26 Haziran 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

TAHİR ABACI’DAN ‘BİR GÜN YENİDEN’ ‘Sosyalist Hareketin Romanı’ bağlı olarak bir müddet için gelişen demokrasi umudunu ve bu umudun hüsranla sonlanışını, 1951 Tevkifatını, direniş ve çözülmeleri ve hareket içindeki insanların çoğu trajik hikâyesini başarıyla ve akıcı bir dille anlatmış, Tahir Abacı. Devrim şartlarının hiçbirine sahip olmayan bir ülkede çok az aydının ki hemen hepsi burjuva, bazıları aristokrat ailelerden nasıl olup da bir sosyalist devrim hayaline kapıldığı ve bu uğurda yaşantılarını, ömürlerini heder ettikleri sorusu kafamda salındı durdu. AHMET İLHAN Ş u şartlarda Marx gelse, Lenin gelse, ne yapabilir ki? Sanayi ülkesi değiliz ki proletaryamız olsun, kaldı ki sanayi memleketlerinde dahi Marx’ı haklı çıkaracak bir gelişme yok. Monarşi ülkesi değiliz ki, Lenin gibi milletin burjuvaziye değil monarşiye öfkesini manipüle edip sosyalist ihtilale çevirelim.” (s. 320) 1946 yılının tek parti ve milli şef Türkiye’si ile 19501953 arası şekli demokrasiye geçiş ve Demokrat Parti Türkiye’si şartlarında söyleniyor bu sözler. Bunu söyleyenler, dönemin az sayıdaki komünistsosyalist gençlerinden biri. Romanı okurken yukarıda kahramanın ağzından sayılan ve birçoğu da sayılmayan devrim şartlarının hiçbirine sahip olmayan bir ülkede çok az aydının ki hemen hepsi burjuva, bazıları aristokrat ailelerden nasıl olup da bir sosyalist devrim hayaline kapıldığı ve bu uğurda yaşantılarını, ömürlerini heder ettikleri sorusu kafamda salındı durdu… Ki bu düşüncemi, ilk paragraftaki düşüncelere itiraz eden Ferhat Güneş’e Numan Sezer’in cevaben söylediği şu sözleri de destekler nitelikte olunca, bu soru iyice önem kazandı zihnimde: “İyi, bakalım. Ne haldeyiz öyleyse? Bir vuruşta yüz yetmiş kişi toplanıp deliğe tıkılmış durumdayız., bir vuruşta! Biz o dediğin coğrafyada yaşamıyoruz, biz burada yaşıyoruz ve işte görüyorsun, olmuyor, yapamıyoruz. Dedim ya, Lenin gelse yapamaz. Kaldı ki Lenin’imiz olmadı hiç. (…) Stalin adayımız çok. Lakin, Lenin ihtilali yapıp Stalin’e verdi. Bizde Lenin olmayınca Stalinlerimizin de eli boşlukta kalıyor.’’ (s. 321) SOL, SOLCU DÜŞMANLIĞI Kitaptan alıntıladığım şu iki paragraf bana göre en başından bu yana Türkiye’deki sol hareketin genel durumunu çok iyi tarif ediyor: Oysa ne teori, ne pratik ne de örgütsel derinliği ve ne de memleket şartları sosyalist bir devrime müsait olan, üstelik sadece farklı coğrafyaların içinde bir dönem için hız ve hareket kazanmış bir devrim fikrinin romantik serencamının bizdeki iyi niyetli ama güdük yansımalarından bahsedebiliriz ancak. Bir durum tespiti olarak şunu belirtmekte de yarar var: En baştan bu yana devlet kad rolarının, kurucu paradigmanın muazzam bir sol düşmanlığı, solcu düşmanlığı, muhalif düşmanlığı göze çarpmaktadır. Devletin, son derece paranoyakça bir saldırganlıkla, hareketlerin gücüyle, etkisiyle asla ölçülemeyecek bir şiddet, cebir ve baskı politikalarıyla bu muhalif gurup ve insanlara yaklaşımıyla somut bir biçimde karşılaşıyoruz romanda. Ki son tahlilde, başlangıçtan bu yana ve günümüzde de devletin muhaliflere karşı bu paranoyası kalıcı bir karakter niteliği kazanmıştır. Tahir Abacı, oldukça ilginç, iddialı ve zor bir konuya el atmış bu romanda. Bir siyasal roman yazarak bütün riskleri baştan yüklenmiş. Romanın konusu bir yönüyle 19461953 yılları arasında genç bir aydının, Fer hat Güneş’in başından geçen bir hikâye gibi görünse de, diğer yönüyle ülkenin uydulaşma sürecini, şehirlerin hızla betona dönüşme sürecini, Türkiye sosyalist hareketi içinde İstanbul ve İzmir’de ajanların sızdığı gizli örgütlenme çalışmalarını, Tan ve Zincirli Hürriyet olaylarını, bir taraftan izin veriliyormuş gibi yapılan ama diğer yandan sürekli baskı ve cebir altında kalan yasal sosyalist partilerin engelleniş biçimlerini, sürekli baskıcebirtahkir altında ölüm tehlikesiyle burun buruna yaşayan çok az sayıdaki muhalifin durumunu, bohem sanatçılar dünyasını, bitmez tükenmez dergi tasarılarını, Sabahattin Ali’nin öldürülüşünü, Nazım Hikmet’in esaret altında hukuk mücadelesini ve kaçışını, 1950 seçimlerini ve buna SEMBOL İSİMLER Benim için bu romanı en ilginç kılan ve okurken en çok yararlandığımı düşündüğüm kısmı, hayali kahramanların yanında, Türkiye sosyalist hareketinin sembol isimlerini hemen hepsinin gerçek isimleriyle kitapta yer alışıdır. Tahir Abacı her ne kadar okuyucuyu en başta romanın kurgusal olduğuyla ilgili uyarsa da, yaşananların gerçekliğiyle ilgili duygumuz, kurgusal olanın içinde daha güçlü bir şekilde beliriyor. Sanırım bu duygu kaçınılmaz olarak her okuyucuda ortaya çıkacaktır. Çünkü yazar, romanı için çok sayıda anıya, belgeye, tanıklıklara, kişisel deneyim ve bilgilere, mülakata, kaynağa başvurmuş. Benim gibi yaşı gereği sosyalist hareketleri uzaktanyakından okuyucu düzeyinde izleyenler için de şaşırtıcı, aydınlatıcı, ufuk açıcı bir okunma serüveni sunuyor yazar. Sosyalist hareket için kim, ne, nasıl, niçin, ne zaman, nerede sorularımızın önemli bir kısmına, bir kurgusal metin içinde de olsa, cevaplar bulduğumuz bir roman olmuş. Hayatlarını büyük bir merak ve hayranlıkla takip ettiğimiz birçok sanatçı, düşünür, siyasetçiye rastlamak mümkün eserde. Kimler yok ki romanda: Sabahattin Ali, Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Dr. Şefik Hüsnü Değmer, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Vâlâ Nurettin, Mihri Belli, Kemal Tahir, Rıfat Ilgaz, Attilâ İlhan, Suat Derviş, Ahmed Arif… Ve daha birçok isim. Edebiyat fakültesini bitiren İzmirli Ferhat Güneş, sosyalist harekete gönül verir. Öğretmenlik yapmaz, bir tahkikattan dolayı da yapamaz zaten, evlenir ama evlilik yürümez boşanır, işsizlik bir taraftan, polis takipleri bir taraftan, geçim sıkıntısı bir taraftan, gizli örgütlenme çabaları, dergi çıkarmalar bir taraftan ve bir de şiir sevdası vardır tabii, Ferhat Güneş’in. İzmir’de ve İstanbul’da süren bu hayatın bir de duygusal tarafı vardır. Sever, sevilir, ilişkileri olur fakat hemen hepsi başarısızlıkla sonuçlanır. Çünkü hayatında bir düzen, plan yoktur, paramparçadır hayatı. Kafasında nasıl, ne biçimde, ne zaman ve kimlerle yapılacağı bilinmeyen bir devrim fikri vardır, sadece. Savrulur durur Ferhat Güneş…Binlerce Ferhat Güneş gibi. Tahir Abacı’nın dili sade, kolay okunur, akıcı, gündelik hayatın doğallığı içinde bir dildir. Yer yer dönemin söz dağarının kullanılması, okunmayı hiç de zorlamamıştır. Anlatımda edebilik kaygısı neredeyse hiç sezilmemektedir. Günlük halleşmenin, dertleşmenin, sırrını açmanın, derdinitasasını bildirmenin kolay, samimi, rahat anlatımıdır söz konusu olan. Son dönemde ilgiyle, soluksuzca okuduğum romanlardan biri oldu Bir Gün Yeniden. n Bir Gün Yeniden / Tahir Abacı / İkaros Yayınları / 320 s. / 2018 36 4 Nisan 2019
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear