25 Nisan 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 EYLÜL 1995 PERŞEMBE CUMHURİYET • * SAYFA KULTUR 15 UYCARLIKLARIN İZİNDE. OKTAY EKİNCt Ulusal kültürümüze kanat geren bilge mimanmızı 7 Eylül 1988'de yitirmiştik: 7 ıllar önce bir U1A (Uluslara- rası Mimarlar Bırliği) top- lantısı için Istanbul'a gelen yabancı mimarlarla birlikte kenti gezdigimizde. yanıl- mıyorsam toplantıya Amerika'dan katı- lan meslektaşımız şunu söylemişti: " Bu denli zengin bir mimari mirasa sa- hip olmanız ne kadar biiyiik bir şans! Güzeli ve doğruyıı yakalayabilmek için geleneksel mimariniz sizin en büyük yar- duncınız olmalı..." Yine aynı toplantıdaki gezıler sırasın- da Istanbul'u kaplayan yeni binalann gü- zeli ve dogruyu pek de yakalamadığını gören o dönemin UIA Genel Başkanı Rod Hackney ise bu görüntüden ister is- temez eziklik duyan Türk mimarlannın gönlünü şöyle alrruştı: "Dünyanın her yerinde mimarinin ka- litesini, aslmda müşterinin kalitesi beür- liyor. Mimar, örnegin bir ressanı ya da müzisyen gibi, sadece kendi istediği za- man eser yaratamayaeağına göre, bina- yı yaptıracakolan sipariş sa- hibinin beklentileri de tasa- nma yön veriyor. Doğnısu İstanbul'da açıkça anlaşılı- yor ki mimarlar. o eski kent kültüriinün müşterilerini gj- derek daha az buluyorlar—"' Aynı zamanda bir tngilız lordu olan Rod Hackney. gü- nümüz mimarlığının tarih- sel birikimlerimizden ve yö- resel kimlikten bu denli ko- puk olmasını işte böyle bir kibarlık içinde eleştirirken. her şeye rağmen yine mi- marlann artık müşterilerin- den önce 'kenti de gözetme- leri' gerektiğini şu sözleriy- le özetlemişti: "Mimarlar, tasariadıklan binalann o kentle bütünteşe- ceğini ve sadece içinde yaşa- yanlann değiL tüm kent hal- kının onu görsel olarak da kullanacağını işverenlere an- latma göreviyle karşı karşı- yalar_" Acaba bu görev şimdiye dek yeterince yerine getirile- bilseydi ve ülkemiz mimar- lannın müştenleri de biraz daha fazla ımar hakkı ve yüksek rant beklentileri ye- rine tarihten gelen mimari kimliğe uyumlu tasartmlara değer verebilselerdi, yeni üretilen binalann 'kültürel bir süreküliği' de sağlayacak şekılde çagdaş, ama özgün çizgileri nasıl yaratılacaktı? Böylece Is- tanbul'dakı ve diğer tüm tarihsel kentle- rimizdeki Anadolu uygarhklannın 'sivîl sentezT olan yerel mimari karakter, mo- dern yaşamın gereksinmelerini de ku- caklayarak geleceğe doğru nasıl sürdü- rülecekti?.. 3. binyılın eşiğinde ve özellikle top- lumlann kültürel kimliklerini koruma yönünde, deyim yerindeyse uluslararası bir direnişe geçtikleri şu tek kutuplu tü- Zeyrek'teki SSK'ye ait İhtiyariık Sigortası binasındaki tarihsel mimari çevreyle bütünleşen yöresel esintiler, Sedad Hakkı Eldem'e 1986 yıiında Ağa Han Mimarhk Ödülii'nü de kazandınü. (Fotoğraflar: UĞUR GÜN YÜZ) ugün mimarlanmız arasında özellikle yöresel kimliğin sürdürülmesine yönelik tarihe karşı duyarlı bir tasanm arayışının giderek yaygınlaştığına tanık olabiliyorsak, bunda, aynı uygarlık erdemini daha 1930'larda gündeme getiren ve yaşamı boyunca hem savunup hem de uygulayarak öğreten Sedad H. Eldem'in büyüleyici etkisi oldukça fazladır... Gelenekten geleceğe Sedad Hakkı Eldem. Yüzyıla atılan duyarlı bir imza... 18 Ağustos 1908 de lstanbul da doğdu. Babası Alişanzade tsmail Hakh Bey. dıplomat olduğu için ilköğretimini Cenevre'de, ortaöğretimini Münih 'te vapn. 1924 'te, aynı zamanda dayısı olan ünlü Türk ressamı. arkeolog ve müzeci Osman Hamdi Bey 'in kurduğu Sanayi-i Nefise Mektebi 'nin_ (Güzel Sanatlar Akademisi ve şimdiki Mimar Sinan üniversitesi) Mimariık Bölümü ne girdi. 1928'debirincilikle mezun olduktan sonra meslekyaşamımn ilkyıllanm Paris ve Berlin'de,dönemin ünlü mimarlan Auguste Perret ve Le Corbusıer 'le hirlikte çahşma olanağım da bulamk geçirdi. 1931'deAnkara da cumhuriyetin ilk vapılannı tasarlayan mımarlardan Mongeri nin yamnda da çahştıktan sonra 1932'de Akademi'ye aststan olarak girdı ve 1978 'de emekli oluncaya dek aynı okulda hocalıkyaptı. I9i4'ie vine Akademi'de "Milli Mimari Semineri "adlı araştırma kunımunu kuntn Sedad Hakkı Eldem. 1943-1978yıllan arasında, önce Eski Eserleri Koruma Encümeni. ardından da Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kunılu nda değişik dönemlerde gö/vv vaptı. 1982'deSedad Simavi Mimariık ve Kent Düzenleme Ödülü 'nü 1983 te Kültür Bakanlığı Biiyiik Sanat ödülü 'nü ve 1986'dada Zeyrek 'teki SSK vapılanvla Ağa Han Mimariık Ödülü nü aldı. 1988yı/ı 7 eylülünde 80yaşında ölen ve cumhuriyet dönemi Türk mimarlığının en etktli hocası. araştırmacısı ve uygulamacısı olarak tarihe geçen Sedad Hakkı Eldem için lstanbul Ansiklopedisi 'ndeki tanıtım makalesinde Doğan Kuban şöyle \azıwr. "Doğnısu istenirse Eldem, îslam dünyasında, Hasan Fethi'den çok önce mimaride kimlik konusunda gerçekten başanlı sayılabilecek bir mimari üslupyaratan mimar olarak savılmalıdır..." ketim çağinda, bu sorulann mimarlık ve şehircilik gündemindeki yeri daha bir önem kazanıyor. Omeğın Kültür Bakanbğı'nın geçen yıllardadüzenlediği 'Gelenekten Gelece- ğe Evimiz'başlıklı fikirprojesi yanşma- sı da aynı arayışın ülkemizdeki bir örne- ği olarak güncelliğıni koruyor. Nitekim Mimarlar Odası'nca 1988'den bu yana her 2 yılda bir düzen- lenen Ulusal Mimariık ÖdüUeri ve Ser- gtsi'ne 1996 yılı ıçın belirlenen katılım çağnsında da 'buluntılan bolgenin gele- neksel mimari geleneğiyle uyumlu ve bu gekneği zenginleştirerek sürdüren yeni yapı ve konut projelerinin' tanıtılarak özendirileceğı vurgulanıyor. Aslında, bütün bu çabalar ve mimarlı|ımızın bu ülkedeki zengin uygarlıkbirikimıne ya- kışan bir kimlik içinde gelişmesine yö- nelik arayışlar, hiç de öyle kimilerine gö- re 'is, iştengeçti' bıle denilebildiği şu son ytllann genlimı içinde başlamamıştı. Daha 1930'lu yıllarda, yani henüz kentlerimizın ve mımarlığımızın eşsiz zarafetinin 'yık-yap-sat' sloganına san- lan rant politikalannca tahrip edilmeye başlaamasında bile neredeyse 20 yıl ka- dar önce, Türkiye'deki çağdaş mimarinin 'ulusal bir kimtiği' sürdürmesı gerektiği, cumhuriyetin o coşkulu döneminde gün- deme getirilmişti. Yüzyılın ikinci yansında ve özellikle sonuna doğru. olacaklan sanki o yıllar- dan görürcesine büyük bir kararlılık içe- risinde ülkemiz mimarlığının gündemi- ne getirilen bu tartışmanın önderi ise Sedad Hakkı El- dem'dı. 1928'de yüksek mimar olarak mezun olduğu Güzel Sanatlar Akademisi'ne 1932'de asistan olarak dön- mesinin hemen ardından, yi- ne Akademi bünyesinde 'Milli Mimari Semineri' adlı tanhsel çalışmayı başlatmış- tı. 1933'te gerçekleşen ve ilerleyen yıllarda tTÜ'yü de kucaklayarak yaygınlaşan bu seminerdeki düşünceler. 1950'lere dek etkili olan ve hemen her aşamasında yine Sedad Hakkı Eldem'in ön- derliği ve katkılan ile gelişen 'II. Ulusal Mimariık Döne- mi' ürünlerinin de temelini oluşturmuşru... 7 Eylül 1988'de 80 yaşın- dayken yıtirdiğimiz ve gali- ba Akademi'de en son bizim kuşağın da eğitimine yön ve- rerek 'yüzyüın mimariık ho- cası' unvanına erişen Sedad Hakkı Eldem, işte bu duyar- lı bilgeliğı ve "ulusalkinıliği- mizievrenseietaşıyan' ınanç- lı çabalan ile yüceldi ve ef- saneleşti. Bugün, özellikle tstan- bul'daki Osmanlı miman kültüriinün üstün beğeni dü- zeyini ve özgün plastik etki- sini sürdürerek tasarladığı binalanna bir kez daha bakıldığında, kendisinin neden 'cumhuriyet dönemi- ninen büyükTürkmiman' olarak kabul edildiği çok daha çarpıcı bir şekilde an- laşılıyor. Eldem'in bu yapıtlan ve yine geleneksel eski evlerimizi belgeleyen bi- limsel yayınlan ve tüm çalışmalan, son yıllarda yoğunlaştığımız 'gelenekten ge- leceğe çağdaş ve özgün mimari kimlik' arayışımızın da onur duyduğumuz ılham kaynağını oluşturuyor... Yöreselliğin çağdaş yorumcusu... Prof. DOĞAN KUBAN Eldem'in vaptıklannı nesnel bir düzeyde değerlendırecek kadar zaman henüz geçmedi. Yapıtı üzennde yazı yazanlann büyük çoğun- luğu, onu kışisel ilışkileri içinde degerlendi- riyorlar. Özellikle benım gıbi kendisiyle uzun süre bazı konularda ortak çalışmış olanlar için nesnel değerlendırme daha da zor olabilir. Yi- ne de Eldem'in Türk mimari sanatına katkısı konusunda yargılanmın bir bölümü, genç ku- şaklann değerlendirmelerine ışık tutabilir. Eldem'in Türk mimarisi hakkındaki yargı- lan, temelde sıvil mimari geleneğinin analizi- ne dayanır. Bu doğru bir yaklaşımdır. Çünkü Anadolu'ya yerleşen Türklerin yarattıklan en özgün gelenek, "hayatlı e\" ve onun üzerine kurulu konut geleneğidir. Eldem'in çağdaş bir Türk mimari üslubu yaratma çabası da Türk konut geleneğı ile modernızmin strüktüralist ve indirgemeci eğiliminin sentezini oluşturma şeklinde tanımlanabilir. Hemen hemen bütün yapıtlannın cephelennde çatma evın anılannı betonarme pilastr'lara yansıtmış üslup araştır- malan vardır. Onu yıllarca pılastr'lı ve dikdört- gen pencereli cephe eskizleri çizerken gör- düm. Bunda saygıdeğer bir ustalığa enştiğini de kabul etmek gerekir. Boğaziçi kıyılannda onun yaptığı modern yalılarla ona benzeme- ye çalışanlann yaptıklannı karşılaştmnca, El- dem'in yapıtlanndaki oransal özgünlük ve in- celmiş zevk hemen ortaya çıkar. Öte yandan hıçbir zaman ıyi bir tasanm kalitesinin altına düşmese de Edebiyat ve Fen Fakültesi gıbi bü- yük boyutlu yapılannda geleneksel anıtsal mi- manmize verilen referanslann, tek tek başan- lı mekânlar ortaya koymuş olsalar bile temel tasanm hatalan taşıdıklan kanısındayım. Bu- nun ötesinde Eldem'in mimansınin kentsel boyuru üzerinde kuşkulanm var. Daha doğnı- su mimannin ötesinde kentsel boyutun onu fazla ilgilendirdiğıni sanmıyorum. Bugün Is- tacbul kentsel peyzajında Fen ve Edebiyat Fa- kültesi. Adalet Sarayı, Çırağan Otelı gıbi ba- zı yapılann Eldem gibı tarihe karşı çok duyar- lı bir mımann karan olduğunu düşününce, ta- nımı zor bir çelışkınin v arlığı yadsınamaz. Ka- nımca bu Eldem'in kendi sanatına olan fazla Bugünkü Swıss Otel'in yapınu için 1980'lerde yıkılan Taşlık Kahvesi binasu Sedad H. Eldem'in Boğaziçi'ndeki Vmucazade Hüseyin paşa Drvanhanesi'n den esinlenerek tasarladığı özgün bir >apıdydı_ güveninden olduğu kadar, mimarinin kent bo- yutunu gözardı etmesinden de kaynaklanmış- tır. Yine de çağdaş fakat yöresel bir araştırma ürünü bir mimarinin savunucusu ve yaratıcısı olan Eldem'in, bir yol tanımlamış olduğunu söylemek gerekir. Eldem'ın mimari kültürümüze bir başka önemli katkısı da Türk sivıl mımansi üzerin- de yıllarca öğrencılerine yaptırdığı çalışmalar ve bunlan büyük bir çaba ve ısrarla yayımla- ması olmuştur. Bu rölöveler, sağlıklan üze- rinde bazen kuşkular olsa bile. sivil mimari- mizin tanınması ıçın bir temel oluşturmakta- dır. Bu yapıtlarda, her zaman çok sistematik olmasa da Eldem'in çok yararlı gözlemleri vardır. Eldem'i bir bilim adamı ya da tarihçi olarak değil, tutkulu, tarihi yorumlamaya ça- lışan. yetenekli bir mimar ve duyarlı bir yol açan olarak görüyorum. Fakat onu izleyenle- rin içinde hocalannın düzeyine erişen olduğu- nu henüz görmedım. Kuşkusuz bu artık tü- müyle değışmiş bir dünyada yaşamamızın so- nucu da olabilir... Hocamızla geçen güzel günler Prof. ÇÜNDÜZ GÖKÇE / Mimar Sinan Üniversitesi Rektörü Cumhuriyet dönemi mımarlığımızda adı en çok "büyüğe" çıkmış mimarlan- mızm başında tartışmasız Sedad H. El- dem gelmiştir. uzun yıllar. Bununla onun "en büyük" mimanmız olduğunu iddıa etmiyor, onun kendisinı mimariık çev relenne en çok kabul ettırmış mima- nmız olduğunu belirtmek istiyorum. Bunun yanı sıra hoca bu çevrelerde, özellikle de Güzel Sanatlar Akademisi öğrencileri arasında adeta efsaneleşmiş bir kışilık kazanmıştır. Hem de öğren- cılere yakın davranmamasına rağmen. Sedad Eldem'in hocalığindan söz ederken yapı ve proje dersleri yanında. Akademi'de "Milli Mimari Semineri" adıyla başlattığı. sonra da Rölöve Kür- süsü'nde sürdürdüğü geleneksel mıma- rimize yönelik çalışmalan unutmamak gerek. Bunlar CetaJ Esat Arseven'den sonra geleneksel Türk mimarlığının ye- niden önem kazanmasmda etkili olmuş- tur. Hoca projede çağdaş Türk mimari- si üzerindeki görüşlennı öğrencilerine aktanrken köşk, kasır, yalı gibı binala- nn rölövelerinı öğrencilere defalarca yaptınp bunlan arşive mal etmıştir. Son yıllarda mimarlığımıza kazandırdığı de- ğerli kitaplar bu çalışmalara dayanır. Se- dad Bey disiplinlı, mesafeli, öğrenciye bir şey vermek ıçın kendinı zorlamak- tan çok, duyarlı, meraklı öğrencilere ög- renecek çok şey bulabılecekleri. kendı- ne özgü bir ders verme tarzına sahıptı. Mimarisine gelınce, planimetnk ve rolümetrik yönlerden ilk algılanan, ras- yonellikle yalın bir sadelıktır. KJtleden detaya kadar yansıyan bu özellikler her yapısına yansımıştır. Pencere, çıkma ve saçaklarla geleneksel mımarlığımızın ızlenni çağdaş yapılarda yansıtmaya ça- lışmış, Zeyrek Kompleksi'nde de görü- leceğı gibı bunu başarmıştır. Aynca tüm yapılannda katiyen güncel eğilimleri yansıtmayan, aristokrat denebilecek bir elegansı bulmak mûmkündür. Onun mi- marlığından söz ederken mesleğine kar- şı olan saygısı, tutkusu unutulmamalı- dır. Bu ilk eskizlerden bınanın bıtişine kadar uzanan, titiz araştırmalar, gerek- tiğınde uygulayıcı ve işverenle amansız mücadelelere dujarlı bir süreci getır- miştir çoğunlukla. Ve bundan hep Sedad Bey galip çıkmıştır. SOM mimariık or- taklığının (Skidmore. Ovvıngs. Messi) ilk projesini hazırladığı tstanbul Hilton onun bürosunda gerçekleştirilen çalış- malarla, yerinin özelliklerine uyarı, es- nek, açık mekânlar. kapalı mekânların akarak bütünleştıği bir mimanye, sıra- dışı bir kişilığe kavuşmuştur. Mimariık hakkındaki görüşlerinden bırkaçmı. kendi sözleriyie aktarmak is- tiyorum. Bir zamanlar "mimari endişe" diye pek moda olmuş bir deyiş vardı. Hocalann hocası Sedad Hakkı Eldem, vaktiyle keodi ögrencüeri olan diğerAkade- mi hocalanyla birlikte; (soldan sağa) Prof. Önder Kücükerman. Prof. Muhteşem Giray. Prof.S. H. Eldem, Prof. Büknt Özer ve Prof. Gündüz Gökçe. Yd 1987. Proje veya bınada. nedenı veya gereği fonksiyondan çok mimari katkıya bağ- lanabilen davranışlarıçin kullanılırdı ve Hoca doğaldır ki buna karşıydı. "Efen- dim ne demek mimari endişe? Mimar- hk endişesiz olmak değil mi" sözleri bu- nu açıklamıyormu? Bırgün de Aalto'ya kızmıştı: "Efendim, Allah kahretsin şu Aalto'yiı,titrektitrek duvarlar... Duvar düz gimıeli, değil mi efendim?" Aslında kızdığı Aalto değil, o günlerde konkur- lardan öğrencı projelerine kadar yansı- yan Aalto hayranhğı idi; başka venler- den kaynaklanan çizgilerin kopyacılığı idi. Bir başka gün de Louis Kahn nasi- bini aldı: "Nedir efendim o kemerler? Saçma. değil mi?" Sedad Eldem'in en çok eleştirilen ya- pısı. bilindiği gibı Emin Onat'la birlik- te 2 milli mimari akımı içinde gerçek- leştirdikleri 10 Fen ve Edebiyat fakül- teleri bınasıdır. Bir gün atölyede bana sordu: "Kuzum, Bülent Özer sizin iyi arkadaşımzmış, öyle mi?" "Evet Ho- cam" dedim. "Sizin o arkadaşınız, dok- torasında bizim için vermiş veriştirmiş meğer" diye söze başladı ve sürdürdü: "Efendim o binayı o günün şartlan için- de değeriendirmeli. ö\ le istendi o zaman, biz de öyle yaptık. Başbakanlık binasını beğenirier,o da birazala Corbu,değil mi efendim?"Kendisinı savunurken bir yandan da eleştinyordu. Sedad Eldem mimarlığını son günle- nne kadar aynı titızlikle sürdürmüştür. K.oç"un Nakkaştepe'dekı binalannın ya- pımında, daha önce de zaman zaman yaptığı gibi Hamdi Şensoy ile çalışmış. Hoca'nın vefatından sonra esen tamam- lamak Şensoy'a kalmıştır. Başlangıcın- dan bu son günlerıne kadar onun ne bü- roya, ne şantiyeye ne de dersıne geç gel- diğı görülmemiştır. Anlatacağım olay onun bu yönünü de yansıtır. Sedad Bey derse girerken smıfın kapısmda bır öğ- renciyle karşılaşır, öğrenciye, "Buyur geç" der. Öğrencı eski "müeddep" öğ- rencilerden biri. "Aman Hocam, nasıl olur, siz buyrun" der. Bu birkaç defa tekrarlanır, sonuçta Hoca teşekkür eder, içeriye girer ve kapıyı kapatır. Arkasın- dan İcapı çalınır, araianır ve öğrencı gö- rünür. Sedad Bey. "Hayır efendim" der. "Hocadan sonraderse girilmez." Muzip bir şekilde uygulamalı bır ders vermiş- tir. Emekli olduktan sonra onu az görü- yorduk. Ağa Han Vakn'nca hazırlatıla- rak bastınlan. Sedad H. Eldem'in mi- marlığını dünyaya tanıtacak kitabın ta- nıtımı üniversıtemizde yapılacaktı. Ki- tabın yazarlanndan Engin Yenze'yle randevu alarak evine gittık. Bızi ayakta karşıladı. "Efendim. ne muduluk, üste- lik bir de rektöriük ha? Bunu öperek kudamaklazım.'' dedi ve ikımizı de ku- caklayarak öptü. Törene gitmek istiyor- du, ancak sağlığmdan kaynaklanan en- dişeleri vardı. Sahneyi sordu. Yüksek mi idi? Nasıl çıkacaktı? Yalnızca üç ba- samak olduğunu. gerektiğinde kendisi- ne yardım da edebileceğini söyledim. Cevabı tam tersıne yakışan türden idi: "Efendim. herkesin, her yasta bir koket- risi vardır. Bakalım yardım edildiğini o kadar kişi önündegöstermek ister mi?_" Törene geldi, hıçbir ş_ey aksamadı. Hans HoHein ve Bülent Ozer onun mi- marlığını değerlendıren konuşmalar yaptılar. Daha sonra bir süre sohbet et- tik, resımlerçekıldı, şakalaştık. Gerçek- te güzel bır gündü ve en önemlısı Hoca mutluydu. Bu onun okula geldıği son gün, çoğumuzun da onu son görüşümüz olacaktı... ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Yarııtın Tıyatrosu... Insanlık, takvimli tarihinin ikinci binyılını tamamlar- ken başka alanlarda olduğu gibi sanat da geçmiş- bugün-gelecek çizgisinin deneyimleri ve olasılıklan doğrultusunda kendi dökümünü yapıyor. Bu döküm çerçevesinde, doğal olarak tiyatro sanatı da aynı za- manda bir toplumsal kurum olması ve belli bir etkin- lik düzeyini öngörmesi/talep etmesi bağlamında, kimliğini bir kez daha sorguluyor. Zamanın sonrasız akışı içerisinde yıllar, gerçekte birtakım sayılar olmaktan öteye gitmez. Sayılar han- gi tabloyu gösterirse göstersin, gelişme ve gerileme hep kendi doğasının yasalanndan bağımlı kalır. Bu nedenle önemli olan, hesapların salt bazı sayılara ulaşıldığı ve bazı sayılar da geride bırakıldığı için çı- kartılması değildir. Asıl önem taşıyan nokta, geçmi- * şin -ve yaşamakta olan zamanın- hesabını, gelece- ğe yansıyan sancılann doğduğu dönemlerde çıkar- tabilmektir; kimi zaman "bunalım" diye de adlandı- nlan bu dönemler, köklü bir özeleştiri anlamında iyi değerlendirilebildiği takdirde bunalım, bir "yeniden doğuş"\a noktalanır. Çünkü Alman ozanı Novalis'in deyişiyle toplum ve sanat bağlamında hastalık, her şeyin sonu değil; ama tanıyı iyi koyabilmek ve bu ta- nı doğrultusunda davranmayı bilmek koşuluyla, 'ye- n/'nin başlangıcıdır. Günümüzde tiyatro, gösterge olarak hangi sayılar kullanılırsa kullanılsın. önündekı zamana ayaklannı sağlam basabilmek için, acaba neyın hesabını çıkart- mak durumundadır? Bu sorunun yanıtını tam verebilmek için. tiyatronun onu bütün öteki sanatlardan ayıran özelliğinı, insan- dan insana doğrudan seslenme özeltiğinı bir kez da- ha anımsamak gerekir. Tiyatronun dışında hiçbir sa- nat. insana, insandan -oyuncudan- geçerek aracısız ulaşmaz. Tiyatroyta en yakın bağlantılı sanat dalla- rından müzik bile kulaklara çalgılar aracılığıyla yan- sırken tiyatro, temelini yalnızca insandan insana iliş- kide bulabilir. Belli bir kesimi, kitleyı vb. temsilen sah- nede bulunanlar, yine belli kesimleri, kitleleri vb. tem- sil eden izleyicilere mesajlannı doğrudan iletirler. Kısaca söylemek gekirse tiyatro, insana varmak, ona bir ses götürebilmek için doğrudan doğruya ve yalnızca insanı kullanan tek sanat dalıdır. Kanımca bu özellik, tiyatronun yanna yönelik yeni hesaplaşmalarının da olması gereken özünü açıkla- yabilir. Tiyatro, yannın tiyatrosu olabilmek için, tarihinde bir kez daha, 'ınsan'la insan arasında hep bulunma- sı gereken, ama ne yazık ki hep kopartılan ilişkiyi, in- sanı insan kılmak için birincil nitelik taşıyan ilişkiyi çı- kış noktası yapmak zorundadır. Çünkü, insanların hemcinslerini herşeyden önce birer insan olarak be- nimsemeleri ve insana ilişkın tüm ölçütlerini buna göre düzenlemeleri diye de özetlenebilecek olan bu ilişki, tüketmek üzere olduğumuz binyılın sonunda, eskiye oranla yeniden insana dönüşü çok daha güç- leştirecek kadar ağır darbelerle ezilip yok edilmiştir. Tiyatro daha önce Otuzyıl Savaşlan'nda, Katolik- Protestan çatışmalarında ve engizisyonun egemen- liği altında geçen uzun zaman parçaları boyunca da insanın insanlıktan çıkışına tanık olmuştu; gelgelelim o dönemlerin ardından insan, bir biçimde kendi ken- disine yeniden tanıtılabilmişti. Oysa iki dünya savaşının, Hiroşima'nın, Vıetnam'ın ve son olarak da Avrupa uygarlığının göbeğindeki Bosna-Hersek soykınmının ardından, insanın kendi- ne baktığında yine insanı görebilmesi, "İnsan, neden 'insan'd/r" sorusunun yanıtını verebilmesi, artık çok zorlaşmıştır. Akşam yemeği saatlerini uzaklardaki savaşlann - yani uzaklardaki öldürmelerin!- televizyondan naklen yayımlanacağı saatlere göre ayarlamayı alışkanlığa dönüştürmüş bir insanlığı yeniden insan kılabilmek, bundan böyle üstesinden kolay gelinebilecek bir iş değildir. Balinalann, yunuslann ve kaplumbağaların kurta- nlması için milyonlarca dolar harcarken hastahane kapılarına getirilen hastalara sağlık durumlarından önce sigortalı olup olmadıklarını soran toplumlarda yaşamakta sakınca görmeyenlerin, kendilerıne hâlâ insan diyebilmeleri, insan değerlerine yöneltilebile- cek en büyük aşağılamaya dönüşmüştür. Bütün bunlardan sonra bütün sanatlar gibi tiyat- ronun da birincil işlevi -eğer yann da ayakta kalabil- mek, salt alışkanlıktan ötürü izlenen bir "oyun" ol- maktan çıkıp gerçeği sanatsal düzlemde sergileyen bir kurum olmak istiyorsa- ancak bugün varolan in- sanı bütün yönleriyle çok iyi tanımak olabilir. Tiyat- ronun 'olan 'dan, 'olması gereken 'e uzanan yolu iyi tanımlayabilmesi, ancak bu koşulla olasıdır. Bugünün insanına ilişkin eksik bilgilerte yola çıkacak bir tiyat- ronun öngöreceği ya da tasarımlayacağı bir "yannın insanı", gerçekdışı bir varsayım olmaktan öteye gi- demez. "Bugünün insanını eksiksiz bilmek" söylemi, tiyat- ronun işinin artık neden çok daha güç olduğunu ser- gilemeye yeteriidir. Çünkü daha 19. yüzyılın ikinci ya- rısından başlayarak eskisi kadar kolay bilinebilir ol- maktan çıkan insanı bugün, alışılagelmiş hertürlü in- san tanımını çürütecek kadar kötü deneyimlerle do- lu geçen bir yüzyılın ardmdan bir kez daha tanıyabil- mek, ancak insanın tarihsel-toplumsal arka planını bir bütün olarak eskisinden çok daha iyi bilmek ko- şuluyla olasıdır. Brecht, tiyatrosunu "bijimsel çağın tiyatrosu" diye adlandırdığında dile getirmeyi amaç- ladığı gerçeklerden biri de tiyatroda sergilenen insa- nın, artık çizgileri bilimsel verilerin ışığında belirgin kı- lınmış insan tasanmlanndan kaynaklanması zorun- luluğuydu. 'Bugün'esağlıklı varabilmekiçin, tiyatro- nun "ılklerine", henüz bir ritüel karakterini taşıdığı dönemlerine doğru uzun bir yolculuğa çıkma gere- ğini duyan Artaud'nun ya da her türlü toplumsal maskenin arkasındakilere bakma gereğini duyan Pi- randello'nun çabası da hep aynı hedefeyönelikti: İn- sanı çok daha iyi tanımayı sağlayabilecek her türiü yeniden ve izdüşümünden yararlanabilmek. Brecht'in oyunculara yönelttiği "hem oynamalan, hem de bununla eşzamanlı olarak oynadıklan karak- terin dışına çıkıp ona uzaktan bakmalan" yolundaki istem de günümüzde belki daha bir yerine oturuyor. Çünkü yarına uzanmak isteyen bir tiyatroda en bü- yük yanılgı, oyuncuların başkaları veya doğrudan kendi kendileri tarafından "salt verilen rolü oynayan kişiler" diye algılanmaları olabilir. Vanlan noktada ti- yatro, artık yalnızca insana ve topluma ilişkin bilgi- lerle olabildiğince donanmış, o bilgileri özümseyip kendi kültürünün potası kılmış, uğraşını salt verileni oynamakla sınırlı görmeyen tiyatro sanatçılannın var- lığıyla ayakta kalabilir. Günümüzde yeteneğin kapsamına, sanatçının ne- yibilmesi gerektiğini eksiksiz saptayabilme yetisinin de girmiş olması, bu nedenden kaynaklanmaktadır. Ve yine günümüzde tiyatro sahnesi, yukarıda sayılan nedenlerden ötürü, eskisinden çok daha fazla "bir dünya" olmak zorundadır...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle