Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
4 Mustafa ÖZBEK Türkiyem Topluluğu Sözcüsü Y alan konusunda söylenen çok söz vardır. Hem İslamiyet'te hem de Hıristiyanlıkta kutsal kitaplarda yalanın günah olduğuna ilişkin ayetler mevcuttur. Buna rağmen toplumsal hayat, yalanlar yüzünden giderek çekilmez boyutlara gelmiştir. Gençleri uyuşturucuya, genç kızları fuhuşa, bankaları iflasa, gençyaşlı, kadınerkek birçok insanı sahtekarlığa, dolandırıcılığa sürükleyen, fakirliği ve cehaleti toplumların başına sanki bir 'kader' imiş gibi musallat edenlerin hayatlarında yalanın yeri ve önemi büyüktür. Pembe, beyaz, küçük diye sınıflandırılan yalanlar, artık toplumsal yaşamımızın bir parçası olmuştur. İnsanlarımız, yalanla gerçek arasında her geçen gün incelen bir çizgidedir. Daha önceleri kalın olan bu çizgi, ülkenin yönetimine egemen olan çevrelerin milletimizi yalanlarına 'bağımlı' hale getirmeleri sebebiyle bir iplik gibi incelmiştir. Daha da kötüsü yalanlar ve yalancılar, sanki 'hoşgörülerin korumasına' alınmıştır. Ahlaki çöküntü, ne yazık ki milletimizin en büyük erdemlerinden biri olan hoşgörünün gölgesindedir. Bu durum yalanları da yalancıları da toplum içinde 'muteber' yapmaktadır. Türkiye’nin hareket alanını kısıtlayan ve aslında sorunların en temelinde yatan, işte yalana ve yalancıya hiç de hakkı olmadığı halde verilen bu itibardır. Ocak ayının ortalarında Avrupa'ya eğitime gidecek gençler için düzenlenen törene katılan Başbakan, yaptığı konuşmada, "Batı’nın ilmini, sanatını almadık, maalesef değerlerimize ters düşen ahlaksızlıklarını aldık" demişti. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın söylediği bu söz bazı tartışmalara açık olsa bile Batı yani Avrupa hakkında millet olarak sahip olduğumuz negatif düşüncelere de tercüman oldu. Batı ve özellikle Avrupa konusundaki düşüncelerimizde ‘haksız’ olmadığımız da ortaya çıkmış oldu. Kabul edelim ki Başbakan'ın bunu söylemiş olması bile bir aşamadır. Şüphesiz ki kendisini Batı'ya özellikle Avrupa'ya karşı bu derece hırçınlaştıran sebeplerin başında, Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyeliğe kabul sürecinde sergilediği yalan, yanlış ve oyalayıcı tutum ve tavırlar gelmektedir. Başbakan, yakın bir gelecekte bu sözlere takla attırıp kendini savunma durumuna düşebilir mi? Bunu hep birlikte göreceğiz. Peki, Avrupa gerçekten ahlaksız mı? Bu soruya verilecek cevabı Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Profesör Doktor Musa Kâzım Yılmaz'ın 'İnsan Hakları Konusunda Batı'nın Büyük yalanların Avrupası Sınavı' başlığıyla Köprü Dergisi'nin 96. sayısında yazdığı makalenin şu satırları arasında bulmak mümkün: "Batı, menfaat elde etmek için yüzyıllardır genelde güçsüz milletlere ve özelde İslam ülkelerine karşı bir savaş sürdürmektedir. Bugün Batı'nın nerelerde ve ne amaçla savaştığını bilmeyen yoktur. Özellikle Müslümanların elinde bulunan büyük petrol kaynaklarını kontrol altında tutabilmek için Batı'nın yakın tarihte neler yaptığını ve hâlâ aynı bölgelerde ne planlar çevirdiğini herkes biliyor. Yine herkes biliyor ki, Batı'yı Afrika'ya ve Uzak Doğuya götüren tek neden kutsal kitabı insanlara tebliğ etme arzusu değil, makine egemenliğine dayanan menfaatlerini daha uzak noktalara taşıma hevesidir. Kuşkusuz kutsal kitap her zaman bu çirkin amaca alet edilegelmiştir. Son elli yılda ABD ve onun müttefikleri olan Batılı devletler tarafından sürdürülen savaşların gerçek sebeplerini hatırlayın: Vietnam, Kamboçya, Kuzey Kore, İranIrak, Körfez, Afganistan ve Irak savaşları. Bu savaşların gerçek sebebi Hıristiyanlığı veya demokrasi ve insan haklarını o bölgelere taşımak değildir. Kaldı ki, bugünkü Batılı ülkeler Hıristiyanlığın ahlaki ilkelerini insanlığa taşıma niteliğine etik olarak da sahip değillerdir. Çünkü tarih boyunca hep başkasını saldırgan kabul eden fakat hiçbir zaman nefis C S TRATEJİ muhasebesi yapmayan Batılı devletler Hıristiyanlığı yüzyıllardır ancak sömürge alanlarını genişletmek amacıyla kullanmıştır. Batılının karnesi bu yönüyle de kırıklarla doludur. Bu gerçeği bir Afrika yerlisinin şu ifadelerinde bulmak mümkündür: "Batılılar Afrika'ya geldiğinde onların elinde İncil bizim elimizde topraklarımız vardı. Şimdi bizim elimizde İncil onların elinde topraklarımız var" Görülüyor ki Batı'nın bünyesindeki emperyalist hücreler sadece yoksul ülkelerin başına açlık ve yoksulluk olarak musallat olmakla kalmıyor, bu insanların yaşadığı toprakları ve kaynakları da onların elinden alıyor... Tıpkı ABD'nin önce Afganistan'a, sonra da Irak'a yaptığı gibi... Batı derken karşımıza biri Amerika Birleşik Devletleri'nin diğeri de Avrupa Birliği'nin 'hakim' olduğu iki önemli coğrafya çıkıyor. ABD'nin Türkiye'ye olan yaklaşımlarını bu köşede çeşitli defalar anlatmaya çalıştık. Bu yazımızda ise dünya üzerinde Türkiye'ye karşı adeta 'intikam duygusu' taşıyan tek coğrafya olan Avrupa'daki siyasi otoritenin merkezi Avrupa Birliği'nin yaklaşımlarını ele almaya çalışacağız. Bilindiği gibi 12 Eylül 1963’te Avrupa Birliği ile imzalanan Ankara Anlaşması’yla Türkiye tam üyeliğe geçmeye yönelik bir statü elde etmiştir. 1963 yılında Fransa Devlet Başkanı Charles De Gaulle, İngiltere'nin üyelik başvurusuna, " Böyle bir tarım politikasına sahip olan bir ülkenin AB'ye üye olması düşünülemez" diyerek karşı çıkarken bundan bir yıl sonra aynı De Gaulle 1964 yılında "Türkiye AB'ye üye olmalıdır" diyerek topluluğun tercihlerine yön vermek istemiştir. Bundan 44 yıl öncesinde Türkiye'nin AB'ye üyeliği deklare edilmiş olmasına rağmen, 14 Nisan 1987 tarihinde tam üyelik başvurusu yapan Türkiye ile resmi müzakereler ancak 2005 yılında başlatılmış olup ülkemiz hala Avrupa kapılarında bekletilmektedir. 44 yıldır süren ve ne zaman sona ereceği belli olmayan bu bekleyiş, biz Türkleri Avrupa'nın samimiyetini ve dürüstlüğünü de sorgulamaya mecbur bırakmıştır. Çünkü Türkiye, bazı üye ülkelerin yapamadığı reformları gerçekleştirmiş olmasına rağmen, Avrupa Birliği bu süreci görmezlikten gelmiş ve yine diğer aday ülkelerden istemediği şartlar öne sürerek, bunların gerçekleşmesini isteyerek, Avrupa'nın Türkiye için bir 'antipati merkezi' haline gelmesine sebep olmuştur. Bu antipati nedeniyle artık Türkiye'nin AB'ye girmesi yolundaki kamuoyu isteği ve desteği giderek yok olma yönünde azalmaktadır. Avrupa Birliği'nin Türkiye ile olan ilişki sürecine isim koymak gerekirse, sanıyoruz ki en doğrusu bu süreci 'Büyük Yalanlar' olarak isimlendirmek olacaktır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne uygulanan izolasyonların kaldırılacağı sözü verip, bunun karşılığında Türk tarafından Annan Planı'na 'evet' demesini isteyen Avrupa'dır... Annan Planı'na 'Evet' diyen KKTC'yi cezalandıran, ama 'Hayır' diyen Rumları 'Adanın Merkel Sarkozy...