Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 EYLÜL 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET
• *
SAYFA
KULTUR 15
UYCARLIKLARIN İZİNDE. OKTAY EKİNCt
Ulusal kültürümüze kanat geren bilge mimanmızı 7 Eylül 1988'de yitirmiştik:
7
ıllar önce bir U1A (Uluslara-
rası Mimarlar Bırliği) top-
lantısı için Istanbul'a gelen
yabancı mimarlarla birlikte
kenti gezdigimizde. yanıl-
mıyorsam toplantıya Amerika'dan katı-
lan meslektaşımız şunu söylemişti:
" Bu denli zengin bir mimari mirasa sa-
hip olmanız ne kadar biiyiik bir şans!
Güzeli ve doğruyıı yakalayabilmek için
geleneksel mimariniz sizin en büyük yar-
duncınız olmalı..."
Yine aynı toplantıdaki gezıler sırasın-
da Istanbul'u kaplayan yeni binalann gü-
zeli ve dogruyu pek de yakalamadığını
gören o dönemin UIA Genel Başkanı
Rod Hackney ise bu görüntüden ister is-
temez eziklik duyan Türk mimarlannın
gönlünü şöyle alrruştı:
"Dünyanın her yerinde mimarinin ka-
litesini, aslmda müşterinin kalitesi beür-
liyor. Mimar, örnegin bir ressanı ya da
müzisyen gibi, sadece kendi istediği za-
man eser yaratamayaeağına göre, bina-
yı yaptıracakolan sipariş sa-
hibinin beklentileri de tasa-
nma yön veriyor. Doğnısu
İstanbul'da açıkça anlaşılı-
yor ki mimarlar. o eski kent
kültüriinün müşterilerini gj-
derek daha az buluyorlar—"'
Aynı zamanda bir tngilız
lordu olan Rod Hackney. gü-
nümüz mimarlığının tarih-
sel birikimlerimizden ve yö-
resel kimlikten bu denli ko-
puk olmasını işte böyle bir
kibarlık içinde eleştirirken.
her şeye rağmen yine mi-
marlann artık müşterilerin-
den önce 'kenti de gözetme-
leri' gerektiğini şu sözleriy-
le özetlemişti:
"Mimarlar, tasariadıklan
binalann o kentle bütünteşe-
ceğini ve sadece içinde yaşa-
yanlann değiL tüm kent hal-
kının onu görsel olarak da
kullanacağını işverenlere an-
latma göreviyle karşı karşı-
yalar_"
Acaba bu görev şimdiye
dek yeterince yerine getirile-
bilseydi ve ülkemiz mimar-
lannın müştenleri de biraz
daha fazla ımar hakkı ve
yüksek rant beklentileri ye-
rine tarihten gelen mimari
kimliğe uyumlu tasartmlara
değer verebilselerdi, yeni
üretilen binalann 'kültürel
bir süreküliği' de sağlayacak
şekılde çagdaş, ama özgün
çizgileri nasıl yaratılacaktı? Böylece Is-
tanbul'dakı ve diğer tüm tarihsel kentle-
rimizdeki Anadolu uygarhklannın 'sivîl
sentezT olan yerel mimari karakter, mo-
dern yaşamın gereksinmelerini de ku-
caklayarak geleceğe doğru nasıl sürdü-
rülecekti?..
3. binyılın eşiğinde ve özellikle top-
lumlann kültürel kimliklerini koruma
yönünde, deyim yerindeyse uluslararası
bir direnişe geçtikleri şu tek kutuplu tü-
Zeyrek'teki SSK'ye ait İhtiyariık Sigortası binasındaki tarihsel mimari çevreyle bütünleşen yöresel esintiler, Sedad Hakkı
Eldem'e 1986 yıiında Ağa Han Mimarhk Ödülii'nü de kazandınü. (Fotoğraflar: UĞUR GÜN YÜZ)
ugün mimarlanmız
arasında özellikle
yöresel kimliğin
sürdürülmesine yönelik
tarihe karşı duyarlı bir
tasanm arayışının giderek
yaygınlaştığına tanık
olabiliyorsak, bunda, aynı
uygarlık erdemini daha
1930'larda gündeme
getiren ve yaşamı boyunca
hem savunup hem de
uygulayarak öğreten
Sedad H. Eldem'in
büyüleyici etkisi oldukça
fazladır...
Gelenekten geleceğe
Sedad Hakkı Eldem.
Yüzyıla atılan duyarlı bir imza...
18 Ağustos 1908 de lstanbul da doğdu. Babası
Alişanzade tsmail Hakh Bey. dıplomat olduğu için
ilköğretimini Cenevre'de, ortaöğretimini Münih 'te
vapn. 1924 'te, aynı zamanda dayısı olan ünlü Türk
ressamı. arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey 'in
kurduğu Sanayi-i Nefise Mektebi 'nin_ (Güzel Sanatlar
Akademisi ve şimdiki Mimar Sinan üniversitesi)
Mimariık Bölümü ne girdi. 1928'debirincilikle mezun
olduktan sonra meslekyaşamımn ilkyıllanm Paris ve
Berlin'de,dönemin ünlü mimarlan Auguste Perret ve
Le Corbusıer 'le hirlikte çahşma olanağım da bulamk
geçirdi. 1931'deAnkara da cumhuriyetin ilk
vapılannı tasarlayan mımarlardan Mongeri nin
yamnda da çahştıktan sonra 1932'de Akademi'ye
aststan olarak girdı ve 1978 'de emekli oluncaya dek
aynı okulda hocalıkyaptı. I9i4'ie vine Akademi'de
"Milli Mimari Semineri "adlı araştırma kunımunu
kuntn Sedad Hakkı Eldem. 1943-1978yıllan
arasında, önce Eski Eserleri Koruma Encümeni.
ardından da Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar
Yüksek Kunılu nda değişik dönemlerde gö/vv vaptı.
1982'deSedad Simavi Mimariık ve Kent Düzenleme
Ödülü 'nü 1983 te Kültür Bakanlığı Biiyiik Sanat
ödülü 'nü ve 1986'dada Zeyrek 'teki SSK vapılanvla
Ağa Han Mimariık Ödülü nü aldı. 1988yı/ı 7
eylülünde 80yaşında ölen ve cumhuriyet dönemi
Türk mimarlığının en etktli hocası. araştırmacısı ve
uygulamacısı olarak tarihe geçen Sedad Hakkı Eldem
için lstanbul Ansiklopedisi 'ndeki tanıtım
makalesinde Doğan Kuban şöyle \azıwr. "Doğnısu
istenirse Eldem, îslam dünyasında, Hasan Fethi'den
çok önce mimaride kimlik konusunda gerçekten
başanlı sayılabilecek bir mimari üslupyaratan
mimar olarak savılmalıdır..."
ketim çağinda, bu sorulann mimarlık ve
şehircilik gündemindeki yeri daha bir
önem kazanıyor.
Omeğın Kültür Bakanbğı'nın geçen
yıllardadüzenlediği 'Gelenekten Gelece-
ğe Evimiz'başlıklı fikirprojesi yanşma-
sı da aynı arayışın ülkemizdeki bir örne-
ği olarak güncelliğıni koruyor.
Nitekim Mimarlar Odası'nca
1988'den bu yana her 2 yılda bir düzen-
lenen Ulusal Mimariık ÖdüUeri ve Ser-
gtsi'ne 1996 yılı ıçın belirlenen katılım
çağnsında da 'buluntılan bolgenin gele-
neksel mimari geleneğiyle uyumlu ve bu
gekneği zenginleştirerek sürdüren yeni
yapı ve konut projelerinin' tanıtılarak
özendirileceğı vurgulanıyor. Aslında,
bütün bu çabalar ve mimarlı|ımızın bu
ülkedeki zengin uygarlıkbirikimıne ya-
kışan bir kimlik içinde gelişmesine yö-
nelik arayışlar, hiç de öyle kimilerine gö-
re 'is, iştengeçti' bıle denilebildiği şu son
ytllann genlimı içinde başlamamıştı.
Daha 1930'lu yıllarda, yani henüz
kentlerimizın ve mımarlığımızın eşsiz
zarafetinin 'yık-yap-sat' sloganına san-
lan rant politikalannca tahrip edilmeye
başlaamasında bile neredeyse 20 yıl ka-
dar önce, Türkiye'deki çağdaş mimarinin
'ulusal bir kimtiği' sürdürmesı gerektiği,
cumhuriyetin o coşkulu döneminde gün-
deme getirilmişti.
Yüzyılın ikinci yansında ve özellikle
sonuna doğru. olacaklan sanki o yıllar-
dan görürcesine büyük bir kararlılık içe-
risinde ülkemiz mimarlığının gündemi-
ne getirilen bu tartışmanın
önderi ise Sedad Hakkı El-
dem'dı.
1928'de yüksek mimar
olarak mezun olduğu Güzel
Sanatlar Akademisi'ne
1932'de asistan olarak dön-
mesinin hemen ardından, yi-
ne Akademi bünyesinde
'Milli Mimari Semineri' adlı
tanhsel çalışmayı başlatmış-
tı. 1933'te gerçekleşen ve
ilerleyen yıllarda tTÜ'yü de
kucaklayarak yaygınlaşan
bu seminerdeki düşünceler.
1950'lere dek etkili olan ve
hemen her aşamasında yine
Sedad Hakkı Eldem'in ön-
derliği ve katkılan ile gelişen
'II. Ulusal Mimariık Döne-
mi' ürünlerinin de temelini
oluşturmuşru...
7 Eylül 1988'de 80 yaşın-
dayken yıtirdiğimiz ve gali-
ba Akademi'de en son bizim
kuşağın da eğitimine yön ve-
rerek 'yüzyüın mimariık ho-
cası' unvanına erişen Sedad
Hakkı Eldem, işte bu duyar-
lı bilgeliğı ve "ulusalkinıliği-
mizievrenseietaşıyan' ınanç-
lı çabalan ile yüceldi ve ef-
saneleşti.
Bugün, özellikle tstan-
bul'daki Osmanlı miman
kültüriinün üstün beğeni dü-
zeyini ve özgün plastik etki-
sini sürdürerek tasarladığı
binalanna bir kez daha bakıldığında,
kendisinin neden 'cumhuriyet dönemi-
ninen büyükTürkmiman' olarak kabul
edildiği çok daha çarpıcı bir şekilde an-
laşılıyor. Eldem'in bu yapıtlan ve yine
geleneksel eski evlerimizi belgeleyen bi-
limsel yayınlan ve tüm çalışmalan, son
yıllarda yoğunlaştığımız 'gelenekten ge-
leceğe çağdaş ve özgün mimari kimlik'
arayışımızın da onur duyduğumuz ılham
kaynağını oluşturuyor...
Yöreselliğin çağdaş yorumcusu...
Prof. DOĞAN KUBAN
Eldem'in vaptıklannı nesnel bir düzeyde
değerlendırecek kadar zaman henüz geçmedi.
Yapıtı üzennde yazı yazanlann büyük çoğun-
luğu, onu kışisel ilışkileri içinde degerlendi-
riyorlar. Özellikle benım gıbi kendisiyle uzun
süre bazı konularda ortak çalışmış olanlar için
nesnel değerlendırme daha da zor olabilir. Yi-
ne de Eldem'in Türk mimari sanatına katkısı
konusunda yargılanmın bir bölümü, genç ku-
şaklann değerlendirmelerine ışık tutabilir.
Eldem'in Türk mimarisi hakkındaki yargı-
lan, temelde sıvil mimari geleneğinin analizi-
ne dayanır. Bu doğru bir yaklaşımdır. Çünkü
Anadolu'ya yerleşen Türklerin yarattıklan en
özgün gelenek, "hayatlı e\" ve onun üzerine
kurulu konut geleneğidir. Eldem'in çağdaş bir
Türk mimari üslubu yaratma çabası da Türk
konut geleneğı ile modernızmin strüktüralist
ve indirgemeci eğiliminin sentezini oluşturma
şeklinde tanımlanabilir. Hemen hemen bütün
yapıtlannın cephelennde çatma evın anılannı
betonarme pilastr'lara yansıtmış üslup araştır-
malan vardır. Onu yıllarca pılastr'lı ve dikdört-
gen pencereli cephe eskizleri çizerken gör-
düm. Bunda saygıdeğer bir ustalığa enştiğini
de kabul etmek gerekir. Boğaziçi kıyılannda
onun yaptığı modern yalılarla ona benzeme-
ye çalışanlann yaptıklannı karşılaştmnca, El-
dem'in yapıtlanndaki oransal özgünlük ve in-
celmiş zevk hemen ortaya çıkar. Öte yandan
hıçbir zaman ıyi bir tasanm kalitesinin altına
düşmese de Edebiyat ve Fen Fakültesi gıbi bü-
yük boyutlu yapılannda geleneksel anıtsal mi-
manmize verilen referanslann, tek tek başan-
lı mekânlar ortaya koymuş olsalar bile temel
tasanm hatalan taşıdıklan kanısındayım. Bu-
nun ötesinde Eldem'in mimansınin kentsel
boyuru üzerinde kuşkulanm var. Daha doğnı-
su mimannin ötesinde kentsel boyutun onu
fazla ilgilendirdiğıni sanmıyorum. Bugün Is-
tacbul kentsel peyzajında Fen ve Edebiyat Fa-
kültesi. Adalet Sarayı, Çırağan Otelı gıbi ba-
zı yapılann Eldem gibı tarihe karşı çok duyar-
lı bir mımann karan olduğunu düşününce, ta-
nımı zor bir çelışkınin v arlığı yadsınamaz. Ka-
nımca bu Eldem'in kendi sanatına olan fazla
Bugünkü Swıss
Otel'in yapınu
için 1980'lerde
yıkılan Taşlık
Kahvesi binasu
Sedad H.
Eldem'in
Boğaziçi'ndeki
Vmucazade
Hüseyin paşa
Drvanhanesi'n
den esinlenerek
tasarladığı
özgün bir
>apıdydı_
güveninden olduğu kadar, mimarinin kent bo-
yutunu gözardı etmesinden de kaynaklanmış-
tır. Yine de çağdaş fakat yöresel bir araştırma
ürünü bir mimarinin savunucusu ve yaratıcısı
olan Eldem'in, bir yol tanımlamış olduğunu
söylemek gerekir.
Eldem'ın mimari kültürümüze bir başka
önemli katkısı da Türk sivıl mımansi üzerin-
de yıllarca öğrencılerine yaptırdığı çalışmalar
ve bunlan büyük bir çaba ve ısrarla yayımla-
ması olmuştur. Bu rölöveler, sağlıklan üze-
rinde bazen kuşkular olsa bile. sivil mimari-
mizin tanınması ıçın bir temel oluşturmakta-
dır. Bu yapıtlarda, her zaman çok sistematik
olmasa da Eldem'in çok yararlı gözlemleri
vardır. Eldem'i bir bilim adamı ya da tarihçi
olarak değil, tutkulu, tarihi yorumlamaya ça-
lışan. yetenekli bir mimar ve duyarlı bir yol
açan olarak görüyorum. Fakat onu izleyenle-
rin içinde hocalannın düzeyine erişen olduğu-
nu henüz görmedım. Kuşkusuz bu artık tü-
müyle değışmiş bir dünyada yaşamamızın so-
nucu da olabilir...
Hocamızla geçen güzel günler
Prof. ÇÜNDÜZ GÖKÇE / Mimar
Sinan Üniversitesi Rektörü
Cumhuriyet dönemi mımarlığımızda
adı en çok "büyüğe" çıkmış mimarlan-
mızm başında tartışmasız Sedad H. El-
dem gelmiştir. uzun yıllar. Bununla
onun "en büyük" mimanmız olduğunu
iddıa etmiyor, onun kendisinı mimariık
çev relenne en çok kabul ettırmış mima-
nmız olduğunu belirtmek istiyorum.
Bunun yanı sıra hoca bu çevrelerde,
özellikle de Güzel Sanatlar Akademisi
öğrencileri arasında adeta efsaneleşmiş
bir kışilık kazanmıştır. Hem de öğren-
cılere yakın davranmamasına rağmen.
Sedad Eldem'in hocalığindan söz
ederken yapı ve proje dersleri yanında.
Akademi'de "Milli Mimari Semineri"
adıyla başlattığı. sonra da Rölöve Kür-
süsü'nde sürdürdüğü geleneksel mıma-
rimize yönelik çalışmalan unutmamak
gerek. Bunlar CetaJ Esat Arseven'den
sonra geleneksel Türk mimarlığının ye-
niden önem kazanmasmda etkili olmuş-
tur. Hoca projede çağdaş Türk mimari-
si üzerindeki görüşlennı öğrencilerine
aktanrken köşk, kasır, yalı gibı binala-
nn rölövelerinı öğrencilere defalarca
yaptınp bunlan arşive mal etmıştir. Son
yıllarda mimarlığımıza kazandırdığı de-
ğerli kitaplar bu çalışmalara dayanır. Se-
dad Bey disiplinlı, mesafeli, öğrenciye
bir şey vermek ıçın kendinı zorlamak-
tan çok, duyarlı, meraklı öğrencilere ög-
renecek çok şey bulabılecekleri. kendı-
ne özgü bir ders verme tarzına sahıptı.
Mimarisine gelınce, planimetnk ve
rolümetrik yönlerden ilk algılanan, ras-
yonellikle yalın bir sadelıktır. KJtleden
detaya kadar yansıyan bu özellikler her
yapısına yansımıştır. Pencere, çıkma ve
saçaklarla geleneksel mımarlığımızın
ızlenni çağdaş yapılarda yansıtmaya ça-
lışmış, Zeyrek Kompleksi'nde de görü-
leceğı gibı bunu başarmıştır. Aynca tüm
yapılannda katiyen güncel eğilimleri
yansıtmayan, aristokrat denebilecek bir
elegansı bulmak mûmkündür. Onun mi-
marlığından söz ederken mesleğine kar-
şı olan saygısı, tutkusu unutulmamalı-
dır. Bu ilk eskizlerden bınanın bıtişine
kadar uzanan, titiz araştırmalar, gerek-
tiğınde uygulayıcı ve işverenle amansız
mücadelelere dujarlı bir süreci getır-
miştir çoğunlukla. Ve bundan hep Sedad
Bey galip çıkmıştır. SOM mimariık or-
taklığının (Skidmore. Ovvıngs. Messi)
ilk projesini hazırladığı tstanbul Hilton
onun bürosunda gerçekleştirilen çalış-
malarla, yerinin özelliklerine uyarı, es-
nek, açık mekânlar. kapalı mekânların
akarak bütünleştıği bir mimanye, sıra-
dışı bir kişilığe kavuşmuştur.
Mimariık hakkındaki görüşlerinden
bırkaçmı. kendi sözleriyie aktarmak is-
tiyorum. Bir zamanlar "mimari endişe"
diye pek moda olmuş bir deyiş vardı.
Hocalann hocası Sedad Hakkı Eldem, vaktiyle keodi ögrencüeri olan diğerAkade-
mi hocalanyla birlikte; (soldan sağa) Prof. Önder Kücükerman. Prof. Muhteşem
Giray. Prof.S. H. Eldem, Prof. Büknt Özer ve Prof. Gündüz Gökçe. Yd 1987.
Proje veya bınada. nedenı veya gereği
fonksiyondan çok mimari katkıya bağ-
lanabilen davranışlarıçin kullanılırdı ve
Hoca doğaldır ki buna karşıydı. "Efen-
dim ne demek mimari endişe? Mimar-
hk endişesiz olmak değil mi" sözleri bu-
nu açıklamıyormu? Bırgün de Aalto'ya
kızmıştı: "Efendim, Allah kahretsin şu
Aalto'yiı,titrektitrek duvarlar... Duvar
düz gimıeli, değil mi efendim?" Aslında
kızdığı Aalto değil, o günlerde konkur-
lardan öğrencı projelerine kadar yansı-
yan Aalto hayranhğı idi; başka venler-
den kaynaklanan çizgilerin kopyacılığı
idi. Bir başka gün de Louis Kahn nasi-
bini aldı: "Nedir efendim o kemerler?
Saçma. değil mi?"
Sedad Eldem'in en çok eleştirilen ya-
pısı. bilindiği gibı Emin Onat'la birlik-
te 2 milli mimari akımı içinde gerçek-
leştirdikleri 10 Fen ve Edebiyat fakül-
teleri bınasıdır. Bir gün atölyede bana
sordu: "Kuzum, Bülent Özer sizin iyi
arkadaşımzmış, öyle mi?" "Evet Ho-
cam" dedim. "Sizin o arkadaşınız, dok-
torasında bizim için vermiş veriştirmiş
meğer" diye söze başladı ve sürdürdü:
"Efendim o binayı o günün şartlan için-
de değeriendirmeli. ö\ le istendi o zaman,
biz de öyle yaptık. Başbakanlık binasını
beğenirier,o da birazala Corbu,değil mi
efendim?"Kendisinı savunurken bir
yandan da eleştinyordu.
Sedad Eldem mimarlığını son günle-
nne kadar aynı titızlikle sürdürmüştür.
K.oç"un Nakkaştepe'dekı binalannın ya-
pımında, daha önce de zaman zaman
yaptığı gibi Hamdi Şensoy ile çalışmış.
Hoca'nın vefatından sonra esen tamam-
lamak Şensoy'a kalmıştır. Başlangıcın-
dan bu son günlerıne kadar onun ne bü-
roya, ne şantiyeye ne de dersıne geç gel-
diğı görülmemiştır. Anlatacağım olay
onun bu yönünü de yansıtır. Sedad Bey
derse girerken smıfın kapısmda bır öğ-
renciyle karşılaşır, öğrenciye, "Buyur
geç" der. Öğrencı eski "müeddep" öğ-
rencilerden biri. "Aman Hocam, nasıl
olur, siz buyrun" der. Bu birkaç defa
tekrarlanır, sonuçta Hoca teşekkür eder,
içeriye girer ve kapıyı kapatır. Arkasın-
dan İcapı çalınır, araianır ve öğrencı gö-
rünür. Sedad Bey. "Hayır efendim" der.
"Hocadan sonraderse girilmez." Muzip
bir şekilde uygulamalı bır ders vermiş-
tir. Emekli olduktan sonra onu az görü-
yorduk. Ağa Han Vakn'nca hazırlatıla-
rak bastınlan. Sedad H. Eldem'in mi-
marlığını dünyaya tanıtacak kitabın ta-
nıtımı üniversıtemizde yapılacaktı. Ki-
tabın yazarlanndan Engin Yenze'yle
randevu alarak evine gittık. Bızi ayakta
karşıladı. "Efendim. ne muduluk, üste-
lik bir de rektöriük ha? Bunu öperek
kudamaklazım.'' dedi ve ikımizı de ku-
caklayarak öptü. Törene gitmek istiyor-
du, ancak sağlığmdan kaynaklanan en-
dişeleri vardı. Sahneyi sordu. Yüksek
mi idi? Nasıl çıkacaktı? Yalnızca üç ba-
samak olduğunu. gerektiğinde kendisi-
ne yardım da edebileceğini söyledim.
Cevabı tam tersıne yakışan türden idi:
"Efendim. herkesin, her yasta bir koket-
risi vardır. Bakalım yardım edildiğini o
kadar kişi önündegöstermek ister mi?_"
Törene geldi, hıçbir ş_ey aksamadı.
Hans HoHein ve Bülent Ozer onun mi-
marlığını değerlendıren konuşmalar
yaptılar. Daha sonra bir süre sohbet et-
tik, resımlerçekıldı, şakalaştık. Gerçek-
te güzel bır gündü ve en önemlısı Hoca
mutluydu. Bu onun okula geldıği son
gün, çoğumuzun da onu son görüşümüz
olacaktı...
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
Yarııtın Tıyatrosu...
Insanlık, takvimli tarihinin ikinci binyılını tamamlar-
ken başka alanlarda olduğu gibi sanat da geçmiş-
bugün-gelecek çizgisinin deneyimleri ve olasılıklan
doğrultusunda kendi dökümünü yapıyor. Bu döküm
çerçevesinde, doğal olarak tiyatro sanatı da aynı za-
manda bir toplumsal kurum olması ve belli bir etkin-
lik düzeyini öngörmesi/talep etmesi bağlamında,
kimliğini bir kez daha sorguluyor.
Zamanın sonrasız akışı içerisinde yıllar, gerçekte
birtakım sayılar olmaktan öteye gitmez. Sayılar han-
gi tabloyu gösterirse göstersin, gelişme ve gerileme
hep kendi doğasının yasalanndan bağımlı kalır. Bu
nedenle önemli olan, hesapların salt bazı sayılara
ulaşıldığı ve bazı sayılar da geride bırakıldığı için çı-
kartılması değildir. Asıl önem taşıyan nokta, geçmi- *
şin -ve yaşamakta olan zamanın- hesabını, gelece-
ğe yansıyan sancılann doğduğu dönemlerde çıkar-
tabilmektir; kimi zaman "bunalım" diye de adlandı-
nlan bu dönemler, köklü bir özeleştiri anlamında iyi
değerlendirilebildiği takdirde bunalım, bir "yeniden
doğuş"\a noktalanır. Çünkü Alman ozanı Novalis'in
deyişiyle toplum ve sanat bağlamında hastalık, her
şeyin sonu değil; ama tanıyı iyi koyabilmek ve bu ta-
nı doğrultusunda davranmayı bilmek koşuluyla, 'ye-
n/'nin başlangıcıdır.
Günümüzde tiyatro, gösterge olarak hangi sayılar
kullanılırsa kullanılsın. önündekı zamana ayaklannı
sağlam basabilmek için, acaba neyın hesabını çıkart-
mak durumundadır?
Bu sorunun yanıtını tam verebilmek için. tiyatronun
onu bütün öteki sanatlardan ayıran özelliğinı, insan-
dan insana doğrudan seslenme özeltiğinı bir kez da-
ha anımsamak gerekir. Tiyatronun dışında hiçbir sa-
nat. insana, insandan -oyuncudan- geçerek aracısız
ulaşmaz. Tiyatroyta en yakın bağlantılı sanat dalla-
rından müzik bile kulaklara çalgılar aracılığıyla yan-
sırken tiyatro, temelini yalnızca insandan insana iliş-
kide bulabilir. Belli bir kesimi, kitleyı vb. temsilen sah-
nede bulunanlar, yine belli kesimleri, kitleleri vb. tem-
sil eden izleyicilere mesajlannı doğrudan iletirler.
Kısaca söylemek gekirse tiyatro, insana varmak,
ona bir ses götürebilmek için doğrudan doğruya ve
yalnızca insanı kullanan tek sanat dalıdır.
Kanımca bu özellik, tiyatronun yanna yönelik yeni
hesaplaşmalarının da olması gereken özünü açıkla-
yabilir.
Tiyatro, yannın tiyatrosu olabilmek için, tarihinde
bir kez daha, 'ınsan'la insan arasında hep bulunma-
sı gereken, ama ne yazık ki hep kopartılan ilişkiyi, in-
sanı insan kılmak için birincil nitelik taşıyan ilişkiyi çı-
kış noktası yapmak zorundadır. Çünkü, insanların
hemcinslerini herşeyden önce birer insan olarak be-
nimsemeleri ve insana ilişkın tüm ölçütlerini buna
göre düzenlemeleri diye de özetlenebilecek olan bu
ilişki, tüketmek üzere olduğumuz binyılın sonunda,
eskiye oranla yeniden insana dönüşü çok daha güç-
leştirecek kadar ağır darbelerle ezilip yok edilmiştir.
Tiyatro daha önce Otuzyıl Savaşlan'nda, Katolik-
Protestan çatışmalarında ve engizisyonun egemen-
liği altında geçen uzun zaman parçaları boyunca da
insanın insanlıktan çıkışına tanık olmuştu; gelgelelim
o dönemlerin ardından insan, bir biçimde kendi ken-
disine yeniden tanıtılabilmişti.
Oysa iki dünya savaşının, Hiroşima'nın, Vıetnam'ın
ve son olarak da Avrupa uygarlığının göbeğindeki
Bosna-Hersek soykınmının ardından, insanın kendi-
ne baktığında yine insanı görebilmesi, "İnsan, neden
'insan'd/r" sorusunun yanıtını verebilmesi, artık çok
zorlaşmıştır.
Akşam yemeği saatlerini uzaklardaki savaşlann -
yani uzaklardaki öldürmelerin!- televizyondan naklen
yayımlanacağı saatlere göre ayarlamayı alışkanlığa
dönüştürmüş bir insanlığı yeniden insan kılabilmek,
bundan böyle üstesinden kolay gelinebilecek bir iş
değildir.
Balinalann, yunuslann ve kaplumbağaların kurta-
nlması için milyonlarca dolar harcarken hastahane
kapılarına getirilen hastalara sağlık durumlarından
önce sigortalı olup olmadıklarını soran toplumlarda
yaşamakta sakınca görmeyenlerin, kendilerıne hâlâ
insan diyebilmeleri, insan değerlerine yöneltilebile-
cek en büyük aşağılamaya dönüşmüştür.
Bütün bunlardan sonra bütün sanatlar gibi tiyat-
ronun da birincil işlevi -eğer yann da ayakta kalabil-
mek, salt alışkanlıktan ötürü izlenen bir "oyun" ol-
maktan çıkıp gerçeği sanatsal düzlemde sergileyen
bir kurum olmak istiyorsa- ancak bugün varolan in-
sanı bütün yönleriyle çok iyi tanımak olabilir. Tiyat-
ronun 'olan 'dan, 'olması gereken 'e uzanan yolu iyi
tanımlayabilmesi, ancak bu koşulla olasıdır. Bugünün
insanına ilişkin eksik bilgilerte yola çıkacak bir tiyat-
ronun öngöreceği ya da tasarımlayacağı bir "yannın
insanı", gerçekdışı bir varsayım olmaktan öteye gi-
demez.
"Bugünün insanını eksiksiz bilmek" söylemi, tiyat-
ronun işinin artık neden çok daha güç olduğunu ser-
gilemeye yeteriidir. Çünkü daha 19. yüzyılın ikinci ya-
rısından başlayarak eskisi kadar kolay bilinebilir ol-
maktan çıkan insanı bugün, alışılagelmiş hertürlü in-
san tanımını çürütecek kadar kötü deneyimlerle do-
lu geçen bir yüzyılın ardmdan bir kez daha tanıyabil-
mek, ancak insanın tarihsel-toplumsal arka planını
bir bütün olarak eskisinden çok daha iyi bilmek ko-
şuluyla olasıdır. Brecht, tiyatrosunu "bijimsel çağın
tiyatrosu" diye adlandırdığında dile getirmeyi amaç-
ladığı gerçeklerden biri de tiyatroda sergilenen insa-
nın, artık çizgileri bilimsel verilerin ışığında belirgin kı-
lınmış insan tasanmlanndan kaynaklanması zorun-
luluğuydu. 'Bugün'esağlıklı varabilmekiçin, tiyatro-
nun "ılklerine", henüz bir ritüel karakterini taşıdığı
dönemlerine doğru uzun bir yolculuğa çıkma gere-
ğini duyan Artaud'nun ya da her türlü toplumsal
maskenin arkasındakilere bakma gereğini duyan Pi-
randello'nun çabası da hep aynı hedefeyönelikti: İn-
sanı çok daha iyi tanımayı sağlayabilecek her türiü
yeniden ve izdüşümünden yararlanabilmek.
Brecht'in oyunculara yönelttiği "hem oynamalan,
hem de bununla eşzamanlı olarak oynadıklan karak-
terin dışına çıkıp ona uzaktan bakmalan" yolundaki
istem de günümüzde belki daha bir yerine oturuyor.
Çünkü yarına uzanmak isteyen bir tiyatroda en bü-
yük yanılgı, oyuncuların başkaları veya doğrudan
kendi kendileri tarafından "salt verilen rolü oynayan
kişiler" diye algılanmaları olabilir. Vanlan noktada ti-
yatro, artık yalnızca insana ve topluma ilişkin bilgi-
lerle olabildiğince donanmış, o bilgileri özümseyip
kendi kültürünün potası kılmış, uğraşını salt verileni
oynamakla sınırlı görmeyen tiyatro sanatçılannın var-
lığıyla ayakta kalabilir.
Günümüzde yeteneğin kapsamına, sanatçının ne-
yibilmesi gerektiğini eksiksiz saptayabilme yetisinin
de girmiş olması, bu nedenden kaynaklanmaktadır.
Ve yine günümüzde tiyatro sahnesi, yukarıda sayılan
nedenlerden ötürü, eskisinden çok daha fazla "bir
dünya" olmak zorundadır...