Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
26EYLUL1995SALI CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
ŞmıankKızRANA EVCtM
Geçen günlerde, dünyanın önde gelen
bale topluluklan arasında yer alan
Kirov Balesi'nden "Şunank Kız" adlı
eseri izledik.
Pans Opera Balesı'nden sonra en uzun
geçmişe sahip olan bu topluluk,
imparatorluk dönemınde kurulmuş
olmasına karşın rejim değişikliklerine
göğüs germiş, ayakta kalmayi
başarmış. ilginç bir birikim ve kûltür
hazinesi. Böyle birtarihi topluluktan
"Şonank Kız" gibi tarihi bir eser
izlemek, olaya yaşanan bir belgesel
niteliği katıyordu.
Oleg Yinogradov"la yapılan basın
toplantısında öğrendiğimize göre eser
seçimi biraz da özel koşullara ve
rastlantılara göre yapılmış.
Ömeğin. yoğun ve iddialı Londra
turnesinden sonra dansçılann çogu izin
aldığından. Kirov'un Istanbul
turnesınin küçük bir kadro ile
kotanlacak daha hafıf bir eserle
gerçekleştirilmesi
gerekiyormuş.(Altınai Asylmuratova
ve Makharbek Vaziev gibi topluluğun
en parlak yıldızlannı bu nedenle
izleyemedik.
Eleştirmen Nadine Meisner'in süper
modellere benzettiği çok uzun boylu
balerinler de görünürlerde yoktu.)
Küçük kadro sorunundan başka,
Ankara Devlet Opera ve
Balesı Orkestrası'nın bu yılkı
repertuvannda "Şıınank Kız"ın yer
alması da bu eserin seçilmesinde etkili
olmuş.
Bu bilgı alındığında zihinlerde bir soru
işareti doğmuştu: "Şımank Kız" çok
eskı bir yapıt olduğu içın müzigi
günümüze ulaşıncaya kadar birçok
değışim geçırmiştir.
A.D.O B Orkestrası'nın
repertuvanndakj versiyon John
Lancbery'nin Ferdinand HeroM'un
müziğinı yeniden düzenlemesiyle
yaratılmıştır.
Oysa Vinogradov, St. Petersburg'da bir
kitaplıkta eserin hiç bilınmeyen. en
eski bıçiminin notalannı bulduklannı
açıklamıştı.
Fransız olduğu bilinen, adı meçhul bu
bestecinin Lui Gerold olduğu ortaya
çıkanlmış.
Bu durumda. A.D.O.B Orkestrası'nın
eseri "zaten biüyor" olması söz konusu
değildi! Herşeye rağmen. Kirov'un
başanlı şefi Valery Ovsyannikov ve
orkestramızın ıçten gayreti bir araya
geldiğinde kaygılann boşuna olduğunu
gördük. Kirov'a başanlı ve huzurlu bir
orkestra eşlik ediyordu; göğsümüz
kabardı...
Oyunu izlememiş bir okuyucu, 18.
yüzyılın ikinci yansında yaratılmış
eskı bir balenin son derece ağır bir eser
olduğunu sanabilir. Oysa "Şımank
KH" bir komedi baleî Ingilizce veya
diğer yaygın dillerin konuşulduğu
ülkelerde bıle Fransızca adıyla, a
La
FiDe Mal Gardee" olarak anılan bu
yapıttakı karakterler. Commedia
Dell'arte geleneğinin izlerini
taşıyorlar.
Zengin ve aptal koca adayı ile yakışıklı
ve yoksul sevgili arasında kalan genç
kızın öyküsü ıse hemen hemen her
halk kültüründe benzerlerine
rastlayabileceğimiz, evrensel bir
komedi konusu.
Balenin saygın bir sanat dalı olarak
kabul edilmesi için mücadele etmiş
eski ustalardan Noverre'nin öğrencisi
Jean DaubervaL, "Şımank Kız"ın ilk
gösterisinin koreografisıni
gerçekJeşrirmiştir.
Bu göstennin 1 Temmuz 1789'da
Paris'teki Grand Theatre'de
sergilendiğı kabul edilir. (Program
C
anlandırmalan
gereken
karakterlerden
çok, iyi birer
virtüözü oynayan zavallı
Liza (İrina Badaeva) ve
Kolen (Feton Miotssi),
yalnızca Liza'nın
annesiyle değil,
Vinogradov'un kendileri
için hazırladığı acımasız
bir kondisyon ve teknik
sınavı niteliğindeki
koreografiyle de mücadele
etmek zorundaydılar.
kitapçığındakı 1976 bir baskı hatası
mı. yoksa araştırmalar sonucunda
bilinmeyen eski birgösteri mi
keşfedıldi, emin değilim.) Fransız
Devrimi'nin arifesinde
gerçekleştirilmesıne rağmen, bu
eserdeki toplumsal mesajın. herhangi
bir Motiere eserinde
rastlayabileceğimiz küçük
dokundurmalardan daha derin
olmadığını görüyoruz. Buna rağmen.
18. yüzyıl sanatının anahtar sözcüğü
"doğa", burada da çarpıcı bir şekilde
öne çıkıyor. Saman balyalanndan
yayık ayranına, iplik eğirmekten
takunyalara kadar kırsal yaşamı
yansıtan birçok öğe, esere renk ve çeşit
katacak birer süsleme olarak
kullanılmış. Klasikçiliğın görkemli,
katı, so>lu, idealize ve yüce anlatımı
e yazık ki,
Vinogradov'un
Rusya
dışında ilk kez
sergilenen
bu eseri, bize
Kirov'un
kalitesi
hakkında
heyecan verici
ipuçlan
vermekle
birlikte,
düşlediğimiz
görkemi
yansıtmıyordu.
(Fotoöraflar:
DEVRtM BARAN)
yerine daha yalın, içten ve doğal bir
anlatım dilinin kullanıldığını
görüyoruz. Soylulann sanat biçimini
yapay ve inceliklı bulan orta sınıf
beğenisinin gündeme gelmiş
olduğunu, dolayısıyla "Şımank Kız"ın
dönemini yansıtmaktan o kadar da
uzak olmadığını savunabiliriz.
Dauberval. ustası Noverre'nın
öğretisine uygun olarak, konu ile
dansın birbirine organik olarak
kaynaştığı, mimik ağırlıklı bir eser
ortaya çıkarmıştı. Daha önceki yıllarda
saraylardaki gösterilerde dans ve
tiyatro oyunu arasında böyle bir
bağlantı sağlanamamıştı; danslarda
akrobasi ile kanşmaya başlamıştı.
Noverre'nın buna tepki olarak
geliştirdiğı estetik anlayışına
uygunluğu açısından
Dauberval'in koreografisinın önemli
bir yeri vardır. Türkiye'de daha iyi
bilinen "Şımank Kız" yorumunun
koreoarafîsi ise Frederick Ashton'a
aıttır. îngiltere'de ilk kez 1960'da
gerçekleştirilen bu koreografi çok
başanlı olmuş. kısa zamanda
Dauberval'in orijinal koreografisınin
yerini almıştır.
Kirov Balesi'nden izlediğimiz,
koreografisi Oleg Vınogradov'a ait
olan "Şımank Kız" ise hem
Daubervalden, hem Ashton'dan izler
taşımasına rağmen, ağırlıklı olarak
Yaganova tekniğinin öne çıktığı.
virtüözlüğün vurgulandığı bir
yorumdu. Noverre'ye alternatif olarak
Marius Petipa'nın
19. yüzyılda geliştirdiği estetik
anlayışında konunun önemi \e dansla
bütünleşmesi küçümseniyor, dans için
dans. bıçimsellik, ustalık ve desen öne
çıkanlıyordu.
Kirov 'un "Şunank Kız"ında dans
sanatına bu iki birbirine zıt yaklaşımın
nasıl kanştınldığını gördük.
Zavallı Liza ve Kolen (Dauberval'de
Lisette ve Colin, Ashton'da Lise ve
Colas). yalnızca Liza'nın annesiyle
değil. Vinogradov'un kendilen için
hazırladığı acımasız bir kondisyon ve
teknik sınavı niteliğindeki
koreografiyle de mücadele etmek
zprundaydılar.
Üstelik, eserin başından sonuna kadar,
adımlar bir türlü büyümüyor,
rahaılamıyordu.
Birbirinin arkasına insafsızca birçok
küçük. kanşık ve ters adımın nasıl bir
araya getirildiğine şaşırmaktan ve
başrol dansçılanna acımaktan
kendimizi alamadık.
Sonuç olarak Liza ve Kolen.
canlandırmalan gereken
karakterlerden çok. iyi birer virtüözü
oynuyorlardı. İrina Badaeva, şirin ve
sevimli olmaya çalışırken tıkanan
nefesini zor kontrol ediyor, Italyan
asıllı eşi Feton Miotssi, finaldekı evlilik
sahnesinde bayılmak üzere gibi
duruyordu.
Margarita Kuiiik. çok daha güvenli ve
net görünen pirouettelerine rağmen
seyircinin gönlünü tam anlamıyla
fethedemiyordu
Ashton'un yorumundakı mimik
bölümlerinin yokluğunun, eserin
sevimlilığinden çok şey kaybetmesine
neden olduğunu gördük. Vladimir
Kim. iyi bir dansçı olmasına rağmen
Istanbul'da biraz yorgun görünüyordu.
Liza'nın Martselina adını alan annesi
(onjinali Simone), bizim
alıştığımızdan çok daha sert ve
acımasızdı.
Kızına karşı duyduğu bastınlmış sevgi,
hiçbir şekilde belli olmadığı gibi.
sonunda neden fikir değiştırip
evlenmelerine razı geldiği de
anlaşılmadı.
Koreografinin en başanlı bölümü,
Alen'e (Roman Skripkin) ait olan
bölümlerdi: hem komedyenliğin. hem
de vntüözlüğün sempatik bir dille
birlikte ifade edilebileceğini gördük.
Ne yazık ki. Vinogradov'un
Rusya dışında ilk kez sergilenen bu
esen. bıze Kirov'un kalitesi hakkında
heyecan verici ipuçlan vermekle
birlikte. düşlediğimiz görkemi
yansıtmıyordu.
Farklı biçimler deneyerek kendini yenilemenin güzelliğini vurgulayan Zeyyat Selimoğlu:
Oyldi, edebiyalm yüz metre koşucusu
TANERGEZER
ZeyyatSelimoğlu ile söyleşimi-
zi Bakır Adası anlamına gelen
Halki'de (Heybeliada) güzel bir
günde, babadan kalma güzel bir
evde gerçekleştinyoruz. Tlerleyen
yaşına rağmen hala dinç görünü-
şünü, yazmanın verdiği heyecana
bağlıyan Selimoğlu. her sabah
dostlanyla yaptığı yürüyüşten
sonra. masasının başına orurup
yazıyor. Bazen de yazamıyor: ada
öylesine güzel ki. seyretmek da-
ha çekici geliyor.
Fakat, adada, bina yığını hali-
ne dönüşmüş Istanbul'un kalaba-
lıklığı ve karmaşasından uzak ol-
duğumuzu düşünürken, söz. "O
beceriksiz sanşın"a ve "oğhınun
sünnetinde mezeleri Avrupa'dan
getiren BursaJı"ya geliyor. Bun-
lardan kaçış yok galiba. Selimoğ-
lu. adaya televizyonu getirmemiş
ama gazete okumaktan vazgeçe-
memiş henüz. "Gösteriş merakn-
sı, kültürsüz insanlar"bu güzel
adada da rahat bırakmıyor insanı.
Ada da bu bozulmadan nasibini
almış. Melih Cevdet ile içtikleri
Rummeyhanesi kişiliksizbirres-
torana dönüşmüş. Zaten, kendi-
lerine özgü kültürlenyle hoş in-
sanlar olan Rumlar da 1974'ten
sonra iyice azalmış.
Sanat ve edebiyat da bu nokta-
da bir deşarj ve tedavi aracı ola-
rak devreye giriyor. Selimoğlu,
başkatürlü de dayanılamayacağı-
nı söylüyor bütün bu yozluklara.
Hukuk fakültesini bitirmesine
rağmen, kanunlara sıkışıp kalmak
istemediği için, avukathk yapma-
yarak, yakından tanıdığı deniz in-
sanlannın yaşamlannı ve dünya-
ya bakışlannı anlatmaya başlamjş
öykülerinde. Karadeniz kökenli
olan ve deniz ticaretiyle uğraşan
. birbabanın çocuğu olarak, deniz-
le hep içli dışlı olan Selimoğ-
lu'nun öyküleri. deniz hakkmda-
ki derin birikimi sayesınde öyle-
sine gerçekçi olmuş ki kaptanlar
ve denizciler ziyarerine gelerek.
yaşantılannı tam olarak yansıttı-
liği ~İnsanın kendini yenilemesi
güzel bir şey " diyerek açıklıyan
Selimoğlu. yazdığı öykülerin bu-
günün yanşmasında başanlı olup
olamayacağını denemek için Hal-
dun TanerOykü Yanşmasf na son
yazdığı iki öyküyle katılmış ve
birinci olmuş. Haldun Taner Öy-
kü Ödülü Jürisı de kitabı, "yeni-
likçL dinamik ve şekil özellikleri
getiren bir eser" olarak değerlen-
dirrruş "Buyanşmalarınbirölçü
olmadığını biliyorum. Ama yine
de kav betsevdim bir miktarüzün-
öne çıkar. Son hikâyelerde böyle
bir durum var."
Türkiye'nin yapısına ve düze-
nine ilişkın çok yerinde saptama-
lan ve eleştirileri biraz da dalga
geçerek anlatmış Selimoğlu. Or-
neğin,•'Derin Dondurucu İçin
Öykü"de dev let görevlileri yanan
tankere ellerinde ilk yardım çan-
talanylagidiyorlar. "Okadarlaç-
ka bir durum var ki, bunlan cid-
di ciddi anlarmak bıkkınhk vcri-
yor artık insana. Ancak dalga ge-
çerek deşarj oluyor insan. Köşe
D
erin Dondurucu İçin Öykü adlı kitabında da kendisine çok
ferahlatıcı geldiğini söylediği denizden uzak kalmayan
Zeyyat Selimoğlu, kitabını, farklı biçimler denediği, kendi
yazarlığı açısından değişik bir deneme olarak nitelendiriyor.
ALINTILAR
ğı için teşekkür etmişler ona. İlk
olarak, Sait Faik Öykü Ödülü 'nü
alan "Direğin Tepesinde Bir
Adam" kitabı çıkmış. Deniz in-
sanlannı Türk edebiyatına sok-
makla bir yenilik yapan bu kitap-
tan sonra devam etmiş gemi
adamlan hikâyelerine.
"Deniz tnsanlarTnın bu başa-
nlı yazan. son olarak da "Derin
Dondurucu İçin Öykü" kitabıyla
1994 Haldun Taner Öykü Ödü-
lü'nü kazandı. Bu kitabında da
kendisine çok ferahlatıcı geldiği-
ni söylediği denizden uzak kal-
mayan Selimoğlu, kitabını, fark-
lı biçimler denediği, kendi yazar-
lığı açısından değişik bir deneme
olarak nitelendiriyor Budeğişik-
tü, hafif çapta bir depresvon geçi-
rebilirdim"divor. "Derin Dondu-
rucuİçin Öykü" adınm, Boğaz'da
olan kazalann ve Türkıye'ye ilış-
kin saptamalann uzun süre değiş-
meyeceğini ve tazeliğini koruya-
cağını düşünmesinden kaynak-
landığını belirten Selimoğlu, ki-
tapta görselliği ve kara mizahı ba-
şanlı bir şekilde kullanmış.
"Benim sinema merakım var-
dır. Sanınm vazar olarak sinema-
dan etkileniyorum. GörseUik öne
çıkıvor. Fakat hikâyenin hep arka
planı vardır. Görsel gibi görünür
ama arka planda bir şevden gelir.
Bir derinligi vardır ama çok su \ü-
züne çıkmaz. Daha çok hikâvenin
çarpıctuğı, bazı kurgu özelliklc'ri
>'azarian gibi doğrudan vazanıa-
dığım için de kara mizahtan va-
raıianarak bazı saptamalar yap-
tım."
"Öykü edebiyatın yüz metre
koşucusudur" diyen Selimoğlu.
Türkiye'de son zamanlarda iyi
öykücüler çıktığını söylüyor.
Ama. genç yazarlann anlaşılmaz
olmaya çalışmasından ve sonuna
gelmeden başı unutulan uzun
cümlelerden şikâyetçi. O ise yo-
ğun ve damıtılmış olduğu için se-
viyor öykü>-ü. " Yalınlaştırmak,
gençlerebir kusurgibigeliyor. Oy-
sa hem valın, hem güzel olmak hiç
kola\ depdir. Hem, en güzel iki iç-
ki. rakı \e viski, onlar da damıtıl-
mış. \alın içkilerdir."
TAHSIN YUCEL
Giden ve Kalan
Tanzimat, Osmanlı yönetiminin evrensel tüze ilke-
lerini benimseme girişiminde bir evredir; ama Türk
halkının bu ilkelere tümden yabancı olduğu söyle-
nemez. "Anadolu Müslümanı, şeriat hukukunu hiç-
bir zaman benimsemedi, kimikesimlerinde şeriata
tam karşı çıktı, laikliğin mayası Anadolu uygariığın-
da vardı"üerken, llhan Selçuk da doğrular bunu.
Tanışıklık başka alanlarda da geçerlidir. Ömeğin ya-
zın alanında Yunus, PirSultan, Karacaoğlan, Ba-
tı yazınına Osmanlı yazınından daha yakındır. Gene
de kimı yazarlanmız, bir yandan Batı'nın tüm ekin-
sel değerlerini benimserken, bir yandan da Tanzi-
mat'ı ve Atatürk devrimlerini bir kopma. bir "bellek
yıkımı", halkı kendi köklerinden ve kendi benliğin-
den uzaklaştırma yolunda bir korkunç baskı olarak
niteliyorlar.
Ne var ki ekinlerarası süreklilik ve süreksizlik ol-
gulan konusunda geçen hafta yaptığımız alçakgö-
nüllü saptamalar göz önüne alınınca Anadolu'da bir
"mozaik" oluşturduğu söylenen ekinlerin her biriy-
le Osmanlı ekıni arasındaki karşıtlıkların, bu ekinle-
rin birbirleri arasındaki karşıtlıklardan çok daha de-
rin ve çok daha belirleyici olduğunu kesinlemek hiç
de abartmalı olmaz. Biraz daha düşünecek olursak,
aynı ekinlerin Batı toplumlannın art katman ekinle-
rine Osmanlı ekininden daha yakın olduğunu da ke-
sinleyebilıriz. Biliyoruz, kimi bıçkın kuram-kurgucu-
lanmız, örneğin Fransız ekininin, Fransız devrimci-
leri Fransız saray ekinini üstlenip yaydığı için böy-
lesine serpilip geliştiğini söyleyıp duruyorlar. Ama
böyle bir savı tarihsel verilerle doğrulamanın çok zor
olması bir yana, Fransa'da saray ekininin en azın-
dan dil bağlamında halk kökenli olduğu da bir an
için, Voltaire'in, Rousseau'nun. Rameau'nun yüz-
de yüz saray ekinını sürdüklerı varsayılsa bile yaprt-
lannın Fransa'da oldukça geniş bir çevreye yayılmış
olduğu da bilinir. Halkımızın bırdenbire yoksun bı-
rakıldığı ileri sürülen saray ya da üst katman ekiniy-
se, Anadolu halkının pek de tanışık ve banşık oldu-
ğu bir ekın değildir. 1789'la 1839 arasında topu to-
pu elli yıl vardır, ama 1839'da ya da 1923'te, Ana-
dolu'da Baki'yi ya da Buhurizade Mustafa Efen-
di'yi bilenlerin, anlayıp sevenlerin genel nüfusa ora-
nı, çizelgelerde büyüteçle bile zor görülebilecek
oranda düşüktür. Bu durumda, sevgili Selim İleri
beni bağışlasın, küçük bir mutlu azınlığı tüm Türki-
ye halkıyla özdeşleştirerek, "Nihayet bütün bu unut-
tuğumuz, unutacağımız şeylerın yerine ne koyaca-
ğız? Haydi bizler koyduk, büyük kitle..." diye dert-
lenen bir Tanpınar karşısında gülünmese de gülüm-
senir.
Öyle ya, profesör olarak öğretimde. iktidar millet-
vekili olarak ülkenin genel politikasında etkin işlev-
ler yüklenmiş olmasına karşın, unutulmaz hocamı-
zın böyle konuşması en azından tuhaf geliyor insa-
na: "Yapay aydın" bu konuda ne yaptı, bilemeyiz,
ama Cumhuriyet yönetiminin, etkin öğretim ve ya-
yın politikasıyla hiç kuşkusuz başka şeyler, özellik-
le de Batı uygarlığının evrensel kazanımları arasın-
da, Osmanlı üst ekininin verilerini de eski dönem-
lerle karşılaştırılamayacak ölçüde kolay erişilir kıldı-
ğı tartışılmaz bir gerçek. Örneğin ölmüş bir yazın ol-
masına karşın (Tanzimat ölü bulmuştu onu), bugün
Divan yazınını bilip değerlendirenlenn oranı, bu ya-
zını gerçekten yaşadığı dönemlerde bilip değerlen-
direnlerin oranından kat kat yüksek olması büyük
olasılık. Böyle olmasa bile, tüm suçu varsayımsal bir
"yapayaydın"\n sırtınayüklemek yanlış. Işte sevgi-
li Selim İleri, o ince duyarlığıyla, araştırıcı Selim lle-
ri'yi romancı Selim ileri'yle bütünleyerek, yakın geç-
mişimizin unutulmuş romancı ve öykücülerini yeni-
den gündeme getirmek, onlara yeniden canlılık ve
yaşarlık kazandırmak istiyor: çok da güzel, çok da
özgün bir biçimde yapıyor bunu. Ama başka bir
yerde örnekleriyle göstermeye çalıştığımız gibi, ya-
ratıcılarından sonra yaşayan yapıtlar hem çok kü-
çük bir azınlık oluşturuyor, hem de yaşamlarının ne
zaman sona ereceğı belli olmuyor; "ölümsüz ya-
p/f"diye bir şey yok. Aynı biçimde, düşünce yapıt-
ları da bilim yapıtları da eleniyor; tıpkı yaşama, gi-
yinme, yeme, içme, sevme biçimleri gibi, onlarla
birlikte.
Bu durumda, bu kimi zaman yavaş, kimi zaman
hızlı, ama sürekli değişimler içınde. geçmiş ekinimi-
ze bağlılığımızı, bu ekinden olma bilincimizi iki bi-
çimde ortaya koyarız; daha doğrusu, ekinimizin
öğelerinin durumu bizı iki ayn tutuma yöneltir. Eki-
nimizin kimi eski öğeleri hep sürer, yani eskilikleri-
ne karşın, yaşamımızın aynlmaz parçalandır; onla-
n, bu nitelikleriyle, yaşamımıza yeni katılan öğeler-
den ayırmayız, eskiliklerinin aynmına varmayız, var-
sak bile, eskilikleri bızi hiç rahatsız etmez. Kimi es-
ki öğeler de yaşamımızın dışında kalmış, yerlerini
başka öğeler doldurmuştur. Ama yaşamımızın dışı-
na düşmüş olmaları, tümden silinmeleriyle sonuç-
lanmaz: Atalarımızın yaşamında yer almış, bu yaşa-
mı anlamlandırmış öğeler olarak, bızim için de de-
ğerlidirler, ancak bağlılığımızı onları bilmekle, say-
makla. belleklerde yaşatmakla gösteririz. Bunlan
bugünün yaşamına sokmaya gelınce, olsa olsa hı-
zımızı keser, düzenimizi bozar. Cemal Süreya'nın
dediği gibi, folklorşiire düşmandır. Divan yazınında
Türk şiirinin gerçek sesini bulmaya çalışanlar da ba-
lık pullannda "bismillah" arayanlardan farksızdır.
Son yıllarda ikide bir "bellek yıkımı"nüan söz edip
gözü yaşlı kimlik sorunlarına dalanlar. daha nice
şeyler yanında bunu da gözden kaçırıyorlar.
Ne diyelim, Elektra'ya yas yaraşıyor. bize de Ku-
ran kurslanyla imam-hatip liselerinın tragedyaya son
vermelerini dilemek kalıyor.
Dostlar Korosu'ndan çağrı
Kültür Senisi- Ruhi Su. ölümünün onuncu
yıldönümünde "Ruhi Su Sanat Geceleri-Sabahın
Sahibı Vardır" etkınlikleriyle anılıyor. 7 Ekim 1995
Cumartesi akşamı saat 18.Ö0"de Açık Hava
Tiyatrosu'nda gerçekleştirilecek etkinliklere. Arif Sağ,
Moğollar, Timur Selçuk. Sadık Gürbüz. Emin Igüs
Grubu, Hüseyin Başaran ve Müştak Erenus katılacak.
Gülsen Tuncer ve Nevzat Şenol'un sunacağı gecede
Ruhi Su Dostlar'Korosu'nun 20. kuruluş yıldönümü de
kutlanacak. "'Ruhi Su Sanat Gecesi" davetiyeleri
Suadiye. Taksim. Galleria ve Rumelı Caddesi
Vakkorama mağazalanndan. Beyoğlu'nda Mephisto,
Pandora. Metropol ve Arion kıtabevlerinden. Beşiktaş
Kabalcı Kıtabevfnden. Kartal. Hasan Âli Yücel
Kültür Merkezi'nden ve Alrunızade (Tapitol'den temin
edilebilır. Aynca 28 eylül perşembe günü saat
19.00'da, geceye katılmak ısteyen ve Ruhi Su Dostlar
Korosu'nun çeşitli dönemlerinde solistlik yapmış olan
sanatçılar için Bank-Sen(Abide-ı Hürri>et Cad.
Nakiye Elgün Sok. No 117, Şişlı)"de bir toplantı
yapılacak.