Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İKLİM Hangi bahardayız? Bir yabancı arkadaşım Türkçeyi yeni öğrenirken mevsimleri şöyle sayıyordu: Yaz bahar, kış bahar, ilk bahar, sonbahar. Biz de araya girip ‘Karnabahar da var’ diyorduk. Hemen elindeki kitaba bakıp doğrusunu söylemeye çalışıyordu ama mevsimler yine karışıyor hatta araya karnıbahar da mevsim olarak giriyordu. Artık biz de mevsimleri karıştırıyoruz, hem de gerçek anlamda. Bakın anlatayım... Prof. Dr. Osman Demircan, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, demircan@comu.edu.tr cak ayı sonu kırlara çıktım. Çiğ ve nem nedeniyle her yer yemyeşil; sanki hâlâ sonbaharı yaşıyoruz; Ekim ayında gibiyiz. Hava güneşli, bulut yok ve sıcaklık gündüzleri 15 derece civarında. Şubat ayı gelmiş ama kış gelememiş. Ancak kırlarda bir şey daha dikkatimizi çekiKış gelmeden bahar yor; bademler, erikler çiçek açmış, gelmiş gibi: Sanki nikuytularda kır laleleri hatta papatsan sonlarındayız. Üç yalar tüm güzelliğiyle ortaya çıkmışlar. Bu bakımdan sanki kış gelaylık zaman farkı var meden bahar gelmiş gibi: Sanki niarada, kışı atlayıp ilksan sonlarındayız. bahara geçmişiz: Üç aylık zaman farkı var arada, Mevsimler üç ay kaykışı atlayıp ilkbahara geçmişiz: Mevsimler üç ay kaymış. Gerçekmış. Gerçekten hangi ten hangi mevsimdeyiz? Takvime mevsimdeyiz? Takvibakmadan bilmek mümkün değil. me bakmadan bilmek Ağaçların, çiçeklerin durumuna göre nisan ayında olmamız gerek. mümkün değil. AğaçAncak bu bölgelerde nisan ların, çiçeklerin duruayında toprak suya doymuş olur, muna göre nisan toprak yollar çamur olur, yürüyeayında olmamız mezsiniz. Dereler, çaylar şarıl şarıl akar, barajlar su ile dolmuş olurdu. gerek. Şu anda toprak çamur değil; yağmurlar yağmamış; dereler, çaylar kuru; birçoğunda bir damla su yok. Barajlar boş. Sonbahar ve kış aylarında beklenen yağışlar henüz gelmemiş. Bu duruma göre de henüz sonbaharın başındayız; Mevsimlerde üç aylık bir gecikme var. Daha havalar soğuyacak, bulutlanacak ve yağmurkar yağacak; derelerden çaylardan sular akmaya başlayacak; barajlar dolacak, içecek sularımız olacak. Çok sonra, karlar eridikten sonra doğa canlanacak, çevre yeşillenecek; kırlarda çiçekler de açınca ilkbahar O gelmiş olacak. Fakat halihazırda hava sıcak, günlük güneşlik, bulut yok, doğa canlanmış, çiçekler açmış. Hangi mevsimdeyiz gerçekten? Hangi baharı yaşıyoruz? İkinci baharı değil herhalde. Bir arkadaş, “ben küresel ısınmayı seviyorum, hep böyle olsun diyor”. Detayları düşününce durum hiç de bu kadar basit değil. Durum eski yıllara göre çok farklı, mevsim gereği beklenen yağmurlar gelmemiş. KÜRESEL ISINMA Bu durum kuraklığın belirteci. Düzen değişmiş. Artık biliyoruz, yağmurlar geldiğinde de az gelecek ama birden gelecek; her yeri seller götürecek. Mevsimler birbirine karışmış. İklim koşulları açısından hangi mevsimi yaşadığımızı bilemiyoruz. İklim değişikliği bu; iklimde kaos başlamış. İklim değişikliği farklı yerlerde farklı gösteriyor kendini. İklim değişikliklerinin gelecekte ne getireceği çok net bilinmiyor. Bilinen o ki yıldan yıla ortalama sıcaklık artacak. Yağışlar azalacak. Bir dizi olumsuzluk bizi bekliyor. Tüm bu olumsuzlukların nedeni küresel ısınmadır. Küresel ısınma insanoğlunun çözüm bekleyen en ciddi sorunlarından biri olarak karşımızdadır. Küresel ısınma Yer yüzeyinin yıldan yıla giderek daha fazla ısınması olayıdır. Bu olay son 50 yıldır iyice saptanabilir duruma geldi ve önem kazandı. Değişik araştırma merkezlerinde elde edilen bulgulara göre Yer atmosferinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0.6 (± 0.2)°C arttı. Şekil 1’de gösterilen bu çok küçük gibi görünen artış iklim değişikliklerine neden olmakta ve insanlığı doğrudan etkilemektedir. Ancak şekle dikkat ederseniz, artış üstel biçimdedir; sıcaklık artışı aynı şekilde devam ederse 21. yüzyıl sonunda ortalama sıcaklık artışı en az 2 derece olacak. Yaşadığımız iklim değişiklikleri sadece ortalama 0.6 derecelik sıcaklık artışından kaynaklandığına göre 2 derecelik artışın neler geti Şekil 1: 18562004 arası yeryüzünde küresel ortalama sıcaklık artışı. rebileceğini siz düşünün. Küresel ısınmanın neden olduğu olayları televizyonlarda izliyoruz: Diğer taraftan sıcaklık arttıkça kutuplarda buzullar eriyor. Okyanusların yüzey sıcaklıkları beklenmedik şekilde değişiyor. Uydulardan yapılan hassas ölçümlere göre buzulların erimesine bağlı olarak okyanusların ve denizlerin ortalama su seviyesi de yıldan yıla yükseliyor. İkinci şekilde gösterilen su seviyelerindeki yükselme sadece 10 yılda 3 cm kadar; çok küçük görünüyor. Ancak bu yükselmenin 2100 yılına gelmeden bir metreye ulaşması bekleniyor. Bu durumda deniz kenarlarındaki kentleri sular basacak. Çok büyük alanlar deniz altında kalacak. Bazı şehirler taşınmak zorunda kalacak: Bu nedenle 200 milyon kişinin göçe zorlanacağı tahmin ediliyor. Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu bilinmekte. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, Güneş’ten gelen radyasyonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğurarak atmosferde enerji birikmesine ve yer yüzeyinin fazlaca ısınmasına yol açmaktadır. Bu olaya sera olayı denir. Çünkü bildiğimiz seralar da aynı şekilde ısınır. Camdan veya sera naylonundan sera içine giren yüksek enerjili güneş ışınları içerisini ısıtır ama içerideki ısı karbon içeren camdan veya sera naylonundan dışarı çıkamaz; dolayısıyla sera gittikçe daha fazla ısınır. İnsan nüfusu enerji ihtiyacıyla beraber artarken insan eliyle uzaya salınan sera gazlarının miktarı da doğal olarak hızla artmaktadır. Örneğin karbondioksit, fosil yakıtların kullanılmasıyla yoğun olarak atmosfere salınır. Son yıllarda fosil yakıtların kullanımı sonucu atmosfere salınan karbondioksit miktarı yılda 8 milyar tona ulaşmıştır. II. Dünya Savaşı sonrasında dünya nüfusu 2 kat, ayrıca enerji kullanımı 4 kat artmıştır. 1958 yılında atmosferdeki 315 ppm/m3 karbondioksit oranı 2004'te 379 ppm/m3 olmuştur. ABD dünya nüfusunun %4'üne sahipken karbondioksit üretiminin %25'ini gerçekleştirmektedir. Sadece 15 kadar sanayileşmiş ülke tüm karbondioksit üretiminin %97’sini üretmekte ama bu karbondioksitin neden olduğu küresel ısınmanın olumsuz sonuçlarını daha çok diğer fakir ülkeler çekmektedir. KYOTO VE SORUNLAR Soruna çözüm getirmek için ilk kez 1979 yılında 160 ülke Japonyanın Kyoto kentinde bir araya gelerek Kyoto protokolünü oluşturmuşlardır. Bu protokole göre sanayi ülkelerinin 20082012 arasındaki dönemde karbondioksit üretimini 1990 yılındaki duruma göre sadece %5 oranında düşürmeleri isteniyordu. Gelişmekte olan ülkelerse, sera gazı üretimine çok fazla katkıları olmadığı için bu protokolün dışında tutuldu. Küresel ısınmanın nedeni olan sanayileşmiş ülkeler, başta ABD olmak üzere ne yazık ki bu protokolü imzalamadılar ve gereğini de yerine getirmediler. Her ülkenin fosil yakıtlar nedeniyle uzaya saldığı sera gazı miktarı bellidir. Buna göre sanayileşmiş ülkeler ceza olarak bir fona karbondioksit vergisi ödeyebilirler ve bu fon gelişmekte olan ülkelerin kalkınmasına aktarılabilir. Ancak bilinmeli ki gelişmiş ülkelerin karbondioksit üreterek Dünya’yı kirletmesi ve bunun cezasını diğer ülkelere ödetmesi sürüp gidemez. Öngörülen çözümler şöyle sıralanabilir: 1) Kömür, odun, petrol ürünleri, doğalgaz gibi fosil yakıt kullanımı hızla azaltılmalı. 2) Rüzgâr, güneş, jeotermal enerjiler gibi temiz enerji kaynaklarına geçilmeli. 3) Enerji kullanımından tasarruf etme yolları bulunmalı (en temiz enerji kullanılmayan enerjidir) 4) Yeşil bitkiler karbondioksit alıp oksijen verdikleri için yeryüzünde yeşil alanlar hızla genişletilmeli. Bir hektar yeşil alan (örneğin orman) yılda 2 ton karbondioksit kullanmaktadır. Bu durumda yapılan bir hesaba göre yıllık 8 milyar tonluk fazlalık karbondioksit 4 milyar hektarlık orman alanı tarafından emilir ve küresel ısınma sorunu bir anda çözümlenebilir. Yeşil alanların insanlık için önemli bir yararı daha bulunmaktadır; insanlığın ihtiyacı olan oksijeni üretmeleri. Yine hesaplara göre bir hektar yeşil alan yılda ortalama 1.4 ton oksijen üretmektedir. Yeryüzündeki tüm oksijeni yeşil bitkiler üreterek bizim gibi birçok canlının yaşamasına olanak sağlamaktadır. Yeryüzünde kara parçalarının toplamı 34 milyar hektardır. Karaların 1/9’u yeşil alana dönüştürülebilse küresel ısınma sorunu yaşanmayacak. Yağışların genelde azalması, yeşil alanların oluşturulma ve sulanma zorluğunu da beraberinde getirmektedir. Bazı bilim adamları ormanların da geliştikten sonra çürüme sonucu sera gazı üretimini arttırdığını, yani orman alanlarını arttırmanın da küresel ısınmaya tam çözüm olamayacağı görüşünü taşıyorlar. Atmosfere bazı kimyasallar serperek yer atmosferinin güneş ışığına geçirgenliğini değiştirerek veya uydulara yerleştirilecek büyük yansıtıcılarla güneş ışığının bir kısmını uzaya yansıtarak küresel ısınmayı azaltmanın mümkün olabileceğini savunan ilginç görüşler de bulunmaktadır. Küresel ısınma bugün insanlığın en büyük problemlerinden biri haline gelmiştir. Kaynaklar: www.gis.nasa.gov; www.ncdc.noaa.gov/oa/climate; www.aip.org/history/climate; cdiac.esd.ornl.gov; www.earthfuture.com; www.nrdc.org/globalwarming; www.betterworldclub.com; www.climatenatural.com; www.climatenetwork.org; www.time.com/time/2001/globalwarming İnsanın iklimi değiştirdiğine ilişkin yeni kanıtlar Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından ortaklaşa yürütülen Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) "İklim Değişikliği 2007: Fiziksel Bilim Temeli" Raporu’nun "Karar Vericiler İçin Özet"i Paris’te açıklandı. Bu makalede, raporun önemli sonuçları, uygun olduğu yerde 2001 yılında yayımlanan IPCC Üçüncü Değerlendirme Raporu’nun (TAR) sonuçlarıyla da karşılaştırılarak özetle bireştirildi. Doç. Dr. Murat Türkeş; Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü, murat.turkes@comu.edu.tr Şekil 2: Deniz seviyelerinde ortalama yükselme; on yılda 3 cm. Şekil 3: Küresel ısınmayı oluşturan en etkin sera gazı karbondioksitin yıldan yıla artışı. klim değişikliğinin doğal ve insan kaynaklı nedenleri: Karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) gibi sera gazlarının atmosferdeki birikimleri, 1750’den günümüze değin süregelen insan etkinliklerinin sonucunda artış gösterdi. Bu artış, binlerce yıllık buz katmanı örneklerinden (karotlarından) elde edilen sanayi öncesi birikim değerlerinden çok yüksek. CO2 birikimlerindeki artışlar, temel olarak fosil yakıt kullanımı ve arazi kullanımı değişikliklerinden kaynaklanırken, CH4 ve N2O birikimlerindeki artışlar ise, temel olarak tarımsal etkinliklerden kaynaklanan salımlar ile bağlantılı. Atmosferdeki CO2 birikimi, sanayi öncesi dönemde 280 ppm iken, bu değer 2005 yılında 379 ppm’e ulaştı. 2005 yılındaki bu birikim değeri, (buz karotlarının içindeki havanın kimyasal çözümlemelerinden elde edilen) geçmiş 650,000 yıllık kayıttaki 180300 ppm arasında değişen doğal CO2 birikiminin çok üzerinde. IPCC TAR’a göre insanın küresel ortalama net etkisi, ısınma dikkate alındığında, çok büyük olasılıkla +1.6 W/m2 düzeyindeki bir ışınımsal zorlamaya karşılık gelir (pozitif ışınımsal zorlama, ısınma etkisi). Atmosferdeki CO2, CH4 ve N2O birikimlerindeki artış nedeniyle oluşan birleşik ışınımsal zorlama ise +2.30 W/m2’dir. Sanayi dönemindeki artış oranı, büyük olasılıkla geçmiş 10,000 yıldan daha uzun bir dönemdekine göre eşi görülmemiş bir düzeyde. Sülfat, organik karbon, siyah karbon, nitrat ve tozları içeren aerosol’lerin insan kaynaklı katkıları, ortaklaşa bir soğuma etkisi yaratır (negatif ışınımsal zorlama, soğuma etkisi). Hesaplamalara göre, aerosol’lerin doğrudan toplam ışınımsal zorlaması 0.5 W/m2 ve dolaylı bulut albedo zorlaması 0.7 W/m2 düzeyinde. Güneş ışınlarında (gelen kısa dalgalı güneş radyasyonu) 1750’den beri gerçekle İ şen değişiklikler ise, +0.12 W/m2’lik bir ışınımsal zorlamaya neden oldu. Bu değer, TAR’da verilen kestirimin yarısından azdır. SON YILLARDAKİ GÖZLEMLER Küresel ortalama hava ve deniz yüzeyi sıcaklıklarındaki artışlar, geniş alanlı kar ve buz erimeleri Son 12 yıldan 11’i, ve küresel orta1850’den beri yapıllama deniz seviyesindeki yükmakta olan aletli küselmelere ilişkin resel yüzey sıcaklığı doğrudan gözölçüm kayıtlarındaki lemlerden elde en sıcak 12 yılın araedilen kanıtlar, iklim sisteminsında yer alıyor. 100 deki ısınmayı yıllık (1906–2005) doğaçıkça gösterirusal eğilimin büyükyor. lüğü, 0.74 °C’ye ulaştı. 1995–2006 Doğrusal ısınma eğiliarası 12 yıldan 11’i, 1850’den mi, geçen 50 yıllık döberi yapılmakta nemde 100 yıllık döneolan aletli küremin yaklaşık iki katı sel yüzey sıcaklı(0.13 °C/10 yıl). ğı ölçüm kayıtlarındaki en sıcak 12 yılın arasında yer alıyor. Bu yüzden, güncellenen 100 yıllık (1906–2005) doğrusal eğilimin büyüklüğü, 0.74 °C’ye ulaştı (0.74 ± 0.18 °C). Bu değer, TAR’da 1901–2000 dönemi için 0.6 ± 0.2 °C olarak hesaplanan doğrusal ısınma eğiliminden daha büyük. Doğrusal ısınma eğilimi, geçen 50 yıllık dönemde 100 yıllık dönemin yaklaşık iki katı (0.13 °C/10 yıl). Alt ve orta troposfer sıcaklıklarına ilişkin meteoroloji balonu ve uydu ölçümlerine dayanan yeni çözümlemeler, yüzey sıcaklığı kayıtlarındakine benzeyen ısınma oranlarını göstermektedir ve belirsizlikleri de uyumludur. Yazının devamı arka sayfada CBT 1042/13 9 Mart 2007 CBT 1042/12 9 Mart 2007 İKLİM