19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 20 KÜLTÜR CUMHURİYET 24 ARALIK 2010 CUMA [email protected] İşlevsellikle yaratıcılığı bir arada harmanlayan bir usta Osman Şengezen: ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Sahne tasarımında 50 yıl... nsan ancak çok ama çok sevdiği bir işi, tutkuyla bağlı olduğu bir işi iyi yapabilir... Buna hep inandım. Bu inancımı en iyi kanıtlayanlardan biri de sahne ve giysi tasarım ustası Osman Şengezer. Birkaç gün önce 50. sanat yılını dostlarıyla kutlayan Osman Şengezer’de bu tutku, onun yaşamıyla sanatını biricik ve tek kılmıştır. Bu tutku yaşamını sanata, sanatını yaşama dönüştürmüştür. Hepsi bu kadar değil. Bu tutku onu daha çok öğrenmeye, daha çok bilmeye, birikimine birikim katmaya, mükemmeli kovalamaya, sürekli çalışmaya yöneltmiştir. Bu tutku, onun yaratıcılığını, düş gücünü bilemiştir. Bu tutku onu sonsuz bir alçakgönüllülüğe yöneltmiştir; kişiliğini ve kimliğini oluşturmuştur. İşte “emeğim kimliğimdir”in en mükemmel örneklerinden biri. Sahne tasarımı, sanatın çok farklı alanlarını, farklı disiplinleri bir araya getiren, çok yönlü, çok sesli, çok renkli bir bütünlük… Resim, heykel, mimari, sanat tarihi, arkeoloji, resim, grafik, mühendislikten tutun, edebiyat, tiyatro, müzik, dans koreografi, dramaturjiden geçerek tarih, coğrafya bilincine, ekonomi ve toplum bilimlerine uzanan bir yelpazede gerçekleşen yaratıcı bir eylem. Sahnede, yazarla, besteciyle, yönetmenle, dramaturgla birlikte soluk alıp vermeyi gerektiren… Işıkçısıyla, terzisiyle, marangozuyla, makyajcısıyla işbirliği içinde sürdürülen bir iş! Salt görselliği aşan bir iş! Milyonlarca parçayı bir araya getiren bir orkestra şefinden farksız… Yarıda Kalan Bir Hayat: Onur Bayraktar... “…Şu sıralar bir şey keşfettim. Aslında biz insanlar sürekli geçmişle gelecek arasında zavallı bir biçimde yaşıyoruz. Zavallılığımız da ölüme karşı koyamadığımızdan. Düşünebiliyor musun her an ölüp de şu yeryüzünden silinmeyeceğimizin bir garantisi yok. Bu zavallılık değil de nedir? Biz zavallı insanlar …” Yukarıdaki satırlar, Onur Bayraktar’ın yazdığı ilk oyun olan “Kaos”un giriş bölümünden alınma. Sahneye Yetkin Dikinciler’in sesinden yansımıştı. Yıllar önce, Taksim’deki Aziz Nesin Sahnesi’de düzenlenen o gala gecesinde, son perdenin bitimiyle birlikte dakikalarca dinmek bilmeyen alkışlar, dünmüş gibi hâlâ kulaklarımda. Onur Bayraktar ise artık aramızda yok. Sanki kendi kaleminden çıkma oyunun o giriş cümlesini, “…Düşünebiliyor musun her an ölüp de şu yeryüzünden silinmeyeceğimizin bir garantisi yok …” cümlesinin doğruluğunu kendi ölümüyle kanıtlarcasına, bir motosiklet kazasında çekip gitti. Onur Bayraktar’ı öğrencim olarak tanıdım. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nün üçüncü sınıfındaydı. Tek bir dersimi kaçırmayan öğrencilerdendi. Gerek zekice sorularıyla gerekse hep bilgiyle desteklenmiş düşünceleriyle dikkatimi çekmesi uzun sürmedi. Sonra bir gün bir oyun yazdığını söyleyerek, okuyup düşüncelerimi bildirmemi rica etti. “Kaos” adlı oyunu, ondan aldıktan birkaç gün sonra, gecelerden birinde bir saatte okuyup bitirdim. Tam anlamıyla neye uğradığımı şaşırmıştım. O oyunu okumamla birlikte Onur Bayraktar, gözümde kimlik değiştirmişti. Artık karşımda bir öğrenci değil, fakat mükemmel bir oyun yazarı, gerçek bir tiyatro insanı vardı. Bir akşamüstü evime çağırdım. Oyun için çekingen bir ifadeyle: “Nasıl buldunuz” diye sordu. “Bu, bir başyapıt” karşılığını verdim. Moda’daki evimde, karşılıklı iki koltukta oturuyorduk. Hocaöğrenci ilişkisine eklenen dostluğumuz, o akşam başladı. Benim verdiğim karşılık üzerine, şok geçirmişti. Ama hemen ardından söyledikleri, bana şok geçirtecekti. Sınıf arkadaşlarından oluşan bir toplulukla “Kaos”un provalarına başlamışlardı. Sarp Akkaya, Yelda Baskın, Elif Ürse ve Onur Bayraktar, “Stüdyo Drama” adıyla kendi tiyatrolarını kurmuşlardı. Onur, bu adı taşıyan bir tiyatro kurmaya daha lise yıllarında karar vermişti. Bana söylediğine göre, tiyatronun amblemini bile kafasında tasarlamıştı. Gala gecesinin ardından, ben de istek üzerine “Sanat Danışmanı” sıfatıyla topluluğa katılmıştım. Tiyatronun sonraki yolunu geceler boyunca birlikte çizdik. Hazırladığımız bir broşürde, “Stüdyo Drama”nın bir inancı, bugüne ve yarına da ışık tutabilecek biçimde, şöyle dile getirilmişti: “Stüdyo Drama olarak bizler, tiyatro yapmayı gerçekten isteyenlerin, bu hedefi hep alternatifsiz, başka deyişle hedeften dönmek için baştan çıkarabilecek tüm köprüleri atarak amaçlamaları gerektiğine inanmaktayız…” Onur Bayraktar’ın yazdığı ikinci oyun olan “Sonra”, kanımca Türkiye ile sınırsız olmaksızın, “absürd tiyatro” türünün en güçlü metinleri arasındadır. Bu oyunun kuramsal çalışmaları iki ayı aşkın bir süre boyunca evimde yürütüldü. Sonuçta ortaya yaklaşık yetmiş sayfalık bir kuramsal metin çıktı. Bu çalışmalar, daha sonra “Stüdyo Drama”nın “Araştırma Birimi” adıyla kurulacak ve Prof. Dr. İsmail Ersevim’in başkanlığında çok önemli araştırmalara imza atacak birimin de öncüsüydü. Parmak ısırtıcı bir oyuncu, kılı kırk yaran bir yönetmen ve yaratıcılığı sınır tanımayan bir oyun yazarı olan Onur Bayraktar’ın ölümüyle, tiyatromuzda pek çok şey sanki yarım kaldı. Bir gün, yukarıda sözünü ettiğim iki koltukta oturduğumuz sırada, bana şöyle demişti: “Hocam, zaman ve koşullar bizi nereye savurursa savursun, biz sizinle her zaman bu iki koltuğa geri döneceğiz…” Galiba şimdi dayanmakta zorlandığım en yaman acı, onun bir daha karşımdaki koltuğa dönmeyeceğini düşünmekten kaynaklanıyor! [email protected] İ Turandot Dile kolay tam elli yıldır, hiç ara vermeden opera, bale ve tiyatro için sahne tasarımı, dekor ve kostüm tasarlıyor. Bu ülkede yaşayıp tiyatro, opera, bale, dans, müzikal temsilleri izlemiş her insanın onun çalışmalarından biri ya da birkaçıyla karşılaşmamış olması imkânsız! Aklıma ilk gelenler “Turandot” , “Saraydan Kız Kaçırma”, “Il Trovatore”, “Aida” , “Othello” gibi İstanbul Devlet Operası’ndan izlediğimiz görkemli operaları ya da “Kuğu Gölü”, “Bebek”, “Yoz Döngü”, “Hürrem Sultan” gibi baleler… Ama ben taa en gerilere 60’lı yıllara dönüp daha nice oyun için gerçekleştirdiklerini de unutmadım: Genco Erkal’ın ilk “Bir Delinin Hatıra Defteri”, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda Nevra Serezli ve Genco Erkal’lı “Durdurun Dünyayı İnecek Var”, “72. Koğuş”, “Bir Pazar Gezintisi” , “Sarıpınar 1914”… Sonraki yıllarda Kenterler’de, Müşfik Kenter’li muhteşem “Cyrano de Bergerac”, “Arzu Tramvayı…”, “Ben Anadolu…” Ah asıl Nisa Serezli ve Toga Aşkıner Tiyatrosu’nda sayısız dekor… Dormen Tiyatrosu’nun belli başlı başarılarından hangisini anımsasam ki: “Şahane Züğürtler”den “Uyy Balon Dünya” ya da “Geceye Selam” uzanan nice oyun ve nice müzikal… Şu yukarıda saydıklarım, ilk anda benim gözümün önüne gelenler. Başkaları Osman Şengezer’in başka işlerini aklına getirecektir. Hemen belirteyim. Osman Şengezer’in sahne tasarımları tamam o dev operalarda müthiş görkemlidir; “kitch” tuzağına düşmeden sahneyi sonsuz OPERA, BALE VE TİYATRO GÖRSELLİĞİN ÖTESİNDE zenginleştirir. Ancak bunun ötesi var: Şöyle ki onun tasarımları sadece görselliğe dayanmaz. Görsellikle işlevsellik onda bir bütündür. Tanıdığım sayısız tiyatro, opera, bale yönetmeni işte salt bu nedenle Osman Şengezer’le çalışmayı yeğler. Görselliğin ötesinde, düşünceyi, elle tutulamayanı gerçekleştirmek için… Soyut düşünceyi, izlenimi, yorumu, somut kavrayışa, somut algılamaya dönüştürmek için… Geriye kalıyor dost insan Osman Şengezer ve o sonsuz tevazu. (Alçakgönüllülükte öte bir tevazu.) Yayınlanan kitapları tanığımdır. İşte “Dekor, Kostüm”, “Yazılar”, “Bence Dekor ve Kostüm” ve “Dekor ve Kostümlü Anılar” kitapları. Bu dört kitabına beşincisini ekledi Osman Şengezer. Hem çok yararlı, hem de onun kişiliğini ortaya koyan bir eser yarattı: “Cumhuriyet Dönemi Türk Gösteri Sanatları Öncü Sahne Tasarımcıları…” Kendi yazdığı bu kitapta Turgut Zaim, Tarık Leventoğlu, Ulrich Damrau, Refik Eren, Hüseyin Mumcu, Turgut Atalay, Max Meinecke, Acar Başkut, Doğan Aksel gibi sahne tasarımcılığının kurucularını anlatıyor. Hem artık kimselerin önemsemediği vefa borcunu yerine getiriyor, hem de gelecek kuşaklara yol gösteriyor… Daha nice yaratıcılıklara, nice güzellikler, nice düş gücüne diyorum Sevgili Osman Şengezer! [email protected] Yazar ve gazeteci Naim Tirali, TYS’nin bugün Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenleyeceği etkinlikle anılıyor ‘Giresunlu genç’ 85 yaşında ÖNER CİRAVOĞLU 940’ların sonuna doğru öykü dünyasına kendine özgü bir sesle girdi. “Giresunlu genç” henüz 22 yaşındaydı ama dönemin güçlü hikâyecileri arasında ve Sait Faik’in yanında birdenbire adını duyurmaya başladı. Arkadaştılar. Piraziz’den gelip Galatasaray Lisesi’ni bitiren o sırım gibi gencin adı Naim Tirali’ydi. Tirali’nin hikâyeciliği ilk yapıtlarını veren bazı sanatçıları arasında da parladı: Vüs’at O. Bener, Esendal, Tarık Buğra, Orhan Kemal, Oktay Akbal, Haldun Taner… Tirali, o genç yaşlarında Yenilik dergisi ve Yenilik Yayınları olarak da kimi yazarlara destek oldu. 1951 yılında Paris’e gitti ve buradan engin öykü izlenimleriyle döndü. Orada tanıştığı Françoise’ı bir öyküsünde “Framboise”a dönüştürdü. Böylesi öykülerini “Beyoğlu yaşantıları” arasında da kotardı. Hafif erotizmin kucakladığı üslubu ve arka sokak betimlemeleri onun öykü dünyasının odağına yerleşmekte gecikmedi: Caddei Kebir’de insan görünümleri, Beyoğlu sinemaları, ara sokaklarda Panait İstrati’yle dirsek temasına gelen gözlemler, “Kumkapı’da öğle içkisi”, “gecenin üçü”ndeki çapkınlıklar ve unutulmaz Lambo’nun Meyhanesi… Naim Tirali’nin yaşamı hikâyecilik, dergicilik, gazetecilikle sürerken giderek siyasal bir boyut da kazandı. 1960’ta tutuklanıp ardından Giresun milletvekili olması (1961) onu parlamentoda çok yönlü ilişkilere taşıdı. Örneğin Yakup Kadri Karaosmanoğlu’yla, Esat Mahmut Karakurt’la tanıştı. Bu dönem “yaşamayı yazmaya yeğlediği” yıllardır. Uzun bir aradan sonra YAZKO’da yayımladığı “Piraziz Nere Berlin Nere” adlı kitabıyla yeniden edebiyat okurlarını se 1 Öykü dünyasına kendine özgü bir sesle girdiğinde 22 yaşındaydı. Tirali’nin yaşamı hikâyecilik, dergicilik, gazetecilikle sürerken siyasal bir boyut da kazandı. 1960’ta tutuklandı, 1961’de milletvekili oldu. Şimdi düşünüyorum da, acaba Tirali de “unutulan yazarlar” arasına mı katılacak? münde kızı Emine Tirali’nin çağrısıyla yine onu andık geniş bir masanın çevresinde. Sami Karaören, Sennur Sezer, Adnan Özyalçıner, Eray Canberk, Hikmet Altınkaynak, Enver Ercan, Arife Kalender ve diğer dostlarla… ‘AŞKA KİTAKSE’ Şimdi düşünüyorum da Naim Tirali de “unutulan yazarlar” arasına mı katılacak? Adı Sait Faik hikâyeciliğiyle koşut olarak anılan yazarımızın öykü kitapları yayıncı bulamıyor mu artık? (Burada Yön Yayınları’nın vefa duygusunu anmalıyım.) Naim Tirali’den ilk okuduğum yapıt “Aşka Kitakse”dir. 1964 yılı olmalı. Kemal Cirav Ağabey’in okumam için verdiği bir dizi kitaptan ilk seçtiğim buydu. Kemal Ağabey ile Naim Bey arkadaştılar İstanbul’dan. “Kitakse” deyimini merak etmiştim. O kadar ki yıllar ve yıllar sonra Orhan Erinç’in bir kitabına çalışırken duraksamadan “Demokrasiye Kitakse” adını seçmiştik. Naim Tirali Ağabey’le YAZKO’nun yönetim odasındaki buluşmalarımız daha sonra gazetemizdeki Oktay Akbal ve Sami Karaören’in odalarında sürdü. Elbette eski ahşap binanın karşısındaki yapının üst katında… Dar bir merdivenle çıkılan katta bir uçta Nadir Bey öteki uçta Sami Karaören çalışırdı. Oktay Ağabey’in iki tane Naim arkadaşı vardı: Naim Tirali ve Naim Kılıç. Ötekiyle de Hıfzı Topuz tanıştıracaktı beni. İki Naim de Cumhuriyet lokantasında her hafta bir araya geliyorlardı. Hıfzı Topuz’la Naim Tirali’nin ilişkileri Galatasaray Lisesi’nden sonra Babıâli’de, Akşam ve Vatan gazetelerinde gelişmişti. Sonraları Paris’te de buluştular. Hıfzı Topuz “Cumhuriyet lokantası buluşmalarında önce Ferruh Doğan’ı, Nihat Akçan’ı ve Erol Özkök’ü yitirdik. Naim Tirali ve Demirtaş Ceyhun da onları izledi, sofraların eski tadı kalmadı” diyor ve ben de diyorum ki: Ama her çarşamba yine orada, göçüp gidenlerin kulakları o geniş masada çınlıyor hâlâ… Tahran yönetiminin Cafer Penahi ve Muhammed Resulov’a verdiği ağır cezaların kaldırılması için ortak çağrı: ‘Tek suçu, özgürce film çekmek’ Kültür Servisi İranlı film yönetmenleri Cafer Penahi ve Muhammed Resulov’un Tahran yönetimi mahkemesince 6’şar yıl hapis cezasına çarptırılmaları üzerine, aralarında Cannes, Venedik, Locarno ve Saraybosna Film festivalleri, Fransa ve İsviçre Sinematekleri, “Positif” ve “Cahiers du cinéma” gibi tanınmış sinema dergilerinin de bulunduğu pek çok kuruluş bir bildiri yayımladı. İran mahkemesinin kararı ağır biçimde kınanırken, tüm sinema dünyası ve özgürlüğe tutkun herkes bildiriye katılmaya çağrıldı. Bildiri metni şöyle: “Tahran’daki İslam Cumhuriyeti mahkemesinin, İranlı film yönetmeni Cafer Penahi’yi ağır bir biçimde cezalandırdığını az önce büyük bir öfke ve kaygıyla öğrenmiş bulunuyoruz. Hüküm: Affı mümkün olmayan 6 yıl hapis, 20 yıl da senaryo yazmama ve film yapmama, basına röportaj vermeme, yurtdışına çıkmama, yabancı kültür kuruluşlarıyla iletişim kurmama cezası. Bir başka film yönetmeni, Muhammed Resulov da aynı biçimde 6 yıl hapis cezasına çarptırılmış bulunuyor. Penahi ve Muhammed Resulov, bugün İran hapishanelerinde büyük acılar içinde çürümekte olan pek çok mahkuma katılacaklar. Bu mahkumlardan bazıları açlık grevinde, bazılarının da sağlığı çok kötü durumda. İran hükümeti, Penahi’yi neyle suçluyor? Ülkesine karşı bozgunculuk yapmak ve İran’daki rejime karşı düşmanca bir kampanya yürütmekle. Gerçekte ise Penahi masumdur; onun tek suçu, film yönetmenliği uğraşını İran’da özgürce sürdürmek istemesidir. İran hükümeti, son birkaç aydır, Penahi’yi yok etmek için adeta bir savaş başlatmış, onu susturmak için özgürlüğünü elinden almış bulunuyor. Cafer Penahi, tanınmış bir film yönetmenidir, filmleri dünyanın dört bir yanında gösterilmiştir. Cannes, Venedik ve Berlin gibi dünyanın en büyük film festivallerine davet edilmiş olan Penahi’nin bugün film yönetmenliği uğraşını sürdürmesi engellenmiş bulunmaktadır. Verilmiş olan ağır ceza, Penahi’nin özgürlüğünü elinden aldığı gibi, film çekmesini maddi ve manevi olarak engellemektedir. Susmak, gerek İran’daki gerek dünyanın başka ülkelerindeki meslektaşlarıyla herhangi bir bağlantı kurmaktan kaçınmak zorundadır. Penahi’ye verilen bu cezayla açıkça tüm bir İran sineması hedef alınmıştır. Bu ceza, bizleri büyük bir şaşkınlığa uğratmakla kalmamakta, aynı zamanda isyan ettirmektedir. O yüzden, gelin, tüm yönetmenler ve oyuncuları, senaryo yazarları ve yapımcıları, sinema dünyasının tüm çalışanlarını ve özgürlüğe tutkun, insan haklarını temel sayan herkesi, bu cezanın kaldırılması talebimize katılmaya çağıralım.” (İmza kampanyasına katılmak isteyenler için ayrıntılı bilgi http://www.ipetitions.com/petition/solidaritejafarpanahi/) vindirdi. Ardından Cem Yayınevi’nde Ali Uğur’un çabalarıyla çıkan biri yeni basım, üç kitapla buluşturdu bizi: “Park” (1987), “Aşk Dediğin” (1988), “Çılgınca Şeyler” (1994). İlk kitabı şöyle imzalamış bana: “Park’ın 40. yılında yeni basım ile merhaba!” Kırk yıl aradan sonra onun dipdiri hikâyeciliğiyle yeniden buluşmanın hazzı bir süre sonra birkaç kez yinelenen kalp ameliyatları ve yakalandığı parkinsonla hüzne dönüştü. Eskisi gibi görüşemiyorduk. Ama son yolculuğunda Caddebostan Kültür Merkezi’ndeki törende onu yalnız bırakmadık. Ardından ilk ölüm yıldönü Alman Meslek Birliği’nden ‘özür’ Kültür Servisi Türkiye Musiki Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Demir, Alman Meslek Birliği GEMA’nın, bundan sonra İstiklal Marşı ile ilgili herhangi bir telif talebinde bulunulmayacağını bildirdiğini ve özür dilediğini söyledi. MESAM’ın, İstiklal Marşı için Alman şirketin telif talep etmesiyle ilgili yaptığı çalışmaların sonuçlandığını açıklayan Demir, “Alman Meslek Birliği GEMA, bundan sonra İstiklal Marşı ile ilgili herhangi bir telif talebinde bulunulmayacağını bildirdi ve özür diledi. İstiklal Marşı’nın telif haklarıyla ilgili yaşanan sorun sona erdi” dedi. GEMA Dokümantasyon Direktörü Jacob de Ruiter’in MESAM’a yazılı açıklama gönderdiğini belirten Demir şunları söyledi: “Hem Sikorski Hans Musikverlag GmbhCo. isimli editör firma hem de GEMA, İstiklal Marşı ile ilgili herhangi bir telif hakkı talep etmeyecek. Açıklamanın sonunda ‘Milli Marşınızla ilgili böyle bir konunun gündeme gelmesinden çok üzüntü duyduk. Bu nedenle, bu durumun neden olmuş olabileceği rahatsızlık ve karışıklıktan dolayı en samimi özürlerimizin kabulünü dileriz’ şeklinde bir ifade yer almıştır.” TYS Tirali’yi anıyor... Kültür Servisi Öykü yazarı, gazeteci, milletvekili Naim Tirali, doğumunun 85. yılında, bugün saat 17.0019.00 arasında Caddebostan Kültür Merkezi’nde düzenlenecek bir etkinlikle anılacak. Türkiye Yazarlar Sendikası tarafından düzenlenen etkinliğin açış konuşmasını TYS Genel Başkanı Enver Ercan yapacak. Tirali’yle ilgili bir saydam gösteriminin ardından, Mehrizat’ın yöneteceği konuşmalar bölümünde Ahmet Miskioğlu, anılarını; Doğan Hızlan, Tirali’nin gazeteciliğini; Arslan Kılıç, yapıtlarını; Öner Yağcı da öykü yazarlığını anlatacaklar. Daha sonra Kadıköy Belediyesi Kadıköy Tiyatroları oyuncuları, Güney Saraçoğlu yönetiminde, yazarın “Piraziz Nere Berlin Nere” adlı kitabından öyküleri okuyarak canlandıracaklar. Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Ana Bilim Dalı “Quarteturca” topluluğu ise Karadeniz türküleri seslendirecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle