22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Şu, Genel Yayın Müdürlüğü!.. Hürriyet’in genel yayın müdürü değişti. Milliyet’in genel yayın müdürü de değişti. Akşam’ınki de bir süre önce değişmişti... Şimdi bu gazetelere yeni genel müdürler aranıyor. Bulunuyor mu? Yoksa onlar da kısa sürede değiştirilecek mi? Genel yayın müdürü ya da müdürlüğü ya da yönetmenliği!.. Nedir? Ellilerde, altmışlarda böyle bir görev, böyle bir önemli makam yoktu. Yalnız yazıişleri müdürleri vardı. O da “mesul müdür”dü, yani gazetenin yönetiminden yasalar karşısında sorumlu olan kişi!.. Sorumluluk taşıyan yazıişleri müdürleriydi. Genel müdür diye bir şey yoktu! Olsa olsa gazetelerin idare müdürleri, muhasebe müdürleri vardı. Genel yayın müdürlüğü, gazeteciliğe adım atan kişinin varmak istediği en üst yer!.. Kimi, o koltukta Ertuğrul Özkök gibi yirmi yıl oturur, kimi de birkaç yılda çeker gider ya da gönderilir. Nereye mi? Köşe yazarlığına!.. Kolay bir iştir köşe yazarlığı! Herkes kendini yazar sandığından her gün ya da haftada birkaç gün alır kalemi bir şeyler çiziktirir. Kimileri, iktidarda kim varsa onun övgücülüğünü yaparak geçinir, kimileri de aklının erdiği ermediği kadar kendisine verilen köşeyi doldurmaya çalışır... Geçen gün Hasan Cemal Cumhuriyet’e nasıl genel müdür olduğunu yazdı. Ertuğrul Özkök de genel müdürlük olayını kendi açısından okurlarına anlattı, daha da anlatacağa benzer. Ne de olsa o da köşe yazarı artık!.. “Cumhuriyet”in başyazarı Nadir Nadi Bey’e sormuştum, bu genel müdürlük olayını... O günlerde Oktay Kurtböke, bu görevden ayrılmıştı. Yeni bir kişi aranıyordu. Nadir Bey’le odasında konuşurken “Sen şu üç isimden hangisini yeğliyorsun” diye sormuştu. Hasan, Ankara’da temsilciydi, öteki aday da gazetenin yazıişleri müdürüydü. Bir de ünlü bir başka isim vardı, tanınmış bir gazete yazarı... Ben Hasan’ı değil de, o günlerin yazıişleri müdürü olan Orhan Erinç’in daha uygun olacağını söylemiştim. Doğrusu ya Hasan Cemal’i böyle bir göreve yakıştıramıyordum. Deneyimsizliği, hırslılığı öne çıktığı için. Hatta kendisine daha işin başında “Sen vazgeç gazeteci olmaktan, git Hariciye’ye gir, günün birinde elçi de olursun, gazetecilik sana göre değil” demiştim... Cumhuriyet’in yazıişleri müdürü Cevat Fehmi Başkut’un yükseköğrenimli olmaması, o günlerde kabul edilen basın yasasına göre “sorumlu bir müdür” olarak kalmasını önlüyormuş. Nadir Bey, yılların usta gazetecisi Cevat Fehmi Bey’i genel yayın müdürü atayarak durumu kurtarmış! Sorumlu müdürlüğe de yükseköğretimden geçmiş başka bir arkadaş getirilmiş... Nadir Nadi Bey’in icat ettiği bir yüksek görev bu genel yayın müdürlüğü! Olsa olsa “gazetenin bir çeşit amiri”, ama gerçek sorumlu o gazetenin yazıişleri müdürü, mahkemelere koşan, gerekirse ceza alan, o!.. Son günlerde bu genel müdürlüğü lafı ortalıkta sık sık dolaştığı için, bu konuda bir kısa aydınlatma iyi olur, diye düşündüm. Bilmem iyi mi ettim? PENCERE Tarihin Seyrine mi Bakacağız?.. “Enel Hak”, yani “Ben Hakk’ım” diyen Hal- lac-ı Mansur’a biri sormuş: - Mademki Allah olduğunu söylüyorsun, niçin namaz kılıyorsun?.. Hallac: - Değerimizin, demiş, ne kadar olduğunu biliyoruz da ondan... Eskiden sokaklarda, elinde bir yay ve tokmakla dolaşan adamlar görülürdü; bunlar evlere bakarak bağırırlardı: - Hallaç!.. Tıkızlaşan yorgan ya da yatakların yün veya pamuklarını atarlardı... Mansur’un babası da hallaç imiş, 9’uncu yüzyılın ortasında bir oğlu olmuş... Ünlü mutasavvıf Mansur’a “Hallac-ı Esrar” da denir; öğretisine “Hallaciye” adı verilmiş... Hallac’a demişler ki: - Bize bir öğüt ver!.. Mansur yanıtlamış: - Nefsine dikkat et!.. Sen onu Allah’a kul etmezsen, o Allah’ı dışlayıp seni kendine kul eder... Hallac-ı Mansur “Enel Hak” dediği için şeriata kurban edildi; bu acımasız son onun istediği bir şeydi... Ne diyordu: “Öldürün beni ey sadık dostlarım Zira öldürmek yaşatmaktır beni Hayatım ölümümdedir benim Ölümüm de hayatımda” Hallac softa, yobaz, egemen takımı tarafından önce kırbaçlandı, ardından kolları bacakları kesildi, asılarak halka seyrettirildi, başı kesildikten sonra yakılarak külleri havaya savruldu... Aristo ile Heraklit, felsefenin doğuşunda mantığın peşrevini yaparlar; biri ‘an’ın gerçeğini yakalamaya çabalar; ikincisi sürecin gerçekliğini diyalektikle dile getirmeye çalışır. Hallac-ı Mansur diyalektik düşünce kapsamında evrenin gizemini çözmeye yönelirken, insanın tanrılaşıp tanrının insanlaştığı sonsuz süreçte evrenin birliğini ve bütünlüğünü sezebilen bir Müslümandı... Özgür düşünmenin bedelini hayatıyla ödemeyi de bilinçle göze almıştı... İnsan, tanrı ile hesaplaşmaya çabalarken kimi zaman “Enel Hak” der, kimi zaman da aklı kulluğun hiçliğine dönüşür... Hallac-ı Mansur’un felsefesine çoğu Bektaşi fıkrasında rastlamak doğaldır!.. Alevinin Sünniden farkını tohumlayan düşünce biçiminin kökenleri İslam tarihinin derinliklerine iner... Bugün Müslüman coğrafyasında yaşananlar, inanç, akıl, eleştiri, hoşgörü gibi iç içe kavramlar dünyasında geçerli hoyratlığın ürünlerini sergiliyor... Anadolu İslamı bu hoyratlıktan kendisini sakınabilirse başarısı çok büyük olacak!.. Bugün insanlık, uygarların çıkarları, hırsı ve zulmüyle donanmış emperyalizm ile ilkellerin acımasız şeriatı arasındaki savaşı seyrediyor... “Enel Hak” diyen Hallac-ı Mansur’un kanla aptes aldığı yaygın bir tevatürdür... Ama, günümüzde emperyalizm Müslümanlara kanla aptes aldırıyor... Tarihin coğrafyasında Hıristiyan ile İslam dünyaları arasındaki tek özel rejim Anadolu laikliğiyle yerli yerine oturmuştu. Şimdi bu özellik elimizden gitti gidecek... Peki, biz yaşadığımız güncel tarihe yabancı gibi bakıp, yazgımıza mum mu yakacağız?.. (10 Eylül 2006 tarihli yazısı) H ukuk devleti, idare edilen- lere hukuk güvenliği sağla- yan adaletli düzeni ifade eder. Hukuk devletinin ol- mazsa olmazlarõ; devlet yö- neticilerinin hukuka saygõlõ olmalarõ, te- mel insan haklarõnõn güvence altõna alõn- masõ, yasama ve yürütmenin işlemlerinin bağõmsõz yargõ denetimine tabi olmasõdõr. Anayasanõn 125. maddesine göre idare- nin her türlü eylem ve işlemi yargõ de- netimine tabidir. 1924 Teşkilatõ Esasiye Kanunu’nda yer almayan sosyal devlet il- kesi ise 1961 ve 1982 anayasalarõnda yer almõştõr. Bu ilke vatandaşõn sosyal du- rumu ve refahõ ile devletin ilgilenmesi an- lamõna gelir. Devlet ulusal gelirin top- lumda adaletli dağõlõmõ için gerekli ikti- sadi tedbirleri almak, bireyin insan hay- siyetine yakõşõr, asgari yaşam düzeyini sağlamak zorundadõr. İnsan haklarõ ge- nellikle koruyucu haklar, isteme haklarõ, katõlma haklarõ olarak üçe ayrõlõr. Her bir hak için AİHM’ye başvuru hakkõ bulun- maktadõr. Birinci kuşak, koruyucu haklar içinde yer alan özel hayatõn gizliliği ve korun- masõ hakkõ, anayasanõn 20. maddesinde ve Avrupa İnsan Haklarõ Sözleşmesi’nin 8. maddesinde koruma altõna alõnmõştõr. Ayrõca AİHS 9. maddesi düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, 10. maddesi ifade öz- gürlüğü ile ilgilidir. 8. maddenin 2. fõk- rasõ özel hayatõn gizliliğinin korunmasõ- nõn sõnõrlarõnõ belirlemektedir. Bu hak an- cak kamu güvenliği, kamu düzeni, eko- nomik refah, suç işlenmesinin önlen- mesi, sağlõk, ahlak veya başkalarõnõn hak ve özgürlüklerinin korunmasõ için sõ- nõrlandõrõlabilir. Bu sõnõrlamalarõn yasayla konulmasõ ve demokratik bir toplumda zorunlu olan ölçüde olmasõ gerekir. Özel hayatın korunması Yukarõda sözü edilen haklarõn her bi- ri bağõmsõz görünse de, 20. yüzyõlõn te- melini oluşturan laik, sosyal hukuk dev- letinin oluşmasõnda önemli rol oynar. AİHS 8. madde ile korunan özel hayatõn korunmasõ ve konut dokunulmazlõğõnõn telefon ve ortam dinlenmesi yoluyla kõ- sõtlanmasõ, kişilerin düşünceyi ifade öz- gürlüğünü kõsõtlamanõn en iyi yöntemidir. Hatta düşünmeyi tehlikeli sayan bu gö- rüş, bireyi madde bağõmlõlõğõndan öte teh- ditlere maruz bõrakmaktadõr. Hollywood yapõmõ filmler ve marka merakõ, kişiyi tekdüzeleştirmekte, dü- şünmekten yoksun insanlar dinlenme korkusu altõnda zihinsel ve maddi yönden fakirleşmektedir. Bugün ülkemizde 1930’lu yõllarda faşizmin ayak seslerini duyan ve buna tepki göstererek ABD’ye kaçan Frankfurt Okulu (Toplumsal Araş- tõrmalar Enstitüsü) mensubu çoğu Yahudi kökenli aydõnlarõn endişelerini yaşa- maktayõz. Özgürlükten kaçõşõ irdeleyen Erich Fromm, otoriter kişiliğin ortaya çõkõşõnõ sorgulayan Adorno ve “Tek Boyutlu İnsan”õ yazan Marcuse sinsi- ce gelişmekte olan oluşumun farkõnday- dõ. Yaptõklarõ tüm deneysel çalõşmalar Al- man halkõnõn otoriteye “uyum” konu- sundaki eğilimini açõkça gösteriyordu. Psiko-sosyal çalışmalar Diğer yandan 1929 yõlõnda Fransa’da kurulan tarihçi okulun çõkardõğõ derginin adõnõ taşõyan “Annales Okulu” yazarlarõ Braudel, Febvre, Bloch, Foucault ve di- ğerleri disiplinlerarasõ bir tarih felsefesi yaratmaya çalõşmõştõr. Bu okul tarih bi- limi ile toplum bilimlerini birleştirmeye çalõşmõş, sosyo-ekonomik ve sosyo-kül- türel tarihi siyasi tarih ile birleştirmiştir. Bugün Türkiye’de geç olsa da bu tür ta- rihi ve psiko-sosyal çalõşmalarõn yapõl- masõ için bir çaba gösterilmesi zorunlu ha- le gelmiştir. Kurulacak bir enstitü, kişi- lerin ve toplumun sosyal davranõş norm- larõnõ tarihsel açõdan inceleyerek, sosyal ve ekonomik gereksinimlere uygun norm- larõ belirlemede yardõmcõ olacaktõr. Ki- şilerin kimlik özellikleri ile toplum kim- liği konusundaki ilişkiler araştõrõlmalõdõr. Yoksa bizim toplumumuz gerçekleri görmemek için kaçan göçebe bir top- lumdan başka bir şey değil midir? Bakõp görmeyen gözler ve görüp sesini çõkar- mayan sindirilmiş aydõn arasõndaki ile- tişim sorunu çözümlenmeli, “uyum” adõ altõnda bastõrõlmõş ya da akõllaştõrõl- mõş tarihi kazanõmlar ve suçluluk duy- gularõ açõğa çõkarõlmalõdõr. Bir yanda duygu ve ahlak çöküntüsü içinde etiğe sõ- ğõnan aydõnlar, diğer yanda maddi çõkarlar ve inandõklarõnõ sandõklarõ ütopyalar için gerçeklere gözünü kapatmõş ikinci dün- yalõlar bu topluma ne kazandõrabilir? Avrupa’da 1648 Westfalya Barõş An- tlaşmasõ ile kurulan ulus-devlet kamu adõ- na bireyin davranõşlarõnõ kontrol altõna alabiliyordu. Jandarma devletin bir diğer görevi merkantilist ekonomik politikalarõ uygulamak idi. Foucault modern çağda meydana gelen “yola getirici iktidar”, “toplumsal denetimde gözetim tekni- ği”ne dikkati çekmiştir. Aydõnlanma filozoflarõ dünyanõn bü- yüsünü bozarak, aklõn egemen olduğu bir düzeni kurmak için kanunlaştõrmayõ bir araç olarak gördüler. Hayek, oluşan ka- nun (nomos) ile yapõlan kanuna (thesis) örnek olarak, adil davranõş kurallarõ ile or- ganizasyon kurallarõ ayrõmõndan söz eder. Ona göre “demokratik hükümet” diye adlandõrõlan şey, çoğunluğun görü- şüne değil, hükümetin özel yararlar -bir tür rüşvet- bahşederek desteğini satõn al- mak zorunda olduğu baskõ gruplarõnõn çõ- karlarõna hizmet etmesidir. Aksi halde ta- raftarlarõnõ muhafaza edemez. Önemli olan özgürlüğün disiplinidir. İnsan en çok kendi arzularõna karşõ medenileşmiştir. Demokrasi hiçbir zaman çoğunluğun sõ- nõrlanmamõş iradesinin yönetimi anlamõna gelmez. 20. yüzyõlda gelişen Kelsen’in poziti- vist hukuk anlayõşõ ve doğal hukuk ku- ramõndan farklõlõklarõ yanõnda sosyolojik hukuk akõmõ ile birey ön plana çõkmõş, bi- reyin -hatta- devlete karşõ korunmasõ yollarõ modern anayasalara girmiştir. Postmodernizm olarak da adlandõrõlan kü- reselleşme evresinde ise hem devletlerin hem de bireyin uluslar ötesi bağõmlõlõğõ- na çözüm getirecek normlara gereksinim duyulmaktadõr. Habermas hukuk ala- nõnda rasyonaliteye yönelir, hukuk ile ekonomi ve devlet ilişkilerine odaklanõr, para ve siyasal güç kullanõmõnõn ku- rumlaşmasõndan söz eder. Tacir devlet, kazanca yönelirken, kişiler arasõnda hak- ça dağõtõm ve adalet sürecine katkõda bu- lunmalõdõr. Güç, adaletin yerine geçti- ğinde ortada devlet kalmaz. Bu durumda tutunamayanlar devleti ey- lemsel güçleriyle zora sokabilir. Tutu- nacak bir dal bulmak için her şeyi göze alan ve devletine güvenemeyen çaresiz- lerin sorunlarõ aşõlmadõkça, otoriter ve korku salõcõ öğeler kendiliğinden etkisiz hale gelebilir. Hak arama özgürlüğü Lacan’õn savunduğu yönlendirici kişi- sel arzuyu; dinleme ve elde edilen bilgi- leri açõklama tehdidiyle alt etmek müm- kün müdür? Hangisini yeğlersiniz? Her biri kendi bacağõndan asõlacak koyunlar olmayõ mõ, sosyal devletin dayanõlmaz ik- tidar gücünü mü? Hak arama özgürlüğüne güvenmeyenlerin kan davasõnõ mõ, kişi- sel öç ve rövanş için hukuk devletini yok etmeyi göze alanlarõ mõ? Hukuk zengin- lere farklõ kurallar uyguluyor ise devlet bunun neresinde? Eşitlik, adalet, hakka- niyet hukuk kitaplarõnda okutulan ma- sallar mõ? Ya laiklik? Dini siyaseten kullanmak isteyenlerle gerçek dinciler arasõndaki bir kavga mõ? Bu tür sorularõ yanõtlamak zor değil. Yeniden keşfetmeye gerek yok. Kuzey- batõ Avrupa ülkeleri çoktan sosyal dev- leti gerçekleştirmiş, kişiler sağlõk ve yaşlõlõk konusunda devletin güvencesi al- tõndalar. Kimse yaşlõlõğõmda evladõm beni kapõ önüne koyar mõ endişesinde de- ğil. Din ile devlet işleri 17. yüzyõldan be- ri ayrõlmõş. Kimse Hõristiyanõn õlõmlõsõ- nõ aramõyor. Şimdi Batõlõ devletlerde, hu- kuk devleti ya da hukukun üstünlüğü çok- tan gerçekleşmiş. Laiklik mi sekülerlik mi daha iyi diye bir endişe yok. Biz ne yapõyoruz? 86 yõl- dõr süren Cumhuriyetin niteliklerini tar- tõşõyoruz. Onun temellerini ve kurucusunu reddetmeye çalõşõyor kimileri. Kazançlarõ ne olacak? Güç ve korku imparatorluğu. İtaat ve sadakat. Eleştiriye tahammülü ol- mayanlarõn en sevdiği yol. O zaman biz ne olacağõz? Teb’a (sadõk kul). Tabi olanlar ilahi gücün kendilerine verdikle- ri ile yetinmek zorundadõr. Tõpkõ borç ba- tağõnda kafa tutan yöneticilerimiz gibi. İçeride ceberrut dõşarõda mülayim devlet nerede görülmüştür? Tüm bu sözler size afaki geliyor ise da- ha açõk olalõm. İçeride; korku yerine sevgiyi, sadaka yerine sosyal devleti, geç- mişin intikamõ yerine, bu günün değer- lerine sahip çõkmayõ, çõkarõnõz aksini gerektirse bile olmasõ gerekeni yapmayõ, dõşarõda ise devletin ve vatandaşõn onu- runu ve güvenini korumayõ hedefleyin. Tüm bunlarõ yapõn ki, hukuk, siyaset, top- lum yozlaşmasõn. Sosyal Hukuk Devleti mi Zorba Devlet mi?.. Prof. Dr. Işıl ÖZKAN Kuzeybatõ Avrupa ülkeleri çoktan sosyal devleti gerçekleştirmiş, kişiler sağlõk ve yaşlõlõk konusunda devletin güvencesi altõndalar. Kimse “yaşlõlõğõmda evladõm beni kapõ önüne koyar mõ” endişesinde değil. Din ile devlet işleri 17. yüzyõldan beri ayrõlmõş. Kimse Hõristiyanõn õlõmlõsõnõ aramõyor. Şimdi Batõlõ devletlerde, hukuk devleti ya da hukukun üstünlüğü çoktan gerçekleşmiş. SAYFA CUMHURİYET 7 OCAK 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Doğu Sorunu’ ve Büyük Güçler... “Doğu Sorunu” denilince Batõlõ devletler ne anlamakta- dõr? Batılı devletlerin (ABD ve AB) hedeflerinde “Doğu Sorunu”nu yeniden canlan- dõrma düşü yatmakta mõdõr? Bu soruyu yanõtlamadan önce, yakõn tarihte “Doğu Soru- nu”nun ne anlama geldiğini ve Batõlõ Güçlerin, bu sorunu na- sõl çözüme kavuşturduklarõnõ iyice algõlayabilmek gerekir. 19. yüzyõlda Osmanlõ Dev- leti’nin Avrupa’daki toprak- larõnõn teker teker elinden çõk- masõ, Büyük Güçlere (İngil- tere, Fransa, Rusya ve Avus- turya) Osmanlõ’nõn ganimeti- ne el koyma yolunu açmõştõ. İşte, Batılı Güçlerin, Os- manlı’nın topraklarına el koyabilmek amacıyla, ara- larında yürüttükleri diplo- masi düellosunun özeti ve özünü, Batılı tarihçiler ve ya- zarlar “Doğu Sorunu” ola- rak isimlendirmekteydi. 19. yüzyõlõn ilk yarõsõnda Osmanlõ İmparatorluğu’na karşõ ayaklanan Sõrplarõ (1804- 1817) ve Yunanlõlarõ (1821- 1829); aynõ yüzyõlõn ikinci yarõsõnda, Eflak-Boğdanlõlar (1856-1866), yeniden Sõrplar ve Karadağlõlar (1856-1867), Giritliler (1866-1869), Bul- garlar (1867-1876), Bosna- Hersekliler (1875) ile Sõrplar (1876) ve Karadağlõlar (1876) izlemiş ve tüm bu ayaklan- malarõn sonucunda, söz ko- nusu halklar Osmanlõ’dan ön- ce özerkliklerini, daha sonra da tam bağõmsõzlõklarõnõ elde et- mişti. Balkan buhranı 19. yüzyõlda Osmanlõ’ya karşõ yer alan ayaklanmalarõn sonuncusunu 1875-78 Balkan Buhranõ oluşturmuş; bu buh- ranõn sonucunda Sõrbistan, Karadağ ve Romanya bağõm- sõzlõklarõnõ kazanmõş; Bulga- ristan’da da yeni bağõmsõz bir devletin temelleri atõlmõştõ. Öte yandan, Bosna ve Her- sek’in de facto Habsburg yö- netimine devredilmesiyle, ge- lecekteki 20 yõl boyunca, içten içe kaynayacak olan Avus- turya-Sõrbistan rekabetinin to- humlarõ da atõlmõş oluyordu. Avusturya ile Sõrbistan ara- sõndaki bu çatõşma, dünyayõ kana bulayacak olan Birinci Dünya Savaşõ’nõn patlak ver- mesine neden olmuştu. Niçin şimdi “Doğu Soru- nu”nu yeniden gündeme ge- tirdim?.. Bir devletin yönetimi güç- süzleşirse ve karşõ karşõya kal- dõğõ yaşamsal sorunlarõ çöze- bilmede yetersizlik ve istik- rarsõzlõk gösterirse, yabancõ devletler, anõnda bu güçsüz- lüğü ve yetersizliği algõlar ve ona göre tutumlarõnõ ve poli- tikalarõnõ belirlerler. Gündeme gelmemeli Ülkemiz, kanõmca, böyle bir dönemden geçmektedir. Osmanlõ’nõn 19. yüzyõlõn ikin- ci yarõsõnda ve 20. yüzyõlõn başlarõnda düştüğü âciz duru- ma düşmemek için, kendimi- zi bir an önce toparlamamõz ve Batõlõ devletler nezdinde “Do- ğu Sorunu”nun yeniden gün- deme getirilmesini önleme- miz gerekmektedir. Türkiye, 21. yüzyılda la- iklikten, demokrasiden, cumhuriyetçilikten ve Ata- türk ilkelerinden kesinlikle ödün veremez! Bu kavram- lardan herhangi birinde ödün verdiği takdirde, Batõ’nõn gö- zünde yeniden “Doğu Soru- nu” canlanabilecek ve Batõlõ Güçler, bu kez Türkiye Cum- huriyeti’ni parçalama ve onun ganimetine el koyma savaşõ- mõnõ başlatabilecektir. Devletimiz, iç ve dõş politi- kasõnda, tümüyle kendi öz- gür iradesini yansõtan ve ken- di ulusal çõkarlarõ doğrultu- sunda “tam bağımsız” bir çizgi izlemelidir. Bilindiği gibi, Osmanlõ Dev- leti, 19. yüzyõlõn sonlarõnda ar- tõk kendi kaderini saptayacak kararlarõ tek başõna alama- yan; her atacağõ adõmda Batõ- lõ Büyük Güçlere danõşma ge- reksinmesini duyan bir devlet konumuna indirgenmişti. (1) Yeniden bu duruma düş- meyi hangi hükümet isteye- bilir?.. İşte, Osmanlõ’nõn ge- çen yüzyõlda düşmüş olduğu bu duruma düşmemek için, Atatürkümüzün, Cumhuriye- tin ilanõ ertesinde çizmiş ol- duğu yoldan hiçbir şekilde sapmamak, o büyük insanõn oluşturmuş olduğu devrimle- ri hiçbir zaman göz ardõ et- memek ve “tam bağımsızlık” yolunda hiçbir ödün vermek- sizin azimle ve inatla yürümek gerekir. Ümitlerle dolu yeni bir yı- la girerken ülkemizi yöne- tenlere ve ileride yönetecek- lere saygıyla duyurulur! ——— 1) 1877-1878 Osmanlõ-Rus Savaşõ öncesinde, Osmanlõ Dev- leti, İngiltere’ye danõşmadan hiçbir konuda Rusya ile doğru- dan ilişkide bulunmamõştõ. Doç. Dr. Hüner TUNCER Yeniden bu duruma düşmeyi hangi hükümet isteyebilir?.. İşte, Osmanlõ’nõn geçen yüzyõlda düşmüş olduğu bu duruma düşmemek için, Atatürkümüzün, Cumhuriyetin ilanõ ertesinde çizmiş olduğu yoldan hiçbir şekilde sapmamak, o büyük insanõn oluşturmuş olduğu devrimleri hiçbir zaman göz ardõ etmemek ve “tam bağõmsõzlõk” yolunda hiçbir ödün vermeksizin azimle ve inatla yürümek gerekir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle