24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Çernobil: Gerçekte sağlığımızı ne kadar etkiledi? CBT'nin 08 Haziran 2007 günkü sayısında 'Çernobil: Gerçekte sağlığımızı ne kadar etkiledi?' başlığıyla yayımlanan yazı bazı yanlışlıklareksiklikler içeriyor. Burada sadece yazıdaki önemli gördüğümüz bazı cümleleri 'italik yazıyla' aktarıp, bu konularda okurları doğru bilgilendirmeye çalışacağız. Radyasyon Fiziğindeki kavram ve birimlerle birlikte, daha derinlemesine bilgi edinmek isteyen okurlar, Tübitak Bilim Teknik Dergisi Nisan 2006 'İyonlayıcı Radyasyon' ekindeki açıklamalarımıza bakabilir. Konuya yabancı okurların bu yazının sonundaki açıklamalara öncelik tanımaları gerekir. Radyasyon Fizikçisi, Dr.Yüksel Atakan / Almanya (ybatakan@gmail.com) ilgili olarak da sınır değerlerin altında kalındığı vurgulanarak 'radyasyon dozu çok değil!' anlamında' benzer yanlış yorum ve değerlendirmeler yapılmakta (Bkz: www.taek.gov.tr). 'Burada önemli olan nokta, halkımızın 1 Bq aktiviteyi bile fazladan almasını önlemek ve toplumu bilinçlendirmektir'. Bu tümüyle yerine getirilemiyecek bir dilek. İnsan vücudundaki K40, C14, Radon222 gibi doğal radyoaktif maddelerden kaynaklanan ortalama toplam radyoaktivite 9000 Bq kadar (Ortalama 130 Bq/kg). İnsana bu nedenle düşük radyoaktiviteli bir radyasyon kaynağı gözüyle bile bakılabilir. Vücuda alınan besinlerdeki, solunan havadaki radyoaktif maddelerdeki değişimlere göre vücuttaki radyoaktivite sabit olmayıp sürekli bir miktar değişmekte. Tüm yiyecek ve içeceklerimizde, bir bardak su, süt, bira vb. de doğal radyoaktif maddeler var. Örneğin 1 kg peynir, süt, et, balık, sebze ve meyva ortalama 3060 Bq arası doğal radyoaktivite göstermekte. 1 kg sofra tuzundaki Potasyum40 radyoaktivitesi ise 16 000 Bq (Not: Bq'in, doz hesaplanmasında tek ölçü olmadığıyla ilgili bu yazının altındaki açıklamaya ayrıca bakılması). Vücudumuzdaki bu doğal radyoaktif maddelere rağmen hücreler başlangıçtan beri sağlıklı olarak yaşamayı sürdürmekteler. Vücutta sürekli olarak bir miktar değişen 9000 Bq'lik ortalama aktivite içinde, '1 Bq'lik bir radyoaktivite artımını belirleyebilmek ya da bunu önleyebilmek' olasılığı olmadığı gibi, bundan oluşabilecek ek dozu hesaba katmaya çalışmanın da bir anlamı olmayacağı açık. Ayrıca 'toplumun bununla ilgili olarak nasıl bilinçlendirilebileceği' ise hiç açık değil ve gereksiz de ! Konu için bazı açıklamalar: 'Radyasyon Dozu': Birimi Gray(Gy); 1 Gray herhangi bir maddenin kilogramı başına 1 Joule enerji soğurumuna eşdeğer (Soğurma Dozu). İyonlayıcı radyasyonun vücutta oluşturabileceği etkinin ölçüsünü gösteren Eşdeğer Doz birimi ise Sievert(Sv). Gama ve Beta ışınları için 1 Gy=1 Sv, Alfalar için ise 20. 1 Gy'lik Gama ya da Beta enerji soğurma dozu, 1 Sv'lik Eşdeğer Doza karşılık iken, Alfalar için bu 20 Sv'lik Eşdeğer Doz oluyor. Hücreler için çok büyük doz miktarı olan Sv yerine çokçası mSv kullanılır. Becquerel: Radyoaktivite birimi. 1 Becquerel: 1 adet çekirdek parçalanması / 1 saniye. Ancak 'Becquerel' bir radyoaktif maddenin vücutta oluşturduğu doz için tek başına bir ölçü değil. Her parçalanmada salınan radyasyonların cinsinin ve enerjilerinin de bilinmesi gerekiyor. Örneğin vücuttaki 9000 Bq'lik radyoaktivitenin yarısı kadar olan Potasyum 40'ın saldığı Beta'ların oluşturduğu doz önemsiz derecede az. Buna karşılık, vücutta 50 Bq kadar olan Radon'un Alfa'larının daha az hücrede daha yoğun enerjilerini bırakmaları sonucu ortaya çıkan doz ise çok daha büyük. “Ç ernobil'in etkisi sınırlı kalırken, çevremizde doğal radyoaktivite düzeyi hızla artıyor. 1962 yılında alınan doğal radyasyon dozu 0.050 mSv iken, günümüzde 2.400 mSv'..Radyasyonun etkilerini inceleyen Birleşmiş Milletler Bilim Komitesi UNSCEAR, 1962 yılında alınan doğal radyasyon dozunun 0.050 mSv iken 1977'de 1.040 ve 1992'de 1.400 mSv çıktığını belirlemiştir'. Doğal radyasyonun ana bileşenlerinden olan 'kozmik ışın dozu' ile milyarlarca yıldır yerkabuğundaki uranyum ve toryumdan salınan 'radon gazının insanda oluşturduğu doz' kuşkusuz 1962 yılı öncesinde olduğu gibi bugün de var. Sadece bu iki bileşen bile gözönüne alınırsa insan vücudunda 1,5 mSv'lik bir doz oluşur. Bu nedenle doğal radyasyon dozu olarak yazıdaki 0,05 mSv gibi çok çok düşük bir doz değerinin dünya tarihinin hiç bir döneminde ortaya çıkmadığı, 1962'de ve sonraki yıllarda da 'dünya ortalaması olan doğal radyasyon dozunun' 2,4 mSv'den pek farklı olamayacağı açık. Bu ortalama doz, dünyanın çeşitli bölge ve yörelerine göre 1 ile 10 mSv arasında değişmekte. Brezilya, Çin ve Hindistan'ın bazı yörelerinde yılda 25 mSv'lik dozun alındığı yerler de var. Türkiye'de bölgelere göre, vücudun etkilendiği doğal radyasyon dozları ise ölçülüp hesaplanmamış, her bölgeye uygulanamıyacak Dünya ortalamaları hala kullanılmakta. Almanyada ise bu böyle değil. Fosil yakıtlar, fosfat içeren yapay gübreler, böcek öldürücüler ve deterjanlar de çevremizde doğal radyoaktivite yoğunluğunu artırmakta.. .... Bu gibi maddelerdeki doğadan kaynaklanan radyoaktif maddeler sonucu insanın vücudunda oluşabilecek dozda, bunların önemli bir payı yok. Bu nedenle yukardaki açıklama hiç doğru değil. Herhangibir kişi gübre fabrikası ya da gübreli sebze tarlasında sabah akşam kalmadıkça, yatmadıkça bu ek radyoaktif maddeler onu etkilemeyecek, besinler yoluyla alabileceği ek doz ise önemsiz: Doğal Radyasyon dozu içindeki payı %12 kadar olan sindirim dozundaki artım bindebir bile olmayacak ki bu da sindirim dozundaki büyük değişimler gözönüne alınırsa önemsiz. Bu gibi endüstri ürünlerindeki ek radyoaktiviteden kaynaklanan dozun, insanın etkilendiği toplam doğal radyasyon dozu içindeki payının önemsiz ölçüde olduğu 'Radyasyonun etkilerini inceleyen Uluslararası Bilim Kurulunun (UNSCEAR) ilgili raporunda da vurgulanmakta. 'Yapay radyoaktif maddelerden alınan yıllık ortalamada doz dünya ortalaması için 0.4072 mSv'dir, doğallar için bu ortalama yaklaşık altı kere daha fazla” Tıp' daki uygulamalardan oluşan çok daha büyük dozu burada hesaba katmak gerekir. Böylelikle vücutta oluşan tüm yapay kaynaklı radyasyon dozu olarak kişi başına ortalama olarak 1,6 mSv bulunur (Çoğu akciğer röntgen film çekiminden kaynaklanmakta = Tanısal Radyoloji). Böylece yılda ortalama olarak kişi başına alınan toplam radyasyon dozu: 2,4 + 1,6= 4,0 mSv olup, bunun %60'ının doğal, %40'ının da yapay kaynaklardan vücutta oluştuğu görülmekte. 'Çernobil sürecinde, .....Beni tek teselli eden husus, radyasyon işçileri için doz limitinin 20 mSv/yıl olması ve ardışık beş yıllık periyot içinde bir defaya mahsus 50 mSv düzeyinde doza müsaade edilmesidir. Çernobil kazası nedeniyle 20 mSv düzeyindeki (yapaylar da dahil) yıllık doza maruz kalınmadığını rahatlıkla söyleyebilirim' 'İzin verilen sınır değerler' aslında nükleer tesislerin planlama, işletme ve kaza durumlarında gerek personelin ve gerekse çevredeki halkın aşırı radyasyon dozu almalarını sınırlamak için konulmuş 'koruyucu sınır değerler' olup bunların altında kalındığında 'alınan radyasyon dozunun sağlığa bir etkisi olmaz' ve dolayısıyla bundan 'insanın teselli bulması' gibi anlamlar çıkarılması hiç doğru değil. Özellikle Çernobil örneğinde olduğu gibi büyük toplulukların ışınlandığı durumlarda doz için bir alt sınır bulunmuyor, sadece doz azaldıkça ilerde ortaya çıkabilecek kanser gibi geç hasarların olasılığı azalıyor. Bunun sonucunda sınır değerlerin altında kalınsa bile, ilerde olasılığı az da olsa, bu dozların vücutta geç hasar oluşturmayacaklarının bir garantisi yok. Bu nedenle, toplam Çernobil dozunu, üst sınır değerlerle değil, yaşamboyu alınan toplam doğal radyasyon dozuyla karşılaştırmak ve bunun değişim aralığını gözönüne alarak değerlendirmek doğru olur.Bu konudaki dünya otoriteleri böyle yapmaktalar. TAEK'nın internet sayfalarındaki Çernobil Dosyalarında ve Türkiyede yapılan başka ölçümlerle ve muhasebe gibi işlerle de değerli zamanını harcamak zorunda kalmaktadır. 5. Tam gün çalışan öğretim üyesi, birikiminin ve emeğinin maddi karşılığını almalı: Kamu CBT1072/22 5 Ekim 2007 hastanelerinde emeklerinin karşılığını alamayan öğretim üyeleri zorunlu olarak yarı zamanlı çalışmaya yöneldiler. İki yerde çalışmanın verdiği yorgunluk, bölünmüşlük ve ideallerini gerçekleştirememenin verdiği mutsuzluk içindeler. Kamu kurumlarının modern bir yönetime kavuşması ve emeğinin hakkaniyetle ödüllendirilmesi söz konusu olursa seve seve tam gün çalışmayı tercih edeceklerdir. Emeğin hakkaniyetle ödüllendirilmesi için adil ve say dam bir performans (başarım) sistemi uygulanması esastır. Bu sistemde öğretim üyesinin hasta hizmetinin yanında, eğitim ve araştırma konusundaki emeği ve başarıları da ödüllendirilmeli. Öğretim üyesine bu üç alandan birine odaklanacağı ağırlıklı alan seçme hakkı verilmeli. Maddi kazanımlar emekliliğe de yansımalı. 6. Yarızamanlı çalışma kurumsallıkla bağdaşmaz: Bir kurumun gelişmesi için çalışanların, o kuruma aidiyet ve adanmışlık duygusuyla bağlı olmaları şarttır. Yarızamanlı çalışmada kurumu geliştirme motivasyonu doğal olarak ortadan kalkıyor. Öğretim üyesinin, çalıştığı üniversite hastanesinin gelişmesinden hiçbir maddi çıkarı olmuyor. Seçkin kişi, iki rakip kuruma hizmet vermek durumunda kalıyor. Çıkar çatışması ve rekabet öğretim üyelerinin birliğini bozmakta, dolayısıyla kuruma ve kurumsallığa büyük zarar vermektedir. Tam gün çalışmayla herkes aynı yöne bakacak ve tüm emeğini kurumunu geliştirmeye harcayacaktır. Tam gün karşıtları bu uygulamanın öğretim üyelerini kayıtdışı çalışmaya yönelteceğini iddia ediyor. Ancak yetki ve sorumlulukla donatılmış yöneticiler göz yummadıkları takdirde kayıtdışı çalışma söz konusu olamaz. Öğretim üyesi sadece teknik bilgisiyle değil, aynı zamanda tutum ve davranışları ile de eğitim vermekte, erdemleriyle gençlere örnek olmaktadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle