Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AylakBilgi Evrim Tartışmaları Tahir M. Ceylan Bazı İnsanlar Bazı insanlar hacılar gibidir, bir yere varmak isterler. Yerlerini beğenmezler, ama aslında belki kendilerini beğenmezler, yaklaştıkça kâbelerine her şeyi sever, orayı burayı tavaf eder, kendilerini affederler. O bazıları bakarsın yolda at, deve, köpek ağlar; bir daha göremem demez, dönüp bakmaz hırsla yol alırlar; vardıkları yerde çocuk gülüşüne bile cevap veremez, asma yaprağının yüzlerine yaptığı gölgeye sevinemez, git git yaşamı unutmuş olurlar. Kastelli mesela, o kadar zengin olmaya tutuşmuş ki, Tahtakale’de ihtiyacı yokken sabah herkesten iki buçuk lira toplar, akşam da getirip verirmiş. Böylelikle de esnafta, "parayı alır, vaktinden evvel de verir" güvenini oluşturmuş. Sonra da o güven sermayesi oldu ki, gün geldi devletten de zengin oldu adam. Ama o Tahtakale’de hırsla alavere yaparken, iğdeler ne çok hınnap verdi, dalından koparıp yememiştir tahminimce; hınnap yemezsin ama, morgda merak edip bir ölü görmezsen, eğlence olsun diye bir gün otostop"çekmezsen", merak edip İskender’in alamadığı tek şehir Termessos’u gezmezsen ve metro çıkışlarında neden rüzgârlar oluştuğunu araştırıp öğrenmezsen batarsın. İşi sonuna kadar kovalayıp ilk hamlede başaran, ama sonunda batanlar, Termessos’u bilmediklerinden battılar. İmparatorluklar kurmuşsan, korumak için bildik önlemlerin dışına çıkmalısın. O da ya tarihte saklıdır ya kimsenin görmek için yorulmayı göze alamadığı bir coğrafyada ya da bir biyoloji kitabının kopmak üzere olan son sayfasında. “Yaratıcı” fikri, en ilkel atalarımızda bile vardı Evrim teorisinin en sıkı takipçilerinden olan Amerikalı filozof Daniel Denett, son kitabında radikal dinlerin neden bu kadar başarılı olduğuna evrimsel bir bakış açısı getirdi. Spiegel’deki söyleşi de Denett, bu konuyla ilgili görüşlerini açıklıyor. Kültürümüz, dil yetisi sayesinde evrimin en güçlü kuvvetleri haline gelmiştir. Sırf bu yüzünden ufkumuz diğer biyolojik türlerden çok daha geniş. Biz, kim olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bilen tek türüz. Dinler neden bu kadar farklı bir şekilde yayılıyor? Bir dinin gereklerini yerine getirmek ne kadar zor ise ve insanlar ne kadar fedakârlık yapmak zorunda kalırlarsa o din o kadar çok yayılıyor. Bu da Amerika’da neden ılımlı Protestanların azaldığını ve neden fanatik grupların büyüdüklerini açıklamakta. •Ülkeniz de 100 milyonu aşkın kişi, Adem’in Allah ta rafından toprak tan ve Havva’nın da onun kaburga kemiğinden ya rattığına inanı yor. Bu insanlar dan biriyle tanış t ınız mı hiç? Daniel Denett • Elbette, birçoklarıyla konuştum. Ama çoğu dini inançları hakkında konuşmayı sevmiyorlar. Bunların aksine akıllı tasarım yanlıları neredeyse nefes almadan konuşuyorlar, fakat söylediklerinin hepsi hatalı ve sadece ünlü yayınevlerinin kitaplarını okumak veya dinciler tarafından finanse edilen Discovery Enstitüsü’nün İnternet sitesini okumakla yetinmişler. •Peki bu insanlar evrime niçin bu kadar karşılar? Kuantum mekaniği veya ilk patlamayla pek sorunları yok gibi sanki. •Evrimde bilimin en huzursuz edici buluşu gizli. İnsanlığın en eski düşüncesini altüst ediyor. Kim bilir belki bu düşünce bizim türümüzden öncesine kadar uzanmakta. Yani kendinden zayıfları üretecek büyük ve zeki bir yaratıcıya olan inançtan söz ediyorum. Hiçbir zaman bir çömlekçi tarafından üretilmeyen bir çömlek veya bir nalbant tarafın999/8 13 Mayıs 2006 ŞARAP VE BİLGİ Kastelli ilk değildi ki, ellili yıllarda, devlet tütün almayı bırakınca, İzmir’in sayılı zenginleri Halim Alanyalı’lar, Nihat Üzümcü’ler iflas etti. Ali Haydar Albayrak’ın, bir taraftan arabalar, öte taraftan gemiler yanaşan iki fabrikası vardı, hepsi gitti. Mısır Çarşısı’nın içinde bir Pandelli Restoran vardır; ta ilk savaşta Rumlardan kalma, git otur masalarına dirseklerin müflis zenginlerin iziyle törpülenir; ah bilseniz, o Grek kokulu civelek garsonlar batan tüccarlara kimbilir kaç defa eğilmiştir, ama yazık ki zenginlerimiz Aspendos’a gitmekten, Termessos’u görmemiştir. Eğer tütün satıyorsan sadece tütün bilerek iş yürütemezsin. Dünyanın bilgisi bütündür. Tütünün yanında üzümü, üzümün yanında asmayı, asmanın yanında göztaşını, göztaşının yanında azıcık buruşmuş üzümden sıkılan tatlı şarabı, şarabın yanında göbek rakısını, rakının yanında süt kesilip de pelteleştiğinde tuza basılmadan öylece yenen teleme peynirini, peynir yanında, on dilimli, sarı renkli, ince kabuklu ve de çok tatlı kantalup kavununu bilmelidir. Hadi kantalup neyse ama, şarabı illa ki öğrenmelidir, çünkü şarap verdikleriyle, yeri geldiğinde üzüm, yeri geldiğinde sevgili, yeri geldiğinde çetrefilli bilgidir. dan dövülmeyen bir nal göremiyoruz. • Ve bu inancın maymunlardan itibaren geliştiğini mi söylüyorsunuz? •O kadar değil ama iki milyon yıl önce taş alet üretmeye başlayan Homo habilis herhalde kendisini, üretmiş olduğu aletlerden daha üstün görüyordu. Burada çok derinlere işlemiş içgüdüsel bir duygu söz konusu. İşte akıllı tasarım yanlıları da tam da bu duyguyu kullanarak propaganda yapıyorlar. Bu çok eski teolojik yaklaşım, Darwin’in fikirlerine ters düşüyor. Doğada tasarımlar, ruhsuz, kaçınılmaz olarak işleyen mekanizmalarla hazırlanıyor. Hatta tasarımcılar bile bu şekilde oluşabilir. Şairler, sanatçılar ve mühendisler de sonuçta yaşam ağacının birer meyvesi. Bu düşünce yaşamın daha derin bir anlamı olması gerektiğine inanan insanı huzursuz ediyor. • İnsan aklı ve ruhu da o halde bu şekilde mi gelişti? •Tabii ki. Çok hücreli hareketli bir canlı olarak, nereye gittiğimizi bilmemiz için akla ihtiyacımız var. Çevredeki bilgileri hızla işleyen ve davranışlarımızı yönlendiren bir sinir sistemine de. Tüm hayvanların temel sorunu, neye ihtiyaçları olduğunu ve nelerin zarar vereceğini bulmak zorunda olmaları ve bunu düşmanlarından çok daha hızlı yapmaları gerekiyor. Darwin gelişimi yüz milyon yıllar boyu tetikleyen ve hep daha iyi akıllar yaratan yasayı buldu. • Fakat insan dünya sahnesine çıktığında mutlaka olağanüstü bir şeyler yaşamış olmalı. •İnsan konuşmayı öğrendi ve bu onun zekâ VAROLMANIN KOŞULU PARA DEĞİL Başka bazıları vardır, attıkları her adımla yeni bir yere geldiklerini bilmişlerdir, onlar sanki turisttir; her yeri didik didik incelemişlerdir, onlar başarıdan paradan önce bilmeyi sevmişlerdir. Dikkat ederler her yere, küçük yapraklı akasyaların dikenli, ötekilerin dikensiz olduğunu; bacak kadar boya ulaşmadan dutların meyveye durduğunu; ceviz ve fındığın hem dişi hem erkek çiçek yaptığını; çamların boyunun üç katı derine kök saldığını; erozyona dirençli mahlep ağaçlarını sarı ağaç kurdunun üstlerine masalsı beyazlıkta ağdan bir gelinlik örterek öldürdüğünü; ilginç olarak kadınların en çok beyaz bir gelinlikle ölmeyi sevdiğini; ne bileyim daha başka mesela, güvercinlerin güneş yer değiştirdikçe yüzlerini güneşe döndüklerini, bunu yapabilecekleri en iyi yer olarak cami kubbesine tünediklerini; bir örümceğin larvası yumurtadan çıkınca yesin diye yanına baygın böcek bıraktığını, ne fazla zehirle ölüp bayatlamasına, ne de az zehirle erkenden ayılıp gitmesine engel olacak denk dozda onu zehirlediğini; ayın, denizin üstünden doğarken yazın yavaş, kışın hızla yükseldiğini, yükselirken denize dizgisi çözülmüş bir inci kolyeyi serpmişsin gibi süzgün ışık verdiğini; "davar"ın dişinin dışa dönük olduğunu ve otu kökünden söküp yediğini, o yüzden "davar" besleyici göçebe olarak Türk’leri Lord Curzon’un "bastığı yerde ot bitmez adam" olarak tanımladığını yalnızca onlar bilir. Onun için ticaret yapıp kavun büyütür gibi para büyütmek, varolabilmenin garantisi değildir, varolacaksan dünyanın matematiğini bilmen gerekecektir.