19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Osmanlõ ordu- sunda kullanõlmõş, uzun menzilli bir top. 2/ Daha iyi ürün elde etmek için, bir ağaçtan başka bir ağaca dal nakletme işi... Ölü- yü gömme. 3/ Hü- kümdar mührü ya da imzasõ... Bir göz rengi. 4/ Utanma, hayâ... Tatlõ, tuzlu, ekşi ve acõ tatlar dõşõnda kalan beşinci tat. 5/ Ger- çek... Bir nota. 6/ Bir gü- nahõ Tanrõ’ya bağõşlat- mak umuduyla verilen sa- daka ya da tutulan oruç. 7/ Hayvanlarõn doku ve sal- gõlarõndan yararlanõlarak insanda eksik olan mad- delerin tamamlanmasõ şeklindeki tedavi. 8/ Akõl... Suudi Arabistan’õn plaka imi... Vilayet. 9/ Bozkõr... Argoda peşin paraya verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞI- YA: 1/ Su bulunan bir yerde bina kurulacağõ za- man suyu çevirmek ama- cõyla yapõlan geçici set. 2/ Buğday, nohut, fasulye ve çeşitli yemişlerle pi- şirilen bir tatlõ... Üç dört tel ipekten bükülmüş ip- lik. 3/ Alüvyon... Türlü renklerde kareli olan ku- maş. 4/ Bir kumar aracõ. 5/ Üzeri kõrmõzõ parafinle kap- lanan bir peynir... Silindir biçiminde bir tür başlõk. 6/ Ku- zu sesi... Ağrõ Dağõ’na verilen bir başka ad. 7/ Günlük yaşama ait küçük ve geçici belgeleri toplama şeklinde- ki koleksiyonculuk. 8/ Kilime benzer, renkli ve motif- li uzun yolluk... Sanat, hüner. 9/ Olumsuzluk belirten bir önek... Dolmakalem. CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU İzmir’den Notlar Çarşamba günü anlatmıştım, İzmir’in bahar güzelliklerini bir kez daha yinelememe gerek yok. Kimi dostlar o yazımda geçen, ‘Güzele bakmak sevaptır’ tümceme takılmışlar, ‘kinayeli’ iletiler gönderiyorlar, aldırmıyorum, kıskançlıklarına veriyorum. İleti demişken... Cuma günü Kırmızı Yayınları’nın düzenlediği ‘Öteki Tarih’ başlıklı bir etkinlikte Erdoğan Aydın ile birlikte konuşmacıydım. Ders kitaplarına girmeyen tarihten söz ederken, 12 Mart 1970 darbesi sonrası darağacında can veren Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’dan söz ettim. Onlardan söz ederken, idamlarına karar veren askeri mahkemenin hukukçu olmayan tek üyesi ve aynı zamanda da başkanı olan Ali Elverdi’den söz etmemek olmazdı. Bilindiği gibi daha sonra Adalet Partisi’nden milletvekili seçilen bu ‘acımasız asker’ bir süre önce yemek masasında boğularak öldü. 86 yaşındaydı. Bunu anlatırken, ‘Acaba o da boğulurken, darağacına gönderdiği o üç fidanın duyduğu acıyı duymuş mudur?’ diye sordum. Bana söz konusu iletiyi gönderen Davut S. işte bu soruma takılmış, ‘Ölünün arkasından böyle konuşulmaz!’ diyor, beni yadırgadığını söylüyor. İzmir Kitap Fuarı bu yıl 15 yılın rekorunu kıracağa benzer. Cuma akşamına kadar fuara gelen kitapsever sayısı 195 bin 700 idi. Kitap fuarlarına ilişkin gözlemlerimiz bize Türkiye’nin siyasal ve toplumsal açılardan çalkantılı dönemlerinde insanların kitaba olan ilgilerinin yoğunlaştığını ortaya koyuyor. Kitapseverler roman, öykü, deneme, şiir gibi edebiyat ürünlerinin yanı sıra yakın tarih, araştırma, inceleme gibi bilgilendirici ürünlere de yöneliyorlar. İzmir’de bu yöneliş çok daha belirgin. İzmir düşman işgali görmüş bir kent. İzmirli için ulusal kurtuluş ve aydınlanma başka yerlerdeki insanlardan daha farklı anlamlar ifade ediyor. Bilmem başka kentlerde de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda apartmanların ve işyerlerinin cepheleri bu kadar çok sayıda Türk bayrağı ve Atatürk resimleriyle donanır mı? İzmir Büyükşehir Belediyesi kentteki doğa korumacı sivil toplum kuruluşlarının ve Avukat Noyan Özkan gibi aydınların girişimleriyle Kültür Park’ı araçlardan arındırmış. Kentin bu soluklanma alanına artık hiçbir araç sokulmuyor. Başkan Aziz Kocaoğlu da dahil, motorlu araçlar herkese yasak. Ziyaretçiler araçlarını yeraltı otoparkına bırakıp parkı yayan geziyorlar. Gerekli/zorunlu durumlarda Kültür Park yönetimi elektrikli mini taşıtlarla yaşlılara, bedensel engellilere hizmet sunuyor. Bu uygulama kentte somut olarak görülen uygarlık örneklerinden biri. Bu bağlamda İzmir’in Kültür Park’ının Paris’in Lüksemburg Bahçesi’nden (Jardin de Luxembourg) bir farkı yok. İstenince her şey oluyor, olabiliyor. İzmir, can ve mal güvenliği açısından da yaşanabilir bir kent. 17 Haziran 2009 tarihinde göreve başlayan İl Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz, İstanbul’a atanan eski müdür Hüseyin Çapkın’ın başarı grafiğini koruyor. ‘Huzur timleri’ Sayın Çapkın’ın başlattığı bir uygulamaydı. Bu uygulamanın başarısına geçtiğimiz günlerde tanık olduk. Fuara katılan bir yayınevi sahibinin Kordon’da el çantası çalındı. Kimlikler, kredi kartları, fotoğraf makinesi vb. birçok şey. Polise gidildi. Duyanlar, ‘Bir şey çıkmaz, çanta gitti gider’ dediler. Aradan iki gün geçti, üç kişilik hırsız çetesi yakalandı, çanta sahibine teslim edildi. Diyeceğim şu ki genç, dinamik, zeki polislerden oluşan ‘huzur timleri’ İzmir’de hırsıza, uğursuza göz açtırmıyorlar. İzmir’e, İzmirlilere, İzmir’in konuklarına verdikleri görünmeyen ve görünen hizmetlerinden ötürü Sayın Ercüment Yılmaz’ın şahsında ‘huzur timleri’ni kutluyorum. [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Çernobil’in 24. Yõlõnda Haydi Kadõköy’e... Bugünkü “Kadıköy Mitingi”ni duyduğumdan beri düşünüyorum: İnsandan ve yaşamdan yana olan herkes, “bu cennet dünya”yõ cehenneme çevirecek “nükleer enerji pazarı”nõ durdurmaya çalõşõrken, “öbür dünya”daki cennete pek meraklõ siyasilerin aynõ kirli pazara “sevda”lanmalarõ nasõl açõklanabilir? Hiçbir “inanmış insan”, kalkõnma adõna, böylesi bir “tüm soyların soy kırımı” tehlikesine umarsõz kalamaz… Hangi kutsal “inanç”, yaşamõ karartacağõ “kanıtlanmış” bir enerji kaynağõnõ “ahlaki” bulabilir ki?.. Sakõn “Bu dünya aslında hayaldir; zehirlense de önemli değildir. Cennette ise zaten enerji gerekmediğinden nükleer tehlikesi de yok” diye düşünüyor olmasõnlar? ‘Demokrasi’ mi dediniz? Bundan 24 yõl önce Çernobil patladõğõnda, şimdikilerden pek farkõ olmayan iktidar temsilcileri Karadeniz’in radyasyonlu çayõnõ höpürdeterek içmiş ve “bakın, korkmuyoruz” demişlerdi!.. Dahasõ, zehirli fõndõklarõ da yavrularõmõz yesin diye okullara dağõtmõşlardõ... Çernobil’den ölenlerin, hastalananlarõn, sakat kalanlarõn ve belki de sakat doğacaklarõn sayõsõnõ bilen yok, ama “gerçeğin gizlendiği”ni düşünmeyen tek kişi bile yok... 24 yõldõr, nükleer santrallarõn kalkõnma adõna “en tehlikeli akılsızlık” olduğunu savunan, hatta kanõtlayan rapor, araştõrma ve yayõnlarõ uç uca ekleseniz, Ankara’dan Mersin’deki Akkuyu’ya varõr; oradan da Sinop’a kadar uzanõr; nükleeri istemeyenler el ele tutuşabilseler, Akdeniz’in suyunu kovayla alõp elden ele Karadeniz’e boşaltabilirler... Ne var ki nükleer sevdalõsõ siyasiler, demokrasiyi “seçilmişlerin diktatörlüğü” olarak görürken, bilimi de “çıkarlarının teknik hizmetkârı” sayõyorlar… bu nedenle nükleer karşõtlarõna “kalkınma düşmanı” demekten başka tek kelime edemeden, yaşadõğõmõz cennet dünyamõzõ cehenneme çevirmekten vazgeçmiyorlar... ‘Vatan savunması’ ‘Peki, ne yapmalıyız?’õn yanõtõ, bugün Kadõköy’deki “vatan savunması”na katõlmak; “Yaşamı Yok Eden Enerji Yatırımları İstemiyoruz” mitingini, “insanlık onuruyla bütünleşmiş bir yurtsever”liğin güçlü ve kararlõ sesine dönüştürmektir... Çernobil’in yõldönümü nedeniyle yapõlacak mitingi düzenleyenler diyorlar ki: “Çernobil felaketinden 24 yıl geçmesine rağmen Karadeniz’in her evinde insanlar yakınlarını kanserden kaybediyor; devletse halen ‘pahalõ’dır diye hastalarımızın ilaçlarını bile karşılamıyor.” “EGEÇEP-Allianoi Girişim Grubu”, “Cide-Loç Vadisi Koruma Platformu”, “Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi”, “Karadeniz İsyandadır Platformu” ve “Munzur Koruma Kurulu”nun girişimleriyle 100’ü aşkõn kuruluşun imzaladõğõ çağrõ metninde şunlar vurgulanõyor: “Hükümetin Akkuyu için planladığı 4 nükleer reaktöre karşı 40 yıldır Mersinlilerin direnişi sürerken nükleer sevdalıları bir başka Karadeniz kentine, Sinop’a santral yapmayı seçtiler. Türkiye’yi nükleer karanlığa mahkûm etmek isteyenlere karşı sesimizi her zamankinden daha yüksek çıkartmak zorundayız. Dünyanın hiçbir yerinde nükleer santral istemiyoruz.” Bu sesleniş için Karadeniz’den, Munzur’dan, İzmir Allianoi’den, Hasankeyf’ten, Akdeniz’den gelen “insan”larõmõzõ selamlõyor; derelerimizi kurutan, vadilerimizi yok eden HES’leri durdurmak; doğayõ ve tarihi sular altõnda bõrakan barajlara karşõ çõkmak; canlõ tabut termik santrallara yeter demek; Çoruh’tan Yuvarlakçay’a, Loç vadisinden Fõndõklõ’ya, Görele’den Alakõr’a... doğayõ ve yaşamõ yok eden enerji yatõrõmlarõna ve yaşam alanlarõmõza kasteden tüm projelere karşõ, “toprağı ekenler, sürüleri güdenler, türküleri diyenler, doğayı ve yaşamı savunanlar...” haydi Kadõköy’e.. diyoruz. 25 NİSAN 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Kuvvetler ayrılığı: Yumurta, taş, yumruk!a Ofis İlker Çamkır: “Recep’in çalışma odasına yalaka basın ‘ofis’ diyor. Şu ofisi bir de ‘oval’ yapabilseler!” Hormonlu Zekai Buluç: “AKP’nin ‘Referandumda evet oyu yüzde 60 olur’ söyleminin açılımı: Manipülasyonun hormonlusunu bizden iyi kimse yapamaz!” Kardeş Avni Kurtuldu: ‘Kafasına vurularak büyütülen Recep, ‘Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim’ demiş. Siz büyürken Türkiye küçüldü kardeşim! YağmurDeniz Türkiye çiftliği talan edilirken! ANKARA’DAKİ Atatürk Orman Çiftliği’nin bir kez daha yağmalanması gündemde. Eski Balıkesir milletvekili Necati Cebe, “Cumhuriyet’in tüm maddi ve manevi değerlerinin aşındırıldığı, bunun da ötesinde yok edilmek istendiği bir dönemde, Atatürk Orman Çiftliği’nin yağmalanması şaşırtıcı sayılmaz; Atatürk’e saygı duruşunda bulunanlara ‘Sap gibi dikiliyorlar’ diyenlerden O’nun hatırasına saygı duymalarını beklemek safdillik olur” diyor: “Cumhuriyet bitti, yerini İslamcı bir yapıya bırakmalı diyerek yola çıkanlar, tüm resmi ve özel kurum ve kuruluşlarda dinci kadrolaşmayı hızla gerçekleştirdiler. Şimdilerde, kurdukları fiili düzenin, yalana ve talana dayalı soygun düzeninin anayasasını hazırlamaya çalışıyorlar. Yüksek yargıyı ele geçirerek, hesap vermekten kurtulmak ve ülkeyi paşa gönüllerince yönetmek istiyorlar. Kendilerini akıllı, halkı aptal sayıyorlar. Diktaya açıktan gidişi, allayıp pullayarak demokrasiye gidiş olarak yutturmaya çalışıyorlar. Kötü yönetimler nedeniyle, ortalama öğrenim yaşı 3,5 yıl da olsa halkımız, ‘Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir‘ diyen Atatürk‘ün eserini ne pahasına olursa olsun koruyacak, Cumhuriyeti O’nun bıraktığı yerden çok daha ileri aşamalara taşıyacaktır.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DEVLETİN bağışıklık sistemi üzerine bazı saptamaları var Reşit Çağın’ın: “Türkiye’nin çağdaş, laik, üniter ve çıkarlarını kollayan ulus devlet yapısı birilerine batıp duruyordu! Hedeflerine ulaşmak için ‘bilinçsiz ve dirençsiz bir Türk toplumu’ oluşturmak üzere, Atatürk‘ün aramızdan ayrılışından itibaren kolları sıvadılar. Eğitimden başlayarak, ekonomi, ulaşım, sanayileşme, tarım gibi temel konularda bugünlere getirilişimizin koşullarını ve altyapısını demokrasinin olanaklarını ve zaaflarını sınırsız bir şekilde kullanarak hazırladılar. ‘AB standartları, demokratikleşme, askerin vesayetine son’ gibi ambalajlarla devleti sersemletip hücuma geçtiler. Bugün artık bölücülük ve irtica hassasiyeti taşıyan değil, teröristi ve tarikatçıyı koruyup kollayan bir yapısal dönüşümün hukuki temelde yerini sağlamlaştırma savaşı var. Devletin anayasal niteliklerini koruyup kollamakla görevli Silahlı Kuvvetler, adı bile maksatlı konulmuş bir dava ve onun türevleri olarak üretilen darbe planları suçlamaları ve tutuklamaları ile nefsi müdafaa konumuna düşürülmüş bir halde savunma taktikleri geliştirmeye çalışıyor. Devletin bekasının diğer önemli güvencesi olan yüksek yargı ise yıllardır süren mevzii yıpratma saldırılarından sonra anayasa değişikliği taarruzu ile fethedilmek isteniyor. Birbirini görevden alan ya da tutuklayan savcılar, etkisizleştirilmesi gereken asker, gazeteci, bilim adamı, sanayici, sendikacı için belgeleri önce oluşturup sonra da bulduğu öne sürülen bir kısım güvenlik gücü elemanları birdenbire mi ortaya çıktı? Kutsal dinimiz ne yazık ki; devleti ele geçirmeyi amaçlayan ilkel bir zihniyetin körpe beyinlere daha okul sıralarında ‘Atatürk, Cumhuriyet ve asker’ düşmanlığını aşılamakta araç olarak kullanıldı. Devletin temeli olan adaletin bir bölümü, siyaset ve tarikatın bataklığında onun bağışıklık sistemini yok eden bir virüse dönüştü. Hastalanıp zayıflayan bir bedende gizli kalmış sorunlar nasıl bir bir ortaya çıkarsa devletimizde de aynı şeyler oluyor. Görsel ve yazılı basından öğrendiklerimiz, bu hastalıklı yapının satha vuran kirli yüzünden başka bir şey değildir ve makamlarına, kalıplarına bakıp gözümüzde büyüttüğümüz kimilerinin ne kadar alçak bir ruhu bugüne kadar gizlediklerinin açık kanıtıdır!” Bağışıklık KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 S Ü Z E R E N V E N E K V O L İ Z İ R N İ A Z A T E R İ N A Ö R E F A H Z A R Y E V A M İ R E R T E L E M E K N A N E E K O F İ T S T A R 24 Nisan günü çõkmasõ gereken cevap anahtarõ aşa- ğõdadõr, düzeltir özür dileriz. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 D U D U B U R N U Ö M Ü R F U A R L A K B U L L A E M G İ N E K İ P E E T N A A L E T A Ş L E Ç E R K S İ İ L A N Y U A N G A L İ B A R D A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle