Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURÎYET/10 PAZAR YAZILARI 19 OCAK 1992
DUŞIŞLERI
BÜLTENİ
NAZLI ERAY
Otomobillendirebildiklerimizden
misiniz?
Sevgili okurlarım, b u hafta sütunuma sizler için Türki-
ye'yi birbirine katan 'Macit beni otomobillendir' adlı rek-
lamdaki iki baş kişiyi; kadını ve erkeği konuk ettim. Ma-
cit Bey ve bornozlu, güzel bacaklı karısı şimdi karşımda-
lar.
Macit Bey sütunumuza hoş geldiniz'.
'Merhaba Hanımefendim. Hoşbulduk.'
'Sütunuma ilk kez 'reklam kişilerini' konuk ediyorum.
Sizlerden çok söz ed ildi. Yer aldığınız reklam çeşitli tep-
kilere yol açtı. Biliyorsunuz feministler bornoz ile yürü-
yüş yaptılar. Yer aldığınız reklamın, 'aile imajını' küçük
düşürdûğü öne sürülüyor. Hatta, 'Kadın, bir otomobile
kendini sattı' diyenler var. Bu konuda sizler ne düşünü-
yorsunuz? Macit Bey, siz ne diyorsunuz?'
'Valla ne diyeyim bilemiyorum. Masum bir reklamda
yer aldık biz. Bir otornobil reklamı alt tarafı. Neden böyle
büyüttüler ki.'
Bornozlu kadına dondüm:
'Efendim, adınızı rica edeyim. Okurlar merak ederler...'
'Adım Nil'.
'Nil Hanım, Macit Bey'le evlisiniz değil mi? Afbuyrun
soruyorum, 'evli değil bunlar' diye bir dedikodu çıktı da.'
Nil hanım atıldı: 'Evli olmaz olur muyuz, evliyiz tabii.'
Çoluk çocuk?'
'Henüz yok. Köpek var, reklamda gördüğünüz gibi.'
Evet, çok sevimli bir köpek doğrusu. Pekiyi Nil Hanım,
reklamda niçin bornozlusunuz?'
'Duştan yeni çıkmıştım. Akşam yemeğine gidecektik.'
'Demek öyle. Nereye gidecektiniz?'
Baca Restoran'a gidecektik.'
'Peki efendim, duştan çıktınız. Üstünüzde bornoz. Bor-
noz sonra niçin kayıp yere düşüyor?'
'Kazara kaydı. Ben Macit'e sarılınca. Ama siz de ah-
ret soruları soruyorsunuz. Evimizin içindeyiz. Bornoz ka-
yarsa kayar. Ne olacak yani?'
Bir dakika Nil hanım. Evinizde değilsiniz. İşte burada
yanılıyorsunuz. Herkesin evindesiniz. Yaa, işin püf nok-
tası burada işte. Bütün Türkiye gördü.'
'Neyi gördü?'
Neyi görecek.
Bornozun yere kayı-
şını...'
Efendim, ne ola-
cak yani?'
'Ama siz bir ailesi-
Acaba Macit, Nil'i
'otomobillendirdi mi?' Ne
dersiniz?
Otomobillendirdiyse Nil
Ne demek Macjt koiiinuyor muydu acaba?
Amma çok soru
uyandırıyor bu reklam.bir şey de-
mek... Sonra, mutfak
masrafını işe niye karıştırıyorsunuz?'
Macit Bey karıştı:
'Siz bizi buraya niçin çağırdınız kuzum? Ahret soruları
sormak için mi? Kanm dedik işte! Otomobil istiyor ben-
den. Millet kıskandı bizi. Hem mutfak masrafımızdan si-
ze ne? Gel Nil, gidelim.'
Durun Macit Bey. Alınmayın. Size kamuoyunun tep-
kilerini dile getiriyorum burada. Hiç de eleştiriye gelemi-
yorsunuz bakıyorum. Aç insanlar da var. Yani mutfak
masrafı lafı...'
'Efendim, bunları dinlemeye mecbur muyuz?'
'Yaa, peki biz sizi seyretmeye mecbur muyuz?'
'Bunu reklamcıya sorun. Bize ne?'
'Ama reklamcı ortada görünmüyor. Biz sizleri görüyo-
ruz. Islak bacaklar... Kayan bornoz... Ve 'Macit beni
otomobillendir' cümlesi.'
Nil Hanım atıldı: 'Muhafazakâr mısınız, feminist misi-
niz? Amma yüklendiniz bize. Alt tarafı bir reklam. Büyü-
dü büyüdü, şey oldu.'
'Ah, 'şey' oldu. Tabii. Ağzınızla söylediniz işte. Nil Ha-
nım, bir ev hanımısınız siz. Otomobil için bunca cilve...
Değer mi?'
'Size ne canım.'
'Bana ne olur mu? Her yandan tepki aldınız.'
'Aldıksa aldık.'
'Yani siz Türk aile imajını' böyle mi gösteriyorsunuz
insanımıza? Afbuyrun, hangi partiyi tutuyorsunuz? Kö-
keniniz nedir?'
Macit patladı:
'Gel Nil, gidiyoruz. Yeter bu kadar!'
'Güle güle.'
Kalkıp gittiler.
Kızdıiar bana.
İşte ben de bu 'reklam kişMerini' sizler için biraz sıkış-
tırdım sütunumda, sevgili okurlarım.
Acaba Macit, Nil'i 'otomobillendirdi mi?'
Ne dersiniz?
Otomobillendirdi mi, otomobillendirmedi mi?
Otomobillendirdiyse Nil korunuyor muydu acaba?
Amma çok soru uyandırıyor bu reklam.
Şimdilik hoşçakalın.
B U
Selâhattin Gizin Fotoğraflarıyla
1930'larda Beyoğlu
Metin: Ali Özdamar
Önsöz: DemırÖzlü
İsteme adresi:
ÇAĞDAŞ YAYINCIUK VE BASJN SANAYİ A.Ş.
Tûrkocağt GuUesi, 39-41 Cağaloğlu İ4334 tSTANBUL
TcL 5J2 OS Oi (20 hatj • İ26 01 17 Fax: 526 01 17
New York'tan
Erkek tuvaletinde kadın parmaLaura Belle batı yakasında ultra-modern bir lokanta. Ancak
erkekler tuvaletindeki bakıcısıyla ünlendi. Sasha Sovyet
Musevisi bir göçmen. Genç kadının alelade bir tuvalet bakıcısı
olmadığı her halinden belli. Bazen üzerinde şık bir gece
elbisesi, bazen dekolte bir giysi. Bazen mini şort içinde.
n ve kalitesi için O'Keefe'nin alçak gönüllü de-
ğerlendirmesi şöyle: "Dünyanın en iyi kaUteteri."ŞEBNEM ATtYAS
NEW YORK — Laura Belle 43. Sokak'ta ba-
tı yakasında ultra-modern bir lokanta. New
York'un ünlüleri, hızlılan "hırülan hıraztan, bit-
lileri bitsizleri" ve göbekliierinin son zamanlar-
da dilinden düşmeyen akşam yemeği kulübü.
Unünü hak ettiren derecede şık. 18. yy Gürcü an-
tikalan Ue süslü karanlık ve siyah menner kori-
dorlar, gelenleri önce bir dans pistine çıkanyor.
Ardından loş ışıkta sarhoş eden masalann olduğu
salonda uzun süren akşam yemekleri yeniliyor.
Lokantanın sahibi Mkhael O'Keeffeye göre
gansterler dünyasını andıran salon "Al Capone^
dan çok Carlo Gambino türii" bir yer. Salonda
ikram edilen şampanya ve KUba pürolan mikta-
Laura Belle bütün bu özelliklerine rağmen ne
mönüsü ne de pürolan nedeniyle ünlendi. Lokan-
tanın ünlenmesinde erkek tuvaletinde sürekü bu-
lunan kadın temizleyici rol oynadı. Sasha Ka-
zachkova adlı Rus göçmen Amerika'ya gelip
Hollywood'da şansını denedikten sonra başarı
kazanamayınca bu tuhaf mesleğe atıldı. öyle ba-
şanlı oldu ki bir zamanla Broadway ve 42. So-
kak civannın en önemli porno merkezlerinden
biri olan lokantanın eski ününü sildi süpürdü.
Vaktiyle cinselliğin en ucuza satıldıgı bu yerde
şimdi bütün Amerikan püritan kurallarının yı-
kılarak erkek tuvaletine bir kadın bakıcı yerleş-
tirilmesi büyük olay haline geldi.
Bazı gazetelerde Sasha Kazachkova'nın Rus-
ya'da proleteryanın porselen saraylanndan New
York'ta erkek tuvaletine kadar ulaşmış olması-
nın "sosyal ve siyasi" boyutlan uzun uzun ince-
lendi. Bu konudaki tepkilere geniş yer verildi.
Sovyet kadının bu başânsının feminizm açısın-
dan ne denli önemli olduğu vurgulandı.
Erkek tuvaletindeki hanım, çarşamba günün-
den cumartesi gününe, akşam saat yediden sa-
bah Uçe dek çalışıyor. Kapı önünde küçük bir
sandalyesi olmasına rağmen Sasha'yı otururken
görmek imkânsız. Hemen her dakika birisine
havlu, ötekine kolonya tutuyor. Sonra da bahşiş
kutusunu gösteriyor. Gecede ne kadar kazandı-
ğı ise sır. Sasha "yeterince kazanıyonım" diye ce-
vap veriyor.
Sasha'nın alelade bir tuvalet bakıcısı olama-
dığı her halinden belli. Bazen üzerinde şık bir ge-
ce elbisesi, bazen dekolte giysi.. Bazen mini şort
uzun çizmeler içinde. Tuvalete gelenleri her za-
man gülümseyerek karşılayan Sasha, bu deneyim-
den ne öğrendiği sorusunu, Haldun Taner'in Ke-
şanlı Ali Destanı'nda Zilha'nın ünlü tiradına tu-
haf şekilde benzeyen "Herkesin karakleri bcr yer-
de aynı. Degişmiyor, zengin de faitir de olsaaız,
oMugunuzdan başka davranmaya ugrasmayın,
çümkü ne kadar •grassaaız da aynıauız' sözle-
riyle cevaphyor.
Sasha görevi icabı oldukça iki topluyor ve tek-
lif aldığını söylüyor. Genclllkle Isveççe konuşma-
ya çalışıyor erkeklerin çoğu Sasha ile nedense?
Bazüan tuvatetten sonra en iyi kolanyanın ne ola-
bileceği konusunda akıl danışıyorlar Sasha'ya. Ya
da kravatlarının nasıl durduğunu merak ediyor-
lar. Kimileri kadın tuvaletine de bir bakıcı lazım
olup olmadığuıı soruyor. Nitekim kadın tuvale-
tinin de bir bakıcısı var, ama o da kadın. Baa-
lan bunun adil olmadığı üzerine uzun tartışma-
lara giriyor. Bazıları klasik "daha öace karşılas-
bk nu" yöntemini kullanmaya çalışıyor. Bazıla-
rı daha da ileri gidip "acaba birbiriınizi daha iyi
taauna imkau oiar mı" diye soruyorlar.
Sasha şimdilik hayatından memnun. Hiç ol-
mazsa işyeri saygın bir işyeri. ABD*ye fngilizce
öğrencisi olarak gelip kalan Sovyet Musevisi genç
kadın, Sovyetler Birüği'ndeyken böyle bir iste ça-
lısacağmı akkna büe getirmediğini soylüyor. Ama
"Amerika'da ber şey oluyor." Bu sene yeni so-
merstr ile birükte New York'ta sanat öğrencili-
ğine başlayacak. Rusya'yı "35 yasifldakiJeria 60
yaşuMtald New Yorkhüar gibi görnndügii yorgm-
lar olkesi olarak" hatırhyor.
BtRDAM
ALTI BİLE
YOK — İngiltere,
gelişmiş sanayi
ölkelerinden biri.
Hükümet,
dağılan Sovyetler
Birliği'ndeki
halka >-ardım
eden iilkeler
arasında da yer
alıyor. Pek çok
azgelişmiş ulke
vatandaşı için
umul kapısı. Işi,
evi, her tiirlii
gelismiş konfora
sahip olan
fngilizlerin
yanında,
evsizlerin sayısı
giderek artıyor.
Eski başbakan
Margaret
Thatcber'ın
uygulamaya
koydugu
ekonomik
paketler gelir
durumu diisiik
olanların işine
gelmemişti. Şimdi
de uygulamadaki
konut politikası
birçok İngilizi
basiıiı soktufu
damı yitirme
korkusu ile
baş başa bıraktı.
Bazen bir bankın
üstii, bazen
kaldınm taşlan
gökyüzü daralı
evleri
olabilir. (Fotoğref:
FRANKFURTER
ALLGEMEINE)
Stockhohriden
Isveçliler alkolü kaldıramıyorYAVUZ BAYDAR
STOCKHOLM — Normali-
zasyon başlıyor galiba. Ülkeyi
AT mensubu kılmaya iştahlı ye-
ni sağ koalisyon, KDV'yi yüzde
25'ten 18'e düşürdü. Sosyal ol-
mak ya da ka'mak istiyorsanız,
bu önemli. Bundan sonra belki
Stockholm'de lokantaya gidebi-
lecek, hatta gelen hesap karşı-
sında "Yandım AUah" demeye-
ceksiniz.
Belki. Çfinkü indirim oranı o
kadar radikaJ değil. Eskiden bir
dostunuzla yemeğe çıkmak,
Türkiye'de asgari ücret karşılığı
bir paraya elveda demekle eyan-
lamlıydı. Şimdi bu pararun ka-
lan kısmıyla eve taksi ile döne-
bileceksiniz. Eh, bu da bir geliş-
me sayılmalı.
Uzaktan farklı görünüyor
belki, fakat İsveç'in AT ile bir-
lesmesi hiç de öyle kolay değil.
Yol, fevkalade dikenli.
Kıtadan daha yüksek olan
vergileri, diken türleri arasında
saymamak daha doğnı: Onlar
daha çok kıymık boyutunda.
Asıl mesele ve hırgür, alkol po-
litikasında patlak verecek gibi
görünüyor.
'Alkol polit&ası' deyip geçme-
yelim. Türkiye için Kürt mese-
lesi, Yunanistan için Makedon-
ya ile ilişkiler, İngiltere için sos-
yal guvenük ne ise tsveç için de
alkol o. Bir tabu ki ağzını acan
tövbe etmek zorunda kalıyor.
Çoğumuzun malumudur, Is-
veç*te sert bira, şarap ve öteki iç-
kün değildir.
Elbette ki geçen yüzyüın de-
mode felsefelerini ayakta tutma-
ya çalışan, tabulara dayalı bu
sistem, AT normlanna uymaya-
cak. Dünya, otoriter düzenler-
den kurtularak ferahlarken İs-
veç'in önyargılarını benimseye-
cek değil ya!
Bir milletvekili geçenlerde bi-
ra ve şarabın bakkallarda satıl-
ları veryansın ettiler bu 'hain'
milletvekiline. Bilinen ve bezdi-
ren tüm argümanlar sıralandı:
Isveçliler alkolü kaldıramıyordu
ya da alkolizrh yayılırsaydı, za-
ten Fransa, ltalya gibi ülkelerde
alkolizm ne kadar yaygındı. Is-
veç öteki ülkelere örnek teşil edi-
yordu... Hatta AT'nin, alkol po-
litikasını lsveç'e danışması ge-
rektiğini öne sürenler bile oldu.
Bir milletvekili geçenlerde bira ve şarabın bakkallarda
satılmasını önerdi. Ortalık birbirine girdi. Baştatekel
mağazaları genel müdürü olmak üzere tüm ahlak hocaları
veryansın ettiler bu 'hain' milletvekiline.
ki türleri, devlet denetimindeki
-bir tür- tekel dükkânlarmda,
yalruzca pazartesi ile cuma gun-
leri, 9 ile 18 arasında satılır. lç-
ki almak için rüştünü kanıtlamış
olmak ve kuyruklarda sabırla
beklemeye dayanmak, ayrıca
cüzdanı boşaltmaya niyet et-
mek, temel özellikler olarak
aranır.
Hafta sonlan, ahşveriş müm-
masını önerdi. Isveç 1995'te kı-
ta ile bütünleşip taşra niteliğin-
den kurtulma sürecine girince
nasıl olsa Sesjkalı' içki satışım
bırakacaktı. Ne olurdu şimdiden
başlasa?
Zana ile Dicle'nin yemin eyle-
mine benzer bir eylemdi bu. Or-
talık birbirine girdi. Başta tekel
mağazaları genel müdürii olmak
üzere tüm ağırhklı ahlak hoca-
Sonuçta, tsveç'teki pek çok tar-
tışma gibi pek suya sabuna do-
kunulmadan, ileri bir tarihe
atıldı.
Bu arada, maşallah, ülkede
içki su gibi tüketiliyor.
Yani, her toplumun, kendi
ikiyüzlolüğüne, çifte standardı-
na jimnastik yaptırmak için bir
tabusu var. Ortak ego için ra-
hatlacı.
Neden vazgeçemedikleri de
anlaşıhyordu: Yeni tabu yarat-
mak kolay mı?
Bizim tabulanmıza uymayan
bir başka haber: İsveç'in geniş
ormanlar ve zengin yeraltı kay-
nakianyla ünlü, uçsuz bucaksız
kuzey bölgesi Norrland'da -bir
kısmının Laponların oluştur-
duğu - halkın topraklarının gü-
ney bölgeleri ve büyük şehir-
ler tarafından sömürüldüğünü
düşündüğü ve bu yüzden de
aynlıkçı bir partinin kurulma-
sından yana olduğu anlaşıldı.
Ikisi de 60'ıru aşkın, biri sağcı
öteki solcu iki Norrland politi-
kacısı da bunun üzerine partiyi
kurma karan aldılar.
Bu haber güniük bültenlerde
üç satırla yer aldı. İşin bir yönü
de bu.
Bir başka sonuc: Her toplum,
kendi temel meselelerini bütün
dünyanın temel meseleleri zan-
nediyor. özellikle eğitimi düşük,
yeteneksizlere idare etme ve ken-
disi için duşünme rolünü teslim
eden ve onlara körii körüne
inanmayı mecburiyet sayan top-
lumlar.
Zürih9
ten
'Elvedasız'
oykü
Bu nostaljik tutkunun
asıl amacı 'Elvedasız'
adlı yapıtla Avrupa'da
çok yaygın olan ırkçı
dazlakları kınamak ve
protesto etmek.
ADEM SAĞLAM
ZÜRİH — Alp Dağlan ta-
nıdık yükünü almış. Donıklar
karla kaph. Gotik çatılar be-
yaza boyanmış. Şu sıralar, hır-
çnılığı yaşıyor antik Zürih ken-
ti. Gece gökyüzünde bulutları
harman oluyor. Islık çalan bu-
lutlann eşliğinde, Latin ezgileri
kulağıma doluyor birden. Ken-
tin buğulu sokaklannda, tan-
go yapıp horan tepen insanla-
nn görünuşü, coşkuyla doldu-
ruyor içimizi. Gizemli ışık dal-
galan arasında, oradan oraya
koşuyor Limmat. Limmat'ın
iki yakası da antik kent kultü-
rü kokan, yash çınar agaçlany-
la bezenmiş. limmat'ın sol ya-
macında, Limmatquai 80 nu-
marada yazar ve yayıma Ay-
tnnç Altındal'ın 'Modns
Viveadi' isimli sanat galerisin-
de, onun yeni şiir kasetiyle iliş-
kin kısa bir soyleşi için yola
koyuldum. Onun, Isviçre sanat
çevresinde çok beğeni kazan-
ması Türk ounamn adına onuı
veriyor.
Yetmiş kuşağının, sanatla
yoğrulan dünyasında fiüz ver-
miş olan yazar-yayımcı Altın-
dal, bu tutkuyu atamamış üze-
rinden. Bu kez de kendi eski şi-
irlerinden oluşturduğu
'Elvedasız' adlı müzik kaseti-
ni, stüdyodan daha yeni almış.
Piyano ve yayh sazlar eşliğin-
de, dünyaca ünlü Ermeni ezgi-
ci Turo Paşayan'm yorumunu,
Istanbul lehçesiyle okumuş. O
beni, her zamanki gülecen ve
icten duygularla karşıladı ga-
lerisinde. Sağına Tlıro Paşayan
soluna da Fin asılh ünlü mü-
zisyen Tapani Hnrter oturmuş-
tu. Bu uçlü nostaljik tutkunun
asıl amacı, 'Eftcdasu' adh ya-
pıtla Avrupa'da çok yaygın
olan ırkçı dazlaklan kınamak
ve protesto etmekti.
Altındal biten sigarasını ye-
nilerken biz de 'FJvedasu' ad-
lı şiirsel öyküyü dinliyoruz. Pi-
yanonun tuşlannı hünerli par-
maklanyla okşayan Paşayan-
ın dinktisi sürerken Altındal'ın
davudi lstanbul lehçesiyle,
"Du- söyleme o son sozü. Tam
banda. tşte bu caddede bn
afaf altuıda. Söyleme o son
sozü. Bn ayrıhgı bir satıra sıj-
dıramazsuı." Aynlığm kahredi-
ci yanları, yapıt boyunca sü-
riip gidiyor. "Neden şiir kaseti"
diye sorduğumda, "Doğrsso
iilkede kısır olaa okuna tnt-
kasunu, şiirle yeşertmek dny-
gatan yaüyor" dedi Altmdal.
Atina'dan
Karlar erimeden Parnassos'ta kayak keyfîAşağıdaki pistte 'acemiler' ve 'ustalar' şezlonglara uzanmış, bir
yandan kahve-çay ya da konyak yudumluyor, diğer yandan 'kıç üstü'
yere yuvarlanan 'müstakbel kayakçıların' manzarasıyla hoşça vakit
geçiriyor.
STELYO BERBERAKİS
ATİNA — Yunanistan'da tam 14 adet kayak
merkezi var. Kış aylarında rakımı oldukça yük-
sek olan dağlara inşa edilmiş olan bu kayak mer-
kezlerinin en "popiiler" olanı kuşkusuz Atina ya-
kmlanndaki Parnassos Dağı'nda bulunuyor. Par-
nassos Dağı Atina'ya 200 km uzaklıkta ve oto
yoldan yaklaşık 2 saatte ulaşılıyor. Parnassos'a
gitmek için tarihi Delfi Tapınağı ve Arahova'da-
ki ünlü dağ köyünden geçiliyor. Kayak yapma-
sını bilen ya da bilmeyen Atinalılar kış aylarırun
hafta sonlarını bu dağ köyünde ya da Parnas-
sos'a en yakın yerleşim merkezi Delfi'de geçir-
mekten haz duyuyor. Parnassos Dağı'nda sade-
ce bir kayak merkezi var. Otel ya da pansiyon
yok.
Dolayısıyla Arahova ya da Delfi'deki otel ve
pansiyonlar her hafta sonu uka basa doluyor. Ay-
nı bu yerleşim merkezlerindeki gece kulüpleri,
bar ve tavernalann cuma ve cumartesi akşamla-
n tıka basa dolu olduğu gibi... insanlar kışhk giy-
sileri içinde şömineü tavernalarda nefıs et yemek-
leri yiyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde bir "duMe
içki" için herhangi bir bara oradan da herhangi
bir diskotek ya da gece kulübüne gidiliyor ve Pa-
varotti Ue başlayan müzik, sabahın erken saat-
lerinde Yunan çifteteüi ya da zeybek havalarıyla
sona eriyor.
Ertesi sabah otolara binüdiği gibi soluklar Par-
nassos Dağı'nın tepesinde almıyor. Arahova ve
Delfi'de kayak teçhizatlannı satm alma ya da ki-
ralama olanağı var. Otolann içinden çıkan ka-
yak botlan ve giysileri içindeki insanlar, omuz-
İannda taşıdıklan kayaklanyla kayak merkezi-
ne çıkmak için ancak dört kişinin sığdığı telefe-
riklere biniyor.. "Devr-i daim" usulü hiç durma-
dan çalışan bu teleferikler Parnassos Dağı'nın ilk
kayak merkezi olan tepeye ulaşıyor. Bu tepede
"acemiler" ya da kayakla hiç ilgisi olmayanlar
toplanıyor ve oradaki geniş cafe-restaurantru ken-
disine "mekân" ediniyor... Kayak yapmasını bi-
lenler bu cafede çay ya da kahvesini yudumla-
dıktan sonra bu kez ikişer kişilik tele-chaiselere
biniyor v? tercih edilen dağın iki büyük kayak
pistinden birine gidiyor. Yaklaşık 20 dakika sü-
ren tele-chaise yolculuğu boyunca görkemli Par-
nassos Dağı'nın zevki çıkanhyor. Rakım arttık-
ca aşağıda, Korent Körfezi ve kıyılarmdaki köy-
ler bir ressamın çizdiği manzara tablosunu an-
dınyor.
Tele-chaisele "yukan" çıkanlann hepsi profes-
yonel kayaka değil tabii.. Bunlann arasında
ömürlerinde hiç kayak yapmalarlar da var... Bun-
lardan biri iki kişilik tele-chaiseden "nasıl
inilecegini" yanında oturan ve hiç tammadığı
"nsta" bir kayakçıya sorduğunda adam sorulan
sonıyu "aşağıya hangi tepeden kayılır" şeklinde
algılamıştı doğal olarak... "İşte şu tepeden iner-
sen şuna dikkat etmen lazım.. Eger bundan iner-
sen şa döaemeclerde dikkat et" gibi yanıtlar ver-
meye başlamış adam.. Oysa "acemi" kayakçı tele-
chaiseden nasıl inileceağini bir kez daha sormak
zorunda kalınca adam, gülmekten kendisini ala-
mamıştı.. Nitekim "acemi" kayakçı ayağmda ki-
ralık kayaklar olduğu halde "hadiseii" bir şekil-
de tele-chaiseden atladığı gibi 10 dakika içinde;
ayağından çıkan kayaklar önde kendisi arkada
ve yuvarlanarak "acemilerin" kahve içtiği ilk pist-
te buluvermişti kendisini... Aşağıdaki pistte
"acemaer" ve "ustalar" şezlonglara uzanmış; bir
yandan kahve-cay ya da konyak yudumluyor; di-
ğer yandan "kıç üstii" yere yuvarlanan "müstak-
bel kayakçılann" manzarasıyla hoşça vakit ge-
çiriyor.. Kahkahalar atüıyor. Atina'ya dönüş vakti
yaklaşınca otolar, Delfi tapınağında durmadan
edemiyor.. Buradaki manzara gerçekten görül-
meye değer.. Eski Yunan'da "kafeürieria mcUn''
olarak bilinen Delfi, yüksek dağların yamaçlan
arasında kurulmuş.. Tarihi kabntıiar arasında ge-
zerken küçük bir kız çocuğu babasma soruyor
"..babacıgım bu kale aiçin bu kadar büyük" di-
ye. Baba kahinlerin gökemli Delfi tapınağı hak-
kında gerekh' bügilerin aynntılanna gjrmeden kı-
zına bunun kale olmadığını anlatmaya çalışıyor.
Parnassos dönüşü "aceoü kayakçılar"ın kırık
kemikleri uzun bir ağrı aşamasına girerken usta
kayakçılar bir sonraki hafta sonu için kayakla-
rının altına gerekli mumları sürmeye başlıyor..
12 ay içinde 10 ay güneş gören Yunanistan'da böy-
lece karlar erimeden kann tadı bu gibi kayak
sporlanyla çıkanhyor...