23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Artistliğe Hayır! MERİÇ VELİDEDEOĞLU “Lozan Barış Antlaşması”nın 70. yılında yapılan kutlamalarda bu “soru” da sorulmuştu. O yıl, 1993’te, “Sevr”in “Lozan”dan çok daha gerçekçi olduğu -yoğun bir biçimde olmasa da- açıkça söylenip yazılıyordu hem içerde hem dışarda; ama söylem, henüz toplumun gündemine tam oturmamıştı. Sorunun yanıtının “Sevr” olduğu da pek rahatlıkla dile getirilmiyordu. Dahası yabancılar da bunu öyle uluorta söylemiyorlardı. Ama bunun için çok beklemediler; 2005 yılında AB’nin “Karma Parlamento Komisyonu” toplantısında Fransız parlamenter Jacques Toubon: “Siz artık Sevr’i kabul edin!” deyiverdi Türkiye Cumhuriyeti milletvekillerinin gözlerinin içine baka baka. “Sevr”, Birinci Dünya Savaşı sonunda yenik düşen Osmanlı’ya kabul ettirilmiş, öteki ortaklara da Versailles, Saint Germain, Neuilly, Trianon antlaşmaları imzalatılmıştı. Ne var ki, Osmanlı’nın ortaklarıyla yapılan bu antlaşmaların adı artık ya tarih kitaplarında, ya belgesellerde ya da tarih derslerinde geçer. Demek ki, uluslararası toplantılarda sınırlarımız, bağlantılı olarak da azınlıklar konu ediliyor, dolayısıyla “Lozan” yeniden ele alınıyor. Aslında bu bir süredir böyle. Oysa 87 yıl önce Lozan’da, Türk Başdelegesi İsmet Paşa için, “sınırlar”, “kapitülasyon”lar dolayısıyla “azınlık”lar sorunundan önce “eşitlik” konusu geliyordu. Ona göre, toplantıya katılan taraflar arasında “eşitlik” olmalı, sorunlar bu “temel” üzerinde konuşulmalı, tartışılmalıydı. Oysa “İtilaf Devletleri” ve yandaşları böyle bir “eşit”liği değil kabullenmek, düşünmüyorlardı bile. Onlar “uygarlık”ın yaratıcısıydılar, temsilcisiydiler... Üstelik, Birinci Dünya Savaşı’nın “yenilmiş”leri değil, “yenmiş”leriydiler. Üstüne üstlük, Konferans’ın başkanı İngiltere’nin en soylu “Lord”u, dönemin en “kurt”, zehir zemberek politikacısı Curzon’dur. Ne ki, İnönü için de eşitlik, soluk alıp vermektir. Toplantı 20 Kasım 1922 günü, Lozan’ın Mont Benon Gazinosu’nun salonunda başladığında, ilkin İsviçre’nin Devlet Başkanı açış konuşmasını yapar, ardından Curzon da kısa bir teşekkür eder, böylece açılış izlencesi (program) biter. Ama Türk Delegeler Heyeti için henüz bitmemiştir; Curzon’un kürsüden inmesiyle, İsmet Paşa’nın kürsüde belirmesi sanki eşzamanda olur. O da teşekkür eder. Herkes şaşkındır ama, en çok şaşıran Lord Curzon’dur. Oysa bu, İnönü’nün “eşit”liği sağlamada ilk adımıdır. Bu adımlar ardı ardına atılır. Ouchy Şatosu’nda görüşmelere geçildiğinde, toplantı masasına oturur oturmaz Curzon, toplantının adı “Doğu İşleri Konferansı” olsun demesiyle, İsmet Paşa’nın: “Olamaz! Doğru ad Lozan Konferansı’dır!” sesi yine aynı anda duyulur. Ardından Curzon, Konferans’ın dilinin İngilizce, Fransızca, İtalyanca olacağını bildirip İsmet Paşa’ya bakar; fazla beklemez; İsmet Paşa’dan: “Bunlara Türkçenin de eklenmesi gerekir!” uyarısı yine anında gelir. Lozan Konferansı’nda, İnönü’nün bu tutumunun hep sürdüğü görülür. Bu konuda İsmet İnönü şöyle diyecektir: “Eşitliğin şartlarını dikkatle izliyoruz; öyle ki selamda sabahta bile ayrıcalık yaparlarsa bunu onlara gösteriyoruz, ama bu yüzden Konferans’ın kesilmesini de istemiyoruz.” Demek ki İsmet Paşa; söylenene kızıp, bozarıp; diplomatik nezaket sınırını aşıp; söyleyenin ülkesini aşağılayan sözleri dolu dolu söyleyerek; kâğıdını kalemini toplayıp, sallana sallana toplantıyı terk etmiyor Başbakan Erdoğan gibi... En keskin sürtüşmelerin olduğu, iplerin koptu kopacak duruma geldiği anlarda bile, görevini saygın bir tutumla, dingin (sakin) bir sesle sürdürüyor. Yaklaşık sekiz aylık Lozan sürecinin hiçbir oturumunda ne Lord Curzon, ne de öteki delegeler -canlarının en sıkıldığı anda bile- “AB”li parlamenter Jacques Toubon’un söylediği gibi: “Sevr’i kabul edin!” dememişler, diyememişlerdir. Bunda kuşkusuz kazanılan o büyük utkunun (zafer) yanı sıra, “eşit ülke” oluşumuzu onlara olağanüstü bir dirençle, tutumla kabul ettiren; kendine güvenen, inançlı, sabırlı “İsmet İnönü”nün de payı çok, hem de çok büyüktür. Işıklar içinde yatsın! ‘Lozan’dan Nereye? m.velidedeoglu@hotmail.com SAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ 2010 CUMA 14 Türkiye, Arizona’ya karşı Meksika’yı destekliyor. Viva Zapata! Referandumk Suat Özbilgi: "Kadın erkek eşitliğine inanmadığını söyleyen Recep’in kendi hazırlattığı anayasa taslağına nasıl ‘evet’ oyu verilir ki!” Recep Ali Tarık Emre: “Ağlama taklidi yarışması yapılsa; Emina’nım Recep’i, civanımın Recep’i, serbülentimin Recep’i arasında hangisi birinci gelir?” Uykuda A. Can Söğüt: “İktidarın milletvekilleri; Meclis’ten ‘Taş Atan Çocuklar Yasası’ geçerken taş atsanız kesin uyanmazlardı!” YağmurDeniz Şarap içen dünyada bağcı kalır! ”30 YIL önceki faşizan cinayetlere gözyaşı döken Recep Anayasa değişikliğine “evet” dedirtebilirse Evren’in faşizmine rahmet okutacaktır” diyor Ertan Somunkıran: Ertan Somunkıran: “Recep, ‘Hizmetkâr bir devlet anlayışına sahibiz’ demiş. AKP’nin dış politikasından belli!” Anıl Öçal: “S’sini sevdiğimim sınav kurbanı ülkemin insanı; ‘r’ ile biten ‘s’ ile başlayan bir sözcük arıyorum, sınav sonuçlarında gönül rahatlığı ile kargaşa yaratmak için...” Ertan Somunkıran: “Amerikan oyuncağı, zavallı, hasta bir vaizin gölgesinde yaşamayı kabul eden bir toplum, ulus adına lâyık değildir” Soner Önal: “Recep ağlaması ile kimseyi kandıramadı. Ağlarsa anam ağlar, gerisi dublaj yapar!” Ertan Somunkıran: “AKP’nin Atatürk düşmanlığı TBMM’de bir kez daha kanıtlandı. İzmir’de açılacak üniversiteye, iktidar milletvekilleri ‘Zübeyde Hanım’ adının verilmesine hayır dedi. Hilmi Kayıhan: “Oy için dini kullandı, şimdi de gözyaşını kullanıyor, yakında Türk oğlu Türk, hem milliyetçi hem de devrimci olduğunu söylerse sakın şaşırmayın!” Gülfatma Carlık: “Recep şarap yerine üzüm yiyin diyor! Şarap içen öldü de üzüm yiyen dünyada bağcı olarak mı kaldı!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DEVRİMDE yaşamını yitiren devrimcilerin arkasından salya-sümük ağlanamayacağını söylüyor Şevket Çorbacıoğlu ve 12 Eylül faşistlerinin referandum kandırmacasına gözyaşı ile değil bilgi ile karşı durulabileceğini savunuyor: “Mahmut Esat Güven, eski yani eskinin sosyalisti ve günümüzün sınırsız ve kuralsız demokrasi avcısı, 12 Eylül öncesi, faşistlerin Ankara-Maltepe Albayrak Kıraathanesi bombalaması sonrası öldürülen bir AP’linin zanlısı olarak tutuklandı, Kimlerin öldürüldüğü bilinmesine karşın Mahmut tutuklanmıştı. Çünkü AP Genel Merkezi Selanik Caddesi’ndeydi. İnşaat Mühendisleri Odası vardı. Mahmut, saldırının yaşandığı an Selanik Caddesi’ndeki TMMOB-İMO’da arkadaşlarıyla oturuyordu, hiçbir şeyden haberi yoktu. 12 Eylül sonrası memleketi Kars’a yerleşti ve yüklenicilik yapmaya başladı. Fakat nü sanatının büyük yeteneği Kenan Evren anılarında Mahmut’a yer verince işleri bozuldu ve de her işi bozulan gibi o da politika yapmaya başladı. CHP’de yer bulamayınca solun evrensel bağlamda örtüştüğü İslami kesime yakın durdu ve milletin vekili değil, milletvekili oldu (olmuş daha doğrusu). İşte bu insanın; Recep’im ağlama nöbetine yakalandığı an arka sırada oturmuş, kara-kara düşünürken resmini gördüm. Arkadaşları aradım ve bu bizim Mahmut mu diye sordum, çünkü AKP’den milletvekili olduğunu bilmiyordum. Bana göre, benim burada ne işim var, burada her şey siyasi ve ekonomik rant adına ele alınıyor düşüncesinin izleri vardı. Necdet Adalı’dan çok bunları düşündüğünü düşünüyorum. Bildiğim kadarıyla; Necdet Adalı’yı idam sehpasına gitmezden önce sakinleştiren ve ona sosyalist terbiyeyi anımsatarak, çelik gibi yüreğini harekete geçirdikten sonra idama hazırlayan Mahmut Esat Güven’di. İnsan olarak öldürülen her varlığa karşı duyarlıdır sol terbiyeyi alanlar. Doğaya ve doğana sevdalıdır. Asla aralarından ayrılanlara ağlamazlar, aksine kor gibi akan acılarını yüreklerine akıtarak çeliğe dönüşürler. Necdet Adalı’yı böyle anımsadı ve asla ağlamadı, demek istiyorum da diyemiyorum, çünkü çelik balya teline dönüşmüş gibi, beslemeyip asanlar, Devrim ve ülkü sözcüğünü yasak ettikten sonra, denge sağlama adına ülkücüleri de idam etmeye başlamıştı. Mahmut’un onlara da üzüldüğünü düşünüyorum. Fakat biz asla salya-sümük ağlamıyoruz, ağlamıyorduk.” Ağlama krizi ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Katolik ve Doğu kilisele- rinde en yük- sek ruhani un- vana sahip olan din ada- mõ. 2/ Tanrõ- tanõmaz... Ka- lõnbağõrsakta ve karõn boş- luğunda duyu- lan güçlü san- cõ. 3/ Çarpõş- ma, tokuşma... İs- kambilde koz. 4/ Bir mağazanõn yalnõz tek tür eşya satõlan bölümü. 5/ Muğ- la’nõn Milas ilçesine bağlõ turistik bir bel- de... Özensiz, gelişi- güzel yapõlmõş. 6/ Keman gibi omuza dayanarak çalõnan yaylõ bir çalgõ... Kayõsõ, elma, armut gibi mey- velerin kurutulmuşu. 7/ İstek, eğilim, arzu... Sod- yum elementinin simgesi. 8/ Önemli bir olayõn anõsõ olarak yapõlan taş sütun. 9/ Yokuş sözcü- ğünün karşõtõ... Dipten dallanan bir süs bitkisi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Papaz, özellikle de Protestan papazõ... Yapõsõna girdiği sözcüğe “iki, çift” anlamõ katan yabancõ önek. 2/ Verme, ödeme... İpotek. 3/ Anlamsõz, saç- ma sapan söz. 4/ Bir yüzeyde renk dalgalanma- sõ sonucu görülen parlaklõk. 5/ 106 taşla oynanan bir oyun... Saçõ dökülmüş olan kimse. 6/ İtalya’nõn en uzun õrmağõ... İlkel bir silah... Gümüş. 7/ Ya- rarlanõlan uygun koşul... Tantal elementinin simgesi. 8/ Doğal ve tarihsel özelliklerinden do- layõ koruma altõna alõnan alan... Uşak’õn bir ilçesi. 9/ Üzerine sarõmsaklõ yoğurt dökülerek yenilen bir hamur yemeği. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K A B A R C I K U L A Ç U S U L N A L A R I Z A T A K S A R A Y R A B A T A H İ A B A A Y N H A N O N A T A O D T A K S A F İ N O A U R A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Siyaset kimileri için bir oyun, bir tiyatro. Seyirci kitlesinin büyüklüğü ve alkış alma tutkusu bu gibileri artistlik yapmaya zorluyor. Hele de gençliklerinde artistliğe / tiyatroya bulaşmışlarsa artistlik onlar için daha da kaçınılmaz oluyor. Rakip tanımıyorlar. Sahneye ilk çıktığından beri hep oynuyor. Benzer meşreptekilerin siyaseti şöyle tarif ettiği biliniyor:“Siyasetin yarısı ilim, yarısı ise film. İlmi profesörlere bırakırım! Filim tarafı benim!..” Rolünü şaşırmasın ve söyleyeceklerini unutmasın diye sağına soluna yerleştirilen camlardan senaryo okuyor. Senaryo okumadığı zamanlar ise bildiğini okuyor. Ama okuyormuş gibi değil konuşuyormuş gibi okuyor. Hatipliğin zaten mektebinde okumuş. Hitabetin ise sırrını çoktan çözmüş... Ve iktidarının ilk yıllarında, bağıra çağıra ilan etmesi bundandı: “Öfke hitabet/belagat sanatıdır!” Sanatı öfke olanın siyasetinden huzur ve mutluluk çıkar mı? Tiyatronun da artistliğin de en alengirlisini o biliyor. Yoluna çıkıp pahalılıktan “Anamız ağlıyor!” diye dert yanan yurttaşa… “Artistlik yapma lan!” diye fırça atması bundandır. Henüz yirmi yaşındayken (1974) partisinin Beyoğlu Gençlik Komisyonu Başkanı’ydı. Hem sanatını, hem de öfkesini sahneye taşımaya karar verdi. Üç büyük düşmanı vardı: Masonlar, komünistler ve Yahudiler. Bu üçünün ilk hecelerini bir araya getirdi. Mas-kom-ya adlı bir tiyatro oyunu yazdı. Yazmakla kalmayıp oyunu hem sahneledi hem de başrolünde oynadı. Başroldeki rolü “Hayırsız evlat” idi. Oyun çeşitli semtlerde uzunca bir süre partililer için sahnelendi. Ama partisi içinde tartışmalara yol açtı. Sonunda konu Genel Başkanı Erbakan’a yansıtıldı. Erbakan da, daha önceki partisi Milli Nizam’ın başına gelenler, bu oyun yüzünden bir daha gelmesinden çekindiği için, oyunu kaldırttı. O gün bugündür kendi oyununu oynuyor. Bu oyunda yokluk var… Yoksulluk var. Yolsuzluk ise katmer katmer… Daha kötüsü kan ve gözyaşı var. Oyunun sonunun bir an önce gelmesi gerekiyor. Ama başrol oyuncusu oyunu uzattıkça uzatıyor. Otuz yıl önceki talihsiz idamlardan bile kendine siyasi pay çıkartıyor. Bunun için gözyaşı döküyor… Ya da döker gibi yapıyor… Bu ikisi arasındaki farkı görenler / anlayanlar için… Önümüzdeki 12 Eylül günü büyük bir fırsat sunuyor. 12 Eylül’den beter günleri yaşatmamak için Mas-kom-ya oyununun “Hayırsız evlat”ına kocaman bir “Hayır!” demek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle