23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 ARALIK 2010 CUMA CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Turgut Özal, dost olmadığına inandığı gazeteciler için de söylemediğini bırakmıyor ve yalanlıyordu SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Muhalefetle sert tartışma ümleyi tamamlamıyordu ama o ‘ikincisi’ diyerek parlamentoya girdikten sonra Başbakanlığın şıp diye gelivereceğini söylemeye çalışıyordu. ‘Dost bir çevre’ bulunca Turgut Özal ‘dost olmadığına inandığı gazeteciler’ için söylemediğini bırakmıyordu. Soru: “Geçenlerde aylık bir magazin dergisinde, sizin 1987’den önceki Başbakanlık döneminizde siyasal yasaklara karşı olduğunuz, ‘Ben de kaldırılmasından yanayım, ama askerler, Evren, bunu istemiyor’ dediğiniz ileri sürüldü.” İddialar, Belgeler, Siyaset ve Kefalet Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu daha CHP genel başkanı olmadan önce tanımıştık. Herkes tanımıştı. Nereden mi? Hatırlarsınız. Klasik siyasetçilerin yaptığının tamamen dışında bir yöntem uygulamıştı. Nasıl bir yöntem mi? Yolsuzluk iddialarını ortaya atmaya başlamıştı. Belirli siyasetçiler, belirli isimler hakkında… Ve o belirli siyasetçiler, bu iddiaları çürütmeye çalıştıklarında, daha doğrusu yine klasik siyasetçilerin yaptığı gibi yapıp “işi mugalataya boğmak” istediklerinde de son derece sakin, rahat bir biçimde, bağırmadan, çağırmadan, “yolsuzlukları ve iddialarını” tek tek belgelere bağlıyordu. Hem de karşısındakini rahatlığı, sakinliği ve belgelerinin, iddialarının gerçekliği ile, yüzde yüz yenilgiye uğratarak. Şaban Dişli’ye de böyle oldu. Dengir Mir Mehmet Fırat’a da. İkisi de tartışmalara geleneksel siyasetçi rahatlığı ile, “bize kim ne yapabilir ki” rahatlığı ile başlamışlar ve farkına dahi varmadan “siyaset sahnesinden bir daha dönmemek üzere silinmişlerdi.” Tabii bu, klasik siyasetçileri çok rahatsız etti. Hele iktidar temsilcilerini. Ve tabii ki yandaşları. Aydını(!) ile, gazetecisi ile, liberali ile, şeriatçısı ile tüm yandaşları. Neler söylemeye başladılar, neler anlatmaya başladılar. Hatırlarsınız! Yok efendim “yolsuzluktan başka bir şey bilmiyormuş”, “sanki politikacı değil de vergi denetçisiymiş”, “siyasetçi böyle mi olurmuş.” Bunların hepsini dinledik. Kimler mi söyledi? Hatırlarsınız. Hatta kısaca şöyle anlatayım, Deniz Som’un o ünlü 3035 kişilik yandaşlar listesinde yer alanların tümü. Sayın Kılıçdaroğlu, en son bütçe konuşmalarında da Kayseri ile ilgili iddialar ortaya attı. Hem de inanılmaz iddialar. Öyle belgeler var ki, inanamıyorsunuz. Savcılıkta verilen bir ifade var. Tam 26 sayfa. Tarihi var, numarası var. Sonra başka bir ifade ortaya çıkıyor, kayıt tarihi aynı, numarası aynı. Ama bir farklılık var. Tam 10 sayfası eksik, silinmiş, ortada yok. Sadece o mu? İki belge daha var, görmeden inanmanız mümkün değil. Vali yardımcısı bir rapor düzenlemiş. Hani hemen sonra İçişleri müsteşarı olan vali yardımcısı. Vali yardımcısının raporunda aynen şöyle diyor; “Soruşturma görevi bana verildi” diyor, “ben de bunun için Melikgazi Belediyesi’nden konu üzerinde uzman iki bilirkişi istedim” diyor. Ve devam ediyor, “bilirkişiler raporlarını 3.12 tarihinde hazırladılar” diyor. Ve yine devam ediyor, “ben de bu rapor üzerine bu soruşturma raporunu hazırladım” diyor. Vali yardımcısının raporu “soruşturmaya gerek olmadığı yönünde.” Tam 89 sayfalık bir rapor. Yani iki bilirkişinin 3.12 tarihli raporunu okumuş ve bu sonuca varmış. Ama dahası var. Sıkı durun! Bilirkişilerin raporu üzerine, vali yardımcısının düzenlediği bu raporun tarihine bakıyorsunuz. Ve ne görüyorsunuz? Bu raporun tarihi de aynı. Yani 3.12. Yani bilirkişilerin raporlarını verdikleri günle aynı. Yani inanılmaz bir hız. “Ne var yani, vali yardımcısı büyük bir hızla çalışmış” diyebilirsiniz. “Ne var, çalışkan bürokratlar böyle yaparlar” da diyebilirsiniz. Nitekim yandaşların tümü de böyle dediler, böyle yazdılar. Ama şimdi biraz daha sıkı durun! Hani vali yardımcısı “Melikgazi Belediyesi’nden uzman iki bilirkişi istedim, onlar da raporlarını 3.12 tarihinde hazırladılar” demişti ya. Hani kendi raporunu da yine aynı tarihte, yani ayın 3’ünde hazırlamıştı. Ama bir bakıyorsunuz, Melikgazi Belediyesi’nin resmi bir belgesi var. Ve o belgede “söz konusu bilirkişilerin ayın 4’ünde atandığı” yazıyor. Yani bırakın rapor yazmayı, daha atanmaları bile bir gün sonra yapılmış. Yani atanmadan 1 gün önce, sözüm ona raporlarını yazmışlar. Ve sözüm ona vali yardımcısı da daha atanmadan yazdıkları rapora göre, kendi raporunu yazmış. Ve vali yardımcısı, bu başarısından ötürü İçişleri müsteşarı yapılmış. Pardon yanlış söyledim, tabii ki “başarısının, çok çalışmasının mükâfatı olarak” atanmış muhakkak. İşte Sayın Kılıçdaroğlu, bu kez de bu iddiaları dile getirdi. Bu belgeleri verdi. Bunun üzerine ne mi oldu? Daha önce ne olduysa, aynen o oldu. Hemen Başbakan, İçişleri Bakanı verdi veriştirdi. Onlar verip veriştirince, yandaşlar da verip veriştirmeye başladılar. Kızdılar da kızdılar. Konuştular da konuştular. Tabii Cumhurbaşkanı da hemen kefil oldu. Sakın hemen “Cumhurbaşkanı kefaletinin ne önemi var” ya da “nasıl kefil olurmuş” filan demeyin. Cumhurbaşkanı diyorum, yani Cumhur’un Başkanı. Ne yani doğru söylemeyecek mi? C T.Ö. (Dergide de TÖ yazılı): “Hayır, böyle bir şey söylemedim. Bir de, zihniyetleri bu şekilde olduğu için her türlü şeyi yakıştırıyorlar.” SÖ (Semra Özal): “Keyiflerinin istediği gibi yazı yazıyorlar.” TÖ: “Bunlar şahsi kinleri olan insanlardır. Ama önemli değil. Aldırdığımız yok. Semra Hanım politikaya girer veya girmez. Politikaya gireceğim demesi, Başbakan olacağım demek değildir.” SÖ: “Her vatandaş söyler politikaya gireceğini. Niye girmeyeyim?” TÖ: “Politikaya girmek herkesin hakkıdır. Ben bunu (muhalefete çattığı halde DYP ve SHP’ye yanıt hakkı tanınmayan) ‘Hodri Meydan’da da söyledim.” SÖ: “Hayır, beni tahrik ediyorlar. Zorla gireceğim. Gireceğim, tahrik ediyorlar. Öyle gözüküyor.” Semra Hanım’ın politikaya girip girmeyeceği, bir ölçüde mizahi öğeler taşıyor. Asıl üzerinde durulması gereken; Özal’ın siyasal haklar konusundaki sözleri ve öne sürdüğü gibi, ‘siyasal hakların kalkmasına askerlerin, Cumhurbaşkanı Evren’in karşı çıktığını’ içeren beyanları... “Hayır, hiç öyle bir şey söylemedim” diyor. Ağustos 1990’a kadar Özal ile muhalefet arasında sert tartışmalar geçti. Muhalefet Özal’ı bir Cumhurbaşkanı gibi değil, bir hükümet başkanı, Başbakan gibi hareket etmekle suçluyor; tabii Özal da aksini savunuyordu. Fakat 2 Ağustos günü Türkiye’yi sarsan, iç ve dış kimi önemli gelişmelere yol açan ve Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sürecine damga vuran bir olay patladı. 1. Körfez Savaşı... Türkiye ve Özal 2 Ağustos 1990 Irak; dünya petrol rezervlerini önemli ölçüde elinde tutan Kuveyt’i işgal etti. Kuveyt’in işgali Batı dünyası için tam bir sürprizdi. Sürprizin şaşırtıcı olan yanı istihbarat örgütleriyle dünyanın her ülkesinde gözü ve kulağı olan Amerika Birleşik Devletleri’nin Bağdat’ın (Saddam Hüseyin’in) Kuveyt’i işgal edeceğinden haberi olmamasıydı. Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği (ve tabii CIA) ya uyumuş ya da Saddam tarafından uyutulmuştu: Körfez savaşı sırasında açıklandığına göre; uyumanın nedeni anlaşıldı. ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Bayan April, Irak’ın Kuveyt’i işgalinden önceki aylarda Saddam Hüseyin’le görüşmüş, Irak liderine “Irak’ın komşuları ile ilgili sorunlarıyla ‘ABD’nin ilgilenmediğini’ söylemişti.” Saddam, büyükelçinin bu sözlerini bir güvence kabul etmiş, Kuveyt’i işgal etmesine ABD’nin ses çıkarmayacağı kanısıyla harekete geçmişti Oysa yanılmıştı Saddam. Amerika, Irak’ın, İran’la savaşmasına ses çıkarmazdı ama zaten zengin petrol yatakları olan Irak gibi bir devletin (Saddam’ın) Kuveyt petrol yataklarını ele geçirmesine, üstelik dost Suudi Arabistan’ın Bağdat’ın tehdidi altına girmesine sessiz kalamazdı. O sıralarda yaygın bir söylenti vardı: Cumhurbaşkanı Özal, Bağdat’taki Türkiye Büyükelçisi’nden gelen Saddam’ın Kuveyt’i işgal edeceğini bildiren şifreli haber üzerine, Başkan “baba” Bush’u aramış ve Irak’ın yakın günlerde komşu Kuveyt’i işgal edeceğini bildirmişti. Bush, Özal’ın verdiği habere itibar etmemişti. ‘Bush’u uyardım’ B ush’a sordum; ‘Bu asker yığınağının sonunda bir şey olmasın? Ben size ocak ayında söylemiştim... Bu adam en tehlikeli adamdır... Başımıza iş açar... Böyle demiştim size... Dikkatli misiniz Saddam’ın yığınağı hakkında?’ Bush bana şöyle dedi: ‘Evet... Saddam asker yığdı ama aldığımız istihbarata göre geri çekiliyor. Merak edeceğiniz, endişeli bir durum yok...’ Aramızda 26 Temmuz’da (1990) böyle bir de konuşma geçti... Aradan altı gün geçti ve Saddam 2 Ağustos’ta Kuveyt’e girdi... Yani adam, hepsini gafil avladı bunların... Kesin söyleyeyim... ‘CIA’ falan uyudu, haber alamadı. Bizim üstünlüğümüz, daha başlangıçta, Körfez krizindeki anahtar ülkenin Türkiye olduğunu görmemizdir. Oturup hesabı yaptık... “Biz Irak boru hattını kapatmazsak, bize kapattırırlar” diye mütalaa ettim durumu. Yani Irak’ın yanında yer almaya veya tarafsız kalmaya dayanamayız... Hem Amerika, hem de Batı ile aramız açılır... Bu mümkün olamayacağına göre, hızlı ve akıllı davranmak şart.. İkincisi de, Irak’ın böyle büyüyüp etrafa saldıracak hale gelmesi, bizim lehimize değil, aleyhimize bir durum değil mi?” şeyleri söylemiştim... ‘Yapmayın... Altından kalkamazsınız’ demiştim. Bütün bu politikaları ve tutumları tespit ederken, tabii kendi içimizde problemler oldu. Mesela Dışişleri Bakanlığı, statükoyu muhafaza eden bir politika izler. Bürokrasi, içte de, dışta da riske girmek istemez... Riske girecek olanlar, seçilmişlerdir, politikacılardır. Ama biz bu ayrımı yapmayı, 1960 askeri müdahalesinden beri unuttuk... Politikacı ile bürokrat ayrımını yapmayı unuttuk yani. Mesela kanunlara, ‘yetki bakanlığındır’ diye yazdırırlar... Hayır... Yetki bakanlığın değil, bakanındır... Yani bakan, o yetkiyi, aşağıdakilere verir. Ama siz yetkinin bakanlığa ait olduğunu söylerseniz, o zaman müsteşardan aşağıya iner iş... Ama hep böyle yazdırırlar kanunlara... Bizim seçilmişlerin gücünü ve üstünlüğünü ortaya koymamız lazım. Ama ne yazık ki, 1960 ihtilalinin kötü tesirlerinden biri olarak, hep politikanın kaka olduğu telkin edildi... ‘Politikacı kötüdür, ülkeyi hep kötüye götürür... Bu kötüye gidişi de, bürokrasi, profesörler, ulema, hâkimler düzeltir’ denildi... Peki bu beyler, gelip seçilsin... Ama oy alamazlar ki!... Yani hep böyle bir direnme ile karşı karşıyayız... Atanmışlar, hep dışarıdan gazel okurlar... İhtilale, darbeye hep davetiye çıkartırlar... Siyasetçileri hep engellerler.” ABD Irak’a saldırır. Özal anlatıyor: Bush’a dedim ki... T YARIN: İSMET İNÖNÜ’NÜN ÇİZGİSİ İstanbul Haber Servisi Kapatılan DTP’nin eski milletvekili Aysel Tuğluk’un aralarında bulunduğu 7 sanık, “terör örgütü propagandası yapmak” suçundan yargılandıkları davada beraat etti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya sanıklar katılmadı. C MY B C MY B addam Türkiye için tehlikelidir’ “Yani bu adam, Saddam, Türkiye için de bir tehlike... Bunun bir ders alması, bizim için iyi olur... Bu da, işin diğer bir pozitif tarafı... Saddam’ın adamlarından Taha Yasin Ramazan Ankara’ya geldiğinde, ona da aynı ‘S urgut Özal, Mehmet Barlas’ın kitaplaştırdığı anılarında Saddam’ın Kuveyt’i işgal edeceğini nasıl bildirdiğini, Türkiye’nin bu savaştaki rolünü ve olası kazançlarını ya da yitirdiklerini anlatıyor. Uzunca açıklamalarında ön plana çıkan iki cümlesine öncelik vererek sözü Özal’a bırakacağız. Özal’ın iki cümlesi: “Başkan Bush’u, Saddam konusunda Ocak (1990 ) ayında uyarmıştım. Ama CIA, Saddam’ın Kuveyt’e saldıracağını temmuzda bile (işgalden bir ay önce) göremedi.” Soru: “Sizin yıldızınızın indiği ve yükseldiği anlar pek çok. ANAP yerel seçimleri kaybedince, adeta dibe vuruyor yıldızınız 1989’da… Ama bir yıl sonra, Körfez krizinde, yıldızınız yine parlıyor”. Özal Önceden anlattım size… İç politikada da dış politikada da kavgayla değil, kendinizi anlatarak neticeye varabilirsiniz. Körfez krizi patlak vermeden çok önce, Amerika’nın Başkanı George Bush ile böyle bir diyalog kurmuştum. Başbakan olarak gittiğimde, Reagan başkandı... Bush da yardımcısıydı... Reagan’dan sonra onu ziyaret ettim. Orada tanıştık... Houston’da yine görüştük sonra... Kendisi Texas’lıdır. Sonra telefonla görüştük, yazıştık... Başkan adayı olunca, kendisini birkaç defa aradım.. Tavsiyelerde bulundum... Dedim ki, “Kampanyanızda ağırlığı dış politikaya verin... bu alanda büyük tecrübeniz var... Rakibiniz Dukakis, dış politikayı hiç bilmiyor. Halbuki siz büyükelçilik, CIA Başkanlığı, Birleşmiş Milletler Temsilciliği yapmışsınız... Bu bakımdan bu tecrübenizi ortaya koyun.” Bush’a, Amerika’nın bir süper güç olduğunu hatırlattım... Dünyanın ufaldığını, Rusya’da Avrupa’da olan şeylerin Amerika’yı da alakadar ettiğini hatırlattım. Zannediyorum tavsiyem etkili oldu... Kampanyasında, dünya meselelerini ön plana çıkarttı. Başta, Dukakis onun önündeydi. Sonra ilerledi ve Başkan seçildi. Daha, görevi Reagan’dan devir almamıştı. Ben bir Amerika gezisinde, yine buluştum Bush’la. Beraber yemek yedik... Müstakbel yönetim takımı da vardı bu yemekte. Orada dostluğumuz daha ilerledi. Ben Başbakanken, bir Japonya gezisinde yine beraber olduk... Ben Cumhurbaşkanı olarak Amerika’ya gittiğimde, kendisiyle uzun uzun görüştük... O görüşmede Saddam meselesi gündeme geldi... En tehlikeli adam bu Saddam’dır... Kaddafi ile uğraşıp, yanlış yapıyorsunuz... Bunları, 1990’ın 26 Temmuz’unda konuştuk... Daha sonra, Amerikalılar, Yunanlılarla üsler konusunda bir anlaşma yaptılar... Bu anlaşmada, Washington’un, Atina’ya bir nevi dış tecavüze karşı garanti verdiği lafları çıktı... Ben o zaman Başkan Bush’a bir mektup yazıp, bunun esasını sordum. Beni telefonla arayıp, böyle bir şeyin bahis konusu olmadığını söyledi... “Peki, bu söylediklerinizi, mektuba, yazıya döker misiniz” dedim. Yani elimizde vesika olsun, diye... ‘Olur, dökerim’ dedi... Hakikaten faksla yollamış... İmzalı olarak... O konuşmaların geçtiği sırada, Saddam, Kuveyt sınırına asker yığıyordu.. Avcı’nın tahliye talebine ret İstanbul Haber Servisi Devrimci Karargâh Örgütü soruşturması kapsamında tutuklanan eski Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın tutukluluğuna yapılan itiraz, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nce reddedildi. Geçen hafta Avcı’nın avukatı Fidel Okan tarafından İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan tutukluluğun kaldırılması yönündeki dilekçe, mahkeme heyetince değerlendirildi. Mahkeme heyeti, Avcı’nın tutukluluğunun kaldırılarak tahliye edilmesi yönündeki talebi reddetti. Çiçek’in şikâyeti hakkında karar İstanbul Haber Servisi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” davası kapsamında tutuklu bulunan Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek’in, Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’e ihbar mektubu gönderen kişiler hakkında yaptığı şikâyette, kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Kararda, ihbar mektubundaki iddiaların gerçek olup olmadığının yargılama sonucu ortaya çıkacağı belirtilerek kovuşturmaya yer olmadığına hükmedildi. Aysel Tuğluk’a beraat
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle