Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YÖK Stratejisi: Nitelikli doktora programları "Yüksek Öğretim Stratejisi" Raporu’nun temel yaklaşımı, sayısal bazda, Avrupa Birliği ülkelerindeki standardlara erişmektir. 2025 yılında, bugün 31.000 dolaylarında olan öğretim üyesi sayısının 160.000, toplam öğretim elemanı sayısının 385.000 olması öngörülüyor. Prof. Dr. Bahattin Baysal Ö ğretim üyeliğine ilk adımda, doktoralı eleman sayısının en önemli faktör olarak önümüze çıkar. Bu nedenle, Türkiye’deki doktora programları ile ilgili gelişmelerin nesnel olarak değerlendirilmesinde yarar görüyoruz. 1925–1940 yıllarında yurt dışında özellikle Almanya ve Fransa’da devlet bursları ile doktora yaparak İstanbul ve Ankara üniversiteleri ile Teknik Üniversite’de görev alan öğretim üyelerini Cumhuriyet döneminin 1. kuşak bilim adamları olarak nitelendirebiliriz. Aralarında benim hocalarımın da bulunduğu bu iyi yetişmiş bilim adamlarının, üniversitelerde lisans programlarının yürütülmesine önemli katkılar yaptıkları, ancak doktora programlarında fazla bir etkinlik göstermedikleri söylenebilir. Öyle ki, 1946 Özerk Üniversite Yasası asistanların doktora yapmalarını zorunlu kıldığında, doktora tezleri genellikle konuk yabancı bilim adamları tarafından önerilip yönetilmiştir. 1950’li yıllarda doktora yapanlar Cumhuriyet’in 2. kuşak bilim adamları olarak biliniyor. Bu kuşaktaki bilim adamlarının katkıları, TÜBİTAK’ın 1963 yılında kurulup araştırmaları destekleme yönünde devreye girmesi ile güç kazandı ve bilimsel etkinliklerde olumlu gelişmelerin sağlanmasına yol açtı. 1960’lı yıllarda Türkiye üniversitelerinde lisans üstü programlar yoktu. Doktora çalışmaları ilgili fakülte dekanlıkları tarafından yürütülüyordu. Türkiye’de lisansüstü düzeyde ders programlarının, ilk önce, 1965 yılında ODTÜ Fen Fakültesi’nde yabancı konuk bilim adamlarının katkıları ile düzenlenip başlatıldığı biliniyor. 1970’li yıllardan sonra Anadolu üniversiteleri örgütlenmeye başladığında doktora tezlerinde artışlar oldu, ancak lisansüstü düzeyde ders programları düzenlenemediği ve üniversitelerde gerekli altyapı kurulamadığı için nitelikli doktora tezleri yazılamadı. 1980’li yılardan sonra üniversitelerde 3. kuşak bilim adamlarının etkinliklerini sürdürdükleri görülüyor. Üniversitelerde lisans üstü düzeyde ders programları Fen Bilimleri (v.b.) enstitülerce düzenleniyor. Yeni kurulmuş, lisans programlarını bile bir düzene sokamamış Anadolu üniversitelerinde bu enstitülerin açılması, doktora tezleri ve araştırmalarda nitelik sorunlarının büyümesini hızlandırdı. Bugün Türkiye üniversitelerinde üretilen bilimsel yayınlardaki nitelik sorunlarının, sistemsiz ve altyapısız bir düzende, sayısal artışların doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığı açıkça görülebiliyor. ARAŞTIRMA ETKİNLİKLERİ Türkiye’de doktoralı eleman sayısı yurtdışı ve yurtiçi programlardaki etkinliklerle artırılabilir. Yurtdışı programları incelediğimizde önemli bir dağınıklığın sürüp gittiğini görüyoruz. 1986 – 2005 yıllarını kapsayan 20 yıllık dönemde, etkinlik sırası ile YÖK, MEB, TÜBİTAK ve TÜBA yurtdışı doktora programları uygulayarak doktoralı bilim adamı yetişmesini destekliyor (Strateji Raporu, s.122, Tablo 38). Bu dört kurum için başlıca kaynak ulusal bütçe olduğuna göre, dağınıklığın önlenmesi gerekiyor. Doktora programlarına katılacak adayların seçiminde MEB, TÜBİTAK ve TÜBA’nın altyapıları bulunmuyor. Bu nedenle, bu kurumların ve ÖSYM temsilcilerinin de etkin olarak katıldığı yeni bir kurumun YÖK bünyesinde toplanarak yurtdışı doktora programlarını düzenlemesi zorunlu görülüyor. Tüm kamu görevlileri kuşkusuz Hükümetin gözetimindedir, ancak işleri kurumlar yönetmelidir. Kurumları dağıtmak, etkisizleştirmek "Kurumsallaşmayı" zedeler. Ülkenin ilerlemesini engeller! Yurtiçi doktora programlarının düzenlenmesi ise üniversitelerin işidir. Günümüzde tüm üniversitelerde 11.500 profesör ve 5.500 doçent çalışıyor. Bu sınırlı sayıdaki öğretim üyesi kadrosunun önümüzdeki (20) yıl içinde kendisinin 10 katı kadar doktoralı araştırıcı üretebilmesi kuşkusuz bir hayaldir. Kaldı ki bugünkü öğretim üyesi kadrosu da, genellikle, çağdaşlarının kalitesinde araştırma yapıp yönetecek bir düzeyde bulunmuyor. BAZI KRİTERLER Son yıllarda SCI’deki dergilerde yayınlanan Türkiye adresli yayınların sayısı 16.000’i aştı. Ama "nitelik sorunları var" tartışması burada ağırlık kazanıyor. Nitelikli doktora tezleri yazılmasında bazı gözlemleri belirtmek yararlı olabilir. Kendi konularımla ilgili örneğin, çeşitli gıdalarda bulunan ağır metal iyonlarının analizi, hava ve su kirliliği, atık suların analizi, kömür veya kil analizi gibi salt ana liz sonuçlarını kapsayan bir çalışma, günümüzde doktora tezi olarak bir değer taşımaz. Bunun gibi, yıllarca üzerinde çalışılan kimyasal bileşiklerde, ufak bir gurup değişikliği ile sürdürülen bir çalışmayı doktora tezi olarak sunamazsınız. Bu tür çalışmaların SCI’de yer alan B ve C gurubu dergilerde yayımlanabilmesi bir anlam taşımaz. Evrensel bilime özgün bir katkı sağlamanız gerekir. Nesnel bir kriter olarak, nitelikli bir doktora tezinin doktora jürisine sunulması sırasında, tezin SCI’de yer alan (A) grubu bir dergide doktora adayı ve yöneticisinin adları ile yayınlanış veya yayınlanmak üzere kabul edilmiş olması koşulunu getirebiliriz. Bu koşul tıp fakültelerinde biyokimya, biyofizik, fizyoloji, anatomi gibi temel tıp bilimleri tezleri için de geçerlidir. Klinik bilimlerde uzmanlık konusu çok dağınık Nitelikli bir ve yetersiz bir ortamda yürütülüyor. Uzmanlık konularının tezlere doktora tezinin ve bilimsel yayınlara dönüştürülSCI’de yer alan mesi üzerinde gerekli kriterlerin, (A) grubu bir konunun uzmanları tarafından aydergide doktorıca tanımlanması gerekir. ra adayı ve yöJaponya dışındaki bütün Asya ülkelerinde niteliksiz bilimsel neticisinin adyayın sayılarında büyük artışlar ları ile yayınlavar. Güney Kore ve Tayvan’dan nış veya yayınsonra Çin ve Pakistan da impakt lanmak üzere faktörü yüksek dergilerde yapılan yayınlara yüksek parasal destek kabul edilmiş sağlama yollarını açmış bulunuyor. olması koşuluYüksek Öğretim Stratejisi nu getirebiliriz. Raporunda sayısal ayrıntılara girilmiş. Çok daha önemli olduğu bilinen bilimsel etkinlik konuları üzerinde durulmuyor. Bu yaklaşımın gerisinde, "Yeterli büyümeyi sağlayalım nitelik sorunu zaman içinde dengelenir" görüşünün ağırlık kazandığı anlaşılıyor. Yanlış bir yaklaşım! Çarpık bir büyüme, ilerde onarılması olanaksız kadrolaşmalara yol açacaktır. Sonunda, sistemin rasyonel bir yapılaşmaya dönüştürülmesi ümidi büsbütün ortadan kalkabilir. Yüksek öğretimde büyümeyi, bununla ilgili doktora programlarının düzenlenmesini, nitelikli bilimsel yayınların profesyonel dergilerde çoğalmasını gerçekleştirmek için temel yaklaşım, toplumun bu konuda yeterince aydınlatılmış olmasıdır. En güçlü beyinlerin üniversitelerde toplanmasını sağlayacak bir düzenin kurulması için devletin ve hükümetlerin yeterli desteği vermesi bir ön koşul olarak önümüzde duruyor. CBT 1028/21 1 Aralık 2006 ları arasında: ayrı ayrı, yabancı dil olarak İngilizce, Fransızca, Almanca, ... öğretimi bilim alanları var da, her nedense "Yabancı dil Olarak Türkçe Öğretimi" bilim alanı yok. Farkında olmadan kapalı tutulan bu bilim alanı artık açılmalıdır. 1983’ten sonra Almanyadan kesin dönüş yapan ailelerin çocuklarına Türkçe öğretiminde aşılmaz sorunlar o yüzden, yaşandı. Milli Eğitim Bakanlığı 1987 yılında ortaöğretimde yabancıdili yalnızca İngilizce ile sınırladı. 4500 kadar Fransızca, 4000 kadar Almanca öğretmeni alan dışına itilerek harcandı. Oysa o öğretmenler, kısa süreli bir eğitimle YOT öğretimini çok başarılı biçimde yürütebilirlerdi. 2425 Ekim 2001 günlerinde Ankara’da yapılan "Yabancıdil Olarak Türkçe öğretimi" toplantısında AB ülkelerinden katılan 44 öğretim üyesi YOT öğretimi alanında a) öğretmen yetiştirilmesini, b) program geliştirilmesini, c) amaca uygun ders kitabı yazılmasını, ç) okullara kitap yardımı yapılmasını istemişlerdir. Yoksa bir kuşak sonra "Avrupa’da Türkçe konuşan Türk kalmayabilir" uyarısında da bulunulmuştur. Değişen, ama Türkologları yabancı kalan bir ülkede "bir yabancıdil olarak" ya da "bir yabancıdil gibi" Türkçe öğretimi alanında çok sayıda öğretmene ihtiyaç vardır. Bugünkü yönetimde de gerek Milli Eğitim Bakanı, gerekse müsteşarı birer Türkologdur. Yabancıdil Olarak Türkçe lisans öğretimi açılırsa, bundan öteki Türkçe öğretim alanları da yararlanacaktır. Atatürk’ün TDK’yi kapattıran karşıdevrimci Türkologların etkisinden ve baskısından kurtarmak için YOT lisans bölümünü yabancıdil bölümleri içinde açmak zorunludur. YÖK başkanı Prof. Dr. Sayın Erdoğan Teziç’in, bu ertelenemez soruna duyarlı ve kararlı olarak eğilmesini bekliyoruz. TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP