur. YÖNETİM SORUNLARI Acaba akademik kurumlarda eğitimöğretimle ilgili konuların bile bu kadar dar biçimsel bir çerçeveye sıkıştırılması zorunlu derslere olumsuz yaklaşılmasına mı neden oluyor, yoksa derslerin verimsizliliği ve ciddiyete alınmaması mı bu dar görüşlülüğü doğuruyor? Bizce her ikisi doğrudur. Ama neden ne olursa olsun, ortada kabul edilemeyecek bir durum var. 2547’nin yukarıdan aşağıya yöneticilere verdiği aşırı yetkiler her zaman kötüye kullanılmaya açıktır. Nitekim bu yetkilerin abartılarak kullanılmasıyla oluşturulan emirkomuta zinciri içerisinde, önemli konular bile göstermelik kurul toplantılarında sonuca bağlanıyor, hatta alınan kararlar toplantı tarihinden önce bilinebiliyor. Üniversitelerde okutulan bazı derslerin ortak ve zorunlu olması, bu derslerin mutlaka okutmanlarca verileceği ya da öğretim üyelerince verilemeyeceği anlamına gelmez. Her ders ilgili anabilim dalının görevlendirdiği, uygun formasyona ve ders verme yetkisine sahip her öğretim elemanınca verilebilir. Ortak zorunlu dersler ya öğrenciler için formalite/yük olmaktan çıkarılarak gerekli saygınlığa kavuşturulmalı, ya da seçmeli yapılmalı. Bizce bu derslerin kaldırılması çok yanlış bir tercih olur; hatta hakkettikleri saygınlığı yeniden kazanmaları yükseköğretimin öncelikli konularındandır. Bunun için planlama, yürütme ve denetimin tek elde toplanması yerine mutlaka ilgili anabilim dallarına bırakılması gerekmektedir. NEDEN VERİMSİZ? Peki bu dersler neden verimsiz olmaktadır, neden yerine getirilmesi zorunlu bir formalite gibi görülmektedir? Bizce sorun derslerin planlanması ve yürütülmesi ile ilgilidir. Çözüm, birimlerindeki eğitimöğretimin verimliliğinden sorumlu olan anabilim dalı başkanlarının öncelikli görevi olduğundan, planlama ve yürütme işi de anabilim dalı başkanlığının ve kurulunun yetkisinde olmalıdır. Konuyu örneklendirelim: ÇÜEF Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı’nda Türk Dili dersinin amacına ulaşmadığı saptandı, dolayısıyla dersin kendi bünyesindeki genel dilbilim uzmanı bir öğretim üyesince verilmesi kararlaştırıldı. İşte sorun burada başladı. Rektörlüğe bağlı Türk Dili Bölümü Başkanlığı itirazda bulundu, Türk Dili dersinin ortak zorunlu ders olduğu gerekçesiyle ancak okutmanlarca verilebileceğini, başka hiçbir akademik personelin bu dersi veremeyeceğini savladı. Oysa üniversitedeki bütün Türk Dili derslerini okutmayı tekelinde gören Türk Dili Bölümü, bünyesinde yeterince okutman olmadığı gerekçesiyle yüksekokullarda açık bulunan Türk Dili derslerini vermek ÖNERİLER 1. Yükseköğretim kurumlarında tam zamanlı çalışma özendirilmelidir. Bu amaçla tam zamanlı çalışma karşılığı olan öğretim üyesi maaşlarının yeterli düzeye çıkarılması için çaba gösterilmelidir. 2. Öğretim üyelerinin özlük hakları düzetilmeli ve emeğinin karşılığı olan düzeye çıkarılarak yarı zamanlı çalışmaya yönelmeleri önlenmelidir. 3. Döner sermaye geliri maaşın yerini almamalıdır. Bu gelirin hastalık ya da emeklilik dönemlerinde edinilemediği unutulmamalıdır. Öğretim üyeleri döner sermaye gelirine bağımlı olmadan uygun standartlarda yaşayabilecekleri bir geliri maaşlarından elde edebilmelidirler. 4. Döner sermaye uygulamaları yeniden gözden geçirilmeli ve öğretim üyesinin hizmet sunumuna yöneltilmesi ile ilgili yönleri yeniden düzenlenmelidir. 5. Döner sermaye uygulamalarında eğitim ve araştırmayı da ödüllendirecek düzenlemeler yapılmalıdır. Döner sermaye katkı payının emekliliğe yansıtılması yönünde düzenleme yapılmalıdır. 2547 sayılı Yasa. Madde:36 2. Flexner A: Medical education in the United States and Canada. New York: Carnegie Foundation for the Advancement of Teaching. 1910. Özür ve düzeltme: Geçen haftaki dergimizde Prof. Dr. Kurtuluş Olgun’un “Türkiyede bulunan 47. yılan bulundu: Amanos yılanı ” başlıklı yazıda teknik bir hata sonucu resim eksik yayımlanmıştır. Düzeltir, okurlarımızdan özür dileriz. Adnan Menderes Üniversitesi’nden araştırma görevlisi Aziz Avcı’nın bulduğu ve Türkiye ve dünya için bu yeni yılan türüne Rhynchocalamus barani bilimsel adı kondu. Böylece Türkiye’de kurbağa, kertenkele, kaplumbağa veya bir yılan türü ilk kez sadece Türk biliminsanları tarafından bulundu. Yılan 30 cm. boyunda ve zehirsiz. Rhynchocalamus barani (a, d) ile Türkiye’de yaşayan ona yakın iki alt tür, R. m. melanocephalus (b, e) ve R. m. satunini’nin (c, f) baş kısımlarının dorsal ve ventral görünümü. Foto A. Avcı. CBT1042/22 9 Mart 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle