22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Cumhuriyet Strateji 18 Ağustos 2008 / 216 Orhan PEHLİVANLI TUSAM Avrupa Araştırmalı Masası opehlivanli@tusam.net AB, AKP’nin kapatılması davası sürecinde taraf olduğunu gösterdi C S TRATEJİ 5 aday ülkeler açısından zorunluluk iken üye devletler bu sözleşmelere mesafeli yaklaşmışlardır. Çünkü üyeleri de kapsayacak bir azınlık tanımı ileride bütün üye ülkelerin baş ağrısı olabilecek niteliktedir. Kaldı ki üye devletler bile AB Konseyi Irkçılığı ve Ayrımcılığı Önleme Komitesine ve AİHM kararlarına uymazken üyelik yolunda çok az yol almış Türkiye’ye bu yönde yoğun baskılar yapılması hedefin sadece ortak bir hukuk anlayışı yaratmak olmadığını göstermektedir. İkinci olarak geçtiğimiz haftalarda Türkiye kadar Avrupa gündemini de meşgul eden ve sonucunda bütün AB’de bir sevinç dalgası yaratan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği AKP’nin kapatılmama kararında gelişen süreci incelemek gerekir. Davanın açılmasından itibaren Türk Yargısına doğrudan tehdit ve baskı oluşturur biçimde diplomatik nezaket ve yöntemlerin çok uzağında davranan AB yetkililerinin açıklamalarına şahit olundu. Her fırsatta birlik yasalarından ve hukukun üstünlüğünden bahseden AB, AKP’ye açıktan destek vererek kendi istekleri söz konusu olduğunda hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının bile önemsizleşeceğini göstermiş oldu. Parti kapatılması konusunda olumsuz bir tavır geliştiren AB, kamuoyunda AB’de parti kapatmanın söz konusu olmadığı şeklinde bir yanılgı oluşmasına sebep oldu. Yanılgıdır çünkü AB üyesi ülkelerin çoğunda da parti kapatmaya yönelik yasalar yürürlüktedir. Parti kapatma cezası Almanya, Belçika, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Hollanda, İspanya, Litvanya, Macaristan, Polonya ve Portekiz’de yasalar çerçevesinde mümkündür. Üye ülkelerde de var olan bir düzenlemenin Türkiye’de uygulanması gündeme geldiğinde, bütün ülkelerin taraf olduğu BM Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri’nde yer alan "yargı bağımsızlığına riayet ve onu gözetmek bütün resmi ve diğer kurumların görevidir" hükmünün AB yetkililerince umursamadığına şahit olundu. Çünkü çıkarlar mevzubahis olduğunda, siyaset yolunda hukuk önemsizleşebilmektedir. Sonuç olarak medeniyetin ve insan haklarının merkezi gibi lanse edilen, bir öğretmen edasıyla bu konularda Türkiye’yi hizaya getirmeye girişen AB’nin hedefleri için çıkarlarına aykırılık teşkil eden durumlarda dahi her şeyden AB Liderler Zirvesi’nden... ödün verebildiğini görüyoruz. Anlaşılıyor ki AB’nin Türkiye’den yapmasını istediklerinde de aslında süslü cümleler arkasında AB’nin kendi çıkarı söz konusudur. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri bu dayatılan istekleri en ince ayrıntısına kadar incelemeli ve atacağı adımları ustalıkla planlamalıdır. En önemlisi de TürkiyeAB ilişkileri açısından acilen hedef ve hedefe ulaştıracak yöntemin belirlenmesi; bir stratejinin oluşturulması gereklidir. K üresel bir oyuncu olmak hedefiyle kurulan Avrupa Birliği (AB) mali ve idari birlikteliğini sağlamış olsa da siyasi birliktelik oluşturmaktan henüz uzak. AB’nin siyasi birlik olamadığını üye ülkelerin dış politikalarından net olarak görebiliyoruz. ABDIrak savaşında, Akdeniz, Karadeniz birlikleri için atılan adımlarda, anayasa referandumunda, Avrupa Güvenlik Savunma Kimliği gibi girişimlerde ortak bir tutum sergilenemediği; üye ülkelerin kendi çıkar ve amaçları doğrultusunda hareket ettiği gözlemlendi. Zaten farklı millet ve devletlerin oluşturduğu bir yapının her konuda birlikte hareket etmesi tarihsel gelişime aykırı olurdu. Çünkü her devlet öncelikle kendi refahını düşünür. Maastricht Antlaşması’nda alınan ortak dış güvenlik politikası oluşturma kararını henüz hayata geçirememiş, siyasi askeri birliğini tamamlayamamış AB, ancak bir devletler topluluğu görünümündedir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünyada pasif bir rol alan Avrupa’nın bu görünümünden kurtulma yolundaki çabalarının kısa ve orta vadede sonuç vereceğine dair bir emare görülmemektedir. Böyle bir AB’ye girmek için 50 yıldır kapıda bekleyen, bazen umut verilip çoğu zaman dışlanan Türkiye’nin üyelik umuduyla geçen bunca zamanda çok az yol kat edebildiği söylenmelidir. İkili ilişkilerin temeli 1963 Ankara Antlaşması ile atılmış olup 1970 tarihli Katma Protokol ile gümrük birliği süreci başlamış, 1996’da gümrük birliğine giriş ile ilişkiler farklı bir boyut kazanmıştı. Türkiye’nin tam üyelik için aday ilan edildiği 1999 Helsinki Zirvesi sonrasında 17 Aralık 2004’te üyelik müzakereleri başladı. Tam üyelik hedefiyle başladığı söylenen müzakereler aslında ucu açık bir süreç ve sonunda hiçbir garantinin taahhüt edilmediği müzakerelerden oluşmaktaydı. Bu söylem net bir şekilde 2003 Gözden Geçirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi’nde ifade edilmişti. Garantisi bulunmayan üyeliğinde Türkiye’ye özel sürekli kısıtlamaların yapılabileceği de ifade edilmiştir. Üstelik bu kısıtlamalar AB’yi bir birlik yapan dört temel kriterden biri olan emeğin yani insanların serbest dolaşımına ilişkindir. Anlaşılıyor ki Türkiye AB’nin eşit bir ortağı olmayı beklerken Türkiye’yi bekleyen ise en iyi ihtimalle imtiyazlı bir ortaklıktır. Müzakereleri yürüten Türk heyetinin de sonucu değiştirmeye yönelik herhangi bir girişimi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Gelecek perspektifi oluştururken AB’nin Hangi Avrupa, hangi birlik? ivedilikle gerçekleştirilmesini istediği düzenlemeler ile AB üyesi ülkelerdeki uygulamaları da kıyaslamak gerekir. Karşılaştırmalı bir inceleme yapıldığında görülür ki hukuksal ve siyasal istekler tamamen Türkiye’ye özel bir içeriğe sahiptir. Azınlıklar konusundan yapılması istenen düzenlemelerden başlanırsa; AB, kurucu metin olan Lozan antlaşmasına ek olarak "şimdilik" etnik azınlık statüsünde Kürt kökenli vatandaşları dini statüde de Alevi cemaatine mensup vatandaşları azınlık statüsüne sokup onların hamiliğine soyunmuştur. Türkiye’den azınlık haklarında düzenleme isteyen AB’nin üye ülkelerinde istenen türde bir hukuki düzenlemenin önceden beri var olduğunu düşünebiliriz ama bu düşünce boş bir hayalden öteye geçmez. Çünkü AB üye ülkelerinin iç hukukları bakımından bir standartları yoktur ve AB’nin kurucu antlaşmalarında azınlıklarla ilgili düzenlemeler yer almamıştır. Sadece aday ülkeler bakımından konu Kopenhag Kriterlerine dâhil edilirken üye devletler kapsam dışında bırakılmıştır. Ayrıca Kopenhag Kriterleri’yle paralel olarak ele alınabilecek Avrupa Komisyonu sözleşmeleri de Her fırsatta birlik yasalarından ve hukukun üstünlüğünden bahseden AB, AKP’ye açıktan destek vererek kendi istekleri söz konusu olduğunda hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının bile önemsizleşeceğini gösterdi.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear