Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
EVET / HAYIR
OKTAY AKBAL
Şu, Genel Yayın
Müdürlüğü!..
Hürriyet’in genel yayın müdürü değişti.
Milliyet’in genel yayın müdürü de değişti.
Akşam’ınki de bir süre önce değişmişti... Şimdi
bu gazetelere yeni genel müdürler aranıyor.
Bulunuyor mu? Yoksa onlar da kısa sürede
değiştirilecek mi?
Genel yayın müdürü ya da müdürlüğü ya da
yönetmenliği!.. Nedir?
Ellilerde, altmışlarda böyle bir görev, böyle
bir önemli makam yoktu. Yalnız yazıişleri
müdürleri vardı. O da “mesul müdür”dü, yani
gazetenin yönetiminden yasalar karşısında
sorumlu olan kişi!..
Sorumluluk taşıyan yazıişleri müdürleriydi.
Genel müdür diye bir şey yoktu! Olsa olsa
gazetelerin idare müdürleri, muhasebe
müdürleri vardı.
Genel yayın müdürlüğü, gazeteciliğe adım
atan kişinin varmak istediği en üst yer!.. Kimi, o
koltukta Ertuğrul Özkök gibi yirmi yıl oturur,
kimi de birkaç yılda çeker gider ya da
gönderilir. Nereye mi? Köşe yazarlığına!..
Kolay bir iştir köşe yazarlığı! Herkes kendini
yazar sandığından her gün ya da haftada
birkaç gün alır kalemi bir şeyler çiziktirir.
Kimileri, iktidarda kim varsa onun
övgücülüğünü yaparak geçinir, kimileri de
aklının erdiği ermediği kadar kendisine verilen
köşeyi doldurmaya çalışır...
Geçen gün Hasan Cemal Cumhuriyet’e nasıl
genel müdür olduğunu yazdı. Ertuğrul Özkök
de genel müdürlük olayını kendi açısından
okurlarına anlattı, daha da anlatacağa benzer.
Ne de olsa o da köşe yazarı artık!..
“Cumhuriyet”in başyazarı Nadir Nadi Bey’e
sormuştum, bu genel müdürlük olayını... O
günlerde Oktay Kurtböke, bu görevden
ayrılmıştı. Yeni bir kişi aranıyordu. Nadir Bey’le
odasında konuşurken “Sen şu üç isimden
hangisini yeğliyorsun” diye sormuştu. Hasan,
Ankara’da temsilciydi, öteki aday da gazetenin
yazıişleri müdürüydü. Bir de ünlü bir başka isim
vardı, tanınmış bir gazete yazarı... Ben Hasan’ı
değil de, o günlerin yazıişleri müdürü olan
Orhan Erinç’in daha uygun olacağını
söylemiştim. Doğrusu ya Hasan Cemal’i böyle
bir göreve yakıştıramıyordum. Deneyimsizliği,
hırslılığı öne çıktığı için. Hatta kendisine daha
işin başında “Sen vazgeç gazeteci olmaktan,
git Hariciye’ye gir, günün birinde elçi de
olursun, gazetecilik sana göre değil”
demiştim...
Cumhuriyet’in yazıişleri müdürü Cevat
Fehmi Başkut’un yükseköğrenimli olmaması,
o günlerde kabul edilen basın yasasına göre
“sorumlu bir müdür” olarak kalmasını
önlüyormuş. Nadir Bey, yılların usta gazetecisi
Cevat Fehmi Bey’i genel yayın müdürü
atayarak durumu kurtarmış! Sorumlu
müdürlüğe de yükseköğretimden geçmiş
başka bir arkadaş getirilmiş...
Nadir Nadi Bey’in icat ettiği bir yüksek görev
bu genel yayın müdürlüğü! Olsa olsa
“gazetenin bir çeşit amiri”, ama gerçek sorumlu
o gazetenin yazıişleri müdürü, mahkemelere
koşan, gerekirse ceza alan, o!..
Son günlerde bu genel müdürlüğü lafı
ortalıkta sık sık dolaştığı için, bu konuda bir
kısa aydınlatma iyi olur, diye düşündüm.
Bilmem iyi mi ettim?
PENCERE
Tarihin Seyrine mi
Bakacağız?..
“Enel Hak”, yani “Ben Hakk’ım” diyen Hal-
lac-ı Mansur’a biri sormuş:
- Mademki Allah olduğunu söylüyorsun, niçin
namaz kılıyorsun?..
Hallac:
- Değerimizin, demiş, ne kadar olduğunu
biliyoruz da ondan...
Eskiden sokaklarda, elinde bir yay ve
tokmakla dolaşan adamlar görülürdü; bunlar
evlere bakarak bağırırlardı:
- Hallaç!..
Tıkızlaşan yorgan ya da yatakların yün veya
pamuklarını atarlardı...
Mansur’un babası da hallaç imiş, 9’uncu
yüzyılın ortasında bir oğlu olmuş...
Ünlü mutasavvıf Mansur’a “Hallac-ı Esrar” da
denir; öğretisine “Hallaciye” adı verilmiş...
Hallac’a demişler ki:
- Bize bir öğüt ver!..
Mansur yanıtlamış:
- Nefsine dikkat et!.. Sen onu Allah’a kul
etmezsen, o Allah’ı dışlayıp seni kendine kul
eder...
Hallac-ı Mansur “Enel Hak” dediği için
şeriata kurban edildi; bu acımasız son onun
istediği bir şeydi...
Ne diyordu:
“Öldürün beni ey sadık dostlarım
Zira öldürmek yaşatmaktır beni
Hayatım ölümümdedir benim
Ölümüm de hayatımda”
Hallac softa, yobaz, egemen takımı
tarafından önce kırbaçlandı, ardından kolları
bacakları kesildi, asılarak halka seyrettirildi,
başı kesildikten sonra yakılarak külleri havaya
savruldu...
Aristo ile Heraklit, felsefenin doğuşunda
mantığın peşrevini yaparlar; biri ‘an’ın gerçeğini
yakalamaya çabalar; ikincisi sürecin
gerçekliğini diyalektikle dile getirmeye çalışır.
Hallac-ı Mansur diyalektik düşünce
kapsamında evrenin gizemini çözmeye
yönelirken, insanın tanrılaşıp tanrının
insanlaştığı sonsuz süreçte evrenin birliğini ve
bütünlüğünü sezebilen bir Müslümandı...
Özgür düşünmenin bedelini hayatıyla
ödemeyi de bilinçle göze almıştı...
İnsan, tanrı ile hesaplaşmaya çabalarken
kimi zaman “Enel Hak” der, kimi zaman da aklı
kulluğun hiçliğine dönüşür...
Hallac-ı Mansur’un felsefesine çoğu Bektaşi
fıkrasında rastlamak doğaldır!.. Alevinin
Sünniden farkını tohumlayan düşünce
biçiminin kökenleri İslam tarihinin derinliklerine
iner...
Bugün Müslüman coğrafyasında yaşananlar,
inanç, akıl, eleştiri, hoşgörü gibi iç içe
kavramlar dünyasında geçerli hoyratlığın
ürünlerini sergiliyor...
Anadolu İslamı bu hoyratlıktan kendisini
sakınabilirse başarısı çok büyük olacak!..
Bugün insanlık, uygarların çıkarları, hırsı ve
zulmüyle donanmış emperyalizm ile ilkellerin
acımasız şeriatı arasındaki savaşı seyrediyor...
“Enel Hak” diyen Hallac-ı Mansur’un kanla
aptes aldığı yaygın bir tevatürdür...
Ama, günümüzde emperyalizm
Müslümanlara kanla aptes aldırıyor...
Tarihin coğrafyasında Hıristiyan ile İslam
dünyaları arasındaki tek özel rejim Anadolu
laikliğiyle yerli yerine oturmuştu.
Şimdi bu özellik elimizden gitti gidecek...
Peki, biz yaşadığımız güncel tarihe yabancı
gibi bakıp, yazgımıza mum mu yakacağız?..
(10 Eylül 2006 tarihli yazısı)
H
ukuk devleti, idare edilen-
lere hukuk güvenliği sağla-
yan adaletli düzeni ifade
eder. Hukuk devletinin ol-
mazsa olmazlarõ; devlet yö-
neticilerinin hukuka saygõlõ olmalarõ, te-
mel insan haklarõnõn güvence altõna alõn-
masõ, yasama ve yürütmenin işlemlerinin
bağõmsõz yargõ denetimine tabi olmasõdõr.
Anayasanõn 125. maddesine göre idare-
nin her türlü eylem ve işlemi yargõ de-
netimine tabidir. 1924 Teşkilatõ Esasiye
Kanunu’nda yer almayan sosyal devlet il-
kesi ise 1961 ve 1982 anayasalarõnda yer
almõştõr. Bu ilke vatandaşõn sosyal du-
rumu ve refahõ ile devletin ilgilenmesi an-
lamõna gelir. Devlet ulusal gelirin top-
lumda adaletli dağõlõmõ için gerekli ikti-
sadi tedbirleri almak, bireyin insan hay-
siyetine yakõşõr, asgari yaşam düzeyini
sağlamak zorundadõr. İnsan haklarõ ge-
nellikle koruyucu haklar, isteme haklarõ,
katõlma haklarõ olarak üçe ayrõlõr. Her bir
hak için AİHM’ye başvuru hakkõ bulun-
maktadõr.
Birinci kuşak, koruyucu haklar içinde
yer alan özel hayatõn gizliliği ve korun-
masõ hakkõ, anayasanõn 20. maddesinde
ve Avrupa İnsan Haklarõ Sözleşmesi’nin
8. maddesinde koruma altõna alõnmõştõr.
Ayrõca AİHS 9. maddesi düşünce, vicdan
ve din özgürlüğü, 10. maddesi ifade öz-
gürlüğü ile ilgilidir. 8. maddenin 2. fõk-
rasõ özel hayatõn gizliliğinin korunmasõ-
nõn sõnõrlarõnõ belirlemektedir. Bu hak an-
cak kamu güvenliği, kamu düzeni, eko-
nomik refah, suç işlenmesinin önlen-
mesi, sağlõk, ahlak veya başkalarõnõn
hak ve özgürlüklerinin korunmasõ için sõ-
nõrlandõrõlabilir. Bu sõnõrlamalarõn yasayla
konulmasõ ve demokratik bir toplumda
zorunlu olan ölçüde olmasõ gerekir.
Özel hayatın korunması
Yukarõda sözü edilen haklarõn her bi-
ri bağõmsõz görünse de, 20. yüzyõlõn te-
melini oluşturan laik, sosyal hukuk dev-
letinin oluşmasõnda önemli rol oynar.
AİHS 8. madde ile korunan özel hayatõn
korunmasõ ve konut dokunulmazlõğõnõn
telefon ve ortam dinlenmesi yoluyla kõ-
sõtlanmasõ, kişilerin düşünceyi ifade öz-
gürlüğünü kõsõtlamanõn en iyi yöntemidir.
Hatta düşünmeyi tehlikeli sayan bu gö-
rüş, bireyi madde bağõmlõlõğõndan öte teh-
ditlere maruz bõrakmaktadõr.
Hollywood yapõmõ filmler ve marka
merakõ, kişiyi tekdüzeleştirmekte, dü-
şünmekten yoksun insanlar dinlenme
korkusu altõnda zihinsel ve maddi yönden
fakirleşmektedir. Bugün ülkemizde
1930’lu yõllarda faşizmin ayak seslerini
duyan ve buna tepki göstererek ABD’ye
kaçan Frankfurt Okulu (Toplumsal Araş-
tõrmalar Enstitüsü) mensubu çoğu Yahudi
kökenli aydõnlarõn endişelerini yaşa-
maktayõz. Özgürlükten kaçõşõ irdeleyen
Erich Fromm, otoriter kişiliğin ortaya
çõkõşõnõ sorgulayan Adorno ve “Tek
Boyutlu İnsan”õ yazan Marcuse sinsi-
ce gelişmekte olan oluşumun farkõnday-
dõ. Yaptõklarõ tüm deneysel çalõşmalar Al-
man halkõnõn otoriteye “uyum” konu-
sundaki eğilimini açõkça gösteriyordu.
Psiko-sosyal çalışmalar
Diğer yandan 1929 yõlõnda Fransa’da
kurulan tarihçi okulun çõkardõğõ derginin
adõnõ taşõyan “Annales Okulu” yazarlarõ
Braudel, Febvre, Bloch, Foucault ve di-
ğerleri disiplinlerarasõ bir tarih felsefesi
yaratmaya çalõşmõştõr. Bu okul tarih bi-
limi ile toplum bilimlerini birleştirmeye
çalõşmõş, sosyo-ekonomik ve sosyo-kül-
türel tarihi siyasi tarih ile birleştirmiştir.
Bugün Türkiye’de geç olsa da bu tür ta-
rihi ve psiko-sosyal çalõşmalarõn yapõl-
masõ için bir çaba gösterilmesi zorunlu ha-
le gelmiştir. Kurulacak bir enstitü, kişi-
lerin ve toplumun sosyal davranõş norm-
larõnõ tarihsel açõdan inceleyerek, sosyal
ve ekonomik gereksinimlere uygun norm-
larõ belirlemede yardõmcõ olacaktõr. Ki-
şilerin kimlik özellikleri ile toplum kim-
liği konusundaki ilişkiler araştõrõlmalõdõr.
Yoksa bizim toplumumuz gerçekleri
görmemek için kaçan göçebe bir top-
lumdan başka bir şey değil midir? Bakõp
görmeyen gözler ve görüp sesini çõkar-
mayan sindirilmiş aydõn arasõndaki ile-
tişim sorunu çözümlenmeli, “uyum”
adõ altõnda bastõrõlmõş ya da akõllaştõrõl-
mõş tarihi kazanõmlar ve suçluluk duy-
gularõ açõğa çõkarõlmalõdõr. Bir yanda
duygu ve ahlak çöküntüsü içinde etiğe sõ-
ğõnan aydõnlar, diğer yanda maddi çõkarlar
ve inandõklarõnõ sandõklarõ ütopyalar için
gerçeklere gözünü kapatmõş ikinci dün-
yalõlar bu topluma ne kazandõrabilir?
Avrupa’da 1648 Westfalya Barõş An-
tlaşmasõ ile kurulan ulus-devlet kamu adõ-
na bireyin davranõşlarõnõ kontrol altõna
alabiliyordu. Jandarma devletin bir diğer
görevi merkantilist ekonomik politikalarõ
uygulamak idi. Foucault modern çağda
meydana gelen “yola getirici iktidar”,
“toplumsal denetimde gözetim tekni-
ği”ne dikkati çekmiştir.
Aydõnlanma filozoflarõ dünyanõn bü-
yüsünü bozarak, aklõn egemen olduğu bir
düzeni kurmak için kanunlaştõrmayõ bir
araç olarak gördüler. Hayek, oluşan ka-
nun (nomos) ile yapõlan kanuna (thesis)
örnek olarak, adil davranõş kurallarõ ile or-
ganizasyon kurallarõ ayrõmõndan söz
eder. Ona göre “demokratik hükümet”
diye adlandõrõlan şey, çoğunluğun görü-
şüne değil, hükümetin özel yararlar -bir
tür rüşvet- bahşederek desteğini satõn al-
mak zorunda olduğu baskõ gruplarõnõn çõ-
karlarõna hizmet etmesidir. Aksi halde ta-
raftarlarõnõ muhafaza edemez. Önemli
olan özgürlüğün disiplinidir. İnsan en çok
kendi arzularõna karşõ medenileşmiştir.
Demokrasi hiçbir zaman çoğunluğun sõ-
nõrlanmamõş iradesinin yönetimi anlamõna
gelmez.
20. yüzyõlda gelişen Kelsen’in poziti-
vist hukuk anlayõşõ ve doğal hukuk ku-
ramõndan farklõlõklarõ yanõnda sosyolojik
hukuk akõmõ ile birey ön plana çõkmõş, bi-
reyin -hatta- devlete karşõ korunmasõ
yollarõ modern anayasalara girmiştir.
Postmodernizm olarak da adlandõrõlan kü-
reselleşme evresinde ise hem devletlerin
hem de bireyin uluslar ötesi bağõmlõlõğõ-
na çözüm getirecek normlara gereksinim
duyulmaktadõr. Habermas hukuk ala-
nõnda rasyonaliteye yönelir, hukuk ile
ekonomi ve devlet ilişkilerine odaklanõr,
para ve siyasal güç kullanõmõnõn ku-
rumlaşmasõndan söz eder. Tacir devlet,
kazanca yönelirken, kişiler arasõnda hak-
ça dağõtõm ve adalet sürecine katkõda bu-
lunmalõdõr. Güç, adaletin yerine geçti-
ğinde ortada devlet kalmaz.
Bu durumda tutunamayanlar devleti ey-
lemsel güçleriyle zora sokabilir. Tutu-
nacak bir dal bulmak için her şeyi göze
alan ve devletine güvenemeyen çaresiz-
lerin sorunlarõ aşõlmadõkça, otoriter ve
korku salõcõ öğeler kendiliğinden etkisiz
hale gelebilir.
Hak arama özgürlüğü
Lacan’õn savunduğu yönlendirici kişi-
sel arzuyu; dinleme ve elde edilen bilgi-
leri açõklama tehdidiyle alt etmek müm-
kün müdür? Hangisini yeğlersiniz? Her
biri kendi bacağõndan asõlacak koyunlar
olmayõ mõ, sosyal devletin dayanõlmaz ik-
tidar gücünü mü? Hak arama özgürlüğüne
güvenmeyenlerin kan davasõnõ mõ, kişi-
sel öç ve rövanş için hukuk devletini yok
etmeyi göze alanlarõ mõ? Hukuk zengin-
lere farklõ kurallar uyguluyor ise devlet
bunun neresinde? Eşitlik, adalet, hakka-
niyet hukuk kitaplarõnda okutulan ma-
sallar mõ? Ya laiklik? Dini siyaseten
kullanmak isteyenlerle gerçek dinciler
arasõndaki bir kavga mõ?
Bu tür sorularõ yanõtlamak zor değil.
Yeniden keşfetmeye gerek yok. Kuzey-
batõ Avrupa ülkeleri çoktan sosyal dev-
leti gerçekleştirmiş, kişiler sağlõk ve
yaşlõlõk konusunda devletin güvencesi al-
tõndalar. Kimse yaşlõlõğõmda evladõm
beni kapõ önüne koyar mõ endişesinde de-
ğil. Din ile devlet işleri 17. yüzyõldan be-
ri ayrõlmõş. Kimse Hõristiyanõn õlõmlõsõ-
nõ aramõyor. Şimdi Batõlõ devletlerde, hu-
kuk devleti ya da hukukun üstünlüğü çok-
tan gerçekleşmiş.
Laiklik mi sekülerlik mi daha iyi diye
bir endişe yok. Biz ne yapõyoruz? 86 yõl-
dõr süren Cumhuriyetin niteliklerini tar-
tõşõyoruz. Onun temellerini ve kurucusunu
reddetmeye çalõşõyor kimileri. Kazançlarõ
ne olacak? Güç ve korku imparatorluğu.
İtaat ve sadakat. Eleştiriye tahammülü ol-
mayanlarõn en sevdiği yol. O zaman biz
ne olacağõz? Teb’a (sadõk kul). Tabi
olanlar ilahi gücün kendilerine verdikle-
ri ile yetinmek zorundadõr. Tõpkõ borç ba-
tağõnda kafa tutan yöneticilerimiz gibi.
İçeride ceberrut dõşarõda mülayim devlet
nerede görülmüştür?
Tüm bu sözler size afaki geliyor ise da-
ha açõk olalõm. İçeride; korku yerine
sevgiyi, sadaka yerine sosyal devleti, geç-
mişin intikamõ yerine, bu günün değer-
lerine sahip çõkmayõ, çõkarõnõz aksini
gerektirse bile olmasõ gerekeni yapmayõ,
dõşarõda ise devletin ve vatandaşõn onu-
runu ve güvenini korumayõ hedefleyin.
Tüm bunlarõ yapõn ki, hukuk, siyaset, top-
lum yozlaşmasõn.
Sosyal Hukuk Devleti mi Zorba Devlet mi?..
Prof. Dr. Işıl ÖZKAN
Kuzeybatõ Avrupa ülkeleri çoktan sosyal devleti gerçekleştirmiş, kişiler
sağlõk ve yaşlõlõk konusunda devletin güvencesi altõndalar. Kimse
“yaşlõlõğõmda evladõm beni kapõ önüne koyar mõ” endişesinde değil. Din ile
devlet işleri 17. yüzyõldan beri ayrõlmõş. Kimse Hõristiyanõn õlõmlõsõnõ
aramõyor. Şimdi Batõlõ devletlerde, hukuk devleti ya da hukukun üstünlüğü
çoktan gerçekleşmiş.
SAYFA CUMHURİYET 7 OCAK 2010 PERŞEMBE
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
‘Doğu Sorunu’ ve Büyük Güçler...
“Doğu Sorunu” denilince
Batõlõ devletler ne anlamakta-
dõr? Batılı devletlerin (ABD
ve AB) hedeflerinde “Doğu
Sorunu”nu yeniden canlan-
dõrma düşü yatmakta mõdõr?
Bu soruyu yanõtlamadan önce,
yakõn tarihte “Doğu Soru-
nu”nun ne anlama geldiğini ve
Batõlõ Güçlerin, bu sorunu na-
sõl çözüme kavuşturduklarõnõ
iyice algõlayabilmek gerekir.
19. yüzyõlda Osmanlõ Dev-
leti’nin Avrupa’daki toprak-
larõnõn teker teker elinden çõk-
masõ, Büyük Güçlere (İngil-
tere, Fransa, Rusya ve Avus-
turya) Osmanlõ’nõn ganimeti-
ne el koyma yolunu açmõştõ.
İşte, Batılı Güçlerin, Os-
manlı’nın topraklarına el
koyabilmek amacıyla, ara-
larında yürüttükleri diplo-
masi düellosunun özeti ve
özünü, Batılı tarihçiler ve ya-
zarlar “Doğu Sorunu” ola-
rak isimlendirmekteydi.
19. yüzyõlõn ilk yarõsõnda
Osmanlõ İmparatorluğu’na
karşõ ayaklanan Sõrplarõ (1804-
1817) ve Yunanlõlarõ (1821-
1829); aynõ yüzyõlõn ikinci
yarõsõnda, Eflak-Boğdanlõlar
(1856-1866), yeniden Sõrplar
ve Karadağlõlar (1856-1867),
Giritliler (1866-1869), Bul-
garlar (1867-1876), Bosna-
Hersekliler (1875) ile Sõrplar
(1876) ve Karadağlõlar (1876)
izlemiş ve tüm bu ayaklan-
malarõn sonucunda, söz ko-
nusu halklar Osmanlõ’dan ön-
ce özerkliklerini, daha sonra da
tam bağõmsõzlõklarõnõ elde et-
mişti.
Balkan buhranı
19. yüzyõlda Osmanlõ’ya
karşõ yer alan ayaklanmalarõn
sonuncusunu 1875-78 Balkan
Buhranõ oluşturmuş; bu buh-
ranõn sonucunda Sõrbistan,
Karadağ ve Romanya bağõm-
sõzlõklarõnõ kazanmõş; Bulga-
ristan’da da yeni bağõmsõz bir
devletin temelleri atõlmõştõ.
Öte yandan, Bosna ve Her-
sek’in de facto Habsburg yö-
netimine devredilmesiyle, ge-
lecekteki 20 yõl boyunca, içten
içe kaynayacak olan Avus-
turya-Sõrbistan rekabetinin to-
humlarõ da atõlmõş oluyordu.
Avusturya ile Sõrbistan ara-
sõndaki bu çatõşma, dünyayõ
kana bulayacak olan Birinci
Dünya Savaşõ’nõn patlak ver-
mesine neden olmuştu.
Niçin şimdi “Doğu Soru-
nu”nu yeniden gündeme ge-
tirdim?..
Bir devletin yönetimi güç-
süzleşirse ve karşõ karşõya kal-
dõğõ yaşamsal sorunlarõ çöze-
bilmede yetersizlik ve istik-
rarsõzlõk gösterirse, yabancõ
devletler, anõnda bu güçsüz-
lüğü ve yetersizliği algõlar ve
ona göre tutumlarõnõ ve poli-
tikalarõnõ belirlerler.
Gündeme gelmemeli
Ülkemiz, kanõmca, böyle
bir dönemden geçmektedir.
Osmanlõ’nõn 19. yüzyõlõn ikin-
ci yarõsõnda ve 20. yüzyõlõn
başlarõnda düştüğü âciz duru-
ma düşmemek için, kendimi-
zi bir an önce toparlamamõz ve
Batõlõ devletler nezdinde “Do-
ğu Sorunu”nun yeniden gün-
deme getirilmesini önleme-
miz gerekmektedir.
Türkiye, 21. yüzyılda la-
iklikten, demokrasiden,
cumhuriyetçilikten ve Ata-
türk ilkelerinden kesinlikle
ödün veremez! Bu kavram-
lardan herhangi birinde ödün
verdiği takdirde, Batõ’nõn gö-
zünde yeniden “Doğu Soru-
nu” canlanabilecek ve Batõlõ
Güçler, bu kez Türkiye Cum-
huriyeti’ni parçalama ve onun
ganimetine el koyma savaşõ-
mõnõ başlatabilecektir.
Devletimiz, iç ve dõş politi-
kasõnda, tümüyle kendi öz-
gür iradesini yansõtan ve ken-
di ulusal çõkarlarõ doğrultu-
sunda “tam bağımsız” bir
çizgi izlemelidir.
Bilindiği gibi, Osmanlõ Dev-
leti, 19. yüzyõlõn sonlarõnda ar-
tõk kendi kaderini saptayacak
kararlarõ tek başõna alama-
yan; her atacağõ adõmda Batõ-
lõ Büyük Güçlere danõşma ge-
reksinmesini duyan bir devlet
konumuna indirgenmişti. (1)
Yeniden bu duruma düş-
meyi hangi hükümet isteye-
bilir?.. İşte, Osmanlõ’nõn ge-
çen yüzyõlda düşmüş olduğu
bu duruma düşmemek için,
Atatürkümüzün, Cumhuriye-
tin ilanõ ertesinde çizmiş ol-
duğu yoldan hiçbir şekilde
sapmamak, o büyük insanõn
oluşturmuş olduğu devrimle-
ri hiçbir zaman göz ardõ et-
memek ve “tam bağımsızlık”
yolunda hiçbir ödün vermek-
sizin azimle ve inatla yürümek
gerekir.
Ümitlerle dolu yeni bir yı-
la girerken ülkemizi yöne-
tenlere ve ileride yönetecek-
lere saygıyla duyurulur!
———
1) 1877-1878 Osmanlõ-Rus
Savaşõ öncesinde, Osmanlõ Dev-
leti, İngiltere’ye danõşmadan
hiçbir konuda Rusya ile doğru-
dan ilişkide bulunmamõştõ.
Doç. Dr. Hüner TUNCER
Yeniden bu duruma düşmeyi hangi hükümet isteyebilir?..
İşte, Osmanlõ’nõn geçen yüzyõlda düşmüş olduğu bu duruma
düşmemek için, Atatürkümüzün, Cumhuriyetin ilanõ
ertesinde çizmiş olduğu yoldan hiçbir şekilde sapmamak, o
büyük insanõn oluşturmuş olduğu devrimleri hiçbir zaman
göz ardõ etmemek ve “tam bağõmsõzlõk” yolunda hiçbir ödün
vermeksizin azimle ve inatla yürümek gerekir.