Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
Cumhuriyet Strateji 18 Ağustos 2008 / 216 olabileceğini çağrıştırmaktadır. Bu Haşim Kılıç durum, Türkiye’nin egemenliğine müdahale anlamına gelmektedir. AB, reformların çabuklaştırılmasında ısrar etmekte, Türkiye’yi kontrol altına almak ve kontrolü sürdürmek istemektedir. Kapatma davasının hemen ardından "Biz üstümüze düşeni yaptık, siz de bir an önce reformları yapın, Kıbrıs başta olmak üzere beklentilerimize karşılık verin" şeklinde algılanan yaklaşımlarını dikkatle incelemekte fayda görülmektedir. Türkiye’nin müzakere sürecini devam ettirebilmesi adına tavizler vermesi, bu konuda aşırı hevesli ve istekli görünmesi, AB’nin yaklaşımında katılık yaratmaktadır. AB ile olan ilişkilerde, Türkiye’nin güvenliğine olumsuz yönde etki edecek tüm konulara sınırlandırma getirilmemesi halinde, Türkiye’nin milli menfaatlerinin zedeleneceği, güvenliğinin tehlikeye düşeceği, egemenliğinin tartışmalı hale geleceği düşünülmektedir. Bu nedenle ne olursa olsun AB’ye gireceğim şeklinde bir yaklaşım sergilemenin yanlış bir tarz olduğu kıymetlendirilmektedir. Bugüne kadar Irak’ın kuzeyinde oluşturulan özerk yapıyı muhatap almayacağını, temasın devletten devlete yapılacağını savunan ve bunu uygulayan Türkiye’nin, ABD’nin isteği doğrultusunda bu yapı ile iletişim kurması ve onunla barışık yaşamaya zorlanması da, önümüzdeki dönemde güvenlik açısından sıkıntılar yaratacak bir konu olarak görülmektedir. Ayrıca, yakın zamana kadar bir Türkmen Şehri olarak anılan, fakat daha sonra Kürt ağırlıklı bir şehre dönüştürülen Kerkük’te, Türkmenlere eşit hak tanıyan seçim yasası çıkmışken bu yasa, hem Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiş, hem de Türkmenler bu nedenle tecavüze uğramıştır. Kerkük ile ilgili referandumun askıya alınmasından sonra, bu vilayetin hâkimiyetinin ellerinden kaçmakta olduğunu gören Kürtler, seçim yasasının vetosu ve tecavüz olayının hemen ardından, halen il meclisindeki çoğunluklarına dayanarak, Kerkük’ün Kürt bölgesine katılması yönünde karar almış ve bu konudaki müracaatlarını da yapmışlardır. Bu gelişmeler Türkmenlerin hak ve menfaatlerinin korunması yönünde yeterli etki ve siyasi kararlılığın sergilenemediği kanaatini ortaya çıkarmaktadır. Türkmen konusunda sonuç alınabilmesi için reaktif değil, proaktif politika takip edilmesinin önemi bir kere daha anlaşılmıştır. TSK, terörle mücadelesini büyük bir azim ve kararlılıkla sürdürmektedir. Ancak diğer taraftan TSK’nın itibarını zedeleme ve bu yolla etkinliğini azaltma yönündeki kampanyalar da büyük bir gayretle devam ettirilmektedir. Terörle mücadele sanki sadece TSK’nın görevi olarak mütalaa edilmekte, bu konuda alınması gerekli siyasi, sosyal ve ekonomik tedbirler sadece sözde bırakılmaktadır. Konunun esasını teşkil eden bölücülük tehdidi ise bir iç siyaset konusu olarak görülmekte ve tamamen görmemezlikten gelinmektedir. Etnik bölücülük ve onun bir kolu olan terörle mücadelede, gerekli siyasi kararlılığın gösterilmesi ve devletin tüm unsurlarının koordineli bir şekilde bu mücadeleye katkıda bulunması önem arz etmektedir. Yaşanan olaylar, alınan tedbirlerin yeterli olmadığını veya kâğıt üzerinde kaldığını göstermektedir. TSK’nın milletin içinden gelen bir kuruluş olduğunu, yıpratılma eylemlerinin sadece TSK’ya değil, milletin kendisine karşı yapılmış sayılacağını, güçlü ordunun, güçlü devlet anlamına geldiğini, Türkiye Cumhuriyeti C S TRATEJİ 23 edilmiştir. Laikliğin de çeşitli şahıs ve kurumlar tarafından farklı şekilde yorumlanması ve algılanması da mümkün değildir. Bu konu anayasada ve Anayasa Mahkemesi kararlarında açık bir şekilde belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kapatma kararına ilişkin gerekçelerin çok iyi analiz edilmesinde, anlaşılmasında ve bundan ders çıkarılmasında fayda görülmektedir. Siyasi düşüncelerle bunu saptırmak ve olanları yok saymak veya kabullenmemek bizi yeniden geldiğimiz noktaya geri döndürebilir. Bu konuda, başta bu konuya muhatap olan parti olmak üzere bütün anayasal kurumların, üzerine düşen görevi yapmaya özen göstereceği ve bir daha böyle bir konunun gündeme gelmemesi için gerekli hassasiyeti sergileyecekleri umut edilmektedir. Ergenekon olarak anılan davanın da, suçsuz olanların uzun süre sıkıntı çekmelerini önleyecek tarzda ve adil bir şekilde sonuçlanacağı beklenmekte ve bundan şüphe duyulmamaktadır. Ancak bu süreçte, itibarları zarar gören kurumların, yeniden itibarlarını kazanabilmeleri için başta kendileri olmak üzere, devletin tüm unsurlarının yardımcı olması ve destek vermesi, ülke menfaatleri açısından yararlı görülmektedir. Türk Milleti’nin dikkatini başka konulara yönelterek, ulusal menfaatlerinin gereklerinden uzaklaştırılmaması da son derece önemsenecek bir durum olarak nitelendirilmektedir. Kapatma davasında Anayasa Mahkemesi tarafından, iktidardaki partinin, laikliğe aykırı davranışların odağı haline gelmiş olduğu tescil edilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından verilen karara ilişkin gerekçelerin çok iyi analiz edilmesinde, anlaşılmasında ve bundan ders çıkarılmasında fayda görülmektedir. Devletinin varlığının teminatı olduğunu, ona zarar verilmesinin bütün milli değerlere zarar anlamına geldiğini unutmamak gerekir. Fener Rum Patriği’nin, ABD başta olmak üzere, dış güçler tarafından da desteklenen ve kabul gören ekümeniklik konusundaki tutumuna, Türkiye tarafından kesin bir reaksiyon gösterilmemesi durumunda, bu konunun da ileride güvenlik açısından mahsurlar yaratacağı değerlendirilmektedir. Ukrayna’ya yapılan davet, bunun son örneğidir. Bu konuda özellikle Rusya ile işbirliği yapılması fayda getirebilir. Yeni çıkarılan Vakıflar Yasası da ekümenikliği güçlendirebilecek faktörlerden biri olarak düşünülmektedir. Bu konuda gösterilebilecek en küçük bir zafiyetin, ileride telafisi mümkün olmayan sonuçlar ortaya çıkarabileceği hesaplanmalıdır. Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinden uzaklaşmanın, cumhuriyetin ilkelerinden ve bugüne kadar olan kazanımlarından feragat etmenin mümkün olamayacağı, sandıktan çıkmanın her şeyi yapabilme anlamına gelemeyeceği, demokrasinin bir kurallar rejimi olduğu bir kere daha anlaşılmıştır. Ayrıca sandığa giden halkın da yeterli eğitime sahip olmasının, doğru bilgilerle donatılmasının, iktidar hırsı ile yanıltılmamasının ve muhakeme kabiliyetine ulaşmasının, demokrasinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlayacağı ve demokrasiyi güçlendireceği gerçeği ön plana çıkmıştır. Kapatma davasında Anayasa Mahkemesi tarafından, iktidardaki partinin, laikliğe aykırı davranışların odağı haline gelmiş olduğu tescil Bartholomeos