19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 25 NİSAN 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Okurlarıma Bir Açıklama Bir yazı yazdım, çıkmadı. Öfkelendim. İlk kez başıma gelmişti. Elli yıldır ilk kez... Mustafa Balbay’ın Ankara Temsilciliği’nden alınmasıydı... Çok yanlış bulmuştum. Hele bir buçuk yıldır hapiste olan, hem de müebbetle yargılanan bir arkadaşa uygulanması gereksiz bir şeydi. Bir yazar, gerektiğinde kendi gazetesini de eleştirir. Herkesi, her şeyi, eleştirdiği gibi... Bu gazete, Mustafa Kemal Atatürk’ün gazetesidir. Cumhuriyet devrimlerini, ilkelerini yaşatmakla, korumak ve kollamakla sorumludur. Mustafa Kemal, Yunus Nadi, Nadir Nadi, İlhan Selçuk, ben ve tüm arkadaşlar bu görevin sorumluluğunu duyuyoruz. Ne denli üzülsem de gazetemi hem de böyle karışık bir dönemde bırakıp gitmek olmazdı elbet. Balbay ve onun çizgisindeki tüm arkadaşlarla birlikte bu kutsal savaşı sürdüreceğiz. Hem de “her şeye karşın!..” Ben biraz rahatsızım. Bir süre dinlenmem gerekiyor. İlk fırsatta “Evet-Hayır”ları sürdüreceğim. Bu yalnız bir gazetecilik görevi değil, bir Kemalistlik, bir devrimcilik, bir insanlık görevi... Sevgilerle... PENCERE Örümcek Ağı Mahmut Nedim Paşa, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında ünlenmiş bir Osmanlı nazırı; Rusya’ya yakın politikasıyla adı “Nedimof”a çıkmış; ama asıl lakabı “Kör Mahmut Paşa” imiş; adamcağız şaşı olduğundan bu adı takmışlar. Mahmut Nedim Paşa’nın biraderi Şehremini (Belediye Reisi) Ahmet Bey de sağırmış... Ahmet Bey’in oğlu bir ‘kaside’ yazıp Keçecizade Fuat Paşa’ya sunmuş. Nüktedanlığıyla tanınan Fuat Paşa fırsatı kaçırır mı, taşı geldiğine koymuş: “- Şairlik yolundaki yeteneğinizi kutlarım” demiş, “ama bu kasideyi amcanız görebilseydi, babanız da dinleyebilseydi, sizinle ne kadar övünürlerdi.” Osmanlı’nın son dönemlerinde devletin üst katmanlarına tırmanan çoğu politikacıya ‘paşa’lık verilirdi. Bunların içinde iyi okumuş, yetişmiş, ama ‘zamane’ye uymaktan gayrı elinden bir şey gelmeyen kişiler vardı... İncelmiş Osmanlı sivil paşası, alafrangalığın perdahında alaturkalığın demini sürerdi. O günlerden bu günlere pek çok nükte, fıkra, yergi kaldı; bunlardan biri günümüze uyuyor: 1881’de İstanbul Şehremini olan Mazhar Paşa, belediyeyi geliştirmiş, kenti ağaçlandırmış, içme suyunu sağlamış, Dolmabahçe’de gazhaneyi kurmuş; ancak şehremaneti memurlarından biri Mazhar Paşa’yla uğraşmaya başlamış... Adamı açığa almışlar... Memur direniyor, üst üste verdiği dilekçelerle Paşa’ya karşı savaşım veriyormuş. Babıâli Memurin Kalemi Müdürü, bir gün bu sivri akıllı memuru çağırıp demiş ki: - Efendi, boş yere uğraşıyorsun, benim bu işlerde kırk yıllık deneyimim var. Girişimlerinden hiçbir sonuç alamayacaksın; sözümü dinle, Mazhar Paşa’ya dehalet eyle... ‘Dehalet’ Osmanlıcada ‘sığınmak’ anlamına geliyor, başka deyişle büyüğün koltuğu altına girmek!.. Memurun ağırına gitmiş bu öğüt, babalanmış: - Ne demek efendim, kanun yok mu?.. Müdür: - Dur, demiş, bizim devletimizde kanunun ne olduğunu ben sana anlatayım. Kanun, örümcek ağına benzer. Sinekler bu ağa takılıp ölürler. Ama serçe kuşu bana mısın demez, ağı parçalayıp geçer. Sen bir sineksin, ağa düştün, ama yine de sen bilirsin... Memurun aklı başına gelmiş: - Haklısınız, ne yapayım?.. Müdür: - Yarın seni Mazhar Paşa’ya götüreyim, el etek öptüreyim, bu iş kapansın. Refi Cevat Ulunay anlatıyor: “Bu Mazhar Paşa’nın damadı bir araba ile denize uçtuğu zaman kimse acımamış... Halk demiş ki: - Herif ahrete bile araba ile gitti!..” Zamane Türkiyesi Osmanlı’nın çöküş günlerine dönüştü; bir yandan sinekler yasaların ağına takılırken öte yandan kuşlar ağı delip parçalıyorlar; hem bunlar serçe kuşu da değil... Atmacalar.. Çaylaklar.. Baykuşlar.. Medya elinde ağızdan dolma tüfeğiyle alıcı kuş avına çıktı; ama bu kez tüfeğin namlusunda saçma yok... Doğru ve gerçek var. (30 Ocak 1997 tarihli yazısı) 20 Mart-20 Nisan arasõnõ ABD’de “24 Nisan 1915’te gerçekten ne oldu?” ekseninde bir dizi konuşmalar yaparak geçirdim. Bu yazõda onu anlatacak değilim. Bilinmeyen ya da görmezden gelinen şu konuyu anõm- satmak istiyorum: Ermeni sorununda em- peryalizmin suçu. Günümüz vuruşkan Ermenileri şu şaşõrt- macayõ yayõyorlar: Türkler cezalandõrõlmaz- sa, Ruanda benzeri soykõrõmlar yinelenir! Biz de şunun altõnõ çizelim: Soykõrõm õrkçõ em- peryalizmin doğal sonucudur. Soykõrõm Er- menilere “Hıristiyan dininden ve Aryan ır- kından olduğunuz için, Türklerden ve öte- ki Müslümanlardan üstünsünüz” diyerek onlara, silah ve para dahil, her türlü desteği verip üstümüze saldõrtan ve ardõndan karşõlõklõ kanlõ olaylar içine atan õrkçõ emperyalizmin yok edilmesiyle son bulur. Bu, büyük insan- lõk suçunun baş sorumlusu emperyalizmdir. Gelişmiş büyük sermayeci ülkelerin “böl ve yönet!” biçimindeki saldõrõ, işgal, etki alanõ, ulusalcõlõkla savaşõm ve azõnlõklarõ kullanma siyaseti bugünkü dünya sorunlarõnõn da ana- sõdõr. Örneğin, 54 devletli koca Afrika’ya kõ- saca bakalõm: Kötü önderler, yeteneksizlik, çü- rümüşlük, kabilecilik ve içte kan dökmeler. Emperyalizmin çağdaş kuramcõlarõna göre, çö- züm varlõklõ ve uygar Batõ’dan gelir. Yalan! Afrika dahil, Üçüncü Dünya emperyalizmin ektiği tohumlarõn acõ sonuçlarõyla baş etme- ye çabalõyor. Bölücü emperyalizm kabileci- liği destekledi; bağõmsõz Afrika devletlerin- de uluslar bu nedenle oluşamõyor. “TC yurt- taşına Türk denir” diyen eşsiz Atatürk ulu- sal çözümün anahtarõnõ vermişti. Bugün, dõş destekli Ermeni ve PKK dayatmasõ Türkiye’yi Biafra Savaşõ’na değin götürebilir. Ruanda’da Hutular’õ önce Almanlar, son- ra Fransõzlar; Tutsiler’i önce Belçikalõlar, son- ra İngilizler desteklediler. Sonuç: Ruanda soy- kõrõmõ. 1994’te bile Fransa’nõn ve Cumhur- başkanõ Mitterand’õn parmağõ vardõ. Bayan Mitterand’õn Kuzey Irak’ta Barzani ile Ta- labani’ye neden arka çõktõğõnõ sanõyorsunuz? Ruanda’da, Nijerya’da ve Sudan’da (Ata- türk’ün tasarladõğõ gibi) bir ulusçuluk oluş- mamõşsa, daha da öte, hiçbir Afrika ülkesi ken- di geleceğini kendi çizemiyorsa, nedeni em- peryalizmin yerleştirdiği altyapõdõr. Emper- yalizmin Afrika uzmanlarõ sözde “kalkındı- rıcı sömürgeciliğe dönüşü” (!) bile öneri- yorlar. Hesapta Osmanlõ deneyiminden biz- ler ve tüm Ortadoğu için (yabancõlara yara- yacak) dersler çõkarmak da var. Bir Amerikan Protestan din yayõcõsõ ile bir Ermeni papazõn 1896’da Şikago’da basõlan “Kanayan Ermenistan” adlõ kitaplarõnda di- yorlar ki: “Türkler birinci ve ikinci en iyi ırktan değildir. Türk ve Kürt kafese kon- ması gereken hayvandır. Onlara hayvan derken köpek ve çakal benzeri yabanıl hay- vanlardan özür dileriz.” Gobineua, Cham- berlain, Rosenberg ve Sosyal Darwinciler gi- bi õrkçõ kuramcõlar Türkiye’de değil, Batõ’da yetişti. Bugünkü Britanya kaynağõ “Türkler daha orduya asker çağırırken Ermeniler Doğu’da 120.000 kişiyi boğazladılar” de- miyor mu? Bu sayõ daha bir başlangõçtõ. Er- menilere para ve silah yağdõran Çarlõk Rus- yasõ bağõmsõz Ermenistan’õn değil, Doğu Anadolu’yu kendine katmanõn peşindeydi; Fransa da Adana ve çevresinin. İngilizler de Ermenilerden alaylar kurdular, onlarõ eğitti- ler. Bugün, Haiti’de bile kökü geçmişte yatan bir ağlatõ yaşanõyor. 12 Ocak’taki yer sarsõn- tõsõnõn sonuçlarõ yalnõz doğal bir olayõn sonucu değildi. Büyük çoğunluğu yoksul olan Hai- tililer yõkõlan konutlarõnõn altõnda ezildiler. Gerçek neden onlarõ bu yoksulluğa bağõmlõ kõ- lan emperyalizmdi. ABD-destekli Duvalier ha- nedanõ yabancõlara düşük vergili, az işçi üc- retli bir sömürü cenneti ve yoksullar cehen- nemi yarattõ. Yer sarsõntõsõ deyip oraya bugün koca bir orduyla giren ABD yeni bir işgal gü- cüdür. Aynõ ABD yakõn geçmişte Etiyopya’yõ komşusu Somali’ye saldõrtarak orada kendi- ne petrol vermeyen iktidarõ devirtti. İzmir’e 15 Mayõs 1919’da Yunan askerini çõkartan da emperyalist Britanya’ydõ. Portekiz Mozam- bik’ten ve Fransa Gine’den ve Madagas- kar’dan çõkarken altyapõlarõ yõkõp gittiler; 14 Eylül’de emperyalizmin arka çõktõğõ Erme- nilerle Rumlarõn İzmir’i yakmalarõ gibi. Bel- geler ve kanõtlar gösteriyor ki, emperyalizm bugün de benzer amaçlar peşindedir. Çözüm Batõ’da o zaman da değildi, şimdi de değil. Hem Türkiye, hem Üçüncü Dünya için çözüm Atatürk’ün emperyalizm karşõtõ di- renişinde ve Altõ Ok’a bağlõ devrimciliğin- dedir. Ermeni sorunundaki ABD ve Fransõz meclis kararlarõ emperyalizmin suçunu giz- lemek içindir. Bize düşen görev haklarõmõzõ emperyalizme ve onun yerli uşaklarõna kar- şõ çõkarak kazanmaktõr. Ermeni Sorununda Emperyalizmin Suçu Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV G ün 23 Nisan 1920. Yer, Ankara’daki İttihat ve Te- rakki Kulübü binasõ. Saat 13.45. İşte Türkiye Büyük Millet Meclisi ilk toplantõsõnõ en yaşlõ üye olan Sinop Milletvekili Şerif Bey’in başkanlõğõnda yapmõştõr. Bu tarihi günde Mustafa Ke- mal, Ankara Milletvekili olarak ilk kez söz almõştõr. Ve bu Mec- lis’in ‘olağanüstü yetkilerle do- natılmış bir Meclis’ olduğunu açõklamõştõr. Gerçekten de Mec- lis için açõldõğõ gün olan 23 Nisan 1920 tarihine kadar kullanõlan sõ- fat ‘Olağanüstü yetkilerle do- natılmış bir Meclis’ sõfatõ ol- muştur. Millet Meclisi ya da Mil- letin meclisi sözcüklerini kullan- mak için 23 Nisan 1920’den ön- cesi düşünülemezdi bile… Ancak bu Meclis açõldõğõ gün kendi adõ- nõ koydu ve Türkiye Büyük Mil- let Meclisi olduğunu dünyaya duyurdu. Bu Meclis’in gerçekten de olağanüstü yetkileri vardõ. Bunlardan ilki, onun bir kurucu meclis olmasõ idi. Nitekim Meclis 20 Ocak 1921’de anayasasõnõ ha- zõrlayõp yayõmlayarak gerçekten de bir kurucu meclis olduğunu göster- miştir. Nitekim Ocak 1921’de Mustafa Kemal, Mec- lis’in temel niteliklerini şu sözlerle açõklayacaktõr: “Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, ulu- saldır, tamamıyla mad- didir. Gerçekçidir. Var sanılan ülkeler arasın- da, o ülkülere ulaşmak için değil, fakat ulaştır- mak hayaliyle ulusu ka- yalara çarparak, ba- taklıklara batırarak, en sonunda kurban ede- rek mahvetmek gibi ci- nayetten kaçınan bir hükümettir. Türkiye Büyük Millet Mecli- si’nin tüm programla- rının ilkesi şu esastır: Tam bağımsızlık, ka- yıtsız ve koşulsuz ulusal egemenlik.” Meclis ilk kez toplan- dõğõnda, ulusal iradenin merkezi durumunda idi, yetkileri genişti. Kuvvet- ler birliği ilkesini benim- semişti, yasama, yürüt- me gerektiğinde de yargõ yetkilerini kullanmõştõr. Türkiye Büyük Millet Meclisi ile gelen siste- me ‘Meclis hükümeti’ de denmiştir. Bunun ne- deni, bakanlarõn doğrudan doğruya Meclis tarafõn- dan seçilmesiydi. İlk Meclis, Anadolu ih- tilalinin sonucunda olu- şan bir meclistir. Bir ihti- lal meclisidir. Meclis’in temel felsefesi, temel gö- rüşü ulusal egemenliktir. İlk Meclis ayrõca toplumun her kesiminin ve düşün- cesinin temsil edildiği bir meclistir: Demokratik bir meclistir. Görüyoruz ki Meclis’in açõlmasõ ile kuruluşunu tamamlayan yeni ulus devlet tam bağõmsõz ve kayõtsõz ve şartsõz ulusal egemenlik temeline da- yalõ bir devlettir, yani bir cumhuriyettir. Bu devle- tin izleyeceği temel poli- tika da barõşçõl bir politi- ka olacaktõr. Çünkü Ata- türk’ün en temel düşün- cesi barõş ve insan sevgi- si üzerine kurulu bir po- litikadõr. Onun 5 Şubat 1923’teki sözleri de bu düşüncelerini yansõtmak- tadõr: “Bu devletin da- yandığı temeller tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız ulusal egemen- liktir. Ulus bu egemen- likten bir zerresini bile feda etmeyecektir.” 23 Nisan 1920 - 23 Nisan 2010 Dr. Handan DİKER Yeditepe Üniv. Öğr. Gör.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle