Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
6 Armağan KULOĞLU Emekli Tümgeneral Irak ve Irak’ın kuzeyine ilişkin politika değişimi kaygı veriyor… C S TRATEJİ gündemden düşecek noktaya kadar geriletilmesi mümkündür. Ancak askeri tedbirleri müteakip, yaşanan olaylardan ders çıkarılmayarak gerekli tedbirlerin alınmaması halinde yeniden bu acıları yaşamamız ve ülke kaynaklarını yeniden aynı yönde harcayarak ekonomik açıdan da kayıplara uğramamız kaçınılmazdır. Diğer taraftan siyasi, sosyal ve psikolojik açıdan telafisi oldukça zor olabilecek daha vahim durumlarla karşılaşabilmemiz de mümkündür. Türkiye’nin Irak politikası bellidir. Türkiye, Irak’ın siyasi bütünlük içinde toprak bütünlüğüne sahip ve Türkiye’ye tehdit oluşturmayacak bir yapıda olmasını desteklemektedir. Türkiye, Irak devletinin topraklarına hâkim, komşu ülkelerle ve özellikle kendisi ile iyi ilişkiler içinde olmasını arzu etmektedir. Ancak yaşanan olaylar neticesinde gelinen durum ve bu kapsamda oluşturulan yeni Irak Anayasası, federatif bir yapıyı öngörmektedir. Federasyonların tehdit olarak algılanıp algılanmamaları, merkezi hükümete bağlılıkları ve merkezi hükümetin gücü ile bağlantılıdır. 1 Mart 2003 tarihinde, ABD’nin Türk topraklarını kullanarak Irak’a girmesini öngören tezkerenin TBMM’den geçmemesinden sonra, ABD’nin Türkiye’ye karşı olan tutumunda değişiklik olmuş ve iki ülke arasındaki müttefiklik ilişkileri, ABD’nin bu konudan dolayı hoşnutsuzluğu ve zarar gördüğünü algılaması sebebi ile uzun bir süre için oldukça zayıflamıştır. ABD, Irak’a yaptığı müdahalenin başlangıcında karşılaştığı bu durum nedeniyle Türkiye ile olan müttefiklik ilişkilerini bir noktada askıya alırken, harekâtta kuzeyden birlik sokamamasından dolayı Irak’ın kuzeyini kontrol etmesi görevini verdiği Kürt grupları, kendine müttefik olarak kabul etmiştir. Türkiye’nin tezkere sonrasında harekâta ilişkin verdiği birçok desteği de görmezlikten gelmiştir. Kürt grupların ABD’nin müttefiki durumuna gelmesi, onlara olan desteği hem politik hem de ekonomik alanda arttırmıştır. Tarih boyunca kendilerine ait bir yönetim ve bağımsız bir devlete sahip olmayan Kürt gruplar için bu durum, bir fırsat olarak algılanmıştır. Bu fırsatı iyi kullanmak isteyen Kürt gruplar, Irak’ın kuzeyinde oluşacak böyle bir yapıyı kendine tehdit olarak gören ve karşı çıkan Türkiye’ye karşı tavır almaya ve yapılarını güçlendirmek için çeşitli yollara başvurmaya başlamışlardır. PKK terör örgütüne destek vermesi ve Türkmenleri yönetim etkinliğinden uzak tutmaya yönelik girişimleri bu kapsamda ele alınmalıdır. Türkiye’nin yanlış açılımı Türkiye’nin Irak ve özellikle de Irak’ın kuzeyine yönelik politikasını değiştirmesi kendi aleyhine gelişmelere neden olabilir. Iraklı gruplarla ‘görüşme’ noktasına odaklanan yeni yaklaşım kuzeydeki yapıyı tanıma anlamına gelir. Bu ilerde IRAK’IN STATÜSÜ Barzani aracılığıyla dayatılabilecek ABD’nin "Yeni Ortadoğu" anlayışı kapsamında parçalanması söz konusu ise de, bölücülüğün meşrulaştırılmasıdır… Irak’ın bulunulan safhada parçalanmanın uygun düşecek boyuta gelmesini düşünerek bunun sadece askeri önlemlerle ortadan kalkabileceğini düşünmesinin, terörün siyasi, sosyal, psikolojik ve ekonomik boyutlarının görmezlikten gelmelerinin bir yanılgı olduğunu yaşanan olaylar sonucunda anlamaları gerekir. TSK terörle mücadelesini kararlılıkla sürdürmektedir. Örgüt aldığı darbelerle gittikçe zayıflamaktadır. Bu durum terör eylemlerinin bir anda sona ereceği anlamını taşımamalıdır. Örgüt, varlığını sonuna kadar gösterebilmek ve dağılmayı önleyebilmek için eylemlerine devam edecektir. Alınan askeri önlemler ve verilen kararlı mücadele ile terörün yeniden Talabani olmadığı, yeri ve zamanı geldiğinde düşünülebileceğine ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır. Hatta Irak’ın Sünni ve Şii bölgelerini de kapsayacak şekildeki bir federatif yapıda olması da ABD tarafından, İran faktörü ve bölge dengeleri açısından da uygun görülmemektedir. Bu durumda ABD tarafından, Irak’ın kuzeyinde oluşturulan yeni yapının, bölgede böyle bir oluşuma da ihtiyaç duyması nedeniyle "Irak Kürdistan’ı" adı altında federe bir yönetimde, Irak’ın kalanının da vilayet teşkilatlarıyla merkezi hükümete bağlı olan bir yapıda olması düşünülmektedir. Ancak kuzeydeki bu yönetimin oldukça gevşek bir federasyon yapısı ile birçok konuda egemen olması da ABD tarafından tercih edilmektedir. Merkezi hükümetin yetkilileri de böyle bir yapıyı, hem ABD baskısı, hem de etnik tabanlarının aynı olmasından dolayı desteklemektedir. Ayrıca ABD tarafından, "Irak Kürdistan’ı" olarak nitelendirilen yönetim ile Türkiye’nin barışık olması, iletişim kurması, ilişkileri güçlendirmesi, son tahlilde bu yönetimi kabullenmesi ve gözetmesi arzu edilmektedir. Türkiye’nin kabul ettiği durum ve politikası, hatta uluslararası ilişkilerin doğası gereği, ülkeler arasındaki münasebetler devletten devlete yapılır. Ancak gerek ABD gerek Irak’ın merkezi yönetimi ve gerekse doğal olarak Irak’ın kuzeyindeki yönetim, Türkiye’nin "Irak Kürdistan’ı" olarak nitelendirilen yönetimi muhatap almasını ve bu yönetimin bağımsız bir yapı gibi kabul edilmesini istemektedir. Böyle bir yapının oluşması, muhatap olarak kabul edilmesi, yönetim olarak kabullenilmesi ve zaman içinde bu yönetimin gözetilmesi, Türkiye’yi, etnik esaslı bölücülük tehdidi karşısında zafiyete düşürecek bir husus olarak görülmektedir. Çünkü bu yapının ideali son tahlilde, sözde Büyük Kürdistan’ı yaratmaktır. Barzani yönetiminin yakın zamana kadar söylem ve eylemlerinde bunu görmek mümkündür. Türkiye’nin güneydoğusundaki siyasi, sosyal ve ekonomik faaliyetleri ve etkileri bu gerçeği göstermektedir. Fakat gelişen PKK’YI GÜÇLENDİREN FAKTÖRLER Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi alabilmek ve giriş sürecini devam ettirebilmek için bir seri uyum paketleri kapsamındaki girişimlerinden ve uygulamalarından istifade ederek yeniden Barzani güçlenme imkânı bulan etnik esaslı bölücülük/Kürtçülük hareketi, faaliyetlerini arttırmış, düşüncelerini siyasi platforma taşıma fırsatı elde etmiştir. PKK terör örgütü de bu açılıma, silahlı propaganda alanında destek vermek maksadıyla, ortaya çıkan ortamdan da istifade ederek yeniden güçlenme olanağını bulmuştur. Ayrıca ABD’nin 2003 yılındaki Irak’a müdahalesi, bu müdahale sonrasında Türkiye’yi bölgede etkili olmaktan uzak tutması, Irak’ın kuzeyinde kendine müttefik bir yapı oluşturması ve Türkiye’ye yönelik düşmanca hareketlere duyarsız kalması, hatta bu tutumunun teröre dolaylı destek oluşturması, PKK terör örgütünün söz konusu güçlenmesine yardımcı olmuştur. PKK terör örgütü, dış politikanın kendine verdiği güç, Irak’ın kuzeyindeki yönetimin himaye ve desteği, ABD’nin duyarsız kalmasından dolayı elde ettiği dolaylı destek sayesinde bölgede yeniden teşkilatlanmış, lojistik ve finans desteğine kolaylıkla sahip olmuş, eğitim yapma olanağı bulmuş, insan kaynağını tamamlamış ve bunları devam ettirmiştir. Ayrıca güvenli bir bölgede olmanın verdiği rahatlıkla birçok terör eylemini planlama, uygulama ve sonrasında da tekrar bu güvenli bölgeye sığınma imkânını elde etmiştir. Türkiye’deki politika yapıcıları ve karar alıcıların, terörü bir eylem olarak kabul etmesinin ve bunun 1990’lı yıllarda verilen mücadele neticesinde gündemden