19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 17 ARALIK 2010 CUMA AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kendini Tanıma ve Antropoloji Kişinin “kendini bilme” yolculuğuna çıkmadan, mutluluğa ve yaşama evet demesi, dahası yaşamın anlamına varması olası değildir. Kendimizi tanımadan çocuk sahibi olmak, fantezi dünyasının Disneyland’ından kültür dünyasının gerçeklerine inemediğimizi göstermez mi? ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Yeniden ‘Dizayn’ TÜRKÇEYE giren yabancı sözcüklerden biri de “dizayn”; yani İngilizcenin Latince kökenli sözcüklerinden “design”nın Türkçe okunuşu. “Bir oluşumun geleceğini resmetmek, belirli bir niyete, plana uygun olarak biçimlendirmek” anlamında. Daha çok, “yeniden dizayn etmek” deniyor şu sıralar. Geçen gün bir televizyon programında Baykal da öyle kullandı. Kılıçdaroğlu takımınca gerçekleştirilmek istenenin aslında “partiyi yeniden dizayn etmek” niyeti taşıdığını, ama bunu anlatmanın uzun süreceğini söyleyerek kısa kesti orasını. Ne o, bu sözünü açıklığa kavuşturdu, ne de kimse o çabayı göze aldı. Oysa, gazete köşeleri her şeyden önce bu tür çabalar içindir. aydi moda sözcükle söyleyelim: Cumhuriyet Halk Partisi, cumhuriyetin ilanından, hilafetin ilgasından, 1929 ekonomik bunalımından sonra geliştirilen programı ve siyasetiyle cumhuriyetin Kemalizmini “dizayn” etmek ve devrimci kalmasını sağlamak yolunu tutmuştu. Böyle olunca, şimdiki CHP’yi yeniden dizayn etmenin iki anlamı olabilir: Ya başlangıçtaki felsefeye dönüp partiyi buna uygun devrimci bir niteliğe yeniden büründürerek kadrolarını bu yolda oluşturmak ya da tam tersine, “çağdaşlaşma” diye dıştan ne tür akımlar üfleniyorsa onlara uygun bir “dizayn”a sarılmak. Bu açıdan bakınca, Baykal’ın sözlerinde siyasal, hatta ideolojik bir tedirginliğin, kolay ifade edilemeyen derin bir kuşkunun varlığını sezmeden durabilir misiniz? Ama hangi yönde? Ya yeniliğe ve sağlam refaha susamış halk yığınlarını yeniden kazanarak partiyi iktidar yoluna sokabilecek ya da tam tersine onu siyasal umut olarak daha da küçültebilecek bir seçim öncesinde asıl deşilmesi gereken konu budur. aykal’ın ve öbürlerinin kendi kendilerine sormaları gereken sorular da bu konuyla ilgili olmalı: Bugünkü noktaya niçin ve nasıl gelindi? CHP’yi ters yönde yeniden biçimlendirmeyi tasarlayanlar sadece içte midir? Yoksa, küreselleşen yeni dünya düzeninin “yeni sömürgeci” niteliğine akıllıca direnmesi ve kuruluş ilkelerini ayakta tutması gereken bir partiyi kendi hesapları yönünde değiştirmek isteyen iç ve dış niyet sahipleri ne isterler? Bu aşamaya sürüklenişte 27 Mayıs’a ve 1961 Anayasası’na karşı beliren tepkilerin, sonraki darbeler ve karşıdarbeler dizisinin, sözde kalmış solculuğun, devrimciliği iğdiş eden uyduruk sosyal demokratlığın, Kemalizmi ağza alma korkusunun ve ulus devlete kuyu kazan etnikçilikle mezhepçiliğin şimdiki çıkmazdaki payları nedir? “Çarşaf mı, blok mu?” tartışmasını ve “ilk seksene girme” itişkakışını çözmenin anahtarı da bu sorulara verilecek doğru yanıtlarda saklıdır. “Yeni dizayn”, eğer kadroları eski ideolojik yanlışların sorumlularıyla ve yeni benzerleriyle doldurmaksa, bilinmelidir ki, öylesi, elde kalan halk desteğini de yitirmekten başka sonuç veremez. [email protected] Ebru GÜZEL Doktorant, Yeditepe Üniversitesi H nsan karmaşık yapıda bir varlıktır. Yaradılış bakımından hem ruh, hem de maddeden oluşur. İşte insanı anlamanın zorluğu buradan kaynaklanmaktadır. Ne olduğu bilinmeyen ruh ve akıl, insanın biyolojik varlığı ile sosyalkültürel eğitim ortamlarının etkileşiminden doğar (1). Ruh, beden ve toplumsal sistemin bileşkesidir. Değişmeyen ruhlarımız, yani kişiliğimizle, değişen dünyaya ayak uydurmaya çalışırız. Hepimiz bu dünyadan memnun olmadığımızı söyleriz, çünkü kendimizi değiştiremeyiz. Kimin normal, kimin anormal olduğunu kültür belirler. Birini tanırken iyi ya da kötü olduğunu söylemek zordur. O iyi bir insan, ama biraz tuhaf ya da neden böyle davrandı anlamadım, aslında iyi biridir deriz. Aynı şekilde kötü giden bir ilişkinin tanıklığında haklıyı bulmak da hiç kolay değildir. Bilim bize, mutlak doğru ya da mutlak yanlışın olmadığını söyler. Görüşlerimi İ zin kültürel etkileşimden doğabileceğini bilmek gibi, olayların da kendimize tutulan bir ayna olabileceğinin farkına varılmalıdır. İnsanın kendini tanıma yolculuğunda insan biliminin gelişimi önemli bir rol oynamıştır. Semavi dinlerin benimsediği dünyanın evrenin merkezinde (geosantrik) ve insanın dünyanın merkezinde (homosantrik) olduğu inancı (1) bilimsel devrimle sarsılır. İnsanlığın sorularına akıl ve bilim yöntemiyle çözüm aranmaya çalışılır. Sosyal bilimler arasında kendine yer edinen antropolojinin var oluşu bu aşamayı takip eder. Antropoloji en basit tanımıyla bir insan bilimidir. İnsanın yarattığı varlık alanı olan kültürü inceler. İnsanların ve toplumların benzerlikleri ve farklılıkları veya neden/nasıl değiştikleri gibi sorulara cevaplar arar. Antropolojinin konusu kültürse, kültür nedir? Kültür, toplumun davranış, biliş ve duyuş kalıplarından oluşan bir birikim ve bütünlüktür (1). Kültür öyle bir olgudur ki ki şileri ve onlardan oluşan kitleleri bir biçimin içine girmeye zorunlu sayar. Biyolojik temelli arzu ve gereksinimler dahil olmak üzere doğal görüngelere el koyar ve onları tikel doğrultularda yönlendirir (2). Bireyler kültürden etkilendiği gibi, toplum da kültürden etkilenir. Hiçbir birey katıldığı kültür olmadan kendi olasılıklarının eşiğinden adımını atamaz (3). Yaşadığımız toplumda kişisel yaşamöykülerini bireysel olarak algılamak, kültürden bağımsız olarak değerlendirmek olası değildir. Bu kadar karmaşık bir sistemde kendini tanıma yolculuğuna çıkacak kadar cesur olanlara, “ben” iddiası taşımayan bir ehliyet gereklidir. Kültürün, nefes aldığımız hava gibi sessizce içimizde dolaştığını kavramak, yolculuğun rehberlik bilgisi olsa gerek. Kişinin “kendini bilme” yolculuğuna çıkmadan, mutluluğa ve yaşama evet demesi, dahası yaşamın anlamına varması olası değildir. Kendimizi tanımadan çocuk sahibi olmak, fantezi dünyasının Disneyland’ından kültür dünyasının gerçeklerine inemediğimizi göstermez mi? 1.GÜVENÇ, Bozkurt, 2005, İnsan ve Kültür, Remzi Kitapevi, 11. Basım, İstanbul. 2. KOTTAK, C.Phillip, 2008, Antropoloji, İnsan Çeşitliliğine Bir Bakış, Ütopya Yayınevi, Ankara. 3. BENEDICT Ruth, 2003, Kültür Kalıpları, Payel Yayınevi, İstanbul. İmparator!.. İktidar şürekâsından birisi Washington Post’a gidip “Eski Osmanlı toprakları üzerinde yeni bir imparatorluktan” söz edince, demek ki ciddiye aldılar… Olmayacak bir şey de değil… Nasıl olsa “imparator” vardı… Koyun sonuna bir “luk…” Üzerinde yaşayanların yarısı aç yarısı tokken, memleketi “yıldız ülke” yaptığı varsayılan zatın ne olacağı da belli olmaz aslında. “Sultan” oldu… “Padişah” oldu… O zaman imparator da olabilir… Yok olmadı, atın im (ses biliminde gürültü oranı) kısmını… İşte size kalacak olan gürültüsüz yanı ile yetinirsiniz: “Parator…” Görüyorsunuz nitekim; Kayseri’deki büyük rüşvet iddiaları, TBMM kürsüsünden bizzat ana muhalefet partisi lideri tarafından belgeleriyle açıklanınca kim suçlu çıktı: Açıklayan… Gazetelerin köşelerinde, televizyonların ekranlarında öyle bir saldırıya uğradı ki, rüşvet çarkı zaferle çıktı bu işten… Tıpkı ABD devlet arşivine girdiği anlaşılan “Başbakan’ın bankalardaki gizli hesaplarında” olduğu gibi… Kim “alçak müfteri” oldu?.. Başbakan’ın gizli banka hesaplarının ABD kriptolarına kadar girdiğini söyleyenler ve yazanlar… Hatta: Utanmaz… Hain… Sahtekâr… Peki, kimin “beş kuruşunun olmadığı” anlaşıldı?.. Başbakan’ın… İmparatorluk burada da gerekiyor… Çünkü bu kadar yolsuzluk, kir, pas iddiasının ortaya dökülmeden saklanması, dosyaların uçurulup yok edilmesi, rezaletlerin gizli saklı kalması için bir korku imparatorluğu lazımdı. Ki insanlar korkularından ağızlarını açmasınlar… Herkes sinsin Medya sussun… Ağzını açan yansın… İddiası olan tüysün… Zaten olan da budur… Eksiğimiz imparatordur… [email protected] ‘Ankara Aydınlığı’... “Ankara Aydınlığı”nın yurdun dört bir yanına dağılması için yarın bir araya gelecek olan 15. CHP Olağanüstü Kurultayı’nın sorumluluğu da bu anlamda çok büyüktür. Oluşturulacak olan CHP Parti Meclisi, bu meclisten genel başkan tarafından atanacak MYK, Türkiyemizi aydınlığa kavuşturacak, bu nedenle Mustafa Kemal’in dediği gibi, yollar Ankara’dan başlayacak ve tüm Türkiye’ye yayılacaktır. Kurultayı’nın sorumluluğu da bu anlamda çok büyüktür. Oluşturulacak olan CHP Parti Meclisi, bu meclisten genel başkan tarafından atanacak MYK, Türkiyemizi aydınlığa kavuşturacak, bu nedenle Mustafa Kemal’in dediği gibi, yollar Ankara’dan başlayacak ve tüm Türkiye’ye yayılacaktır. Bütün yolların Ankara’dan başlamasını istemeyenler, yavaş yavaş İstanbul’u kendilerine mesken tutmaya başladılar, sanal bir başkent yaratma için türlü entrikalara başvurmadalar. Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez maddeleri ortadayken bunu teklif etmek kadar bu entrikalara göz yummak da anayasal suç değil midir? Atatürk Türkiyesi’nin anayasasıyla, hukukuyla oynayanlar bu işlerin bilincinde değillerse, onlara bunu kim hatırlatacaktır? Öncesinde olduğu gibi, CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesinden sonra da halkın büyük sevgisini kazanan Kemal Kılıçdaroğlu, bu kurultayda takım arkadaşlarını özgürce seçeceği bir yöntemi belirlemeli, takımını kendisi kurmalıdır. Bunun A Takımı, B Takımı olmasına bakılmadan kendisi tarafından kurulursa, CHP’nin seçimlerdeki başarısı daha büyük olacaktır. Çünkü Türkiye’nin bir an önce aydınlığa kavuşması gerekmektedir. Mademki Türkiye’yi, mademki CHP’yi, mademki Kılıçdaroğlu’nu seviyoruz, o halde bu yetkiyi Kemal Kılıçdaroğlu’na vermek gerekir. Oybirliğiyle CHP Genel Başkanlığı’na seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti içinde çeşitli dalgalanmalara yol açmadan yapacağı seçim CHP’yi daha da büyütecek, Türkiye’yi aydınlığa daha çabuk kavuşturacaktır. Özdemir Asaf’ın dediği gibi; “Bir şeyi sevmek demek, o şeyin bütün parçalarının yerini bilmek demektir, yerini anlamak demektir. Onların arasında seçmeler yapmamak demektir.” İşte bunun içindir ki bu seçimi yalnızca Kılıçdaroğlu’na bırakmalı, hiçbir şeyin kırılmasına, parçalanmasına izin verilmemelidir. Çünkü Türkiye Aydınlığını gerçekleştirecek olan CHP’dir. Onun da kırgınlıklar, küskünlükler, parçalanmalar yaşamadan bir ve bütün kalması gerekir değil, zorunludur! B Hikmet ALTINKAYNAK ağın sihirbazı bilgisayar, dünyaya aynı pencereden bakan kişileri de buluşturuyor. Sanal ortamdaki eposta gruplarına bilgi/belge taşıyor. “Ankara Aydınlığı” işte böyle bir grup. Bir süredir bana da bu gruptan iletiler geliyor. Ne olup bittiğini öğreniyorum. Kimsenin yalnız olmadığını görüyorum. Seçimler yaklaşırken “Kutsal Kent Ankara”nın “Ankara Aydınlığı”ndan yansıyanları okuyorum, seviniyorum. Ankara’ya “kutsal kent” denmesi boşuna değil. Çünkü küçük bir kentten büyük ve çok önemli bir kente dönüşen Ankara’nın öyküsü bildiğiniz gibi, bundan 89 yıl önce Mustafa Kemal’in ayak basmasıyla başlıyor. Bülent Ecevit, 58 yıl önce Ulus gazetesindeki Ç “Ankara” başlıklı yazısında şöyle diyor: “27 Aralık 1919 günü toprağına Mustafa Kemal’in ayak basmasıyla Ankara Türk tarihinde kutsallaşmıştır. O günden Kurtuluş Savaşı sona erinceye kadar Türkiye’de bütün yollar Ankara’ya giderdi. Kurtuluş Savaşı sona erdiğinden beri Türkiye’de bütün yollar Ankara’dan başlar.” (Ulus, 27 Aralık 1952) Evet Ankara, o Ankara’dır! Bu nedenle Ankara başkenttir, bu nedenle Ankara Türkiye’nin kalbidir. Bu nedenle Ankara, aydınlık yöneticiler tarafından çok iyi yönetilmeyi hak etmiştir. İşte “Ankara Aydınlığı”nın yurdun dört bir yanına dağılması için yarın bir araya gelecek olan 15. CHP Olağanüstü C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle