24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Orta kulak iltihabı ve müzik Küçüklüğünüzde sık kulak ağrısı çektiyseniz, kulaklıkla müzik dinlerken dikkatli olun. Bu, Fransız Ordusu Sağlık Hizmetleri'nden Agnes job ve arkadaşlurının The Lancet'ta yayımlanan araştırmalannın verdiği mesaj, çocuklukta orta kulak iltihabı, yani otitis media, geçiren kişilerin kulaklıktan dinlenen müzik nedeniyle duyma bozukluğuna uğrama risklerinin daha yüksek olduğunu belirtiyor. Otitis media'nm duyma bozukluğu riskine yol açtığı zaten biliniyor. Gelişmiş dunya çocuklannın yaklaşık %70'inin 3 yaşına kadar en az bir kere akut otitis media (AOM) olasılığı bulunmakta. Gelişmekte olan ülke çocuklan ise, ilk yıllarında neredeyse kesinlikle, bir ya da daha çok kere bu hastahğa yakalanmakta. AOM, çoğunlukla bir ust solunum yolları enfeksiyonu sonucu, burun, kulaklar ve boğazı bağlayan kanallardaki iltihabın sonucu. Orta kulağı boğaza bağlayan kanal (Östaki Borusu), tıkanır ve tıkanıklık nedeniyle akamayan sıvı, bakteriler ve patojenler için bir çoğalma ortamı doğurur. Olayların yaklaşık %80'inde, sorumlu bakteri aynı zamanda, zatürree (Streptococcus Pneumoniae), grip (Hemophilus INfluenza) ve nezleye (Moraxella Catarhalis) yol açan bakterilerdir. Tedavi edilmeme halinde, orta kulağı dış dünyadan ayıran kulak zan yırtılacaktır. Eğer bu durum 2 haftadan çok sürerse, Kronik Süppüratif Otitis Media (CSOM) haline dönüşmüş demek olur. Antibiyotik tedavisi ya da cerrahi müdahale yapılmadığında ise, CSOM aylarca hatta yıllarca sürer. Her ne kadar AOM fazla zararlı değilse de, tekrar etmesi ya da sürmesi (CSOM) halinde ciddi zararlara yol açar. Nitekim, gelişmiş ulkelerde, son derece gelişmiş antibiyotiklere rağmen, sağırlık nedenleri arasında üçüncü sırada yer altr. Araştırmaları sırasında Framız Ordusu'ndan 1208 acemi er üstünde incelemeler yapan job ve arkadaşlan, rock konserleri, diskolar ve gürültülü ortamlann yüksekfrekans (4kHz) kökenli duyma yitimine yol açsalar da, bu kişilerin duyma yeteneğini etkileyen en önemli etkenin eskiden geçirmiş oldukları Otiüs medya ile birlikte kulaklıktan müzik dinleme alışkanlığı olduğunu saptadılar. Bir Otitis Media geçmişi olmayanlarda, günde 1 saat kulaklıktan dinlenen müziğin, duyma yeteneğine etkisi bulunmamışsa da, orta kulak iltihabı geçirmiş olanlarda HdB'lik bir duyma kaybı saptanmıştır. (FA nns/14.1) Sanatta sezgisellik 196O'lı yıllarda "sanat eğitimi" yerine "sanatın öğretimi"nden söz edilmeye başlandı. Görsel düşünme, Niteliksel düşünme, Sanatsal zekâ gibi tanımlar ve bu tanımlara temel oluşturan araştırmalar sanatı her gün biraz daha ussal alana yaklaştırdı. Olcay Kırışoğlu* "Cumhurıyet Bıhm Tetuk" dergısınde sanatla ılgıh yazılann çıkması, berıi bu yazıyı yazmada yureklendırdı. Sayın Karaesmerim 4 Temınuz 1998 taıılıh aynı deıgıde yayımlanan "Sanatta, Bıhmde Nesnelhk" konulu yazısını ügıyle okuduın. Daha çoksanatın öğreümı ile ılgıh konulara eğıldığım ıçuı bu tartışmaya bir başka yonden katılmak, yine bu konudan gırereksanatçı eğıtımıyle ılgıh kuşkulanm dde geürmek ıstedım. teliksel üışkilenru kurmak için yeni değerleı bulup çıkarması 5. Bu ilışkileri deneysel olarak araştırma. Her parçanın butunle üışkisini kurarak bunu yapma. 6. Sonuçta niteliksel butunluğu yakalama, (Ecker, 1966). Bu sıralamaya göre sanatsal sureç; niteliksel ılişküer kurmanın denetımlı bir sonucudur ve sanatsal yaratma niteliksel sorun çozme olarak tanımlanır. Bu sureçte eleştırel ve tdrtışmalı duşünme yer alır. Boylece, sanattan aynı zamanda us ürünü olarak söz edümekle kalmadı, yukan da belırtıldıği gibi sanatsal yaratıcı sureç bılimsel araştırma sureçlerıyle karşılaştırılarak gundeme gelmeye başladı. Amerıkalı davranış bılımcı Gardner, "Otekı butun ussal etkınlıkler gıbı sanatsdl algı ve niteliklı bir yapıt ortaya koyma sımgeler kullanmayı gerektırır. Sımge yaratmak ise usunisıdir" diyordu. (Gardner, 1983). Dahası, duyudan kavrama, kavramdan sanat yapıtına dogru gelişen surecin butunuyle bılişsel oldugu, bu savda duygu ve sezgınin ıkincı plana atılmadıgı, çunku duyguriun kendısınin de bilışsel bir olay oldugu ileri suruluyordu (Eisneer, 1983). Sonuçtça sanatsal davıanış ve yaratıcı sureç uzerıne yapılan butun bu çalışmalar en çok sanat egıhmcilerının ışme yaradı. Sanatın ogretilmezlıgi savları ile okullarda bir boş zaman ugraşına donuşen sanat dersleri, ögretılebılır bir boyut kazandı. Sanatçının yaratıcı sureci çozumlenerek sanatın ogretimine ışık tutucu yeni yöntemler keşfedildi. Yetenek ve us Sanat uzun yıllar yetenekle, bilim usla (akıl) ilişküendirüdiği ıçın sanatsal yaratıcüığırı ılışkısı ağırlıklı olarak sezgiyle kuruknak ıstenmişti. Bu yaklaşıma gore, sanatçılar yarafırlardı ve onlarla yapıtları arasında gelışen bu sureç gizemli ve anlaşılmazdı. Belkn bu yuzden yine uzun ydlar "Sanatçı dogulur, sanatçı olunmaz" tumcesi dillerden düşmedı. Sanatçdann güçlü sezgüeri yardımı ile yarattıkları yapıtlarında sergiledikleri kimi nitelikler zaman zaman bılıme ışık tutucu ipuçları da verebüırdi, ancak, sanat yine de usdışı Tıpkı babasınrn kulakları! Darvvin'in yaşadığı günlerde, çocuğun, ebeveynlerin özelliklerinin bir kanşımını aldığı düşünülürdü. Günümüzde ise konuyu, genler ve koromozomlar açısından değerlendirmekteyiz. Her birimizde, her biri bir ebeveynden olacak biçimde, çoğu genlerden iki kopya bulunur. Iki kopyaya sahip olmak, kopyalardan birinin işlevini yitirmesi halinde diğerinin devreye girmesi anlamına gelir. Öte yandan araştırmacılar, uzunca bir süredir, belli bir genin iki kopyasından birinin 'sessiz hale getirildiği', 'damgalama' adı verilen bir olayın varlığının bilincindeler. Daha da garibi, hangi kopyanın susturulacağının doğrudan ebeveynin cinsiyetine bağlı olması. Hayvanların, her şeyden iki tane olmasının güveninden yararlanamıyor olmasının nedenlerine ilişkin dusuncelerden biri, doğal olarak tek eşli olan memeliler gibi yaratıklara uygulanan evrimsel zıtlık kuramından kaynaklanmakta. 'Zıtlık' modeline göre, dişiler, babalarını dikkate almaksızın tüm çocuklarını aynı biçimde değerlendirirler. Ancak, babalar, gerektiğinde gerek başka babalann çocuklarının, hatta gerekse annenin hesabına, dişinin enerjisini olabildiğince kullanarak kendi çocuğunun şansını arttırmaya çalışır. Damgalama, bu modelin doğal bir sonucu olarak ortaya çkmakta. Cinsiyetler arası sonsuz savaştaki gene gen bir çarpışma olarak nitelenebilir. 'Zıtlık' modeline göre, büyümeyi destekleyen genler babadan, büyümeyi bastıranlar ise anneden alınır. Kuram, ayrıca, tek eşli türlerde, kimseye çıkar sağlamadığı için, damgalanmanın son derece az, hatta hiç olmadığını öngörmekte. Kuram, oldukça heyecan verici olmakla birlikte, Princeton Üniversitesi. Moleküler Biyoloji Bölümü ve Howard Hughes Tıp Fakültesi'nden Shirley M. Tilghman ve arkadaşlarının, Nature Genetics dergisinde yer alan araştırmalarında, kemirgenlerde gözlemledikleri damgalanma modellerinin, zıtlık modeline uymadığını, ancak, türlerin kökenine ilişkin probleme ışık tuttuğunu gösteriyorlar. Araştırmacılar, çalışmaları sırasında, birbirine yakın akraba olan iki kemirgen geyikfaresinin melezlerinin damgalanmasını incelemişler. Bu hayvanlardan ilki, erkek ve dişilerin boyutlan aynı olan tek eşli bir kemirgen. Diğeri, ise, dişileri çokkocalı ve erkek ile dişisinin boyutları son derece farklı olan bir kemirgen. Melezlere gelince, dişi P. maniculatus, normal koşullarda tek eşli olan erkek P. colionotus ile çiftleştiğinde, doğan yavru, ebeveynlerden % 40 daha küçük olmakta. Ancak, dişi P. polionotus ile erkek P. Maniculatus çiftleşirse, yavrular normalden büyük olmakta ve kısa süre içinde ölmektedir. Bu sonuçlar, ebeveynlerin cinsiyeti ile büyüme kusurları arasındaki yakın bağtantıyı gostermekte olup, araştırmaalara göre, genlerin damgalanma biçimleri, yeni türlerin oluşma yollarıyla bir şekilde bağlantılıdır. Bu varsayımlarını kanıtlamak için, araştırmacılar, keçiden kediye, tilkiden ata, büyümeye ya da 'kokebeveyn' etkilerine bağlı ya da her iki nedenden kaynaklanan kusurları olan çapraztür melezlerini örnek veriyorlar. Dolayısıyla, eğer kulaklar için genler varsa ve damgalanmaya uğruyorlarsa, çocuğum, gerçekten de babasının kulaklarına sahip olabilir. (F.A. nns) Claude Monet, Gün Batımı • alan olarak algılarardı. Ancak, 196O'lı yıllarda "sanat egitimi" yerine "sanatın ogretimı"nden soz edilmeye başlandı. Gorsel duşunme (Arnheim, 1969), Niteliksel düşünme (Ecker, 1966), Sanatsal zekâ (Gardner, 1983) gibi tanımlar ve bu tanımlara temel oluşturan araştırmalar sanatı her gun biraz daha ussal alana yaklaştırdı. Sanatsal yaratıcı süreç araştınlırken, Devvey'nın saptadığı bilknsel sorun çozme sureci, sanata uyarlanarak aşagıdakı aşamalar saptanmışü; 1. Ilişkileri onerme ya da nıtelikler ıçinden kımilerinı dyrımsamd, seçme, alrna ve yapıyı kurrnada ilk adımı atma. 2. Ilişkileri kurmak ıçın birleştirici ogeleri araştırma. Bu arada olası başka Uişkileri de nıtelikler arasından bulup çıkarma. 3. Sureç ıçınde bu nitelıkleri denetleme, kimı nıtelıklenn butunleyıcı yapısını keşfetme 4. Var olanlar ıçinden, kışinin kendı ni Yapıt sureci Bu araştırmalar ışıgında sanat egıtım cıler bir yapıt ortaya koyma surecini şoyle sıraladüar Gormek, imge dağarcıgıru zenginleştirmek, seçmek, nıtelikleri ayrımsamak, yapıtı oluşturan gerecin olanaklan ve sınırhlıklannı bümek, hatırlamak, duşlemek, tasarlamak, bir butünlük yaratmak, bu butünlüge anlam yuklemek. Bir başka deyişle, bir sanat yapıtı duşunme ve sezginin, nesnellikle oznelligin iç içe geçtigi bir surecin sonucunda ortaya çıkar Jean Coctean, "sanat, bilınç ve bilinçaltının evlüigidir" der. Sanatçı yapıtıru oluştururken once ussal malzemeyi işler. Tksarımına uygun denetimı saglar. Beyin bu sureçte çeşitlı olasılıkları gozden geçirır. Bellek depolan, herhangı bir uyaran ile harekete geçer. Geçmiş deneyımler çagrılır Yeni deneyimlerin ipuçlan değerlendirüiı. Bu işlemleı sırasında sanatçı seçtıgı gerecı de devreye sokar. Bir başka 622/16
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle