02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TANITIMSEMPOZYUMDUYURU AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan [email protected] Hasta Bilgilerine Şeffaflık Geliyor 3. Ulusal Tıp Bilişimi Kongresi’nde, "Şehir Hastaneleri Bilgi Ağı ve Tekil Hasta Penceresi" programı tanıtıldı. Sosyal hayat, evet organları insandan oluşan bir binadır; kolonları, kapıları, mutfak mermeri, dolabı, sobası, gider borusuyla her köşesinde çimento, tahta ve plastik değil, insandan yapma yapıtaşları yerleşiktir onun. T ıp Bilişimi Derneği’nin düzenlediği Ulusal Tıp Bilişimi Kongresi’de, Software AG Ankara Satış Müdürü Gökhan Özkan, "Şehir Hastaneleri Bilgi Ağı ve Tekil Hasta Penceresi" (Single Patient View) konulu sunumunda, hastaneleri modern bir bilgi işlem ağıyla birbirine bağlamanın ve hastanedeki her birimin hasta bilgilerine tek noktadan erişebilmesinin önemine değindi. Tekil Hasta Penceresi, sağlık kayıtlarının dağıtık bilgi kaynaklarından birlikte çalışabilirlik esaslarına uygun, güncel BİT mimarileri (SOA) ile ve standartlar çerçevesinde alınmasını, karar vericilerin ve doktorların doğru yönlendirilmesine olanak sağlayacak şekilde kullanımı konularıyla zenginleştirilerek anlatıldı. İdeal bir bilgi ağında, belli bir etki alanına özgü bilgiyi açık standartlar üstünden kullanıma sunan canlı bir yapı sunuluyor. Hasta/Sağlık olaylarıyla tetiklenen ve hasta/müşteri evrim döngüsünü kapatan, farklı formatlar ve iletişim protokolleri arasında geçişliliği ve dönüşümü kendiliğinden sunan, programa değil modele ve sürece dayalı bilgi değişim ortamı sağlayan, genel bilgi servislerini online sunan, sentetik (şemaya ve sözdizimine ilişkin) birlikte işlerliği olanaklı kılan, anlamsal birlikte işlerliğe dönük genişlemeye uygun olan, güvenilir erişim ve başarım imkanlarını sağlayan, kısacası veri ve bilginin birlikte çalışabilirliği için en ileri altyapıyı sunan bir yapı söz konusu oluyor. Tekil Hasta Penceresi, gerçek zamanlı bilgi, gelişmiş müşteri hizmetleri, mevzuat uyumu, analiz ve raporlama, tek noktadan bilgi sunumu gibi zorlukları aşarak, insanları ihtiyaçları olan veriye bağlıyor. Bu yaklaşımla, vatandaş, finans görevlisi, sağlık çalışanı ve yönetici/yatırımcı arasında tek ve ortak bir veri/bilgi kaynağından bahsetmek mümkün oluyor. Sosyal Bina Mutfakta sandalye olanı da vardır ki üzerine başkası oturur, ya da avizedir tepede ve kuşbakışı bakar herkese. Bazı görevler değişken olabilir tabii ki, ama sadece eş görevler değişilebilir. Örneğin bir yatak tabii ki bir dolap olabilir, ama lakin bir gider borusundan, baş köşede bir yemek masası olunduğu vaki değildir. Onun görevi, değişse değişse ancak bir hela taşıyla değişebilir. Huzurlu bir sosyal hayatın ilk kuralı, kirli yerlerin elemanlarını temiz yerlere diyelim mutfağa, salona sokmamak, temiz bölge yapılarınıysa kanalizasyondan falan uzak tutmaktır! Nasıl insan vücudunda, bağırsaklar, bir gün karaciğer yürek, beyin olup çıkmıyorsa, kanalizasyon görevlilerinin gelip salonda oturması, kokudan başka arsızlık sorunu da yaratır ki; her arsızlığın sosyal binada mikrokaosların ilk sebebi olacağını sanırım söylememe gerek yoktur! Başarılı olmanın yolu; çeşit çeşit merdiveni, penceresi, çatısı, kapısı, takımı, taklavatı olan bu binayı adamakıllı tanımaktan geçer. Kim nerede ne görevdedir bunu bileceksiniz. Baş köşede kim var, onun bir sağında ve hemen solunda yer alan kimlerdir? Ayrıca bunların arasındaki ilişkiler nelerdir, birbirlerine nasıl sarılır, nerede ağırlarlar? Hangi ifade ne anlam taşır? Bir de onun dudak büküşünden, hangi fikrin tasvip görmediği şıp diye anlaşılmalıdır değil mi ama? Bütün bunlar bilinecek ki, sosyal hayata uyum kolay sağlansın ve de insanlar arası yollarda pürüzsüz kızak gibi kayılsın. Nasıl içinde yaşadığın evin, her ayrıntısıyla zihninde bir haritası var ve sen bu detaylı haritadan ezbere bildiğin dolapları gözün kapalı, kanat kanat açarsın; ocağın her gözünü, hiç gözünü iliştirmeden, çaktığın gibi çakmağı hemen tutuşturursun; işte öyle, etraftaki insanların da sosyal rollerini, bir kitaplıktaki kitapların yerlerini ezbere bilir gibi bilebilmen gerekir. Gerekir ki, kim kimin defterini dürmeye, kim kimi sevmeye, kim kimi ilelebet gömmeye çalışıyor açığa çıksın, şifre çözülsün. Eğer bunu yapacak zekân yoksa, insan içinde aval aval dolaşmamak, statünü değilse bile, ruhunu dik tutmak için pek gereklidir. İz süremeyeceğin yerlerde iz bırakmamak, salyangozdan yukarıdaki her hayvanın korunmasında temel düsturdur. Her insan, doğduktan sonraki ilk beş yılda, kendine bir sosyal zihin çatmaya başlar. Bu zihin, zeka, algılama gücü ve muhakemeyle ilgilidir ama, asıl olarak karşıdakinin beden dilini anlayabilme, kendini onun yerine koyabilme, sosyal olarak değerlendirebilme, davranıştan sonuç çıkarsayabilme, velhasıl sosyal binanın ayrıntısına tam olarak vakıf olabilme gücü gerektirir. Cenin, rahmin içindeyken, annenin aort damarından gelen sesle ilk ritim duygusunu elde eder. Sonra da sosyal hayatın devinimlerini, kendine kolay gelecek bir ritim içinde algılamaya çabalar. Ama bu ritim az kişi tarafından tutturulabilir; çünkü sosyal hayatın neredeyse kaotik bir ritmi, aortun ise tekdüze ve fakat biteviyesiz bir hareketi vardır. O yüzden ikincisi, birincisinin eldesi için, gerekli olsa bile, asla yeterli koşul değildir. Egonun, hedefi sosyal yaşamsa, nesnesi de beden ve kendilik duygusudur. Sonuçta sosyal olacaksın ama kendini azaltmayacaksın; kendin kalacaksın ama sosyalliği de böğründen bıçaklamayacaksın. Ötekini kaybetmeden birine sahip olmak önemlidir, birini kaybederek birini bulmaksa iş değildir. Yani sosyal bina ile aramızdaki ilişkiyi, biraz şöyle düşüneceğiz: onun tam etkisinde olduğumuz zaman biz zayıf, etkisinden kısmen çıktığımız zaman o zayıf, etkisinden tümden çıktığımızdaysa yeniden biz zayıf düşeriz. Onun kısmi zayıflığı işimize, onsuz kalışımızsa aleyhimize gelir. Sosyal ve kendilik benimizi, bir elmanın kırmızı yeşil yarıları varmış gibi ayırmak, sonra da bu iki rengi, çift boyalı macun, iki ipli dantel gibi birbirinin içine ille de nakışlamak gerekiyor. Nakışı olmayan yaşamsa, çıplak bedene yaz yağmuru almamış, sabun kalıbı gibi insana yakışıyor daha çok! Korkut Yaltkaya 1. Klinik Nörofizyoloji Sempozyumu 2224 Aralık 2006 tarihlerinde Antalya’da 1. Korkut Yaltkaya Klinik Elektrofizyoloji Sempozyumu’nda, Korkut Yaltkaya’nın dostları, meslektaşları ve öğrencileri bir araya geliyor. Bilimsel düşünceye ve araştırmaya olan tutkusu, zekâsı ve esprili kişiliği, alçakgönüllülüğü ile her zaman çevresindekilereri etkilemiş değerli bilim insanı Yaltkaya anısına düzenlenen bu sempozyumun ilkinde, Yaltkaya’nın sadece bilim insanı olarak değil, aynı zamanda değişik kültürel ve sanatsal alanlara olan ilgisi, kendine genç ve araştırmacı kişiliği ile renklendirdiği yaşamı ile anılıyor. Sempozyumun bilimsel oturumlarında Yaltkaya’nın sevdiği alanlara, özellikle bellek, bilişsel fonksiyonlar ve olaya ilişkin endojen potansiyeller konularına daha fazla ağırlık verildi. Toplantıya katılanlar arasında. Sibel Özkaynak, Önder Us, Mustafa Akaydın, Cumhur Ertekin, Muzaffer Yardım, Okay Sarıbaş, Oğuz Tanrıdağ, Haluk Bingöl, Hakan Gürvit, Canan Aykut Bingöl, Serap Berrin Aktekin, Ahmet İnam, Pekcan Ungan, Muzaffer Yardım, Ali İhsan Baysal, gibi isimler de katılıyor "Toplum ve Bilim Merkezi Söyleşileri’ kapsamında 13 Aralık 2006 15:3017:30 saatleri arasında ODTÜ, İktisadi ve İdari Bilimler FakÜltesi (IIBF) A Binası Çobanoğlu Salonu'nda Haluk Zontul tarafından ‘Bilgi ve İletişim Teknolojileri: Türkiye’nin Hâlâ Şansı Var mı?’ konulu bir seminer verilecek. CBT 1028/9 1 Aralık 2006 Türkiye’nin şansı var mı?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle