19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 24 ARALIK 2010 CUMA AÇI MÜMTAZ SOYSAL AKP Dış Politikası Türkiye’ye Dar Geliyor Diplomaside saygınlık ve aktif olmak, duruşla veya sunuşla değil; sonuç almakla, itibar ve güvenle ölçülür. Eğer dış politikaya “ya tutarsa” mantığı egemen olur ve Türkiye gibi 19. yüzyılın başından beri çağdaşlaşma hedefine koşan, güçlü ve potansiyeli yüksek bir ülkenin uluslararası ilişkilerine tamamen dar bir parti ideolojisi yön verirse, sonuç kaçınılmaz olarak “duruş” odaklı olur. rın da parçası haline gelmiştir. Rant dağıtımına ve paylaşımına dayalı bir dış politika anlayışı belki günübirlik başarı hikâyeleri yaratabilir, ama bunun aldatıcı olduğu ve Türkiye için kalıcı olmadığı unutulmamalıdır. Bu ütopik dış politika anlayışı AB ile olan ilişkiler, Kıbrıs meselesi, Ermenistan ve Azerbaycan’la yürütülen görüşmeler, Mavi Marmara olayından sonra İsrail’le yaşanan süreç, İsrailFilistin meselesi, yeni Irak’ın şekillenmesi, İran’ın nükleer programı ve BM’deki oylama dahil değişik uluslararası olaylarda uygulanmış ve hepsi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Uluslararası politika aktörleri ve yabancı basın ise AKP’yi ve Ahmet Davutoğlu’nun sonuç yerine duruş odaklı politikasını ve yurtiçinde yaratılan sanal diplomasi zaferlerini “çözmüş” durumdadırlar. Bilmektedirler ki bu bir perdeleme yöntemidir ve son dönemde hükümetin dış politikadaki temel amacı zaten içeriye mesaj vermektir. Bu nedenle yabancılar AKP’nin her defasında olanı çarpıtarak; bundan tamamen bağımsız ve aksi yönde bir sonuç yaratmasına çoktan alışmış durumdadırlar. AKP iktidarı dış politika yenilgilerini içeriye başarı olarak sunarken “gün ola harman ola” demektedir. Dış politika siyasi partilerin değil; devletlerin oyun alanı olduğu için nihai kaybeden ne yazık ki Türkiye olmaktadır. Oysa Türkiye’nin bölgesinde lider ülke olma ve etkili bir dış politika uygulaması için şartlar her zamankinden daha uygundur. Öncelikle Türkiye jeopolitik avantajları, gelişen ve önü açık olan ekonomisi, yetişmiş insan kaynağı ve dünyanın dört bir köşesinde iş yapan, güçlü özel sektörüyle kabına sığmamaktadır. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Açılım ve Kapanım SONUÇLARI açıkça belli olmuş açılımlar yüzünden çöküşe yüz tutmuş bir Türkiye Cumhuriyeti artık toparlanmak zorundadır. Yoksa, akıbet şimdi düşünülebildiğinden de kötü olabilir. Bu toparlanış, bütün kritik işlemler gibi akıllıca yönetilmesi gereken bir süreç olmalı. İsterseniz, açılışın tersi olarak buna “kapanım” diyelim. İçe kapanmayı gerektirmeyen, yanlış açılımları kapatırken hiç değilse bundan sonrası için sağlam atılımlara yeni kapılar açması gereken değişik bir sürecin adı olmalı “kapanım”. Elverişsiz koşullarda rasyonel organizmalarmışçasına yapraklarını ve çiçeklerini kendiliğinden kapatan bitkilerin yaptığına benzer bir süreç için. smanlı’nın ondokuzuncu yüzyılı etnik kökenli toplumların ulusdevletlere dönüşmesine ilişkin bir yığın örnekle doludur. Başlangıçta hoşgörüyle başlayan açılımların dıştan gelen çağdaş etkilerle isyanlardan geçerek birer devlete dönüştüğü çok görülmüştür. Güneydoğu’daki etnik bölücülük kıpırdanışında henüz böylesine açık bir iddia yok ama öte yandan tedirgin edici açıklamalara karşı Genelkurmay’ın yaptığı uyarının tepkisi kıpırdanışın yol açtığı tedirginlikten daha da endişe verici sayılır. Cumhuriyet bu kadar da mı yalnız bırakılacaktı? Ulus ve devlet bütünlüğünün tehlikeye girdiği durumlarda askerin kendi endişesini belli etmesi ve toplumla birlikte iktidar sahiplerini uyarmasından daha doğal bir şey olamaz? Kıpırdanışlar kitle çatışmalarına ve başkaldırı niteliğindeki olaylara dönüştüğünde normal güvenlik mekanizması yetersiz kalınca başı sıkışan sivil makamlar askerden yardım istemiyor ve halk da bunu beklemiyor mu? Madımak’ın bu kadar çabuk unutulabilmesi çok şaşırtıcıdır.. ele bunun sözde aydın geçinen birtakım tiplerce Genelkurmay uyarısına karşı suç duyurusunda bulunmaya kadar vardırılması içteki çürüyüşün ve gafletin hangi aşamalara geldiğini göstermiyor mu? Böyle olduğu içindir ki, açılımların Cumhuriyeti tehlikeye atmaya başladığı durumlarda bu çeşit gaflet belirtileri çoğalmadan Cumhuriyet hukukunun Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı eliyle devreye girmesinden başka çare kalmamış demektir. Aydın geçinenlerin, her fırsatta olur olmaz vesilelerle askere çullanmak yerine, hukukun zorlayıcılığını gerekli kılan durumları yaratanlara karşı çıkmaları beklenmez miydi? Bu ne biçim “aydın” olmaktır ki, Türk tarihinin “Aydınlanma” dönemini açmış olan Cumhuriyeti parçalayarak batırmak isteyenlere yandaşlık edecek kadar da karanlık ruhlu olabilmektedir? Kafasına İzmir Düştü... İzmir ve Hüseyin Çelik… Hiç birbirine uyuyor mu?.. Güzel bir çiçek vazosunun içine terlik sokulmuş gibi… Ama o İzmir’i “burnu akan pas içinde bir çocuğa” benzetti önceki gün. Sonra da dört tekerleğine fren takılmış kamyona… Peşinden de kendisi gibi düşünmesini istedi İzmir’in… Yanlış… İzmir adamdır… İzmir narin, zarif… Onun için genelde “İzmir’e âşık” olunur… Ama televizyonda Hüseyin Çelik’i görünce, o dakika oradan kaçmak gelir içimden… Konya ve Kayseri’nin nasıl da mesafe aldığını anlattıktan sonra, İzmir’in gecekondulara boğulduğunu söylemesini dinlediğimde de kaçtı aklım… Çünkü bu adam, o gecekonduların AKP’ye oy vermiş Anadolu kentlerinden kaçıp gelenlerden oluştuğunu bilmiyor… Sanki İzmirli yalısını, Kordon evlerini, Körfez manzarasını bırakıp gitti, arkalara gecekondu yaptı!.. Ayrıca kendisinin Konya, Kayseri ile kıyaslayıp İzmir’i “sümüklü çocuğa” benzetmesine karşın, İzmirlinin Konya’yı ayrı, Kayseri’yi ayrı sevdiğini… Oralara toz kondurmadığını da bilmeyecek kadar “İzmirli” olmaktan uzak… İzmir barıştır... Sevgi ve mutluluktur… Onun için AKP’lilerin yüzde 70’inin yazlığı var o coğrafyada… Yazları gidip huzur bulmak için… İzmir aydınlıktır çünkü… Büyük savaşta yiğitliğini de kanıtlamıştır İzmir, böyle bir zamanda AKP’ye “hayır” diyerek yürekliliğini… Yalaka değildir İzmir… İzmir’i içinden çıkartırsanız Türkiye eski Türkiye olmaz… Ama Hüseyin Çelik’i hükümetten çıkartıp attılar, hükümete bir şey olmadı… İzmir olmadan olmaz… Ben geceleri İzmir’e gitmenin hayalini kurarım… Ama televizyondan uzak dururum, ya Hüseyin Çelik çıkarsa, o an nereye kaçacaksın?.. Ayrıca sen kim, İzmir kim?.. İzmir aşkımız… Sevdamızdır bizim… [email protected] Alper TAŞDELEN Ortadoğu Uzmanı Columbia Üniversitesi MIA 1998 D H O [email protected] ış politikada görüntü ile gerçek arasındaki mesafe önemlidir. AKP hükümeti ise bu mesafeyi bir uçuruma dönüştürmüş; gerçek tamamen silinmiş ve görüntü gerçeğin kendisi oluvermiştir. Diplomaside temel amaç sonuç almak iken, özellikle 2007’den bu yana Türk dış politikası “sonuç odaklı” olmaktan çıkmış ve “duruş odaklı” olmuştur. Dışarıda güven kaybına uğramış, yaptırım gücü zayıf ve karar alma süreçlerinin dışında kalan Ahmet Davutoğlu politikaları makyajlanarak sanal diplomasi zaferleri ile tuttuğunu koparan, istediğini alan, lider ülke kimliği yaratılmıştır. Oysa gerçek, yaratılmış olan bu görüntünün aksidir. AKP’nin iktidarı boyunca dış politikada yaptığı yanlışların yarattığı tahribatın büyüklüğü önümüzdeki yıllarda daha net görülecektir. Her şeyden önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun uyguladığı politikalar çelişkilerini kendi içinde barındıran, önünü yine kendisi kesen politikalar bütünüdür. Burada temel sorun zeminin gerçeklerden çok ütopyalara dayanması ve ideolojik olmasıdır. Bu politikaların en büyük özelliği ideolojik bakış açısına sahip her dış politika uygulaması gibi hareket alanı sınırlı, çerçevesi dar ve alacağı aksiyonlar öngörülebilir olmasıdır. Diplomasinin düşmanı olan bu çerçeve de zamanla yapısal sorunlar doğurur; uygulanan politikalar tercih olmaktan çıkar ve zorunluluk olmaya başlar. Davutoğlu politikaları zamanla daha da ileri giderek sahip olunan dini anla yış tekelinde taraf olma noktasına kadar da ilerlemiştir. İdeolojik yaklaşımlar ve kendini taraf olarak görme tercihi de sonuç değil, duruş odaklı politikayı yaratan ve besleyen öğelerdendir. Çok merkezli dış politika Sonuç yerine ideolojiye dayalı duruş odaklı politikanın çelişkilerinden bir diğeri de, bu politikaların gerçekçi ve uygulanabilir olmamasıdır. Önemli olan “komşularla sıfır sorun”, “çok merkezli dış politika” gibi albenili kavramları kurgulamaktan öte bunların nasıl hayata geçirileceğidir. Uluslararası ilişkilerin temel parametrelerinden uzak, coğrafi, siyasi ve tarihi gerçeklerden kopuk, macera yanı ağır basan ve Türkiye’nin 1923’ten bugüne bilinçli olarak uygulamaktan uzak durduğu bu mikro emperyal politikalar, dil, din, kültür birliği, tarihi yakınlık ve aynı coğrafyayı paylaşmak gibi dış politikayı yan unsur olarak besleyebilecek ama asla mekanizmanın temeli olamayacak unsurlarla hayata geçirilmeye çalışılmış ve el atılan tüm sorunlar beklendiği gibi sonuçsuz kalmıştır. Bu politikada uluslararası ilişkilerde temel parametrenin devletlerin ulusal çıkarları olduğu, dış politikanın devletlerin irade ve ulusların yaşama alanı olarak şekillendiği gibi temel gerçeklerin yerini dar parti politikası, ideolojik yaklaşımlar ve rasyonellikten uzak bir taraf tutma alışkanlığı almıştır. Bu nedenlerle Türkiye bu dönemde arabulucu rolü üstlendiği kimi sorunlarda bu işlevini ve güvenilirliğini yitirdiği gibi, o sorunla Sanal diplomasi Dış politika bu potansiyeli besleyecek ve yol açacak olmalı iken, sanal diplomasi zaferleri uğruna düşmanlıklar yaratılmakta, her soruna müdahil olunmakta ve sonuç alınması mümkün olunmayan yollara girilmektedir. Diğer bir gelişme ABD’nin Başkan Obama’nın açıkladığı üzere, Afganistan hariç tüm angajmanlarını bölgesel müttefiklere terk edecek olmasıdır. Bölgesinde etkin rol üstlenmesi ve bu kapsamda kendi ulusal çıkarlarını gündeme taşıması gereken Türkiye ise bütün bu süreçlerin dışında “kendi dünyasının” dışına çıkamamaktadır. Son dönemde gelişen diğer bir olay da Avrupa para birliğinin içinde olduğu kriz durumudur. Avrupa Birliği’nin mali ve ekonomik sorunlarla kurulduğu tarihten bu yana hiç bu kadar başı belada olmamıştı. Yine uzun süreden beri Avrupa’da dünya genelinde etkili bir liderin çıkmadığını da hatırlatmak gerekir. Tüm bu faktörler Türkiye’nin bölgesinde önünü hiç olmadığı kadar açmakta iken AKP bu uygun ortamı yeterince değerlendirememekte, kalıcı, yılların tıkanmış sorunlarını çözen ve dış politikada gerçekten başarı denebilecek atılımlar yapamamaktadır. Sözün özü Davutoğlu politikaları ideolojik temelli her dış politika enstrümanı gibi kendi sınırlarını, çelişkilerini kendi içinde barındıran, reel politik ile ilgisi bulunmayan ve uygulanabilir olmayan politikalar bütünü olarak Türkiye’ye dar gelmekte, ülkenin önünü tıkamakta, zaman ve fırsat kaybına neden olmaktadır. Diplomaside saygınlık ve aktif olmak, duruşla veya sunuşla değil; sonuç almakla, itibar ve güvenle ölçülür. Eğer dış politikaya “ya tutarsa” mantığı egemen olur ve Türkiye gibi 19. yüzyılın başından beri çağdaşlaşma hedefine koşan, güçlü ve potansiyeli yüksek bir ülkenin uluslararası ilişkilerine tamamen dar bir parti ideolojisi yön verirse, sonuç kaçınılmaz olarak “duruş” odaklı olur. Bugün Türk dış politikası, sanal başarı hikâyeleri ile yaratılan imajın aksine adeta durmuştur ve el attığı hiçbir alanda bir arpa boyu yol alamamaktadır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle