Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/12 PAZAR KONUĞU 24 HAZtRAN 1990
ProfJDr. GünselKoptagel
Türk insanı kendini sansürlüyoryEvlilik, kadın-erkek ilişkileri hayatımızda önemli bir yer
tutuyor. Eski değerler, kavramlar değişiyor, insanlar
bocalıyor, her gün yeni bir olgu, yeni bir bakış açısı ortaya
atılıyor. Kısaca özel yaşamımız her an yeniden sorgulamyor.
Arkadaşımız Işıl Özgentürk, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanhğı'nı sürdürürken 1983
yılında 1402 sayılı yasa nedeniyle görevinden ayrılan Prof.Dr.
Günsel KoptageFle özellikle Türkiye'deki kadın-erkek
ilişkileri ve sorunları üzerine konuştu.
SOYLESI IŞIL ÖZGENTÜRK
PAZAR
KONUĞU
I Günsel Hanım, birkaç yıldır ülkemiz-
de evlilik ve kadın-erkek ilişkileri güncel ko-
nulardan biri, bu konularda yaşanan değişim-
lere bir uzman olarak siz deyakından tanıksı-
nız.
Değişen evliliklerden, kadın-erkek rolünden
söz etmeden önce özellikle geleneksel Türk aile
yapısuu ve bu ailedeki rol bölümünü biraz aça-
lım. Geleneksel aile bugün ülkemizin pek çok
yerinde yaşıyor, köylerde, kasabalarda, bir
miktar taşra kentlerinde ve büyük kentlerin va-
roşlarında. Ürelim Uişkilerinin'tarihsel gelişi-
mine bağlı olarak bu aile ana, baba, oğul, ge-
lin, torunlar ve yakın akrabalardan oluşuyor.
Üretim, genellikle topluca yapılıyor ve topra-
ğa bağlılık söz konusu. Bu tip aiîede gelenek-
sel, yüzyülardan beri oluşan bir işbölümü var.
Kadın-erkek rollerinin sınırı çok net çizilmiş.
Bu tip ailede erkek güçlü ve korumacıdır, dış
dunyayla ilişki kuran odur. Ailenin beslenme-
sinden, sülalenin sürdürülmesinden o sorum-
ludur. Bu rol aile içinde babadan oğula geçi-
yor.
Kadın bu tip ailede iç düzenle ilgili daha çok
üretime katüıyor, ama bağımsız değil. Evin dü-
zeni, çocuklarm büyütülmesi hep kadının gö-
revi. Burada da hiyerarşik bir düzen var. Bu
kadın topluluğunun başı, en yaşlı kadın, ge-
nellikle anadır; daha sonra en büyük oğulun
karısı ve erkek çocuğu olan gelinler gelir. Ka-
dın iç dünyada bir otoritedir. Pekçok konuda
karan kadınlar topluluğu verir. örneğin bir
kadın grubu evlilik için bir karar alır, gider hep
birlikte o kızı görürler, erkeğe genellikle onay-
lama kahr. Kadınlar kızı beğenmişlerse, emin
olun eninde sonunda erkek o kıza evet der.
Erkek rolü gereği dışa dönük ya; bu yüzden
güçlü olması gerekiyor. Ayrıca ona korkutu-
cu bir rol de veriliyor. Erişilemez, yüce bir in-
san rolü. Bu rolü benijasemek zorunda kalan
erkek, sonuçta çocuğunu bile sevmek istediği
halde sevemiyor. Ehıygularını belli etmek is-
tediği haldeedemiyor... Çünkü otoritesini, gü-
cünü yitirme korkusu öyle ağır basıyor ki...
WKmâGücün, iktidann bedeli oldukça ağır
görünüyor. Kadınlann işi daha kolay samnm,
onlar duygulannt daha rahat, sonuna kadar
yaşayabllirler...
Hiç kuşkusuz. Geleneksel erkek rolü çok zor
bir roldur. Asla güçsüz görünmeyeceksin, kim-
seyle yüzgöz olmayacaksın. Aynca bizim top-
lumda erkek devletle, otoriteyle direkt temas-
ta olan kişidir. Bu nedenden daha fazla baskı
karşısındadır ve korkar. Erkeği düşünsenize,
hep korkuyor; yöneticiden korkuyor, devlet-
ten korkuyor öte yandan devlete güveniyor,
her şeyi devletten bekliyor; devlet bir baba fî-
gürüdür onun için. Devlet karşısında ezilir, te-
dirgin olur. Bunu, bu öfkeyi, ezilmişliği biri-
ne boşaltmak ister, bunu da tabii en yakını-
na; genellikle bir öfke krizi halinde sunar. Bu
kişi çoğunluk birlikte olduğu kadındır.
lünsel Hanım, iç dünyanm kadın egenten-
liğinde olduğu, çocuğun eğitiminin, gözetimi-
nin kadınlar dünyasmda oluştuğu bir toplum-
da erkek karakteri bir bocalamaya giriyor mu?
Size ilginç bir gozlemimden söz edeyim. Ben
eğitimimi yurtdışında yaparken yaygm bir kanı
vardı. Türk toplumu ataerkil bir toplumdur ve
baba figürüne bağh pekçok bozukluk söz ko-
nusudur. Ben de yurda döndüm bekliyonım:
Baba figürüne bağh ruhsal bozukluklarla kar-
şılaşacağım. Çalışmalanm ilerledikçe gördüm
ki Türkiye'de yoğun bir ana bağnnhlığı var.
Bu bağımlılık eğitim görmüş kişilerde olduğu
gibi Anadolu'dan, köylülük kesimden gelen-
lerde de söz konusu.
•••M/fc yoğun ana bağımlılığı sadece er-
keklerde mi görülüyor?
Hayır, bu kadınlarda da görülen bir bağım-
lıhk. Meseleye baştan başlayalım isterseniz.
Bakın geleneksel aile yapısı içinde kadının en
büyük görevi soyun devamı için çocuk doğur-
mak. öte yandan çocuk özellikle de erkek ço-
cuk kadının güvencesi. Gelecek için sigortası.
Bakın erkek çocuk en çok sevgiye ihtiyaç duy-
duğu dönemde bir kadın grubu içinde büyü-
yor. Geleneksel ailede bunlar kaynana, anne,
teyzeler oluyor, çekirdek ailede sadece anne.
Kadınlar çocuklan doyuruyor, masal anlatı-
yor, onlarla senli benli sıcak bir ilişki kuruyor-
lar. Baba uzakta hayran olunması gereken,
saygı duyulması, korkulması gereken bir flgür
olarak kalıyor. Aynca erkek çocuk kadınlar
arasında gelişirken kadınlar onu bir veliaht gibi
büyütürler. Hiyerarşiyi sürdürecek güçlü bir
motif. Bu durum Batı'nın tersine bizde eşcin-
selliğe kayışı azaltıyor. öte yandan geleneksel
ailede kadınla erkek arasmda tek gerçek ileti-
şim yatak odasında kurulabildiğinden, anne
bütün duygusal boşalımını erkek çocuk üzeri-
ne yoğunlaştırmaktadır.
Erkek çocuk, bu arada babanın anne üze-
rindeki otoritesini de görür ve duygusal yakın-
lık kurduğu bu zayıf insanı koruma işgüdüle-
ri gelişir, sorumluluk duyar... Bu sorumluluk
duygusu ve annenin verdiği sırursız sevgi, şef-
kat erkeği yaşamı boyunca takip eder, bağım-
sız bir kişiliği engeller. Erkek hem bu duygu-
lardan kaçar hem de inanılmaz bir çekimle bu
duygulan arar. Bu da yoğun iç çatışmalara ve
aile içi bozukluklara neden olur. Bu durum,
bağımsız bireylerin bir arada mutlu yaşama-
larına epeyce güçlü bir engeldir.
\Bu durum samnm kadın-erkek arasın-
daki sadece duygusal iliskiyi değü.cinsel iliş-
kiyi de zedelemekte.
Erkek anneyi kutsallaştırır. tlk sıcak
teması onunladır ve çeşitli suçluluk duygula-
rından ötürü anneyi kutsallaştırmak zorunda-
dır. Daha sonra bu kutsal kadın figürü evle-
nilen kadında bulunur. Ona mal edilir. Bu ge-
nel psikolojik gerçekliğe bizde bir de İslam di-
ninin cinsel iliskiyi aşağılayıcı yaklaşımı girer.
Boylece evlenilen kadın bilinçalünda kutsallaş-
tınlır ve cinsel hazlar başka kadınlarda aranır.
Ancak burada da bir suçluluk duygusu erkeği
takip eder. Sonuçta insanın kendine ait haz-
lan özgürce kullanamadığı bir ortam ortaya çı-
kar. Bunun aasını erkek-kadın hep birlikte çe-
keriz. Kendini yeterince ifade edemeyen insan
mutsuz olur. Yaşama sevincini yitirir. Yaratı-
CJ enerjisi azahr.
^••^•fi/raj da kız çocuklarımn ana bağım-
lıhğından söz edelim. Neden pekçok kadın çok
kısa bir süre sonra annesine benziyor? Tepki-
leri, düşünceleri, hayata bakışları benziyor...
Anneyle özleşiyorlar adeta.
Anne için erkek çocuk bir güvence, bir ge-
lecek sigortası, kız çocuklarsa kaderin payla-
şılacağı bir ortak, bir psikolojik doyumdur.
Sık sık duyarsımz, kadınlar içlerini çeker, "bir
kızım yok ki derdimi açabileyim" ya da "ge-
iin bana bakmaz ki altımı teraizlemez ki..."
diye mınldanırlar. Bu duyguların biraz çıkar-
cı duygular olduğunu söyleyebiliriz. İnsanlar
hem maddi hem manevi bir güvence ararlar.
Bu tüm insanlar için en doğal içgüdüdür... Ge-
leneksel ailede hiyerarşi kadınlann birbirleri-
ne geleneksel rollerini öğretmesiyle sürüp gi-
der. Diyelim çekirdek aileye geçtik, bu kez an-
ne geleneksel kadın toplumunun değer yargı-
lannı, yaşama biçimini kızına geçirir.
^^K^MÇekirdek ailede işler geleneksel aile-
de olduğu gibi pek rahat yürümüyor. Çekir-
dek aile her an kuşatılmış durumda, her an ça-
tışmalı...
Şimdi Türkiye'de büyük bir göç dalgası ya-
şandı. İnsanlar köylerini, topraklannı bırakıp
kentleregöctüler. Aynca Tanzimat'la birlikte
bürokrat aileleri oluştu. Cumhuriyetle birlik-
te de çekirdek aile, tek eşlilik gündeme girdi.
kâretin önemli ohnadığım söyleyebüir hatta bu
düşüncelerini yaşama geçirebüir. Ancak canım
cicim ayları geçip de gündelik yaşamda bazı
engellemeler, çatışmalar başladığında ki evli-
likte ya da birlikte yaşamada çatışma en do-
ğal durumlardan biridir, işte o zaman bUinçaltı
kendini gösterir ve bazı şeyler bir aşağılama,
bir örseleme silahı olarak kullamlabilir.
Anlaşılan bilinçaltımız bizlere epey
oyun oynuyor, silahlarımızpek bol. Kadın er-
kek sürekli birbirimizi örselemek ister gibiyiz.
Dürüst, içten ilişkilerin ipuçlan neler olabilir?
Şimdi dürüstlükten söz edelim. Diyelim bir-
kadın evli, bir başkasını sevdi ve bunu koca-
sına söyiedi boşandılar, erkekte sürekli bir gü-
vensizlik oluyor. Aynı şey kadın için de söz ko-
nusu, bunu cinsellikten öte ele almak gereki-
yor, bu insanın insana olan güvensizliğinden
kaynaklanıyor. Bu insan bana acı çektirebilir
duygusu hep yaşamyor. Oysa insan acı da çe-
kebilir. Bu da hayatın bir gerçeğidir, bundan
da kaçmamak gerekir. Bizde ilişkilere her za-
man bir kişilik çatışması giriyor, rahat, doğal,
olabilir gözüyle bakılmıyor hiçbir şeye.
G Ü N S E L
K O P T A G E L1933'te tstanbul'da doğdu. Ona eğitimini tngiliz
Kız Ortaokulu ve Arnavutköy Amerikan Kız
Koleji'nde tamamladıktan sonra îsıanbul
Üniversilesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Berlin
Üniversitesi'nde nöro-psikiyatri uzmanlığı ve
Berlin Psikanaliz Enstitüsü'nde psikanaliz
eğitımlerı gördu. 1964'ten sonra akademik
çalışmalanm Istanbul Üniversitesi Tıp
Fakültesi'nde surdürerek 1968'de doçent, 1974'te
profesör oldu. Türkiye'de psikanaliz
uygulamalarmın oncülüğunu yaptı, ilk
psikosomatik bölümünü kurdu. Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Başkanlığı'nı
sürdürürken 1983 yılında 1402 sayılı yasa
nedeniyle unıversıteden ayrılınca, Alman
üniversitelerinden gelen davet üzerine 3 yıl
Giessen ve Kassel üniversıtelerinde konuk
profesör olarak görevde bulundu; yanı sıra
Almanya'nın diğer kentlerindeki ünıversitelerde
ve bilimsel kuruluşlarda ders, konfefans ve
seminerler verdi. Halen Turkiye'ye dönmuş
olmakla birlikte Almanya'dakı çalışmalanm da
sık sık oraya gidıp gelerek surdürmekte.
Çalışmalan içinde psikosomatik hekimlik,
psikanatız-psikoterapi, aile tedavisi, sosyal
psikoloji, seksüel patoloji, ergenlik, gençlik ve
aile sorunlan, ıfade ve sanat psıkopatolojisi
ûğırlık tasımakıadır. Bu konularda çeşitli dillerde
yazılmış kıtap ve makalelerden oluşan 200'ü
aşkın yayını vardır.
\Bunda insanlann, birlikte oldukları
insanlan sahip oldukları bir mal gibi algılama-
stnın ve karşısındakinin kişiliğini sürekli değiş-
tirmek istemesinin bir rolü var mı?
Yeryüzünde yapılan çalışmalar bize göste-
riyor ki her canlı türiinde bir sahip olma dür-
tüsü vardır. tnsanoğlu da yoğun bir sahip ol-
ma güdüsüyle yaşar. Birlikte olduğu insanın
bedenine, ruhuna sahip olmak ister. Onun tü-
müyle kendine bağımlı olmasından belirli bir
haz duyar.
•••H/fa haz duygusu, karşıdaki için bir
baskı olmuyor mu?
Elbette. Ama insanı insan yapan duygular-
dan biri bu. Insanoğlu yuzyıllardır bu duygu-
ya karşı kendini eğitmeye çalışıyor. Karşısın-
daki insanı bağımsız, kendi dışında ayn bir bi-
rey olarak görmeye çalışıyor. Demokrasinin de
sorunu bu değil mi? Birlikte yaşayan; ama ayn
düşünen, ayn hareket eden bağımsız bireyle-
rin mutluluğu değil mi soruı.? Aile dev insan-
lık ailesinin ilk hücresidir. Bu hücrede karşı-
lıklı duygusal ve cinsel iletişim kurulduğunda,
sevgi egemen olduğunda hiç kuşkusuz insan-
lar daha mutlu olacaklardır. Mutlu olmanın
bir yolu da vermeyi bilmektir, öğrenmektir.
M H M 7 u r £ insanı, bizler çoğunluk verme
kavramını bilmiyoruz gibi geliyor bana. Ver-
me derken tabii insanm iç dünyasını, duygu ve
düşüncelerini bir başkasma aktarabilmesini,
duygulanna set koymamasını söylemek istiyo-
rum.
Bizleri tanımlarken kişisel sansürü en çok
Prof.Dr. Günsel Koptagel, kadınlar için ayn kahveler, a>n mekânlar oneren kadın gnıplanna karşı olduğunu; kadınlann ve erkeklerin bir arada yaşamayi, bir-
likte tartışmayı ve hazlar üretmeyi ögrenmeleri gerektiğini söyiüyor. (Fotoğraf: Erdoğan Koseoğlu)
Tek eşlilik Türkiye'de kadın-erkek iüşkilerin-
de önemli bir asama olarak ele alınmalıdır. Ba-
tı'da din, tek eşliliği bir zorunluluk olarak ge-
tirmiştir, tabii her zaman her yerde olduğu gi-
bi çok eşlilik olmuş, ama genel seyir teke tek
bir gelişme... Aynca Batı'da din, kadın-erkek
arasında kaç göç getirmemiş, bu da önemli
paylaşımlara, birlikte yaşamaktan bir haz, bir
keyif ahnaya dönüşmüş. Bizdeyse dört kadın
alabilme olanağı, kadın erkek ilişkisini güçleş-
tirmiş, erkek duygusal bir eş olmaktan çıkıp.
bir güç olmuş, kadınlar arası rekabet artrruş,
ürkiye'de yaygın bir kanı
vardı: 'Biz ataerkil bir
toplumuz, baba figürüne
bağh pek çok ruhsal
bozukluk söz konusudur'
şeklinde. Çahşmalarım
ilerledikçe gördüm ki
Türkiye'de yoğun bir ana
bağımlılığı var. Bu, eğitim
görmüş kişilerde olduğu gibi,
Anadolu'dan, köylü kesiminden
gelenlerde de söz konusu.
pekçok değer yargısı degişiyor. Bu değişiklik
henüz sindirilmiş değil, uzun acüar da çekile-
cek. özellikle şimdi büyük bir nüfus oluştu-
ran köylerden kentlerin varoşlanna göç eden-
leri ele alalım. İlk göç edenler bir yerde statü-
koyu koruyabildiler. Kentin hızından fazlaca
etkilenmiyorlardı, iç dünyalan sağhklıydı.
Ama sonraki kuşaklar için durum iyice zorlaş-
tı. Geleneksel yapı kınlmaya başladı, koloni
halinde yaşama hızını yitirdi. Geçim zorluğu
nedeniyle kadınlar iş hayatına atıldılar, kızlar.
okumaya başladı ve en önemlisi daha başka
türlü yaşanabilir düşüncesi insanlarda yerleş-
meye başladı. Bunun sonucu olarak gelenek-
sel rol dağılımı değişti. Ancak toplumsal ge-
netik diye bir şey vardır, yaşam İcoşullannın
zorunlu dayatmasına rağmen bu genetik özel-
likler direnir. Geleneksel rol degişikliği öyle or-
tadan kolay kalkmaz, bunun acısmı ise hem
erkeğin hem kadmın çektiğini söyleyebiliriz.
öncelikle kadın kendini çok yalnız ve güven-
cesiz hisseder. Yeni gelen bu özgürlük bir an-
lamda bilinmeyen bir duygu olduğundan kor-
kutucudur. Bu yeni özgürlük, hayatın değişe-
bilir olduğu korkusu sadece gecekondu semt-
lerinde söz konusu değildir, bugün çeşitli eği-
tim olanaklanna sahip olmuş, meslek sahibi
kadmlarda bile özgürlüğün tanımlanamaz nes-
nesine karşı duyulan bir korku vardır. Gele-
neksel rolün dışına çıkmak her zaman zordur.
Ama aynı zamanda çok çekicidir de.
aynca İslam dininin kadını ile erkeği ayn ayn
mekânlara kapatması her türlü duygusal ve fi-
ziksel yakınlığı önlediği gibi kadının düşünce
düzeyinin geri kalmasına neden olmuş. Ben
şiıhdilerde kadınlar için ayn kahveler, ayn me-
kânlar öneren kadın gnıplanna karşıyım, biz-
lerin bir arada yaşamayı öğrenmemiz gerek.
Birlikte tartışmayı, birlikte hazlar üretmeyi öğ-
renmemiz gerek.
Hiçbir şey kolay olmuyor. Geleneksel aile-
den çekirdek aileye geçerken pekçok kurum.
iDeğişim erkekleri de ürkütüyor sam-
nm..
Yeni olandan ürkmek, geçmişe sımsıkı bağ-
lanmak erkekler için de söz konusu. Pekçok
erkek ekonomik güçlükler nedeniyle kadının
calışmasını kabul edebilir, ama her zaman çok
derinlerde yitirilmiş bir otoritenin acısını du-
yar. Bağunsızlaşan kadının yaşamaya başladığı
güveni kendi için tehlikeli bulur. Bu da pek-
çok iç çatışmayı kışkırtır. Örneğin bakirelik
konusunu ele alalım. Bugün pekçok erkek be-
uygulayan bir toplum olduğumuzdan kolaylık-
la söz edebUiriz. Baskılardan, tabulardan oluş-
muş karmaşık, çok baskılı bir sansür her an
hepimizin karşısında durmakta. örneğin, Türk
toplumu gülmez, yaşamındaki guzel bir şeyi
doya doya anlatmaz, genellikle yakınma, bir
acılı durum söz konusudur. Asık suratlı, de-
rin düşünceli gözükmek bize daha uygun ge-
lir. Bütün bunlann altında korkunun getirdi-
ği bir baskı söz konusudur. Istediklerimizi, o
andaki duygumuzu yaşamaktan korkuyoruz.
Bunları yaparsak büyük bir zararla karşılaşa-
B>askılardan, tabulardan
oluşmuş karmaşık, çok
baskılı bir sansür, her an
hepimizin karşısında
durmakta. Örneğin Türk
insanı gülmez, yaşamındaki
güzel bir şeyi doya cloya
anlatmaz. Genellikle
yakınma, bir acılı durum söz
konusudur. Asık surath, derin
düşünceli gözükmek bize
daha uygun gelir.
cağımızı sanıyoruz. Otoritemizi, toplum için-
deki itibanmızı yitinnekten korkuyoruz. Za-
aflanmızm açığa çıkması bizim için bir utanç
sorunu oluyor neredeyse.
^mnmtnsanlar zaaflanmn açığa çıkmasın-
dan gerçekten pek hoşlanmıyarlar, bu zaafın
kullanılmasından mı korkuyorlar?
Evet, aslında bir zırh geçiriliyor. Bir canlı,
tehlike karşısında ne yapar? Yüzeyini azaltır.
Bir tesbihböceği gibi büzülür. İnsan da aynı
şeyi yapar, kendi içine çekilir, tüm duygulan-
nı sınırlar, ancak rahat bir ortamda, kendi için
tehhkenin olmadığı bir ortamda kendini açı-
ğa çıkanr. önıeğin gülme bir duygusal olay-
dır. Bir çeşit kendini açıklamadır. İnsanlar
kendilerini dondururlar.
ellikle duyguların dondurulması
ikili ilişkilerde büyük bir yabancılaşmaya yol
açmıyor mu?
İnsanın kendi duygularını bilinçaltı bir zor-
lamayla dondurması elbette büyük bir yaban-
cılaşmaya neden oluyor. önce insan kendine
yabancılaşıyor daha sonra yıllardır birlikte ya-
sadığı insana yabancılaşıyor. Sonuç birbirin-
den nefret eden, bir türlü çıkış yolu bulama-
yan iki insan ve hep başladığı yere dönen bir
kısır ilişki. Ancak hemen söylemek gerekiyor
son yıllarda bu konuda büyük bir açılma var.
Daha önce sessiz beürtilerle, sembollerle ortaya
çıkıyordu.
ler?
örneğin nasıl belirttiler, nasıl sembol-
Hastalıklar. Çoğunjuğu psikosomatik has-
talıklar. Sokağa çıkma korkusu, yalnız kalma
korkusu, mide ağnsı, baş ağnlan... Bu hasta-
lıklann arkasında yoğun duygular yatıyor. Bu
duygular konuşulabilseydi, çözümu bulunabi-
Urdi. Ancak bu duygulan konuşmamayı ahş-
kanlık edinmiş kişiler var, bunlara dış bir yar-
dım gerekiyor. 15-20 yıldır bütün dünyada ai-
le tedavileri ön plana çıktı. Şimdi bizde de halk
giderek ahşıyor. Eskiden ruh hekimine gitmek
kahredici bir olaydı. Ruhsal bozukluk saklan-
ması, gizlenmesi gereken bir şeydi, insanlara
utanç verirdi. Bu usul usul yıkılıyor.
Size burada ilginç bir gözlemimi aktarmak
istiyorum, ruh hekimlerine gelenler daha çok
kadınlar. Onlar, en baştan aile içi çatışmalar-
da, cinsellikle ilgili konularda kendilerinin bir
suçu olduğunu, tedavi edihnesi gerekenin ken-
dileri olduğunu kabul ederler. Erkekler onlarla
birUkte gelir ve kadınlannı doktora teslim edip
beklerler. Son zamanlarda bu da değişti. Şimdi
sorunlann kadın-erkek her iki insanı da ilgi-
lendirdiği kabul ediliyor. Tabii bu değişimin
çok yavaş olduğunu özellikle belirtmek gere-
kiyor.
^^KKMTürk toplumunu Batılı toplumlardan
ayn ele almak gerekiyor kuşkusuz. Kadın er-
kek ilişkilerinde çok bize ait, farklı örnekler,
durumlar var mı?
iyelim evli bir kadın, bir
başkasını sevdi ve bunu
kocasına söyiedi, boşandılat;
#
sv
Erkekte sürekli bir
güvensizlik oluyor. Aynı şey
kadın için de söz konusu
ta.bii. Cinsellikten öte, bir
güvensizlik var. Bu insan
bana acı çektirebihj duygusu
hep yaşanıyor. Oysa İnsan acı
da çekebilir. Bundan
kaçmamak gerekir. Bizde
ilişkilere her zaman bir kişilik
çatışması giriyor; rahat,
doğal, olabilir gözüyle
bakılmıyor hiçbir şeye.
Elbette. Bizde tamamen bizim geleneksel ya-
pımızdan ve ekonomik koşullardah kaynakla-
nan bir gelin-kaynana olayı var ki bu, büyük
bir kesimde çatışmalara neden oluyor. Hem de
çok boyutlu olarak. Bu olayda geleneksel ana-
oğul bağımlılığının, ekonomik ve sosyal güven-
cenin olmamasının büyük etkisi var. Aynca
duygusal bir boyut da var. Anne, ben oğlumu
yabancı bir kadınla neden paylaşayım duygu-
su içine giriyor, tabii eşte kadında da aynı şey
oluyor. Bu durum özellikle çekirdek ailede bü-
yük bir sorun oluyor. Bazen kaynanalar şid-
detli hastalık belirtileri gösterebihyorlar. Bu
çaresizüğin getirdiği bir savunma oluyor, çün-
kü korkuyor, eski konumu ayaklannın altm-
dan kaymış, kendini boşlukta hissediyor, he-
le gelin işi gücü olan güçlü bir figürse durum
daha da vahimleşiyor. Pekçoklan dikkat edi-
yorlar, oğullanna okumuş, iş sahibi kız almak
istemiyorlar. Bizde önemli çatışmalara neden
olan bu durum, özgürlük ve ekonomik bağım-
sızlık sorunlanm çözmuş toplumlarda olmu-
yor, yaşanmıyor. Anne yaşh da olsa, dul kal-
sa da emekli maaşı var, sosyal güvencesi var.
UKK^MAynca yalnız yaşayabiliyoriar...
Evet, yalnız yaşayabiliyorlar, kendileri gibi
yalnız yaşayan kadınlarla, erkeklerle arkadaş
olabiliyorlar. Aynca Batı Ulkeleri savaş geçir-
diler. Erkek nüfusu önemli ölçüde azaldı, ka-
dınlar yalnız yaşamayı, çalışmayı öğrendiler.
Bizde de kadın hep çahştı, ama bu kolektif bir
çalışmaydı, birey olarak gelişmedi.
•^••Top/M/n hayatının pekçok yerinde ba-
şarılı kadınlar görüyoruz, bunlar iş hayatına
da girdiler ve başanlılar. Gene de bir kimlik
savaşımından söz edilebilir, başanlı insanlar
için bile...
Işinde, toplumsal yaşamda başanlı olan ka-
dın bu başanlı kimliği evinde de sürdürmek is-
tiyor, sürdürüyor da. Öte yandan erkek zaman
zaman eski konumunu özlüyor ve işte size bir
kimlik çatışması. Bazen bu çatışma'öyle bo-
yutlara ulaşıyor ki aile bireylerinin en güçsü-
zü, en savunmasız olanı çocuklar, bu kimlik
çatışması sırasında gerçek bir kimlik kaybına
uğruyorlar. Gelgitler onlan şaşırtıyor, kaygan
bir zeminde kök salmaya çalışıyorlar, bu da
oniara gerektiğinden fazla sorumluluk yüklü-
yor.