19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Terörün Dini İmanı Var mı?.. Meğer kimilerinin sosyalizmi, komünizmi, hümanizmi bir devlete bağlı imiş; Sovyetler gümbür gümbür yıkılınca herif-i naşerifler tornistan ettiler. Varsa dolar, yoksa mark, borsa, banka, piyasa, para, para, para... Alın terine boş ver... Ya insan?.. Haydi canım sen de!. Sovyetler yıkılınca “tarihin sonu” gelmiş; Amerikalı Japon Fukuyama fetvayı vermişti... Çoğu kimse düşünmedi: - Tarihin sonu insanın sonu demektir, bu Amerikalı saçmalıyor. İnsanın sonu gelir mi?.. Şimdilik daha gelmediği anlaşılıyor; zaten insan daha insan olmadı ki... İnsan eskiden hayvan gibi dört ayak üstüne bir yaratıkmış; tarihin bir kesitinde iki ayak üzerine dikildiği fosillerle saptandı; insanın en büyük devrimi yataylıktan dikeyliğe geçmesi... Sonra?.. Ekip biçmesi.. Sonra?.. Sanayileşmesi!.. Ne tarih duruyor ne de insan zaman içinde değişip dönüşerek geleceğe yürümekten vazgeçiyor; ama 21’inci yüzyıla giren insanın insanlaşması için daha bin fırın ekmek yemesi gerekiyor... Çünkü insan vahşetten kurtulamadı. Orhan Veli’nin şiiri: Neden liman deyince Hatırıma direkler gelir Ve açık deniz deyince yelken? Mart deyince kedi Hak deyince işçi Ve neden ihtiyar değirmenci Allah’a inanır düşünmeden? Ve rüzgârlı havalarda Yağmur eğri yağar? Çağrışım, akıl lokomotifinin kavramları vagonlaştırmasıdır. Sözgelimi Amerika’yı ayağa kaldıran terör vurgunundan sonra Türkçede kafiyeli sayılabilecek üç sözcük neden birbiri ardına akla takılıyor? İnsan.. Düşman.. Müslüman... Yanıt: Çünkü en uygar gibi görünen insan bile ilkellikten kurtulamadı. İşimize gelince ne diyoruz: Terörün sağı, solu, milliyeti, dini, imanı yoktur. Peki, en başta Batılılar olmak üzere terörü neden Müslümanlaştırıp dinselleştiriyoruz?.. Yoksa Hıristiyan’dan veya Musevi’den terörist çıkmıyor mu?.. Bütün dünyada ezilen, dövülen, öldürülen, sömürülen, ütülen Müslümanları bir de toptan terörist ilan ettik mi, yan gel yat, keyfine bak!.. İnsan daha insan olamadı, ilkellikten kurtulamadı. Hayvan hayvanı sömüremez; ama insan insanı sömürür; bu, hem onun insanlığını vurgular hem de uygarlığın bu aşamasında insanlıktan uzaklığını!.. İnsanlık Sovyetler yıkıldı diye sömürüsüz bir dünya kurmak ülküsünden vazgeçecek değil... İnsan olmanın bir başka yolu yok... Ne sömürü, ne terör!.. İnsanlık budur. (15 Eylül 2001 tarihli yazısı) “Bir cemiyette en muzır adam, ehliyetsiz olduğu halde salahiyet sa- hibi olandır.” İsmet İnönü (8 Temmuz 1929 An- kara Hukuk Fak. Mezuniyet Töreni) A nadolu’da Atatürk kar- şõsõnda savaşõ kaybeden Batõlõ emperyalistler Lo- zan Konferansõ’nõn ilk bölümünde Türkiye’yi tehdit etmeye kalktõlar. Hindistan es- ki genel valisi de olan Lord Curzon, İsmet Paşa’yõ ‘Hindistan’daki uy- ruklarından biri’ gibi görürken Fran- sõz Bompart da ‘eski bir Osmanlı sadrazamıymış gibi’ tepeden bakõ- yordu. Savaşõn muzaffer komutanõ olan İsmet Paşa Lozan’da ‘Avrupa diplomasisi ve onun kurnaz şefle- riyle’ mücadele edecekti. İngiliz Dõşişleri Bakanõ Lord Cur- zon 3 Şubat 1923 günü Türk heyeti- ni “Ya bu anlaşmayı imzalarsınız ya da yok olursunuz” diye tehdit etme- ye kalktõ. İsmet Paşa’nõn cevabõ ise “Hayır, imzalamıyoruz” olur. Tür- kiye’nin birliğini ve bütünlüğünü iyi korumak istiyorsak Sevr’i tarihin çöp- lüğüne buruşturup attõğõmõzõ sanma- malõyõz, böyle sabit bir fikre saplan- mamalõyõz. Çünkü tarihin çöplüğüne attõğõmõzõ sandõğõmõz Sevr’i emper- yalist Batõ ‘tarihin derin donduru- cusu’na koymuştur. Lord Curzon “Anadolu’da pek çok Hıristiyan azınlık bulunduğunu” müttefiklerin amacõnõn bu azõnlõklarõ korumak ve kurtarmak olduğunu, onlara karşõ yü- kümlülükleri bulunduğunu söylüyor- du. Azõnlõk olarak Rumlarõ, Yahudi- leri, Nasturileri ve Asurileri saydõktan sonra sözü Ermenilere getirerek “Ar- tık bir Ermeni yurdu kurulması ge- rekir,” dedi. “Türkiye Asya’daki topraklarının bir yerinde, kuzey- doğu vilayetlerinde veya Klikya’nın güneydoğusu ile Suriye sınırında Er- meniler için bir toplanma merkezi bulunmalıdır” diye ekledi. Amerikan, Fransõz ve İtalyan delegeler de bu gö- rüşü desteklediler. İsmet Paşa bu iddialarõ “Türki- ye’nin bir parçasının Ermeni yur- du olarak Türkiye’den ayrılmasının kabul edilemeyeceğini, bu girişi- min meşru olmadığını, her ne yol- dan olursa olsun Türkiye’den ay- rılabilecek bir karış bile toprağı yok- tur” diye cevapladõ. Curzon “Dünya gözlerini Türki- ye’ye ve Ermenistan’a dikmiştir” sözleriyle tehdide devam edince, İsmet Paşa’nõn cevabõ “Türkiye’nin her parçası birbirinden ayrılmaz bir bü- tün meydana getirmektedir” oldu. İtalyan Montagna, “Ermeniler için bir ulusal yurt sorununu ele al- mak gerektiğini, bu sorunun bütün dünyayı ilgilendirdiğini, çözümün Türkiye’nin de yararına olacağını” ileri sürdü. Aslõnda ilgilenenin dünya değil de ‘Batı emperyalizmi’ oldu- ğunu söylese daha dürüstçe olurdu. 30 Aralõk 1922 günkü oturumda Ameri- kalõlar Suriye’nin kuzeyinde, Fõrat’õn batõsõnda 46.620 km2’lik ‘Ermeni Ulusal Yurdu’ başlõklõ bir tasarõ ge- tirdiler. Bu hayali yurdun bir ucu İs- kenderun Körfezi’nde denize çõkacak, öteki ucu da Elbistan’õ kapsayacak şe- kilde kuzeydoğuya uzanacaktõ. Buraya dõşarõdan 200-300 bin Ermeni göç- meni getirilip yerleştirilecek ve bun- lara yerleşme masrafõ olarak da 20 milyon dolar kredi açõlacaktõ. Mütte- fikler işi daha da ileri götürerek 6 Ocak 1923’te ‘Ermeni yurdu’, ‘Asu- ri yurdu’, ‘Geldani yurdu’ ve ‘Kür- distan’dan bahsetmeye kalktõlar. Tür- kiye tabii ki bu önerileri kabul ede- mezdi, işin gereğini yaparak toplan- tõyõ terk etti. Azınlık statüsü Meşrutiyet döneminde Osmanlõ İm- paratorluğu’nda Dõşişleri Bakanlõğõ da yapmõş olan Gabriel Norodonkyan bir Ermeni grubuyla bir ara İsmet Pa- şa’yõ ziyaret eder ve kendilerine Ana- dolu’da bir yer verilmesini ister. Bu- nun için gerekirse mücadele edecek- lerini de ilave edince, İsmet Paşa, “Geçmişte Osmanlı Devleti’ne hiz- metleriniz olabilir. Benimle ne sı- fatla böyle konuşuyorsunuz? Sizi böyle konuşmaktan men ederim.” şeklinde kapõ dõşarõ eder. Ayrõca Nas- turiler ile Katolik Asuriler de Türki- ye’nin koruyuculuğunda kendilerine bir yurt isterler. Herkesin Türkiye’den bir şeyler koparmak peşinde oldukla- rõ görülür. İsmet Paşa “Müttefiklerin özel yurtlar sorunuyla Türkiye’yi par- çalamak istediklerinin anlaşıldığı- nı” tutanaklara geçirtti. Böylece Lo- zan’da sadece ‘Ermeni yurdu’ giri- şimi değil, anavatanõn toprak bütün- lüğünü zedeleyebilecek yöndeki diğer taleplerin de hepsi geri çevrilmiş ol- du. Türkiye üzerinde ‘Ermeni yur- du’, ‘Asuri yurdu’, ‘Geldani yurdu’ ve ‘Kürt özerkliği’ gibi haksõz ve meşru olmayan istekler ile ‘Pontus devleti’, ‘Bizans İmparatorluğu’ ve ‘İyonya devleti’ gibi çağ dõşõ is- tekler yani Sevr düşüncesi de redde- dildi. Lozan’da Ermenilerin ve di- ğerlerinin avukatlõğõnõ üstlenen Si- yaset Batısı geriletilmiş ve Türklerin Anadolu’yu parçalatmayacaklarõ an- laşõlmõştõr. Diplomasi yoluyla Türki- ye’nin haklõ tezleri Batõlõlar tarafõndan kabul edilmiş oluyordu. Müttefikler ‘Ermeni yurdu’ gibi haksõz ve meşru olmayan isteklerde bulunurken hem Türkiye’nin toprak bütünlüğünü zedelemeye, hem de ulusal birliğimizi karõştõrmaya ve bozmaya çalõştõlar. Savaşla elde ede- mediklerini barõş adõ altõnda sinsice el- de etmeye kalktõlar. Türkiye’de din, dil ve soy azınlıkları gibi üç yolla azõnlõk yaratmaya çalõştõlar. Bunlar için de din, hayõr ve öğrenim işlerin- de özerklik istiyorlar, Türk hüküme- tinin de bu özerkliklere dokunma- masõnõ talep etme küstahlõğõnda bu- lundular. Her ülkede bulunabilen soy, dil ve din bakõmlarõndan farklõ unsurlara uluslararasõ anlaşmalarla ‘azınlık’ statüsü ve özerklik tanõnmaz ve de tanõnmamaktadõr. Bilindiği gi- bi üniter bir devlet olan Fransa’da ya- şayan Bask, Bröton, Korsikalı ve Al- saslılara azõnlõk statüsü tanõnmadõğõ gibi, özerklik de verilmemiştir. Din bakõmõndan da Avrupa’da Katolik, Protestan, Ortodoks ve Anglikan mezheplerinden insanlar yaşarlar. Bunlara da azõnlõk statüsü tanõnmaz- ken konu Türkiye olunca farklõ bir uy- gulamaya kalkõşõlmasõ siyasi bir ta- võrdõr. Türkiye’de sadece din azõn- lõklarõ vardõ, soy ve dil azõnlõklarõ yok- tu. Türkiye konferansta azõnlõk teri- minin açõklõğa kavuşturulmasõnõ ve azõnlõk terimine ‘Müslüman - ol- mayan’ sõfatõ eklenmesini ve sonra tartõşõlmasõnõ istedi. Müttefikler Türkiye’de yapay ola- rak bir Müslüman azõnlõk yaratmaya çalõştõlar. Bu konuda tutumumuz açõk ve kesindi. Savaş sonu imzalanan di- ğer barõş anlaşmalarõnda öngörülen bü- tün azõnlõk haklarõ Türkiye’de Müs- lüman-olmayan azõnlõklara tanõnõ- yordu, Müslüman azõnlõk kavramõ ise kesinlikle reddedildi. Böylece Lo- zan’da, Türkiye’de bir Müslüman azõnlõk bulunmadõğõ, anlaşmanõn met- ninde ve ruhunda böyle bir kavramõn olmadõğõ kabul ettirildi. Azõnlõklara ilişkin olarak sadece “gayrimüslim ekalliyetlere mensup Türk tebaası” söz konusu edilmiştir. Bunlar da Tür- kiye’de yaşayan ‘Rumlar, Ermeniler ve Museviler’dir. Türkiye’de Müs- lüman azõnlõğõn bulunmadõğõnõn onay- lanmasõ ulusal bütünlüğün de onay- lanmasõ demektir. Durum bu şekilde benimsenmiş iken, bir siyaset adamõ 16 Haziran 2010 günü İzmir Musevi Cemaati Yönetim Kurulu ile Swiss Otel’de bir sohbet toplantõsõ yaptõ. Musevi Cemaati’nin yayõn organõ Şa- lom’un verdiği bilgiye göre konuş- masõnõn devamõnda şunlarõ söyledi: “Azınlık ve gayrımüslim terimleri- ni beğenmiyorum. Bu ülkede kimin köklerinin daha eskiye dayandığı araştırma konusudur. Dolayısıyla, kimin azınlık kimin çoğunluk ol- duğu bilinemez” sözleriyle ulusal bütünlüğü zedeleyen ve Lozan’õn ru- huna aykõrõ, talihsiz beyanlarda bu- lunmuştur. Bu sözler geniş kitleleri in- citmiş ve derinden yaralamõştõr. Lozan’da Azõnlõk Yaratma Çabalarõ Prof. Dr. Metin KALE Osmangazi Ü. Tõp Fakültesi - Eskişehir Her ülkede bulunabilen soy, dil ve din bakõmlarõndan farklõ unsurlara uluslararasõ anlaşmalarla ‘azõnlõk’ statüsü ve özerklik tanõnmaz ve de tanõnmamaktadõr. Bilindiği gibi üniter bir devlet olan Fransa’da yaşayan Bask, Bröton, Korsikalõ ve Alsaslõlara azõnlõk statüsü tanõnmadõğõ gibi, özerklik de verilmemiştir. S ansür, 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’te kalktõ. Üzerinden tam 102 yõl geçti. 1946’da kuru- lan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de 1946’dan beri “24 Temmuz”u, “Ga- zeteciler Günü” “Basın bayramı” olarak kutluyor. Basõmevinin (matbaa) Alman Jo- hann Gutenberg (1400-1468) tara- fõndan bulunuşu, 1445 tarihine rastlar. Tüm Avrupa’ya 50 yõl içinde yayõlõr. Bunun etkisiyle de Avrupa’da kitaplar çõkar, gazeteler yayõmlanõr Rönesans ve Reform hareketleri gerçekleştirilir. Or- taçağ kapanõr. Aydõnlanma başlar. Ye- niçağa adõm atõlõr, bilime kapõ açõlõr. Ne var ki basõmevinin Osmanlõ’ya gelişi 1727’yi bulur. Aradaki 300 yõla yakõn süre, Osmanlõ İmparatorluğu’nu du- raklamaya, çöküşe, yõkõlõşa götüren dönem olur. Osmanlõ dogmatik uyku- sunda uyur! Oysa basõmevi, yabancõ misyonerler tarafõndan 15. yüzyõlõn sonlarõnda pa- dişahõn izniyle Türkçe kitap gazete basılmaması koşuluyla getirilmiştir. Avrupa’daki basõmevleri de İstanbul’un fethi sonrasõ, haçlõ seferi yapmak, asker toplamak için gazeteler basarak bize karşõ kullanmõşlardõr. Bu imtiyaz Os- manlõ Devleti tarafõndan yalnõzca ya- bancõlara sağlanmõştõr. Tõpkõ son yõl- larda AB’ye girmek için AB’ye veriler ödünler gibi. Dõşardan gelen paralara yüksek faiz verilmesi, vergi alõnmamasõ gibi. O AB ki, Atatürk resimlerinin okul- lardan indirilmesini, ulus devlet dü- şüncesinin programlardan çõkarõlmasõ- nõ isteyebiliyor. Kişi hak ve özgürlük- lerini yalnõzca belli bir grubun şikâ- yetleri karşõsõnda savunuyor, gazeteci- lik mesleğini yapmaktan başka amacõ olmadõğõna herkesin inandõğõ Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve başka ga- zetecilerin, tutuksuz yargõlanma hak- larõnõ bile dile getirmiyor. 500 gün ha- piste tutulmuş olmalarõnõ hiç duymuyor, görmüyor. AB’nin evrensel insan hak ve öz- gürlükleri konusunda çifte standart uy- gulamasõ, Türkiye’nin yüzünü Batõ’dan artõk geri çevirmesi anlamõna gelmesin. Tam tersine iktidardaki tek partinin ana- yasal bütün erkleri eline geçirip korku imparatorluğu yaratarak Türkiye’yi bir eksen kaymasõna doğru sürüklemesini durdurmak için daha da çok önem ver- mek gerektiği anlamõna gelsin. Türkiye AB hedefinden -ödün ver- meden- bu evrensel yolculuğunu bir gün mutlaka tamamlayacaktõr. Ama o gün AB’nin varlõğõ, önemi, işlevi belki de büyük önem yitirecektir. Dolayõsõyla 24 Tem- muz 1908’de sansür kal- dõrõlmõş olsa bile, bu- gün sansür en ağõr biçi- miyle yöntem değiştire- rek siyasal iktidarca ve onun ortaklarõnca sür- dürülüyor demek, bir gerçeği saptamak değil midir? Böyle bir ortam- da “24 Temmuz” II. Abdülhamit sansürü- nün geri geldiğini dü- şündürtmüyor mu? Osmanlõ’da ilk özel gazete İngiliz William Churchill tarafõndan çõ- karõlõr. Bir işadamõ da olan bu kişi karakola düşer, İngiliz hükümeti devreye girer ve o işa- damõnõ kurtardõğõ gibi, ondan özür dilenmesini sağlar. Ardõndan devlet, o işadamõnõ hoş tutmak için Türkçe gazete çõ- karma imtiyazõ verir ve 1840’ta “Ceride-i Ha- vadis” çõkar. Ondan ön- ce yalnõzca bugünkü Resmi Gazete niteliğin- deki “Takvim-i Veka- yi” (1831) yayõmlan- maktadõr. Aslõnda yö- netim kendi vatandaşõna gazete çõkar, düşünceni yaz, demez. Dahasõ Na- mık Kemal, Şinasi, Zi- ya Paşa başta olmak üzere gazeteciler, şair ve yazarlar gazete çõ- kardõklarõ, düşündükle- rini yazdõklarõ için sür- güne gönderilmişlerdir. Düşünceye saygõ, ken- di düşündüğü gibi olur- sa ödüllendiriliyor, fark- lõysa cezalandõrõlmõyor mu? Osmanlõ’nõn bu yanlõşõ, yazõk ki 21. yüz- yõlda farklõ bir biçimde günümüze de yansõyarak gazeteciyi ekonomik yönden baskõ altõnda tut- mak ya da sanal suçlar yaratarak hapse atmak biçiminde korunmuş ol- muyor mu? 24 Temmuz, Balbay, Özkan... Hikmet ALTINKAYNAK AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullanacağın- dan dolayı yazılarına bir süre ara vermiştir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle