23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA F erit Edgü, tam elli yıl önce yayımladığı Kaç- kınlara (1959, Sel, 2009), 1950 Kuşa- ğı yazarlarmın ilk kitaplarının ya- yımlanışının otu- zuncu yılına öz- gü 1987de kale- me aldığı, Ada Yayınları baskı- sındaki "Bir ilk Ki- tap için Sonsöz" başlıklı yazısında şunları söylüyor: "... 1950'lerin so- nunda yayımla- nan, kuşağımın birçok yazarımn ilk yapıtlarındaki, boğuntunun, bunaltının, buna- lımın, başkaldırı- nın, birey olma çabasının, toplu- mun değerlerine karşı direnme- nin, yalnız özgür düşünce ye ay- dınlar üzerindeki baskıyı gün geç- tikçe artıran si- yasal iktidar ta- rafından değil, sözümona ilerici bağnaz çevreler- ce de 'mahkûm 1 edildiğini gör- düm, yaşadım. Bu açıdan bakıl- dığında, diyebili- rim ki, bizler, tam anlamıyla bir yalnızlıkta yazdık. Bireyselli- ğe yer olmayan bir toplumda, bi- rer aykırı olarak, birer horlanmış olarak yazdık. Kendi benzerleri- mizi bulmak için yazdık. Hiçbir za- man hiçbir ikti- darın yanmda ol- madık. Birçokla- rına soyut da gelse, mutlak bir özgürlükten ya- naydık." Bir öykü atölyesi: 1950Kuşağı...Sel Yayınlarınca "Elli Kuşağının İlk Kitaplan 50 Yaşında" dizisinde (2009) yayımlanan öteki ikisi Or- han Duru'nun Bırakılmış Biri (1959) ile Demir Öz- lü'nün Bunaltı (1958) adlı öykü kitaplan... Orhan Duru da "Bırakılmış Biri için otuz yıl sonra önsöz" başlığı altında şu düşüncelerini aktarıyor 1986'dabize: "Niye yazmışım? Niçin yazmışım? Unutmak daha iyi değil miydi? Yeni baştan okuyunca bu sorular da birlikte geliyor. (...) Dönüp dolaşıp başka bir düzey- de başka bir mekânda aynı noktaya geliyoruz. Bu kitaptaki öykülere baktığımda bu duygulara kapılı- yorum. Yıllarca önce kapıldığım spiralin gittikçe hız- lanarak dönen akıntının başlangıcındayım burada. (...)Toplumumuzun... geçirmekte olduğu sancıların ürünleri de sayılabilir bu öykülerin bir bölümü. Onla- ra geriden başadoğru bakmak gerekiyor. (...) Oyıl- lardaki düşüncelerimden caymış değilim. Oykünün kendi gerçekleri, güncel gerçeklerden, toplumsal ve bireysel gerçeklerden farklı şeyler. Yüce gerçeği, ancak başka yollardan, kimi zaman güncel gerçek- lerden yola çıkarak ama ondan uzaklaşarak, onu ayrıntılarından temizleyerek yakalayabiliriz ancak. (...)... Ben ilk kitabımın öykülerini okurken kendimi bir kez daha tanıyorum." Ya Demir Özlü? O da yine aynı tarihte, 1986'da "Sonsöz" başlığı altında şunları kaleme almış: "Kısa parçalarda imgeler, insanın üzerine bastır- mak istiyor, uzun parçalarda da düşünceler boğ- mak istiyor yazını. Kuşkusuz gençlik, dahası ilk gençlik metinleridir bunlar. Ama şunu söylemeden kendimi alamayacağım: 'Bunaltı' adını taşıyan son uzunca metni, bugün de yazabilirdim yeniden. (...) Kitabı yeniden okuyunca, beni kendi bıreyliğim açı- sından sevindiren bir şey oldu: geleneksel Türk top- lumsal yapısına, bütün yaşamım boyunca süren karşıtlıklarımın, bütün ipuçlarını koymuştum ona. (...) Doğrusu yazarken ciddi, yaşarken de alaycıy- dık. (...) Belki şunu da, kendi kendime mırıldanabili- rim: ama, o zamanlar yazmaktan ne kadar da zevk • alıyorduk. (...) ...Bu kitabı banayazdıran o büyük ustanın J.P.Sartre'ın o unutulmaz sözünü koydum başına." Sartre'ın hangi sözü bu, ona bakalım: "Insan, bir bunaltıdır." Bir anahtar ya da kılavuz sözcük mü pe- ki bu 1950 kuşağı öykücüleri için? Gelin bu öykülerden içeri girelim şimdi... GENÇ ÖYKÜCÜLERİN DELİKANLI OLARAK PORTRESİ... Böcek, fare, bunaltı... Herkesleştirilen ya da ken- dini herkesleştiren herkese karşı "herkes"le özdeş- leşmemek için herkesleşmeye ayak direyen genç anlatıcılar... Toplumsal değerlerle yüzleşmenin, bunları sorgulayıp tartışmanın, aykırılığın yalnızlığına karşın bunda direnmenin de öyküleri bu nedenle metinler. Gerçekten de anlatıcılar, kendi dışlarında onları yutmaya hazır bir evrene karşı savaşıyor gibidir. Canlı, cansız bu nesnelerle toplumun alışıldık baskı- ları, dayatmaları büyürler hep, anlatıcıyı kuşatırlar sürekli. Öte yandan bir kopukluk da gözlenir öykü evren- lerine dağılmış kişiler arasında. Birbirine değmeyen, birbirinin ayırdında olmayan insanlarla karşılaşırız öykülerde. lleride 1950 Kuşağı olarak adlandırılacak, yirmile- rini sürdüren genç öykücülehn insanı şaşkınlığa uğ- ratan başarı serüveni işte bu "delikanlı" metinlerle başlıyor denebilir. Delikanlı metinler ama, bunu dik- lenmenin, aykırılığın karşılığı anlamında söylüyorum. Yoksa hiçbiri acemi değil bu delikanlıların. Bu çerçevede genç yazarların nasıl ortaya çıktığı- nın, hangi sancıları aşarak nerelere ulaşdığının ya- nm yüzyıla dayanan bir tarihçesi de denebilir bu öy- küler için. Üç genç öykücü... Üçü de kendi dışlarında tasa- rımladıkları bir dizi görüntüyü aktarırcasına kurgula- yıp yazıyor sanki. Anlatıcıları da, bir bakıma bu yarıl- mayı yansılıyor denebilir onların. Bir sesin, söylemin, yazınsal tutumun oturmuş ol- ması beklenir herhangi anlatıda, değil mi? 1950 Ku- şağı öykücülerinin, erkenden olgunlaşmış halde, böyle hep birlikte bir tansık gibi karşımıza çıkıver- melerini mutlulukla karşılamamız gerekiyor o hal- de... Onlar şaşırtmacayı, bireysel, toplumsal durumun aktarılması için buna işlevsellik yükleyerek yerine getiriyor. Günümüzde kimi öykücülerde ömeklerine rastlandığı üzere saltık bir şaşırtmacaya yeltenmi- yorlar, hiçbir zaman... Bu yüzden belki, onlar hep genç, hep delikanlı! ORHAN DURU, FERİT EDCÜ, DEMİR ÖZLÜ... Kaçkınlar'ı, Bırakılmış Biri'ni, Bunaltı yı yeniden okudum, büyük tatlaralarak... Ferit Edgü'nün Kaçkınlar'ının ilk öyküsündeki ("I.Kaçkın/öndeyiş") anlatıcı, "...Yalnızım o kadar yalnızım ki... camları kıracak kadar..." diye düşü- nür. "Ben herkes değilim" der, "Hiç kimse deği- lim...", "Dört yanım duvar." (21, 20, 22) Sonrasında daha da derinleştirir sorgusunu:"... Kendimden başka hiçbir şeyden, hiçbir kimseden kuşkulanmı- yorum." (26) Ama "savaşacak gücüm yoktu" der. (28); "...Bir insanı sevebilseydim (bu insan kendim bile olsa) her şey değişecekti./ Ama ya o insan yok- tu ortalarda/ Ya da o inanç-o günlerde." (31); "Ben herkes değilim..." (45) Demir Özlü'nün Bunaltı'sındaki ilk öykünün ("Bağsız") anlatıcısına göre, "insanoğlunun (.) tek, ezeli suçu, var olmak suçu"dur. (30) "Burada ol- makla uzakta olmak benim için farksız..." der bu nedenle, "Kendimden nereye kaçarım ki?" (17,18) "Çok başka yerlerde, kurtulmak elde mi? Kurtul- mak, bu elinde mi kişioğlunun?" (32) Demir özlü'nün "Tutunmaya çalışmayacağım" (24) diyen öykü kahramanının ardından yaklaşık on beş yıl kadar sonra Oğuz Atay'ın Tutunamayan- lar'la çıkması ortaya, elbette ilginç. özlü'nün "Bunaltı"daki anlatıcısı da örtüşecektir bu düşüncelerle: "Bu büyük, bu kalabalık şehirde hiçbir teselli yok benim için." (67); "Biz ölü bir do- ğanın ortasındayız, ölü bir doğayla çevrilmiş birkaç insan, içtenliği, dogal yaşamayı bir yana bırakıp kendimiz için menfaatler, töreler yaratıyoruz." (71); "Yalnızlık, bırakılmışlık, eskiden beri yerleşmiş içi- me." (76); "...Kurtulmak için yazmaktan başka çare olmadığını anlıyorum." (80) Orhan Duru da yine Bırakılmış Biri'ndeki ilk öy- küsünde aynı vurguyla gelir. Kaldı ki "bırakılmış biri" okumuş biridir öykü kişisi olarak, bu nedenle kendi- ni yalnızlık içinde bulur: "Okumasaydım bir dükkân açardım. Bir kadın alırdım. Gündüz kalkar millete kazık atar, gece karımla yatardım. Cuma günleri na- maza giderdim. Mesut olurdum. Okudum dertsiz başıma dert açtım." (103) Uç yazarın ilk kitap adlarının örtüştüğü de savla- nabilir. Bunlara Erdal Öz'ün Yorgunlar'ını eklemek de olası bence. Orhan Duru da, ötekileri de daha yirmili yaşların- da kendilerinden sonra örnek olmayı başaracak ni- telikte verimlerle ortaya çıkıp ilk kitaplarını yayımlar- ken doğrusu ya hepimizi, herkesi şaşırtıyor. 1950 kuşağı öykücüleri, bireyi, onun birey olma kavgasını, varoluşunu anlamlandırma çabasını çok sıkı bir anlatım örgülemesi içinde yansıtıyor sürekli. Anlatılarında milim boşluk bırakmıyor hiçbiri de. Yir- mili yaşlarında böylesine sıkı bir örgülemeyle karşı- mıza çıkması her birinin, elbette alkışlanmaya değer bir tutum. 1950 Kuşağı öykücüleri, hem her biri birbirinden ayrılan, hem de birbiriyle örtüşen verimler sunuyor hep. Göz kamaştıran örnekler halinde. Üstelik her biri, kendinden sonra geniş etkilere yol açan erkelerin insanı oldular bugün görüldüğün- ce, sonra örnekçe oluşturdular, kendilerinden sonra gelenleri kışkırttılar, yazına yönelişte derinlik denen alanın kazısı için benimsedikleri ön açıcı tutumla ya- zınımızda katman yoğunluğu sağladılar. Bu nedenle iyi bir öykü birikimine, giderek kalıtına sahip olduğumuz düşünülebilir onların sayesinde. ÖYKÜCÜLÜÖÜMÜZÜN EN BÜYÜK ATÖLYESİ... 1950 kuşağı öykücüleri, birbirinden türemiş değil, birbirini çogaltmış, ürettikleri erkeyle birbirini iterek daha ileriye taşımış bir kuşak... Bu nedenle belki de yazınımız içinde sinerji oda- C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 0 3 8 ğında birbirlerine dönük erke üretmiş kuşaklar ara- sında farklı, önemli bir örnek... Kuşak öykücüleri verimlerinde nasıl bir yazar ola- rak çıktılar okurun karşısına, buna da kısa başlıklar halinde göz atabiliriz: 1 .Çok genç, ama çok özenli dil-anlatım özelliğiy- le, bunu kurguya içirmeleriyle, 2.Yazınsal açıdan aykırı-uç tutumlarıyla, 3.Kendilerini kuşatan koşullara karşı yalın kılıç vu- ruşmalanyla, 4.Birey olma kavgasını verişleriyle, bu konuda neredeyse isyan edişleriyle, 5.Sıraladıkları eylem tümceleriyle öykü kurdukları halde, hiçbir zaman olay öykücülüğüne sırtlarını yaslamayışlarıyla, 6.Denemenin sınırlarına girmeden, öyküyü zorla- madan bütün öteki öykücülerden çok daha yoğun biçimde öykülerine soru tümceleri yerleştirişleriy- le... Bu "isyan ediş" nitelemesinin onlarda kişi olarak, yazar olarak, öykü sanatında sergiledikleri tutum olarak her anlamda kullanılabileceği kanısındayım kendi payıma. Bütün bunların ardından ortaya çıkışlarından bu- güne geçen yarım yüzyıl boyunca kuşak üyesi tüm öykücülerin toplam verim dağarının günümüzde he- yecan verici, insanı coşturacak çoğullukta bir öykü atölyesi olarak ortaya çıktığı görülüyor. Gerçekten de yazıda andıklarımız ya da kuşak içinde anmamız gereken öykücüler, bu geçen yanm yüzyıl içinde ürettikleri öykülerle, açılımlarıyla, dene- yimleri, aykırılıklarıyla günümüzde öykü verimleme- ye yönelmiş gençler için altın değerinde bir atölye çalışmasının dağarı olarak öngörülebilir. Hatta ön- görülmeli diyeceğim... Farklı farklı damarlarla, apayrı yollardan o büyük öykü ırmağının suyunu besleyen, geliştirip düzenle- yen bu yirmilik gençleri, elli yıl sonra ilk kitaplarıyla selamlamak, öykü kadar yazın severler için gönül borcu olmalı! Öyle ya, yazınsal çığ düşmesi olarak da alınabilir 1950 Kuşağının ortaya çıkışı... Yazınımızın başına gelebilecek en güzel çığ bu! • S AY FA 2 9 4-
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle