24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org Dinsel bağnazlıkla şoven milliyetçiliğin birbirlerinin karanlığını dokudukları bir ülkede, ulusal strateji meselesiyle uğraşmak gerçekten abesle iştigal mi? “Abesle İstigal”mi? MİT Müsteşarı'nın, geçen hafta aktardığım şu sözleri dikkatinizi çekmiştir: "Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus devlet ve milletin ... tarih maratonunu kaybettiği süreci anlatacaktır. Bu devletler sâdece gelişmemekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dâhil olmamakla kalmayacak, aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini büyük ölçüde yitireceklerdir." Türkiye Bilimler Akademisi'nin 29 Mart 2004’te İstanbul'da gerçekleştirdiği "Geçmişten Geleceğe Türk Bilim ve Teknoloji Politikaları" konulu toplantıda, Sayın Süleyman Demirel de, benzer bir uyarıda bulunmuştu: "Türkiye'nin kalkınmasında bilimi ve teknolojiyi hâkim kılabilecek yollar bulmak lâzım. Bilim ve teknolojiyi hâkim kılmaktan maksat, evvela bu bilim ve teknolojiyi üretmektir. Efendim, 'bilim ve teknolojiyi ithâl ederiz.' Ederiz. Yalnız, iş ithal edilmesiyle bitmez. Çünkü, biz onu öğrenip uygulamaya koyuncaya kadar, yeni bilim ve teknoloji ürünleri geliyor ortaya; yetişemezsiniz. Ayrıca, dünyada 200 memleket var. Bu 200 memleketten 189’u aslında Birleşmiş Milletler'e kayıtlı; ama, önümüzdeki zaman içerisinde bu sayı 200’ü bulacaktır. 200 ülkeden 1520 tanesi teknoloji üreten ve üretebilecek olan ülkelerdir. Gerisi teknoloji alma durumundadır. Teknoloji alan ülkeler, teknoloji kolonileridir; yâni teknoloji üretip satan ülkelerin kolonisidir, müstemlekesidir. Öyleyse benim ülkem bu duruma düşmemeli." Bu sözleri, 'devletin kritik görev noktalarında bulunan ya da Cumhurbaşkanlığı makamına kadar yükselmiş insanların her söylediği doğrudur', diye aktarmıyorum. Hâttâ, Sayın Demirel için, "madem bunu bu kadar iyi biliyordu, gereğini kendisi niçin zamanında yapmadı" da diyebilirsiniz. Burada önemli olan şu: Gerçekten de, bilim ve teknoloji üretimi açısından ülkelerin durumları karşılaştırıldığında, geleceğin Türkiye için pek de parlak olmadığı açıkça görülüyor ve bu iki insan bunu söylüyor. Ama, çoğunluğu mevcut siyasîiktisadî sistemden yana olan toplumumuz, bu sistemin ürettiği değer yargılarına aykırı düşmeyen kendi siyasî önderlerine ya da karşılaşılacak tehlikelerden devletini zamanında haberdar etsin diye göreve getirilmiş insanlarına bile bu konuda kulak asmıyor. Evet, bugünkü hükumet ARGE ve inovasyon desteği için, öncekilere göre daha çok para ayırıyor. Ama, gelecek için stratejik bir hedefimiz, o hedefe ulaşmak için yol haritamız yoksa; destek adı altında ne kadar para harcarsak harcayalım, varabileceğimiz bir nokta olmayacaktır. Para gerek şarttır ama yeter şart değil. Bu işi ciddiye alan her ülke bunun için zâten büyük paralar ayırıyor; ama, ondan önce başka bir şey daha yapıyor. 9 Şubat'taki yazımda, Alman Federal Hükümet'inin, gelecek vaat eden teknolojiler için 20062009 dönemini kapsamak üzere 15 milyar Avro ayırdığına değinmiştim. Büyük para; ama, sâdece bundan ibaret değil. Almanya'nın stratejik hedefleri belli; harcamalarını nereye odaklayacağını biliyor. Belki, ayırdığı paranın büyüklüğü ve stratejik hedefleri açısından Almanya ile kendimizi karşılaştırmamızın doğru olmadığını düşünebilirsiniz. O zaman, 4 milyon nüfuslu bir ülkeye, İrlanda'ya bakalım. İrlanda, özel sektörün ARGE için kamudan daha çok para harcadığı bir ülke. Özel sektörün 2001'deki harcaması 917 milyon Avro imiş; hedef, bu harcamanın 2010'da 2,5 milyar Avro'ya çıkarılması. Bu hedefin tutmasına destek olacak biçimde, yükseköğretim ve kamu kurumları da, 2001'de 422 milyon olan ARGE harcamalarını 2010'da 1,1 milyar Avro'ya çıkaracak. Tabiî ki, İrlanda da bu harcamalarla neyi hedeflediğini biliyor ve ulusal bir stratejiye sahip. Biz niye sahip değiliz? Diğerlerinin, özellikle de 'küreselleşme' ideolojisini üretenlerin niçin 'ulusal' stratejileri var? Yoksa, dinsel bağnazlıkla şoven milliyetçiliğin birbirlerinin karanlığını dokudukları bir ülkede ulusal strateji meselesiyle uğraşmak gerçekten abesle iştigal mi? Savunma sanayii politikasında kavramsal değişim Savunma sanayi müsteşarı "artık ortak üretimden çok kendi tasarımlarımızı ön plana çıkarmaya başlayacağız. Savunma sanayimiz çok başarılı örnekler veriyor" diyerek bir anlayış değişikliğini açıkladı... Şimdi çeşitli yasalar ve mevzuatta da bu yeni anlayışa uygun değişiklikler yapılmalı... Aytekin Ziylan T CBT 1040/6 23 Şubat 2007 ürkiye 1974 Silah Ambargosu’ndan sonra giriştiği savunma sanayini geliştirme hamlesini yetersiz bir teknoloji altyapısıyla başlatmıştı. Her nekadar Aselsan gibi özgün teknoloji geliştirmeye dayalı sanayi modeli uygulaması da bulunmasına karşın, ortak üretimin düşünülmesi de normaldi. Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) bu modeli uygulamıştı. Ancak 25 yıllık bir deneyimden sonra uygulamada doğru olanlarla hatalı olanlar fark edildi. Yeni görüş önce Savunma Sanayi Müsteşarı Sayın Murat Bayar’ın 1415 Kasım 2005 tarihinde SSM Uluslararası Savunma Sanayi Konferansı’ndaki açılış konuşmasında açıklandı. Daha sonra da 17 Şubat 2007 tarihinde Sayın Bayar’ın Hürriyet gazetesine verdiği mülakatta tekrarlandı. Sayın Bayar Konferans’daki konuşmasında bundan sonraki uygulamanın farklı olacağını şöyle ifade etmişti. "Türkiye başlangıçta silah sistemlerini hazır alırdı. Sonra ortak üretime başladık. Ortak üretim bir yabancı ürünü Türkiye’de üretmek. Teknolojisi size ait değil ama, imalatını yapıyorsunuz. Ama bizim önem verdiğimiz artık bu aşamadan sonra savunma sanayimizin geldiği noktada kendi tasarımlarımızı öne çıkarmaya başlamak. Bunun çok başarılı örnekleri var." 17 Şubat 2007 mülakatında da "Türkiye’nin artık dünyanın en iyi tanklarının atış kontrol sistemlerini modernize edebilecek duruma geldiğini, atacakları büyük adımlardan bir tanesinin de milli tank tasarım ve üretimi olduğunu, savunma sanayinde temel hedefin kendi ürünlerimizi tasarlar ve geliştirir hale gelmek olduğunu" açıklıkla belirtti. Ayrıca tasarımı size ait olan sizin olur, onunla uluslararası arenada rekabet edebilir, ihraç edebilirsiniz. Zaten Sayın Bayar’ın Tank komuta kontrol sistemleri için, göğsünü ger egere "dünyanın en iyi tanklarını modernize edebiliriz" demesinin arkasında bu sistemlerin Aselsan mühendislerince tasarlanan sistemler olması gerçeği yatmaktadır. Bu ifade 7 Kasım 1985 gün ve 3238 sayılı Savunma Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığının kurulması ve savunma sanayinin geliştirilmesi amacıyla çıkarılmış yasada bulunan "yabancı ortaklık modeli" yerine, bundan böyle savunma sanayinin "özgün teknoloji üretmesinin" destekleneceğini açıklamaktadır. Savunma sanayi sektörünün en üst düzeyindeki bir bürokratın söylediği bu sözler çok önemli ve mutluluk verici. Çünkü savunma sanayinde tasarım teknolojisine sahip olmadığınız sistemlerin güvenilirliği çok düşük, dışa bağımlılık çok fazla, katma değeri çok az. YASALAR DEĞİŞMELİ Ancak; aşağı yukarı 25 yıllık bir deneyimden sonra gelinen bu noktada yapılması gerekli olan politika değişikliklerinin bireysel görüşlerden kurumsal düzenlemelere dönüştürülmesi çok önemli. Bu nedenle savunma sanayini geliştirmeye yönelik olarak hazırlanmış ve uygulanmakta olan mevzuatta bazı değişikliklerin yapılması gerekiyor. Örneğin 3238 sayılı yasanın 6. maddesi "özel ve kamu kuruluşlarının yabancı sermaye ve teknoloji katkısıyla kuracakları" savunma sanayi tesislerinin destekleneceğini ifade ederek, adeta bu iş yabancılarla ortaklık kurulmadan yapılamaz demektedir. Bu madde yabancı ortaklıkların ulusal teknoloji gerektirmeyen, kritik olmayan sistemler için olabileceğini ama ulusal teknolojiyle geliştirilmesi gereken veya kritik olan sistemler için "kendi tasarımlarımızı öne çıkaracağımızı" belirtecek bir şekilde yeniden
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle